Kahve; Türk toplumunun hayatına ilk 1500 lü yıllarda Kanuni Sultan Süleyman döneminde girmiş ve sonrasında kültürümüzde kendine has bir yer edinmiştir. Tarihçesi ise Afrika ve Arabistan’da 3. Yüzyıla kadar dayanmaktadır.
Günümüzde çok fazla çeşidi bulunmasına rağmen, ‘Türk Kahvesi’ pişiriliş şekliyle diğer kahvelerden ayrılmış, zamanla hem toplumumuzda hem de Avrupa’da bu isimle tanınarak bir marka haline dönüşmüştür.
Tüketimde filtre kahve, espresso, hazır kahve, cappucino ve kafeinsiz kahve gibi birçok çeşidi bulunan kahve; temelinde Coffea isimli tek bir ağacın meyve çekirdeklerinden elde edilmektedir. Bu tanelerin kavrulup öğütülmesi aşamasında farklı aroma ve tatta kahveler oluşmaktadır. “Coffea” Kahve ağacı; ani ısı değişikliklerinin olmadığı düzenli yağış alan tropikal bölgelerde yetişir. Bu sebeple ülkemizde denense de yetiştirilmesi pek mümkün değildir. Güney Amerika ve Güney Asya yetiştiği tropikal bölgelerdendir ve dünyada tüketilen kahvenin yarıdan fazlası Brezilya’da üretilmektedir. Pek çok çeşidi olmasına rağmen Coffea Arabica ve Coffea Caneford -diğer bir adıyla Robusta- kahve türlerinin tarımı yapılmaktadır. Ağacın yetiştiği bölge; toprak yapısı, suyun içeriği, havanın nemi ve güneşlenme süresi gibi pek çok faktör içilen kahvenin lezzetini etkilemektedir.
Günlük hayatta “gold” olarak ticareti yapılan kahve ise “arabica” olan türüdür. Arabica ‘nın yetiştirmesi daha zordur ama lezzet kalitesi daha yüksektir.
Kahve tüketime hazır hale gelmeden önce birtakım işlemlerden geçer. Özellikle kavurma işleminin az ya da çok oluşu lezzeti etkileyen önemli bir faktördür. İşlem esnasında oluşan karamelize karbonhidrat, kafeol, tanen, aromatik esanslar ve kafein kahveye özelliğini kazandırır. Kafeol ve kafein kahvenin özel lezzetini oluşturur. Kahvenin uyarıcı özelliği ise KAFEİNDEN kaynaklanır. Kahve dediğimizde elbette ilk akla gelen KAFEİN’dir ve kahve çekirdeğinin % 1.1-2.6 ‘sı olup, bu oran kahve çekirdekleri arasında bile farklılık gösterebilmektedir. Ancak bilinmelidir ki; kahve dışında çay, enerji içecekleri, kolalı içecekler gibi birçok besinde de kafein bulunmaktadır.
KAHVENİN SAĞLIĞIMIZ ÜZERİNE ETKİLERİ
Kahvenin içerisindeki etken madde kafein mide salgısını da artırmakta, mide salgısının aşırı artışı da mide mukozası zayıf olan kişilerde ağrı, yanma gibi şikayetlere neden olabilmektedir. Özellikle ülser, gastrit gibi sindirim sistemi rahatsızlıkları olan kişilerin kahveyi dikkatli tüketmesi gerekir. Reflü problemi olan kişilerin de kahve tüketimini azalttığı takdirde şikayetlerinde azalma olmaktadır ancak bilinmelidir ki tedavide tek başına yeterli değildir ve beslenmeyle ilgili diğer etmenlerin de düzeltilmesi gerekir.
Yapılan bir çalışma; kahve içenlerde bağırsaklardan demir emiliminin % 24-73 azaldığını ve besinlerle alınan demirin bir kısmının emilemeden vücuttan atıldığını göstermektedir. Kahvenin kesilmesi ya da tüketilen miktarının azaltılması, demir eksikliği tedavisinin başarısını olumlu yönde etkiler. Farklı çalışmalarda kahve içmenin şeker hastalığı ile ilişkisi de incelendiğinde ise (klorojenik asit ve magnezyumun etkisi) kahve içenlerde erişkinlik çağı şeker hastalığının yani Tip 2 diyabetin görülme sıklığının azaldığı saptanmıştır. Aynı çalışmada kaynatarak kahve yapma ile filtre ederek kahve yapma arasında fark olup olmadığına bakılmış ve filtre kahve bazı çalışmalarda daha yararlı bulunmuştur.
Kahve ve osteoporoz yani kemik erimesi ilişkisine bakıldığında; özellikle günlük kafein alımı 300 mg üzerinde olan ve yetersiz kalsiyum alan kadınlarda kemik mineral yoğunluğunun azalabileceği ve osteoporoz riskinin artabileceği bilinmektedir.
Kahvenin böbrek fonksiyonları üzerindeki etkisine gelince; özellikle böbreğinde oksalat taşı olanların dikkat etmesi gerekir, çünkü besinle kazanılabilecek oksalat için en önemli kaynaklardan biridir kahve! Böbrek yetmezliği olan kişilerin kahve içerken biraz tedbirli olmaları tavsiye edilmektedir.
Gebe kadınların da kahve tüketirken, günlük kafein tüketimlerini 200 mg’ ın altında tutmaları gerekiyor. Kahve tüketimi ve gebelerde erken doğum ya da bebeklerde oluşabilecek anomaliler incelendiğinde kesin bir ilişki bulunamamıştır. Ancak emzirme döneminde; annenin içtiği kahvenin içindeki kafein emzirdiği sütle bebeğe de geçiyor. Bu sebeple emzirme döneminde kahveyi sınırlamakta fayda var. Ayrıca süt veren annelerde kahveye bağlı uyku azalmaları ve huzursuzluk gibi işaretlere daha sık rastlanmaktadır.
** Kahvenin belki de en önemli özelliği kalori içermemesidir. İçerisine süt, şeker ya da krema ilave edilmediği takdirde kalorisi yoktur. Ayrıca metabolik hızı artırıcı etkisi de bulunmaktadır. Bir çalışmada; Kafein 8 mg/kg düzeyinde verildiğinde metabolik hızda %16 artış gözlenmiştir. Bu durumda aynı şekilde metabolik hızda artış olduğu gibi, yağ oksidasyonunda artış ve termik etkide artış olduğu da gözlenmiştir. Zayıflama diyeti yapan kişiler bu özelliklerinden dolayı kahveyi keyifle tüketilebilirler.
Sağlıklı bir yetişkinin tüketebileceği kahve miktarına bakıldığında ise; günde kilosu başına maksimum 5 mg civarında kafeini tolere edebileceği hesaplanıyor bu da 60 kg standart bir yetişkin için yaklaşık “300 mg / gün” kadar kafeine denk geliyor.
Comments