top of page

Arama Sonuçları

Boş arama ile 1063 sonuç bulundu

  • SERTLEŞME YA DA EREKSİYON SORUNU

    Erkeklerdeki sertleşme (ereksiyon) sorunu ya da tıbbi adıyla erektil disfonksiyon (ED) en önemli cinsel işlev bozukluğudur. Tanım olarak erektil disfonsiyon, cinsel birleşmeyi (koit) başlatmaya veya devamını getirmeye imkan vermeyecek düzeyde penisin sertliğini sağlayamama durumudur. Genç, orta yaş ya da ileri yaş farketmez her yaştaki erkekte ortaya çıkabilmektedir. Temelde psikojenik ya da organik bazı sorunlardan kaynaklansa da gerçek olan şudur: Her ereksiyon sorununda az ya da çok psikojenik bir etmen ya olayın çekirdeğinde vardır ya da sonradan olayın üzerine eklenir. Dolayısı ile ereksiyon sorununun kökleşmesinde psikojenik etmenlerin rolü oldukça büyüktür. Sertleşme (ereksiyon) sorunu elbette hayati bir sağlık sorunu değildir. Ancak psikososyal hayatı, çift ilişkilerini ve dolayısıyla yaşam kalitesini bozan çok önemli bir konudur. Yapılan çalışmalar 40 ila 70 yaş arası erkeklerin yarısında ereksiyon sorunu olduğunu göstermektedir. Yine aynı yaş grubunda yaklaşık %10 oranında şiddetli derecede ereksiyon sorunu olduğu rapor edilmektedir. Yaşla birlikte özellikle de 60 yaşından sonra ereksiyon sorununun sıklığı ve şiddeti önemli ölçüde artış gösterir. Ülkemizde yapılan bilimsel çalışmalarda da 40 ila 70 yaş grubunda her 3 erkekten birisinde orta ve şiddetli düzeyde ereksiyon sorunu yaşandığı saptanmıştır. Sertleşme sorunu olan erkekte ele alınan ilk konu kuşkusuz sorunun organik mi yoksa psikojenik kökenli mi olduğudur. Organik sorun demek hastalığın bedensel (damarsal veya sinirsel) bir hastalıktan kaynaklanıyor olması demektir. Genellikle 40 yaşından üzeri ED yakınması olan erkeklerde organik nedenler daha ön planda düşünülür. Psikojenik ereksiyon sorunu (PsED) ise bedensel bir hastalığa bağlı olmayıp, sadece psikolojik sıkıntı ve beceri eksikliğine bağlı ortaya çıkan sertleşme sorunlarına verilen isimdir. Genellikle genç yaşlarda var olan sertleşme sorunlarının önemli bir kısmı psikojenik alt yapıya bağlıdır. Biz genel olarak çekirdek sorunun 40 yaş altında psikojenik, 40 yaşından sonra ise organik olabileceğini öncelikle düşünürüz. Yine de tersi durumlar da az değildir ve daima akılda tutulması gereklidir. Sorunun çekirdeğinde organik bir neden olsa da üzerine eklenen psikolojik etmenler (hayal kırıklığı, umutsuzluk, erkeklik duygusunun incinmesi..vs) olayın kartopu gibi büyümesine neden olmaktadır. Unutulmaması gereken bir çığı başlatan da küçük bir taş parçacığıdır ama asıl yıkımı yaratan kar yığınlarıdır.

  • VARİKOSEL

    Varikosel testislerin venöz denajını sağlayan kan damarlarının (toplar damarların) genişlemesi anlamına gelen ürolojik bir sağlık sorunudur. Genel erkek popülasyonunun yaklaşık %15’inde saptanabilmektedir. Varikosel gelişen toplar damarların iç yapısı ve kapakçıkları zamanla bozulur ve de kirli kan yeterince geriye doğru çekilemez. Dolayısı ile testis hem kirli kandaki toksik maddelerin ve hem de artan ısının uzun süreli etkisi altında kalır. Bu durum testis iç yapısında ve sperm üretiminde bozulmaya neden olabilmektedir. Varikosel erkek infertitesinin yani kısırlığın en sık nedenlerinden birisidir. Çocuk sahibi olamayan ve eşlerinde tıbbi bir sorun saptanmamış erkeklerin üçte birinde varikosel varlığı bildirilmektedir. Varikosel, spermatik venin (testisin toplar damarı) döküldüğü ama damarın farklı olması nedeniyle solda çok daha yaygın görülür. Tek başına sağ varikosel varlığı ise çok daha nadir bir tıbbi durumdur. Eğer bir erkekte varikosel durumu söz konusu ise ve bu varikosel ne kadar şiddetli düzeydeyse spermatogenez adını verdiğimiz sperm üretim sisteminin olumsuz etkilenme olasılığı da o kadar fazla olmaktadır. Testis içinde artan ısı ve toksik maddelerin testis içinde göllenmesi hücreler üzerinde oksitatif strese yol açar ve bu da sperm DNA’sını bozmasına neden olur. Zaman içerisinde menide sperm sayısı düşüşe geçer, hareketliliği azalır ve de kalitesi bozulur. Bu süreç erkeklerde infertilite adını verdiğimiz kısırlıkla sonuçlanabilmektedir. Ancak şu konu özellikle çok önemlidir; varikoselin varlığı illa ki tedavi edilmesi gereken bir durum olduğu anlamına gelmez. Varikosel sperm parametrelerini bozmuş ve infertilite nedeni olarak karşımıza çıkmış ise o zaman tedavisi elbette gerekir. Ama kişide bir soruna yol açmıyorsa tedavisiz izlemi çok daha doğru bir yaklaşım olacaktır. Varikosel testis hacminin azalmasına ve testosteron üretiminin bozulmasına neden olabilmektedir. Kuşkusuz bu durumun cinsel fonksiyonlar üzerinde de olumsuz yansımaları gerçekleşebilmektedir. Varikoselin tanısı için tek başına elle muayene çoğunlukla yeterli olmaktadır. Bu şekilde varikoselin hem varlığı ve hem de derecesi kolaylıkla tespit edilebilir. Ancak tanıyı doğrulamak, belgelemek ve tedavi sürecinin takibi açısından skrotal doppler ultrasonografi adını verdiğimiz radyolojik incelemeyi de sıklıkla tıbbi pratiğimizde kullanmaktayız. Burada spermatik ven yani toplar damar çapları ve geriye doğru tersine akım olup olmadığı kolaylıkla tespit edilebilir. Ancak tanı için mutlak bir gereklilik değildir. Muayene bulgusuna göre varikoseli biz ürologlar 3 derecede sınıflandırırız. 1. Derece Varikosel; muayenede damar yapıları normaldir ancak ıkınma ile dolgunlaştığı hissedilir. 2. Derece Varikosel; ıkınmadan da şişmiş damarlar ele gelir, ıkınınca daha bariz hale gelirler. 3. Derece Varikosel; muayene etmeden dahi çıplak gözle belirgin biçimde şişmiş ve kıvrımlaşmış damarlar gözlenir. Varikosel saptanmış ise en az 2 kez sperm testi yapılarak spermatogenezin etkilenip etkilenmediğine mutlaka bir bakılmalıdır. Çünkü sperm tahlilinde çıkan sonuç, tedaviye karar verme aşamasındaki en önemli konudur. Bundan sonra kişinin evlilik durumu, çocuk sahibi olup olmadığı, eşinin gebelik açısından sağlık durumu ve geleceğe dair çocuk planları göz önünde bulundurularak hasta ile birlikte bir karara varılır. Tedaviye kadar geçen süreç ne kadar uzun ve varikosel ne kadar şiddetli ise hasarlanmanın da o kadar fazla olacağını bilmek gerekir. Bu durumda çok da ihmal etmeden en uygun zamanda tedaviyi gerçekleştirmek elbette daha mantıklı olacaktır. Aşağıdaki durum ya da durumlar varsa varikoselin mutlak tedavi edilmesi gerekmektedir. 1- Sperm değerleri bozulmuş ise 2- Testis hacmi %10’dan fazla küçülmüş ise 3- Sperm parametreleri normal dahi olsa sperm DNA hasarı gelişmiş ise Bunun dışında şiddetli varikosel durumu kozmetik açıdan kişiyi çok rahatsız ediyor olabilir. Ya da en ufak bir aktivitede testis, kasık ve bacak iç yan ağrısı şeklinde de varikosel kendini belli edebilmektedir. Ağrı bazı erkeklerde yaşam konforunu bozan önemli bir şikayettir. Bu durumlarda da çoğu kez varikoselin tedavi gerekebilmektedir. VARİKOSELİN TEDAVİSİ: Varikoselin tedavisi sadece ve sadece cerrahidir yani ameliyat yöntemleridir. Ya da başka ifade ile varikosel ilaçlarla tedavi edilebilen bir sorun değildir. Bu ameliyatlar kabaca 4 farklı şekilde yapılabilmektedir. 1- Açık konvansiyonel klasik yöntem; kasık bölgesine yapılan alçak seviyede bir kesi ile ve çıplak gözle (ya da loop gözlük) yapılan ameliyat şeklidir. Spermatik venler bu yolla tek tek bağlanır. 2- Laparoskopik yöntem; karın içine yerleştiren bir kamera yardımı ile içeriden ve yüksek bir seviyeden spermatik toplar damarların bağlanması yöntemidir. 3- Mikrocerrahi mikroskobik yöntem; son yıllarda oldukça popüler olan tedavi yöntemidir. Klasik yöntemde olduğu gibi kasık bölgesinde küçük bir kesi yapılarak spermatik kordon askıya alınır. Sonrasında gelişmiş bir cerrahi mikroskop yardımı ile toplar damarlar tek tek izole edilir ve bağlanır. Nüks ve komplikasyon oranları klasik yönteme göre daha düşüktür. 4- Anjiografik embolizasyon, ablasyon yöntemi; kasıktan kateter yardımı ile girerek spermatik vene ulaşılması sonrasında, bu damarın lazer yardımı ile yakılması ya da yapıştırıcı maddelerle doldurulması yöntemidir. Anestezi gerektirmez ancak kendine özgü bazı komplikasyon risklerini barındırmaktadır. Genel olarak tüm varikosel ameliyatlarının temel amacı şudur. Spermatik venin (toplar damar) tüm dalları tek tek ayrılmalı ve iptal edilmelidir. Bu yapılırken de spermatik arter (atar damar), sperm kanalı (duktus deferens) ve de olabildiğince lenfatik yapılar da korunmalıdır. Bunun en iyi biçimde yapılması elbette ameliyatın gerçek başarısı olacak olan spontan (doğal) gebelik ihtimalini artırır. Ek olarak ameliyat sonrası gelişebilecek komplikasyon riskleri de minimalize edilir. Bu açıdan bakıldığında mikrocerrahi yöntem ideale en yakın tekniktir diyebiliriz. Laparoskopik ve anjiografik operasyon yöntemleri gerek yarattığı ciddi organ yaralanması risklerinden dolayı, gerekse yüksek nüks oranları dolayısı ile pek tercih etmemekteyiz. Üstelik çok daha maliyetli işlemlerdir. Bunlar bazı özel koşullarda tercih edilmesi gereken yöntemlerdir. Bu konuda açık konvansiyonel yöntem ve de olabiliyorsa mikrocerrahi teknikler çok daha efektif ve güvenlidir. Mikrocerrahi yöntem klasik ameliyata göre çok daha fazla deneyim gerektirir ve çok daha ince bir iştir. Bu nedenle ameliyat süresi biraz daha uzundur. Ama avantajları nedeniyle bilinçli hastaların özellikle bu ameliyat metodu için talepte bulunmaları kendi sağlıkları açısından yerinde olacaktır. Mikrocerrahi Varikosel ameliyatlarının klasik varikosel ameliyatlarına olan avantajları şunlardır; 1- Mikrocerrahi teknik ile sperm parametrelerinde düzelme olasılığı ve yüzdesi daha fazladır. 2- Mikrocerrahi teknik ile doğal gebelik oluşma şansı daha yüksektir. 3- Mikrocerrahi teknikte varikosel sorununun nüks etme ya da yetersiz ameliyat etme olasılığı çok daha azdır. 4- Spermatik arter adı verilen atar damara zarar verme olasılığı mikrocerrahi teknikte çok düşük bir olasılıktır. Dolayısıyla testiste atrofi denilen küçülme ya da organ kaybı olasılığı da çok çok daha azdır. 5- Lenfatik damarlar mikrocerrahi teknikte çok daha az zarar görür. Dolayısı ile hidrosel adı verilen testis etrafında su toplanması olasılığı da çok çok daha azdır. Mikrocerrahi teknik ile yapılan varikosel ameliyatından çoğunlukla 3-4 ay sonrasında sperm parametrelerinde olumlu yönde düzelmeler başlar. Bu dönemde güvenilir bir merkezde ve laboratuvarda spermogram yaptırmakta fayda vardır. Eğer sperm değerlerinde düzelme başlamış ise beklenmesi ve sperm parametrelerinin aralıklı olarak takip edilmesi tavsiye edilebilir. Araştırmalar göstermiştir ki mikrocerrahi ameliyat yöntemi sonrasında ilk yılda %40, ikinci yılda %60 oranlarında spontan (doğal) gebelik sonuçları elde edilebilmektedir. Bu oranlar ameliyat olamamış aynı durumdaki erkeklere göre iki kata yakın daha fazladır. Elbette çocuk isteğinde olan çiftlerin yaşları, ne kadar süredir istedikleri ve sabır seviyeleri karar vermede çok önemli olmaktadır. Sperm değerleri istenilen seviyede düzelmemiş ise çift ile konuşularak tüp bebek gibi yardımcı üreme tekniklerine her zaman geçilebilir. Şu da çok önemli bir bilgidir. Varikosel ameliyatı sonrası yapılan tüp bebek işlemlerinde başarı oranları da daha fazla çıkmaktadır. Her durumda varikosel ameliyatı hemen her koşulda infertilite sorunu yaşayan erkekler için genel olarak faydaları bilimsel olarak gösterilmiş etkili bir tedavi yöntemidir diyebiliriz. #varikosel #üroloji #niyaziumutözdemir

  • Alerjik Egzama & Atopik Dermatit

    A- Çocuklarda Alerjik Egzamaya Ne Sebep Olur ? Alerjik egzamada en önde gelen sebep gıdalara karşı gelişen alerjidir. Gıdalar içinde de en sıklıkla inek sütü ve yumurta bu durumdan sorumlu bulunmaktadır. Ancak hava yolu ile alınan ev tozu gibi alerjenlerin de sorumlu olabildiği gösterilmiştir. B- Çocuklarda Alerjik Egzamada Şikayetleri Arttıran Etkenler Nelerdir? Alerji geliştirilmiş olan madde ile gerek sindirim sistemi yolu ile gerekse hava yolu ile gerçekleşen temas döküntü ve kaşıntıyı artırmaktadır. Bunun dışında terleme, şiddetli sürtünme gibi fiziksel uyaranlar da şikâyetlerin artmasına sebep olabilmektedir. C- Çocuklarda Alerjik Egzama Nasıl Tedavi Edilir ? Özellikle alerji geliştirilmiş olan madde ile temasın azaltılması şikayetlerde azalmaya neden olacaktır. Ayrıca sık banyo yaptırma ve sık nemlendirici uygulama yolu ile cildi nemli tutma bu yönde etkili olmaktadır. Kuru cilt daha çok kaşınır. Kaşındıkça döküntü artar. Koruyucu önlemlerin yetersiz kaldığı durumlarda ağızdan alerji ilaçları ve kortizonlu kremlerle kısa süreli ve kontrollü bir tedavi gerekebilmektedir. Alerjik egzama (Atopik dermatit) psikolojik durumla çok ilişkilidir. Kaşıntının getirdiği stres ve kaygı hastalığın daha da kötüleşmesine neden olur. Bu nedenle kaşıntının bir an evvel düzeltilmesi ve stresi azaltıcı tedaviler önerilir. #alerjik egzama#çocuk sağlığı#Yonca Tabak#DrSistem

  • Anne Babalar Ne Zaman Alerji Testine Başvurmalı?

    Alerji testleri alerjiden şüphe edildiği an her yaşta yapılabilir. Burada önemli olan çocuğun yaşına ve şüphe edilen hastalığın tipine göre kandan mı deriden mi test yapılacağına karar vermektir. Gıda alerjisinden şüphe edildiğinde hangi yaşta olursa olsun kandan spesifik IgE testi ile alerji araştırmasına gitmeyi tercih ederiz. Ev tozu akarı ya da polen alerjisine bağlı alerjik astım ya da alerjik nezleden şüphe ediyorsak; eğer çocuk 3 yaşın üzerinde ise en güvenilir test deri testidir. Ancak çocuk 3 yaşın altında ise ve yine solunum yolu alerjisinden şüphe ediyorsak tercih yine kan testi şekilde olmalıdır. 3 yaşın altında yapılan kan testleri negatif sonuç verdiğinde her zaman çocukta alerji olmadığı anlamına gelmez. O yüzden durumun 3 yaşından sonra deri testi ile teyit edilmesi gerekir. Buna rağmen pozitif sonuç güvenilir olduğundan ve neye alerji olduğunu bilmek önümüzü aydınlatacağından hangi yaşta olursa olsun kandan veya deriden alerji testleri mutlaka yapılmalıdır.

  • Astım

    Astım nedir? Astım, akciğerlerdeki hava yollarının kronik (uzun süreli) ve çoğunlukla alerjik iltihabi hastalığıdır. Astımda görülen iltihabi reaksiyon mikrobik değildir. Astımlı hastaların şikayeti olmadığı dönemde dahi hava yollarında sessiz iltihabi reaksiyon devam etmektedir. Astım zaman zaman alevlenmeler ve hava yollarında daralma ve şişliğe neden olur. Belirtiler şiddetlendiğinde astım atağı olarak isimlendirilir. Astım sıklıkla çocukluk çağında başlar ancak her yaş grubunu etkiler. Astımın nasıl gelişir, insanlar nasıl astım olur? Astımın gelişmesine birçok etken katkıda bulunmaktadır. Bu etkenleri genetik faktörler ve çevresel faktörler olmak üzere iki gruba ayırmak mümkündür. Genetik faktörler: Yapılan çalışmalarda astımlı bireylerde bazı genlerin veya genlerdeki değişimlerin sağlıklı bireylere göre daha sık olduğu gösterilmiştir. Astım çocukluk çağında erkeklerde, erişkin dönemde ise kadınlarda daha sıktır. Ayrıca anne ve baba gibi birinci derece yakınlarında alerjik hastalık (astım, alerjik rinit gibi) olan kişilerde astım daha sık görülmektedir. Çevresel faktörler: Astım gelişimine katkıda bulunduğu düşünülen birçok çevresel faktör ile ilgili çalışmalar devam etmektedir. Astımın erken doğan bebeklerde (prematüre), düşük doğum ağırlıklı bebeklerde ve sezeryanla doğan bebeklerde daha sık olduğu görülmüştür. Sigara: Artık astım gelişiminde kesin rol oynadığı düşünülen en önemli faktör sigara maruziyeti ve çevresel kirleticilere bağlı hava kirliliğidir. Hamilelik sırasında sigara içen veya sigaraya maruz kalan annenin çocuklarında astım riski artmaktadır. Ayrıca doğumdan sonra sigaraya maruz kalan çocuklarda astım gelişme riski arttığı gibi akciğer enfeksiyonu (pnömoni, zatüre) riski de artmaktadır. Sigara erişkinler içinde astım riskini artıran en önemli faktörlerden birisidir. Sigara aynı zamanda astım tedavisini de zorlaştırmakta, daha fazla ilaç kullanımına neden olmakta ve astım atağını tetiklemektedir. Obezite: Astım gelişiminde rol oynayan önemli faktörlerden birisi de obezitedir. Her yaştaki obezite astım için bir risktir ancak özellikle ilk bir yaşta gelişen obezite çocuklarda astım gelişim riskini artırmaktadır. Dolayısıyla sadece ileri yaşlardaki değil bebeklik dönemindeki obezite de önlenmelidir. Hijyen hipotezi: Astım gelişiminde rol oynadığı düşünülen faktörlerden birisi de çocuğun büyüdüğü yaşam koşulları ve hijyenik durumdur. Bu durum “Hijyen hipotezi” ile açıklanmaktadır. Bu hipoteze göre yaşamın özellikle ilk bir yılında bakterilere ait toksinlere daha sık maruz kalınmasının bağışıklık sisteminin alerji yönüne kaymasını engelleyeceği düşünülmektedir. Yapılan çalışmalarda kırsal kesimde büyüyen (köy ortamı) çocuklarda, evde kendinden büyük kardeş sayısı fazla olan çocuklarda ve kreşe giden çocuklarda alerjik hastalıkların daha az olduğu görülmüştür. Astım gelişmesini önlemek mümkün mü? Astım gelişiminde rol oynayan birçok faktör bulunmaktadır. Bunlardan bazıları kontrol edebildiğimiz bazıları ise kontrol edemediğimiz faktörlerdir. Genetik faktörleri şimdilik kontrol etmemiz mümkün değildir. Ancak çeşitli çevresel faktörleri kontrol altına alarak astım gelişim riskini azaltabiliriz. Bunlardan en önemli sigaradır. Sigara içmeyerek ve ailemizin sigara dumanına maruz kalmasına izin vermeyerek astım gelişim riskini azaltabiliriz. Ayrıca hava kirliliğini önleyerek, çevre dostu yakıtlar kullanarak astım riski azaltılabilir. Obezite, hipertansiyon, kalp hastalığı ve şeker hastalığı gibi birçok hastalık yanında astıma da neden olmaktadır. Bu bakımdan dengeli ve sağlıklı beslenme ve düzenli spor yapmak obeziteyi engellerken aynı zamanda bu hastalıkların gelişimini de önleyecektir. Sezeryanla doğum ve erken doğum astım gelişiminde rol oynayan diğer faktörlerdir. Tıbbi gereklilik olmadıkça normal yolla doğumun tercih edilmesi ve mümkün olduğunca erken doğumların önlenmesi çocuğumuzda astım gelişim riskini azaltacaktır. Astımın belirtileri nelerdir? Astım belirtileri bireyler arasında farklılık gösterebilir. Aynı zamanda astımlı bireyde de astım belirtilerinde zaman zaman azalma ve alevlenmeler görülür. Astım solunum yollarını etkilediği için belirtiler temel olarak solunum yollarına aittir. Astımda görülen belirtiler aşağıda yer almaktadır. Hışıltı (hırıltı): hava yollarındaki daralmaya bağlı görülür. Nefes verirken ortaya çıkar Öksürük: Özellikle gece geç saatte ve sabaha karşı ortaya çıkan öksürük görülür. Nefes darlığı Göğüste sıkışma hissi Çocuğumda astım olabilir mi? Çocuğunuzda özellikle koştuğunda, güldüğünde ya da ağladığında öksürük, hırıltı ve/veya nefes darlığı ortaya çıkıyorsa, bunlar astımın belirtisi olabilir. Astım belirtileri çeşitli tetikleyiciler ile ortaya çıkar. Enfeksiyonlar, sigara, egzersiz, keskin kokular, alerjenler, çevre kirliliği ve soğuk hava en önemli tetikleyicilerdir. Yukarıda belirttiğimiz astım belirtileri bu tetikleyiciler ile ortaya çıkıyor ise bir alerji immünoloji uzmanına başvurmanız gerekmektedir. Astım tanısı nasıl konulur? Astım tanısı çoğu vakada iyi alınmış bir klinik öykü ve belirtilerin özellikleri dikkate alınarak konulabilmektedir. Öksürüğün özellikle gece geç saatte ve sabaha karşı olması, astım belirtilerinin egzersiz, enfeksiyon ve sigara gibi tetikleyicilere maruz kaldıktan sonra ortaya çıkması astım tanısını destekleyen önemli belirtilerdir. Astım belirtileri başka kronik akciğer hastalıklarında da (Kistik fibrozis, Primer Siliyer Diskinezi, Bronkopulmoner displazi, Bronşektazi gibi) görülebilir, ancak astımlı hastaların tamamen iyi olduğu dönemler bulunması diğer hastalıklardan en önemli ayırıcı özelliğidir. Astım tanısında, hem tanı konmasında hem de hastanın takibinin yapılmasında faydalı olan bazı laboratuvar testlere de çoğu zaman gerek duyulmaktadır. Astım tanısı için hangi testler yapılmaktadır? Astımlı hastalarda mevcut akciğer fonksiyonlarını değerlendirmek, bronş aşırı hassasiyeti göstermek ve tetikleyicileri saptamak için aşağıdaki testler yapılmaktadır. Solunum fonksiyon testi (SFT): Astımlı hastalarda yapılan en önemli testlerden birisidir. SFT astım tanısının konulmasına yardımcı olmasının yanı sıra astım şiddetini belirlemede ve hastanın uzun süreli takibinde çok önemlidir. SFT deneyimli bir kişi tarafından yaptırılmalıdır. İşlem sırasında kişiye derin bir nefes aldırılır ve hızla nefesini vermesi istenir. Bu esnada yapılan ölçümler astım tanı ve izleminde kullanılır. Bronş Provokasyon testi (BPT): Astım tanısı için rutin kullanılan bir yöntem olmamakla birlikte, astım düşündüren belirtileri olan ancak solunum fonksiyon testleri normal sınırlarda olup astım tanısını desteklemeyen hastalarda yapılır. BPT ile kişide hava yolu duyarlılığının olup olmadığı araştırılır. Astımlı hastalarda hava yolu duyarlılığı artmıştır (keskin koku, soğuk hava, egzersiz, enfeksiyon hava yollarında daralmaya neden olabilir). Deneyimli bir kişi tarafından uzman gözetiminde yapılmalıdır. Test metakolin veya histamin gibi ilaçlarla ya da egzersiz ile yapılır. Hangi yöntemin seçileceği doktorunuz tarafından belirlenecektir. İlaçlar belli aralıklarla ve artan dozla hastaya solutulur ve her doz sonrası SFT yapılarak hava yolu duyarlılığı olup olmadığına bakılır. Deri prik testleri: Deri prik testleri astım tanısı koymak için değil, astım tanısı alan hastada tetikleyicileri (alerjenler) belirlemek için yapılır. Hastanın yaşı, belirtileri ve yaşadığı çevrenin özelliklerine göre seçilen alerjenler ile yapılır. Test sonucu pozitif saptanan alerjenlerden sakınılması gerekir. Astım tedavisi nasıl yapılır? Tüm kronik hastalıklarda olduğu gibi astım tedavisinde de hastanın tedaviye uyumu, hasta hekim ilişkisi, hasta ve yakınlarının bilgi ve bilgilendirilme düzeyleri büyük önem arz etmektedir. Astım uzun süreli bir hastalıktır ve düzenli aralıklarla takip gerektirmektedir. Hastanın ve yakınlarının astımın tedavisi ve takibi hakkında yeterince ve düzenli aralıklarla bilgilendirilmeleri gerekmektedir. Astımlı birey astımın belirtilerini, tetikleyicileri ve bunlardan korunma yöntemlerini, atak semptomlarını, atak sırasında ne yapacağını iyi bilmelidir. İlaçları doktorunun önerdiği şekilde ve düzenli kullanması akciğer fonksiyonlarını koruyacak ve atak geçirme olasılığını önemli ölçüde azaltacaktır. Astım takibinde hasta-hekim ilişkisi büyük önem arz etmektedir. Tedavinin başarılı bir şekilde sürdürülebilmesi için karşılıklı güven çok önemlidir. Astımın tedavisinde çoğu zaman ilaç kullanımına gereksinim olmaktadır. Astım tedavisinde kurtarıcı ve koruyucu olmak üzere temelde iki grup ilaç kullanılır. Kurtarıcı ilaçlar: Kurtarıcı ilaçlar astım belirtileri ortaya çıktığında kullanılır ve belirtiler düzeldiğinde kesilir. Etkileri hızlı başlar. Hava yollarındaki kasları gevşeterek hava yollarının genişlemesini sağlarlar. Salbutamol (kısa etkili β2 agonist): en sık kullanılan kurtarıcı ilaçtır. Astım atağı sırasında ve kısa süreli astım belirtileri olduğunda hasta tarafından kullanılır. Solunum yolu ile alınır. Etkisi hızlı bir şekilde başlar ve bronşları genişleterek hastanın soluk alıp-vermesini rahatlatır. Rahatlatıcı (nefes açıcı) inhaler ilacınızın haftada 2 kereden fazla gerekmesi, astımınızın kontrol altında olmadığının bir işareti olabilir. Bu durumda doktorunuza başvurmalısınız. Formeterol-Salmeterol (uzun etkili β2 agonist): Bu ilaçlar da salbutamol gibi hava yollarını genişletirler ancak etki süreleri salbutamolden daha uzundur. Tek başlarına uzun süreli kullanılmazlar ancak koruyucu ilaçlar ile kombine şekilde kullanılabilmektedirler. İpratropiyum (antikolinerjik): bu ilaçların etkileri salbutamole göre daha azdır ve daha geç başlar. Bu nedenle ilk tercih ilaçlar değillerdir. Antikolinerjikler astım atağı sırasında β2 agonistlere yeterli yanıt alınamadığında tedaviye eklenirler. Ancak unutulmamalıdır ki kurtarıcı ilaçların astımdaki iltihabı azaltıcı etkisi yoktur ve haya yollarını genişletici etkileri geçicidir. Bu nedenle mutlaka koruyucu ilaçları kullanmaya devam etmek gerekir. Koruyucu ilaçlar: Astımlı hastalarda belirti olmasa dahi hava yollarında iltihabi reaksiyon devam etmektedir. Bu nedenle uzun süreli koruyucu tedavi çok önemlidir. Astımda koruyucu ilaç tedavisi hastalığın şiddetine ve klinik izlemine göre düzenlenir. Hastanın klinik durumuna göre tedavi dozu azaltılabilir veya artırılabilir. Astım tedavisinde çoğunlukla, mikrobik olan iltihabı baskılayan anti-inflamatuar ilaçlar kullanılmaktadır. Bunlar hava yollarındaki şişme ve iltihaplanmayı kontrol altına alır, bronşların aşırı hassas olmalarını önler ve astım atağı riskini azaltır. Kortikosteroidler (kortizon): Kortizonlar astım tedavisinde kullanılan en etkili ilaçlardır. Kortizonlar solunum yolları ile farklı yöntemlerle kullanılır. Hastalara doğru kullanım tekniği, yeterli zaman ayırarak ayrıntılı şekilde anlatılmalıdır. Kortizonlar çok düşük dozlarda kullanılırlar ve solunum yolları ile alındığı için doğrudan akciğere giderler. Bu nedenle doğru teknikle kullanıldıklarında önemli yan etkileri bulunmamaktadır. Montelukast (Lökotrien reseptör antagonsiti): Montelukast astım tedavisinde kullanılan bir diğer anti-inflamatuar ilaçtır. Etkisi steroidlere nazaran biraz daha azdır. Ağız yolu ile güvenli bir şekilde kullanılabilir. Formeterol-Salmeterol (uzun etkili β2 agonist): Bu ilaçlar tek başlarına uzun süreli kullanılmazlar ancak kortizonlar ile kombine şekilde kullanılabilmektedirler. Anti-IgE: Yukarıdaki koruyucu ilaçlar ile genellikle astım kontrol altına alınabilmektedir. Ancak bazı zor astım vakalarında ek tedaviye ihtiyaç duyulmaktadır. Yukarıda belirtilen tedavilere yanıt alınamayan vakalarda anti-IgE tedavisi ile iyi sonuçlar alınabilmektedir. Astım ilaçlarını kullanırken nelere dikkat etmeliyim? İlaçların nasıl kullanılacağı konusunda mutlaka doktorunuzdan yeterli bilgi alınız. İlaçlarınızı önerilen şekilde düzenli olarak ve aksatmadan kullanınız. Fıs fıs (sprey, püskürtme ilaçları) çalkalamadan kullanmayınız. Fıs fıs (sprey, püskürtme) ilaçları maskesiz (hazne, aracı tüp) kullanmayınız. Haznenin içine her seferde sadece bir fıs ilaç sıkın. Aynı anda birden faza fıs sıkmayınız. Maskeyi 2-3 haftada bir ılık deterjanlı suyla çalkalayın ve kendi kendine kurumaya bırakınız. Maskenin içini daha iyi yıkamak veya kurulamak için ovalamayınız. Koruyucu ilaçlardan sonra çocuğunuz ağzını çalkalasın ve suyu dışarı tükürsün. Suyu yutmasın. Büyük çocuklar dişlerini fırçalayabilir. Çevirmeli ilaçların içine üflemeyin. Astım ilaçları bağımlılık yapar mı? Astım tedavisinde kullanılan koruyucu ilaçları bağımlılık yapmaz. Aynı etkiyi elde etmek için ileride daha fazla ilaç almanıza gerek olmaz. Ancak kurtarıcı ilaçlar (salbutamol) çok sık ve çok uzun süre kullanılırsa giderek etkileri azalır. Bu nedenle doktorunuzun dediğinden fazla kullanmayın. Kesinlikle atak dışında her gün nefes açıcı kullanmayınız. Eğer kurtarıcı ilaç ihtiyacınız artmış ise bu astımınızın kötüleştiği anlamına gelir ve kontrol edici ilaçlarınızın artırılması gerekebilir. Astımı neler tetikler Astım belirtilerinin ortaya çıkmasına neden olan şeylere tetikleyici denir. Bazı tetikleyiciler hemen herkes için aynı iken (egzersiz, sigara, enfeksiyon gibi), alerjenler kişiden kişiye değişmektedir. Astım atağına neden olan tetikleyiciler aşağıda yer almaktadır. Solunum yolu enfeksiyonları (soğuk algınlığı, grip, zatüre) Sigara (tütün) dumanı Egzersiz (spor yapmak, antrenman, koşmak) Alerjenler (ev tozu akarı, polenler, mantarlar vs.) Keskin kokular spreyler Stres Astımımın kötüleştiğini nasıl anlayabilirim? Astımınız kötüleşiyorsa, aşağıdakilerin tümünü ya da bir kısmını fark edebilirsiniz: Giderek daha fazla rahatlatıcı tedavi gerekmesi Geceleri öksürük, hırıltı, nefes darlığı ya da göğüste daralma ile uyanma Gün içerisinde artan öksürük, eforla veya istirahatte hırıltı, nefes darlığı Normal faaliyet ya da egzersizlerinize devam edemeyeceğinizi düşünme Yukarıdakilerden herhangi biri söz konusu olduğu takdirde, doktorunuza görünmelisiniz. Astım atağından nasıl korunabilirim? Astım atağından korunmak için aşağıdaki durumlar çok önemlidir: Astım koruyucu tedavileri doktorunuzun önerdiği gibi düzenli olarak kullanılmalıdır. Alerjiniz var ise alerjen korunma yöntemlerini uygulayınız. Sigara kullanmayınız, çocuğunuzun sigaraya maruz kalmasını önleyiniz. Viral ve bakteriyel enfeksiyonlar astım ataklarını tetikleyen etkenlerin başında gelir. Kışın özellikle solunum yolları salgınlarının olduğu dönemlerde kapalı, kalabalık ortamlarda bulunmakta kaçınınız. Gribi olan kişi ile yakın temas kurmayınız. Mevsimsel grip aşısını yaptırınız. Özellikle soğuk kuru havalarda egzersiz yapmaktan kaçınınız, gerekiyorsa egzersiz öncesi rahatlatıcı ilacınızı alınız. Hava kirliliğinin, sisin yoğun olduğu havalarda dışarıya çıkmayınız. Astım belirtileriniz ortaya çıktığında kurtarıcı ilacınızı kullanınız, belirgin düzelme olmazsa doktorunuz ile temasa geçiniz.

  • İmmünoterapi (Alerji aşı tedavisi)

    İmmünoterapi (Alerji aşı tedavisi) İmmünoterapi nedir? İmmünoterapi, polenler, ev tozu akarları ve arı venomu gibi alerjenlere bağlı oluşan alerjik reaksiyonlardan korunmayı sağlayan tedavi yöntemidir. İmmünoterapi tedavisinde hastaya alerjisi olan madde giderek artan dozlarda uygulanır. Bu sayede bağışıklık sistemi o maddeye karşı daha az duyarlı hale gelir. Bu sayede kişi o alerjen ile karşılaştığında alerjik reaksiyon oluşmaz veya daha az şiddette oluşur. İmmünoterapiye başlamadan önce hasta ve hekim tarafından alerjik belirtilere neden olan tetikleyiciler tespit edilmelidir. Bunun için deri prik testleri veya kan testleri yapılabilir. İmmünoterapi nasıl etki gösterir? İmmünoterapide, kişiye alerjisi olan alerjen giderek artan dozlarda verilir. Bu sayede bağışıklık sistemi o alerjene karşı daha az duyarlı hale gelir. İmmünoterapinin etkisinde rol oynayan önemli faktörlerden birisi aşılama sürecinde üretilen çeşitli antikorlardır. İmmünoterapi kimlere yapılır? İmmünoterapi öncesi hasta ve hekim tarafından alerjik reaksiyona neden olan tetikleyici tespit edilmelidir. Dolayısı ile immünoterapi alerjik reaksiyona neden olduğu gösterilmiş alerjen ile yapılır. İmmünoterapi 5 yaşın üzerinde uygulanabilir. Ancak arı alerjisi gibi bazı özel durumlarda hasta için fayda-zarar hesabı dikkate alınarak, başlangıç yaşı daha erken yaşlara da çekilebilir. Hangi alerjenlere karşı immünoterapi yapılabilir? İmmünoterapi aşağıdaki alerjenlere karşı yapılabilmektedir: Polen Ev tozu akarı Arı venomu Küf mantarları Evcil hayvan İmmünoterapi nasıl uygulanır? İmmünoterapi günümüzde yaygın olarak subkutan (deri altı) ve ağız yolu olmak üzere iki yöntemle uygulanmaktadır. Her iki yöntem de etkili olmakla birlikte, iki yöntemi karşılaştıran çalışmalar subkutan immünoterapinin bir miktar daha fazla etkili olduğunu göstermektedir. Subkutan immünoterapi farklı protokoller ile uygulanabilmektedir. İki aşamadan oluşmaktadır. Birinci aşama “Yükleme aşaması (doz artırımı)”, ikinci aşama ise “İdame” aşamasıdır. Yükleme aşamasında enjeksiyon sıklığı haftada bir (bazı prokollerde birkaç gün ara ile, bazen günde birden çok enjeksiyon uygulanır) olacak şekilde uygulanır. İdame aşamasında ise enjeksiyonlara ayda bir kez olacak şekilde devam edilir. Ağız yolu ile uygulanan immünoterapide ise dil altı tablet, damla ve oral tabletler kullanılmaktadır. Tedavi her gün uygulanır. İmmünoterapi tedavi süresi ne kadardır? İmmünoterapi süresi en az 3 yıldır. Hastaya göre bu süre 5 yıla kadar uzatılabilir. Bazı özel durumlarda ömür boyu devam etmek gerekebilir. İmmünoterapinin faydaları nelerdir? İmmünoterapi, bağışıklık sisteminin alerjik maddeye karşı duyarsızlaşmasını sağlar. Bu sayede kişinin hastalık belirtilerinde azalma, ilaç kullanımında azalma ve hayat kalitesinde artış meydana gelir. Ayrıca alerjik riniti olan çocuklarda, immünoterapinin astım gelişme riskini azalttığı gösterilmiş. Bunun yanı sıra immünoterapi uygulaması yeni alerjenlere karşı duyarlanmayı (yeni alerji oluşumunu) önleyebilmektedir.

  • Çocuklarda Besin Alerjisi ve Önemli Hususlar

    • Besin alerjilerinde kanıtlanmış bir radikal tedavi yöntemi yoktur. Hastanın allerjik olduğu besin ve ürünlerinden kaçınması reaksiyonları önlemenin tek yoludur. • Çok az miktarda alımlarda bile şiddetli reaksiyon olabileceği için mutlak kaçınma şarttır. • Önemli bir besin diyetten çıkarılmışsa beslenme bozukluğunun önlenmesi için diyetin düzenlenmesi gereklidir. • Besin alerjisi tanısı konulan kişi, veya o kişi çocuksa ailesi, bakıcıları ve okul personeli belirtilerin tanınması ve gerekirse acil tedavisi konusunda bilgilendirilmelidir. • Acil tedavinin önemi vurgulanmalıdır. PENEPİN adrenalin enjektörü yanında bulundurulmalı. • ALLERJİ BİLEKLİĞİ takılmalı. Üzerinde allerjik olduğu gıda yazılı olmalıdır. • Aileye bir acil eylem planı verilmelidir, ciddi reaksiyonlarda adrenalin otomatik enjektörü kullanımı konusunda eğitilmelidir. • Besin alerjisi olan çocuk arkadaşlarından, yabancılardan veya satış yapan yerlerden hiçbir yiyecek almamalıdır. • Hasta ve ailesi besin alerjenleri ve bunlardan kaçınma konusunda eğitilmelidir. • İşlenmiş, dondurulmuş veya paketlenmiş gıdalar gizli besin proteinleri içerebilir; alışveriş sırasında besin etiketleri ve içerikleri dikkatle okunmalıdır. • Restoranlarda yenen yemeklerde de gizli besin alerjenleri olabilir; hazırlayan kişilerden yiyecek içerikleri hakkında bilgi alınmalıdır. İnek Sütü Allerjisi Olan Çocuk Hangi Yiyeceklerden Kaçınmalıdır? İnek Sütü alerjisi olan hastalar aşağıdaki besinler ve besin içeriklerinden kaçınmalıdırlar: • Sütün her formu: taze, çiğ, pastörize, süt tozu, kaymağı,her çeşit bebek maması(anti-allerjik mamalar dışında), diğer hayvanların sütleri • Tereyağ, margarin,kaymak, hayvansal yağ • Yoğurt, puding,krema,sütlü tatlılar • Peynir, krem peynir, lor, peyniraltı suyu(whey) • Kazein, kazeinat(ticari gıdalar) • Lactalbumin, lactalbumin fosfat, lactoglobulin, laktuloz(ticari gıdalar) • Kefir, ekşi krema, kesilmiş süt İnek Sütü Allerjisi Olan Bebek Nasıl Beslenmelidir? • Bebek ilk 6 ayı içindeyse sadece anne sütü yeterlidir. • Anne sütü yetmiyorsa veya 6 aydan sonra inek sütünün yerini tutabilecek, normal büyüme ve gelişmeyi devam ettirecek ancak süt proteini içeriği azaltılmış yada amino asit düzeyine indirgenmiş mamalar kullanılmalıdır. Bu mamalar gideren artan koruyuculuk sırasına göre şunlar olabilir: • Kısmi hidrolize mamalar ( Conformil ve Prosyneo) • İleri derecede hidrolize mamalar ( Peptijunior , Similac alimentum) • Tam hidrolize Esansiyel aminoasit mamaları (Neocate , Pregomin AS) • İnek sütüne allerjik bebeklerin % 30-50 kadarı soya bazlı mamalara , % 10 kadarı da hidrolize mamalara reaksiyon gösterir. • Bu çocuklarda esansiyel aminoasit mamaları verilmelidir. • Bu özel mamaları yeterince alamayan bebeklerin diyetinde diğer protein ve kalori kaynaklarının arttırılması ve mutlaka kalsiyum ve vitamin desteği verilmesi gereklidir. #besinallerjisi#ineksütüallerjisi#allerjiveimmünoloji

  • Çocukluk Çağı Gastroözefajial Reflü

    Gastroözefajial Reflü (GÖR), mide içeriğinin yemek borusuna geri doğru geçişi olarak tanımlanır. 4-5. ayda %67, 6-7. ayda %21 ve 12. ayda %15 oranında fizyolojik olarak gözlenmektedir. Gastroözefajial Reflü Hastalığı (GÖRH) ise fizyolojik sınırı aşarak komplikasyon yaratması haline verilen isimdir. Kusma, beslenmeyi reddetme, büyüme gelişme geriliği, irritabilite, ses kısıklığı, gece huzursuz yatma, tekrarlayan orta kulak enfeksiyonları gibi yakınmalardan bir veya daha fazlası ile kendini gösterebilir. Aşağıdaki öneri ve ilaçlarla yakınmalar azaltılmaya çalışılır. Çocuklarda Gastroözefajial Reflü Önerileri: 1 yaşın üstünde ki bebeklerde sol yan yatış pozisyonu ve yatak başının 30-45 derece yükseltilmesi önerilir. Yüz üstü yatırma reflüyü azaltabilir ancak ölüme neden olduğu için ani bebek ölümü oranı artmakta dolayısı ile önerilmemektedir. Süt çocukluğu çağında emzik kullanımı reflüyü arttırabileceğinden emzik kullanımının etkisine dikkat edilmelidir. Bebeklerin dik emzirme pozisyonunda emzirilmeleri, ana kucağı, puset vb. reflüyü arttırabildiklerinden kullanımlarında 30-45 derece eğime dikkat edilmesi önerilmektedir. Çocuğun yanında sigara içilmemeli, ergenlik çağında olanlar da ise içki ve sigara tüketimi araştırılmalı ve önlem alınmalıdır. Üç öğün yerine çocuğun aldığı gıdalar altı öğünde verilmelidir. Patates, köfte, balık gibi çocukların sevdiği gıdalar kızartma yerine fırında yapılarak verilmelidir. Çikolata, cips, çerez, ketçap, mayonez, soğan ve sarımsak gibi gaz yapıcı gıdalar, konsantre meyve suları, gazlı ve asitli içeceklerin tüketiminden kaçınılmalıdır. Çok sıcak ve çok soğuk içeceklerden uzak durulmalıdır. Nane, boza, domates suyu, portakal suyu gibi asitli yiyecekler gibi yemek borusuna yiyeceklerin ve beraberinde asitin kaçışını artıran gıdaların yanında yemek borusu alt sfinkterini gevşeten kahve ve kakaolu içeceklerden uzak durulması anlatılmalıdır. Kabızlık varsa karın içi basıncı artıracağı için tedavi edilmelidir. Karın içi basıncını azaltmak için sıkı kemer, korse, sıkı lastik vb. kullanımı önlenmelidir. Şişmanlık varsa zayıflama programına alınmalıdır. Çocuk yemek yedikten sonra hemen yatırılmamalı en az 2 saat geçmesi sağlanmalıdır. İnek sütü alerjisi olan bebeklerde İNEK sütünün eliminasyonu kusmaları azaltabilir. Tıbbi tedavi: Tıbbi tedavi doktorun seçeceği tedaviye göre en az 3 ay olmalıdır. Mideden yemek borusuna yiyeceklerin dönüşünü azaltan (Gaviskon infant-likit) ve bunun yanı sıra mide boşalmasını hızlandıran ilaçlar (prokinetikler-motilium süsp) ve mide asidini baskılayan ilaçlar ( asit baskılayıcı ilaçlar-Zantac surup) kullanılmaktadır. Cerrahi tedavi yöntemleri yanında endoskopik tedavi yöntemleri de kullanılmaktadır. Ancak, Endoskopik tedavi yöntemleri henüz çocuklarda uygulanmamaktadır.

  • ÇOCUKLARDA ASTIM

    Astım, hava yollarının çeşitli uyaranlara artmış yanıtının söz konusu olduğu, tekrarlayıcı, kendiliğinden veya tedavi ile tamamen veya kısmen geri dönüşümlü öksürük, hırıltı, nefes darlığı gibi belirtilerinin yer aldığı kronik eozinofilik inflamatuvar bir hastalıktır. Çocukluk çağında % 90 oranında alerjik kökenli olduğu bilinmektedir. Yıl boyu maruz kalınan ev içi alerjenlerin bronşlarda yarattığı alerjik iltihabi durum, soğuk hava, egzersiz, viral solunum yolu enfeksiyonları, kimyasal buharlar, hava kirliliği ve sigara dumanı gibi uyaranlarla temas, sinüzit, alerjik rinit (%25 oranında astım ile birlikteliği vardır), gastroözefajial reflü, duygu değişimleri, aspirin, nonsteroidal antiiflatuvar ilaçlar (ibuprofen, ketoprofen) ve ekinezya içeren ilaçların astım belirtilerinin ortaya çıkmasına neden olur. Bunun yanında spesifik olarak alerjinin söz konusu olduğu ev dışı alerjenlerle temas sonucu genellikle mevsimsel olarak aynı klinik gözlenmektedir.. Astım tanısı alan çocukların çoğunun hayatın ilk 2 yılında belirti verdiği saptanır. İlk yıllarda öksürük ve hırıltının ana uyaranı viral solunum yolu enfeksiyonlarıdır. Bu yaşlarda akciğerlerin gelişiminin henüz tamamlanmamış olması, küçük hava yolu çaplarının dar, kıkırdak dokunun az olması, tekrarlayıcı bronş daralmasına katkıda bulunur. Dört beş yaşlarında akciğerlerin gelişiminin tamamlanması ile erken yaşlarda astım belirtileri gösteren birçok çocukta klinik olarak düzelme gözlenmektedir. Düzelmeyen bir grup hasta ve daha geç astım tanısı almış çocukların bir kısmı da ergenlik çağında klinik bir iyilik dönemine girerler. Genel olarak çocukluk çağında astım tanısı almış hastaların yaklaşık %50-60'ı ergenlik döneminde iyileşirler. İyileşen olguların bir bölümü orta yaş döneminde tekrar hastalık belirtileri göstermeye başlayabilmektedirler. Astım tanısı koymada en değerli tanı aracı öyküdür. Öksürük, hırıltı ve / veya nefes darlığı belirtilerinin gece kötüleşmesi ve egzersizle öksürüğün ortaya çıkması ya da var olan öksürüğün kötüleşmesi şiddetle astımı düşündürür. Yattıktan sonra veya sabaha karşı yaklaşık 30 dakika süreyle devam eden ve bronş genişletici ilaçlara olumlu yanıt veren öksürük aksi ispat edilene kadar astım kabul edilmelidir. Değerlendirmede akciğer fonksiyonlarına bakılır. Astımda akciğer fonksiyonlarının ölçülmesi gerek tanı ve gerekse tedaviye yanıtın değerlendirilmesi açısından büyük önem taşır. Spirometre ile ölçülen solunum fonksiyonlarında zorlu nefes verme sırasında yapılan ölçümlerin sağlıklı bireylerle yapılan karşılaştırılması ve tedavi ile bu değerlerin göstermekte olduğu düzelme değerlendirilmektedir. Solunum fonksiyon testlerinin tanıdaki yeri çok önemlidir. 5-6 yaşından büyük çocukların uyum sağlayabilmesi nedeni ile ancak büyük çocuklarda spirometrik testler yapılabilmektedir. Ayrıca Astıma neden olan olası alerjenin hangi madde olduğunun saptanmasında alerji deri testleri kullanılır. Ön kol ön yüzüne veya sırta mevcut alerjenlerin uygulandığı erişkinlerden farklı olarak aplikatör denilen plastik sarf malzemeleri ile uygulanan deri testinde ciltteki kabarmanın şiddetine göre değerlendirme yapılmaktadır. Sinüs grafisi; Alerjik rinit ve sinüzit, astımlı hastalarda daha sık görülmekte ve birlikte tedavi edilmesi gerekmektedir. Öksürük, baş ağrısı gibi yakınmaları olan hastalar ile astımı kontrol edilemeyen çocuklarda sinüs grafileri ve gerekirse bilgisayarlı tomografileri çekilmelidir. Alerji deri testi uygulamasının mümkün olmadığı 3 yaş altı çocuklar, yaygın alerjik egzaması olan hastalar, antihistaminik içeren ilaç kullanmakta olanlar, ciltte dermografizmi adı verilen cilde bastırma sonucu kabarma reaksiyonu verenlerde, kanda spesifik immünoglobulin E düzeyi saptanması yöntemiyle alerjen tespiti yapılabilir. Tüm alerjik hastalıklarda olduğu gibi astımda da birinci basamak tedavi alerji geliştirilmiş olan maddeden uzak durmaktır. Uygun öneriler doğrultusunda alınacak çevre önlemleri ile hastalık belirtilerinin ve bronşlardaki aşırı duyarlılığın belirgin derecede azalması mümkündür. Çevre önlemlerinin yeterli olmadığı, ilaç tedavisinin uygun görüldüğü hastalarda havayolu ile akciğerlere çekilip bronşları tedavi eden sprey ilaçlar kullanılmaktadır. Bunlar sadece bronşları gevşetici özelliğe sahip rahatlatıcılar ve alerjik iltihabın yarattığı aşırı bronş duyarlılığını azaltmak yoluyla tedavi edici özelliğe sahip olanlar olarak ikiye ayrılabilir. Alerjinin bronşlarda yapabileceği kalıcı hasarı önlemede tek seçenek olarak sunulan bu ilaçlarla astım belirtileri en aza indirilmektedir. Henüz astımın tam tedavisi yoktur. Ancak verilen tedavilerle çocuklarımızın yaşam kalitesi yükseltilmekte ve kontrol düzeyi en üst düzeye çıkarılmaktadır. Çocukluk çağı astımının erişkinlerden farkı ergenlik döneminde yakınmalar en az düzeye inmektedir. Bazen yıllarca bulgu vermeye bilmektedir. Bu konuda Çocuk İmmünolojisi ve Alerjik Hastalıkları ünitlerinin bulunduğu merkezler sizlere yardımcı olacaktır. Sağlıklı günler dileğiyle,

  • ANAFLAKSİ (Sistemik Şiddetli Alerjik Reaksiyon)

    Anaflaksi, duyarlı kişilerde yabancı antijenle karşılaşma sonucunda aniden ortaya çıkan, vücudu etkileyen, kısa sürede ölümle de sonuçlanabilen, şiddetli alerjik reaksiyondur. Antibiotikler (Penicillin, cephalosporinler, sulfonamidler, lokal anestezikler vücuda zerk (enjekte) edildiğinde) Çeşitli böcek sokmaları: (Arı, ateş karıncası vd) Kişilerin duyarlı olduğu bazı besinler:(Kabuklu deniz ürünleri, fıstık, ceviz, süt ve süt ürünleri, çilek, mango, çikolata vd) yenildiğinde veya içildiğinde Egzersiz Bazı katkı maddeleri:(Benzoat, tartrazin, mono sodyum glutamat,vs) nedenlerle anaflaksi gelişebilmektedir. Bazı risk faktörleri anaflaksi görülme sıklığını artırabilmektedir. Yaş: Bazı ajanlara bağlı anafilaksi (radyokontrast madde, anestetikler) adultlarda çocuklara göre daha fazladır. Bu muhtemelen daha fazla maruziyete bağlıdır. Cinsiyet: Lateks, aspirin ve kas gevseticilerle anafilaksi kadınlarda, hymenoptera anafilaksisi erkeklerde daha sık olarak bildirilmektedir. Muhtemelen maruziyetin türü ve sıklığına bağlı olarak cinsler arasındaki fark oluşmaktadır. Alerjik bünye: Oral alınan antijenler, egzersize bağlı anafilaksi, idiopatik anafilaksi, radyokontrast madde reaksiyonları, lateks reaksiyonları için risk faktörü olarak kabul edilmektedir. İnsülin, penisilin ve hymenoptera reaksiyonları için ise risk faktörü değildir. Uygulama yolu: Oral yolla uygulanan maddelere bağlı anafilaksi genellikle daha nadir olarak ortaya çıkmakta ve oluşan reaksiyonların şiddeti de daha hafif olmaktadır. Önceki maruziyet öyküsü: Anafilaksi gelişme riski, spesifik antijenle karşılaşma sıklığı ve süresi ile orantılı olarak artmaktadır. Tekrarlayan tedavi kürlerinin riski artırdığı kabul edilmektedir. Anaflaksi 30 dakika içerisinde oluşursa da, bazen kişilere ve etkene göre bu ortaya çıkış süresi “saniyelerle saatler arasında” farklılık gösterebilir. Ölüm nedeni genellikle aniden oluşan soluk yollarındaki daralmalar ve soluk yolunda oluşan tıkanmadır. Hasta hayatta kalırsa belirtiler birkaç saat içerisinde kaybolur. ANAFLAKTİK ŞOKA ÖZGÜ BELİRTİ VE BULGULAR Yaygın kurdeşen, yaygın kızarıklık Hapşırma, öksürük Dilde ve dudakta; vücutta şişlik Morarma, Yüzde kızarıklık, kaşıntı, yanma hissi, Göğüste sıkışma hissi Hışıltı (daralmış soluk yolundan geçen havanın ıslık şeklinde duyulması) Baygınlık hali, baş dönmesi, koma Bu belirti ve bulguların hepsi bir arada bulunmayabilir; bir veya ikisinin bile sizin ANAFLAKSİYİ tanımanıza yardımcı olabileceğini aklınızdan hiç çıkarmayın. Böyle bir durumla karşılaştığınızda ya da yaşadığınızda en yakın sağlık kuruluşuna ulaşmaya çalışınız ve eğer yanınızda taşıyorsanız, yurt dışında (özellikle ABD de) hastane öncesi acil bakımda “Kendinden enjektörlü adrenalin” de denilen, Erişkin PENEPİN ve Çocuk PENEPİN' i koruyucu kapağını açarak dizinizin (uyluk) kaba etinin dış kısmına bastırarak uygulayınız,10 saniye tutunuz ve çekiniz. DİKKAT: Auto-injection adrenalinler (Kendinden enjektörlü adrenalin), Türkiye’de artık PENEPİN adı altında bulunmaktadır Bu riski taşıyan bireylerin temin etmesi ve yanında taşıması hayati önem arz etmektedir. Adult PENEPİN : Vücut ağırlığı 30 kg üstünde olan hastalarda kullanılır. Pediatric PENEPİN JR. : Vücut ağırlığı 30 kg altında olan hastalarda kullanılır ÖNLEMLER Anafilaksi riski olan hastalar belirlenerek hasta eğitimi yapılmalıdır. Bunlar; böcek sokmalarına karşı duyarlılığı olanlar, gıda allerjisi, latex allerjisi ve idiyopatik anafilaksisi olan hastalardır. Hasta durumunu belirten bir KART yada BİLEKLİK yanında taşımalıdır. Bu hastalar yanlarında her zaman enjektabl epinefrin, oral antihistaminik ve turnike bulundurmalıdır. Bunları nasıl kullanacağı öğretilmeli, böyle bir durumla karşılaşıldığında en yakın sağlık kuruluşuna gitmesi önerilmelidir. #anaflaksi#alerji#allerjiveimmünoloji#zaferberber

  • İnfantil Kolik Nedir?

    Kolik günde ortalama 3 saat ve haftada en az 3 gün gözlenen ve aileyi rahatsız edecek düzeydeki periyodik ağlamalardır. Genellikle yaşamın ikinci haftasında başlar. Altıncı haftada şiddetlenir ve 2.-3. ayda kendiliğinden kesilir. Sıklıkla geceleri gözlenir. Bir anda yüzde kızarma, ayaklarını karnına çekme ve arkasından çığlık atarak ağlama başlar. Bu ağrı kolik şeklinde yani aralıklarla gelip giden tarzda 2-3 saat kadar sürebilir. Gaz çıkartmakla ağrı hafifleyebilir. İnfantil kolik neden meydana gelmektedir? Nedeni tam olarak bilinmemektedir. Bununla birlikte bazı teoriler oluşturulmuştur. En çok suçlanan da, bebeklerin henüz gelişmemiş sindirim sistemidir. İnfantil Koliğin beslenmeyle olan ilişkisi nedir? İster anne sütü ile ister mama ile besleniyor olsun her iki bebekte de kolik görülebilir. Biberon ile beslenen bebeklerde biberonu dik tutmak gerekir. Yatay tutulur ise mama yada anne sütü ile birlikte hava da yutacaktır. Anne bebeğini emzirirken eğer bebek meme başını iyi kavrayamazsa benzer şekilde bebeğin hava yutmasına sebeb olabilir. Öneriler: Bebeğiniz ağlıyorsa kolik dışında neler olabilir? Acıkmış olabilir Aç olmadığı halde emmek isteyebilir Kucağa alınmak isteyebilir Yorulmuştur dinlenmek/uyumak isteyebilir Uykusu gelmiştir Peki kolik sebebi ile ağlıyorsa neler yapılabilir? Bebeğinizi kucağa alın ona güven hissi verin. Karnına sıcak havlu ile masaj yapın Ritmik olarak sallayınız. Arabayla kısa bir gezintiye çıkmak faydalı olabilir. Sıcak banyo faydalı olabilir. Bunların dışında ilaçla tedavi için doktora danışılmalıdır. İnfantil kolik tedavi edilmezse nasıl sonuçlar meydana gelir? Kesin bir tedavisi yoktur. Ağır infantil koliği olanların ileride sindirim sistemi ve kişilik açısından sorunlar gösterdiğini belirten çalışmalar vardır. Huzursuzluk, uyku sorunları, hazımsızlık ve spastik kolon hastalığı yaygın olduğu bulunmuştur. #infantil kolik#çocuk sağlığı ve hastalıkları#Hakan Şen

  • 'Anne Sütü Yaratılış Mucizesidir'

    "Erciyes Üniversitesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Doç.Dr. Mustafa Akçakuş, anne sütünün yerini hiçbir besinin alamayacağını belirterek, anne sütünün yaratılış mucizesi olduğunu söyledi. Kayseri Büyükşehir Belediyesi Meslek Edindirme Kurs Merkezi (KAYMEK) tarafından anne ve anne adaylarına yönelik olarak bebek sağlığı ve beslenmesi ile anne sütünün önemi konulu seminer düzenlendi. Seminere Doç. Dr. Akçakuş konuşmacı olarak katıldı. Seminere hanımlar kadar, erkekler de yoğun ilgi gösterdi. Büyükşehir Meclis Salonu'nda düzenlenen seminerde, katılımcılara slaytlar eşliğinde bilgiler veren Doç.Dr. Mustafa Akçakuş, daha sağlıklı nesiller yetiştirilmesi açısından bilinçlenmenin önemine değindi. Her annenin sütünün kendi bebeğine özel olduğunu ifade eden Akçakuş, anne sütünün içeriğinde bebeğin ihtiyaç duyduğu her türlü besin maddesinin yeterince yer aldığını ve anne sütünün bir yaratılış mucizesi olduğunu vurguladı. İlk 6 aylık dönemde sadece anne sütünün bebek için yeterli olduğunu ifade eden Akçakuş, anne sütü ile beslenen bireylerin ileriki yaşlarında pek çok hastalığa karşı doğal bir korunma geliştirdiğinin altını çizdi. Anne sütü ile beslenmenin her bebeğin doğal hakkı olduğunu aktaran Akçakuş, bebeklerini bu haktan mahrum eden annelerin onlara en büyük kötülüğü yaptığını ifade etti."

  • Google Places
  • Instagram
  • Facebook
  • LinkedIn

©2022 DrSistem

bottom of page