top of page

Arama Sonuçları

Boş arama ile 1063 sonuç bulundu

  • Çocuklar ve Cinsellik Eğitimi

    Çocuklar genellikle 3 yaşından sonra cinsellikle ilgili sorular sormaya başlarlar. Bu tür sorular sizi korkutmasın. Cinsellikle ilgili sorular çocukların robot veya uzay hakkında sordukları sorulardan farksızdır. Çünkü altında yatan tek şey insanların nasıl çoğaldıklarına dair meraklarıdır. Her anne baba mutlaka bu sorularla karşılaşacaktır diye bir durum söz konusu değildir. Fakat karşılaşıldığı zaman mutlaka cevaplanmalı, yanıtsız bırakılmamalı ve yaşına uygun, doğru bir şekilde açıklanması önemlidir.

  • Kadınlar Ne ister? (Kadın ve Erkek Farkı)

    Kadınların; erkeklerin '' kadınlar ne istiyor? anlamış değilim'' diye yakındıkları sıklıkla duyarız. Kadınların son derece karmaşıkmış gibi görünen ama o karmaşık örtünün altında son derece naif, sağduyulu, erkeklere göre daha çok duygu odaklı ve anlaşılmayı bekleyen varlıklar olduğu doğrudur. Erkeklerin düşündüğünün aksine kadınlar kendilerini anlatırlar aslında hatta en çok istedikleri şeydir anlaşılabilir olmak. Hem de tüm bedenleriyle anlatırlar kendilerini fakat tuhaflık şurdadır erkek netlik sever, kadının tüm istek ve beklentilerini aktarmasını, dillendirmesini ister. Kadın ise ben aslında dilimle olmasa da bakışımla, duruşumla, dokunuşumla aktarıyorum der. Yani önemli olan nokta anlaşılabilir ve anlayabilir olmaktır. Belkide bilinmesi gereken önemli nokta; açık ve net şekilde ifade etmediğimiz bir şeyi asla karşı taraftan talep etme hakkımız olmadığıdır. Fakat bizim toplumumuzda bu çok mümkün değildir. Daha çocukluk yıllarından itibaren erkek çocukları ve kız çocukları toplumda kadına ve erkeğe biçilen rolleri gözlemleyerek büyütülürler. En önemli modeller de en yakınımızda ki anne ve babamızdır. Genelde gözlemlediğimiz ve sıklıkla karşımıza çıkan baba modeli evin ihtiyaçlarını karşılayan (maddi), vurdumduymaz, annenin ve çocukların duygusal ihtiyaçlarını okumakta zorlanan ve okuyabilmek için çok da çaba sarfetmeyen babadır. Ancak baba da böyle büyütülmüş olduğundan, olması gerekeni sanki buymuşcasına ve sanki başka bir davranış şekli ve olasılığı yokmuşcasına davranır sıklıkla. Haksızlık etmeyeyim baba yani erkek duygusal ip uçlarını okuyamasa da çözüm odaklıdır. Soruna odaklanır ve mutlaka bir çözüm üretir. Kadın ise sıklıkla çok sesi yükselmeyen, içten içe duygularını yaşamayı öğrenen, bakım verme odaklı bir hal alır geleneksel yapıda ki çiftlerde. Günümüzde durum kadının iş hayatına girmesi ve eğitim seviyesinin yükselmesiyle bir nebze değişmiş olsa da hepimizin şemalarında az önce bahsettiğim ana baba modelleri bir yerlerde yer etmiştir. Her ne kadar aksi iddia edilse de kadınlar çok da karmaşık varlıklar değildir aslında. Hatta bazen bizim bir takım durumları karmaşık hale getirdiğimizi düşünmüyor değilim. Erkekler kadınlara nazaran daha açık sözlülerdir ve isteklerini net ve düz bir biçimde ifade ederler. Kadınlar ise biraz kibarlık, bir kaç yürek okşayıcı söz beklerler. Günümüzde genç erkekler biraz bu durumu anlamış fakat bu defa da isteklerine ulaşabilmek için kadınların duygularına saygı göstermeyi becerememişlerdir. Sonra kadınlar ama çok sevdiğini söylüyordu, ama sensiz yapamam diyordu, ama çok güzelsin diyordu ne oldu da bu kadar kısa sürede başkasına gitti? Ne çabuk sevgisi bitti? gibi sorularla uğraşırlar. Halbuki erkek isteği doğrultusunda kadının isteklerini yerine getirmiş, istediği ölçüde sıkılana ya da daha iyisini bulana kadar bunu sürdürmüş, hatta belki de yukarıda bahsettiğim gibi kadının duygularını ifade etmemesinden ve sen anlayıver tavrından sıkılmış ve sonra sabırsız olan erkek çekip gitmiştir. Ne erkeklere lafım ne de kadınlara aslında sadece bize biçilen rollere ve bizim yani biraz farkındalığı olanların ilişkiyi yönetiş biçimlerine. Sanırım varoluştan bu yana bitmeyen kadın erkek arasında ki bu karmaşa bir ömür de bitmeyecek. Erkekler sizlere söyleyebileceğim şey, belki de bazılarınızın bu güne kadar hiç yapmadığı bir şey; kadınların gözünden bakmaya çalışmayı deneyin, belki biraz anlayabilirsiniz kadınları ve lütfen onları arkadaşlarınızın sevgilileriyle, eşleriyle hatta annenizle ve hatta kendi anneleriyle kıyaslamayın. Bir kadın kıyaslanmaktan nefret eder hatta hiç bir insan kıyaslanmaktan hoşlanmaz. Ve kadınlar neden böyle oluyor, neden hep beni buluyor sorularını bir kenara bırakın ve biraz geçmiş ilişkilerinizi ve en önemlisi kendi seçimlerinizi sorgulayın mutlaka bir şeyler bulup daha mutlu olacağınız erkekler bulacaksınızdır. Fakat hem erkekler hem kadınlar seçimlerinizin yanlış olduğunu düşünüyor fakat aynı yanlış seçimleri tekrarlıyor iseniz size en yakın bir uzmandan destek alınız. Sevgili kadınlar ve erkekler; umarım çok iyi arkadaş olmayı başarabildiğiniz ve sonrasında en güzel sevip mümkün olduğunca az sıkıldığınız (hiç sıkılmamak mümkün değil çünkü) bir partnerle ve bir ömür mutlu kalın.

  • Modern Yalnızlık

    Yalnız olmakla yalnızlaşmak arasında ki fark Aslında aralarında ayrıştırma yapılması gereken iki kavram yalnızlık ve tek başınalıktır. Tek başına olmak bir seçimdir. Kişi diğer şeyler ya da insanlarla birlikte olmak yerine bir başına bir şey yapmayı ya da bir başına kalmayı kişisel bir tercih olarak gerçekleştirdiğinde tek başına kalmış olur. Ancak bu tek başınalığını istediği zaman sonlandırıp diğer şeyler ya da insanlarla birlikte olmayı seçebilir. İşin özü bunun bir seçim ya da tercih olmasıdır. Örneğin bir ev arkadaşı ile birlikte yaşama olasılığınız varken bunu tercih etmeyip tek başınıza bir evde yaşamayı tercih ettiğiniz taktirde tek başına olmayı seçmiş olursunuz. Başka bir örnek olarak hayatınıza bir karşı cinsi almamak ya da evlenmemek sizin tercihinizse bu tek başına olmayı seçmek demektir. Yalnızlık ise yalın olmaktan, diğer şeylerden ve insanlardan yalıtılmış kalmakla ilgilidir bu bir seçim olmaktan öte bir eksiklik, becerememe ya da mahrum olma durumudur. Siz diğer şeyler veya insanlarla birlikte olmak istediğiniz halde yanınızda olacak birilerini bulamıyorsanız yalnız kalmış olursunuz. Aynı evi paylaşmak istediğiniz bir ev arkadaşı ararsınız ancak uygun birini bulamazsanız bu yalnızlığa dönüşmüş olur. Yine ilişkilerden örnek verecek olursak kendinize uygun bir eş adayı aradığınız halde aradığınız özelliklere uygun birini bulamıyorsanız yalnız kalmış olursunuz. Özetle tek başınalık bir tercihken, yalnızlık bir zorunluluktur. Batı dünyasında ki modernleşme bir çok yönüyle ülkemizde de yansımalar buluyor ancak bu ortalama 10-15 yıllık bir farkla gerçekleşiyor. Temel fark batı toplumlarının daha bireysel toplumlar olmasına dayanıyor. Türk kültürü ise 30 yıl öncesine kadar kollektif (kalabalık ailede yaşam) kültüre sahipken son 30 yılda bireyselleşme yönünde bir değişime maruz kaldı ancak belirttiğim gibi 10-15 yıl geriden gittiğimiz için şuan için ne bireysel ne de kollektif bir toplumuz. Türk insanı ikisi arasında bir geçiş ailesi ve geçiş bireyi olarak ne tam olarak yalnız ne de aile bağları eskisi kadar güçlü bir durumda. Çekirdek aileler ya da yalnız yaşayan bir çok insan var ancak sık sık ailelerine gidip yemeği ailelerinin evinde yiyip yatmaya evlerine gidiyorlar. Ya da maddi sorunlar yaşadıklarından hala ailelerinden karşılıksız para alıyorlar. İşin yalnızlık boyutuna değinecek olursak batı toplumlarında yalnız yaşamayı seçen bireylerin tatil kültürleri, kitap okuma alışkanlıkları, sinema ya da tiyatroya gitme, genelde hafta sonu dışarı çıkıp arkadaşlarıyla buluşma alışkanlıkları var. Ülkemizde ise yalnız yaşayanların büyük bölümü evde tv izlemekte, çok az bir kısmının ise az sayıda hobileri vardır. Yani tek başına olmak kaliteli bir şekilde yaşandığında daha keyifli ve tercih edilebilir bir şeye dönüşürken, bizim kültürümüzde sosyalleşmek yerine ağırlıklı olarak evde zaman geçirmek yalnızlığa ve daha çorak bir hayata yol açmaktadır. Aslında belkide günümüzdeki yalnızlaşmanın en büyük nedeni kitle iletişim araçlarıdır. Özellikle tv (ki Türkiye tv izleme süresi bakımından dünya da 2. sırada yer almaktadır) internet, akıllı telefonlar, sosyal paylaşım siteleri kişileri diğer insanlarla uzaklaştırmakta ve yalnızlaşmanın temelini oluşturmaktadır. Bir anlamda tv, bilgisayar ya da telefon ekranında zihni oyalanan ve uyuşturulan birey sahte bir mutlulukla gerçek bir ilişkiye ihtiyaç duymadan yaşamını sürdürebilmektedir. Bunu şu şekilde de düşünebiliriz; abur cubur yiyerek karnınızı doyurabilirsiniz. Evet karnınızın doyduğunu hissedersiniz ancak vücudunuz sağlıklı beslenmediği için uzun dönemde farklı sağlık sorunları yaşarsınız. Sağlıklı bir insanın en temel özelliklerinden biri de diğer insanlarla kurduğu sosyal ve duygusal ilişkilerdir. Başta da belirttiğim gibi tek başınıza kaldığınız zamanlarla, diğer insanlarla geçirdiğiniz kaliteli zamanın dengesini sağladığınız sürece bir sorun yok. Mountein ‘’yalnızlık insanın arka bahçesidir, bir gün herkes ve her şey gidebilir ve kişi yalnız kalabilir. Bu nedenle kişi günde bir kaç saatini tek başına kalmaya alıştırmalı’’ der. Psikolojik sağlığı en fazla etkileyen şeylerden biri de sosyal destek sistemidir. Eğer yakın çevrenizde eğleneceğiniz, sıkıntılarınızı paylaşabileceğiniz, ihtiyaç duyduğunuzda yanı başınızda olacak insanlar varsa bu sizi psikolojik anlamda daha güçlü kılar. Yalnızlaşan insanlarda depresyon, kaygı bozuklukları ve sosyal beceri eksikliği gibi sorunların görülme sıklığı daha fazladır. #yalnızlık#psikoloji#mehmet kılıç

  • Fobilerden Kurtulmak

    Fobi bir nesne ya da durumla ilgili, söz konusu tehlikeye yönelik olarak orantısız bir şekilde verilen duygusal, düşünsel, davranışsal ve fizyolojik tepkiler bütünü ve bu tepkilere bağlı olarak korkulan şeyden ya da durumdan kaçınma eğilimi olarak tanımlanır. Fobi kelimesi düşmanlarını korkutan eski Yunan Tanrısı Phobos’tan gelmektedir. Günümüzde korkulan nesnenin isminin ardından fobi kelimesinin eklenmesiyle fobilere isim verilmeye başlanmıştır. Tüm fobiler kaygı bozukluğu olarak ele alınmaktadır. Psikologlar fobiyi sosyal fobi ve özgül fobiler olarak ikiye ayırmaktadırlar. Sosyal fobi kişinin sosyal bir ortamda hata yapma, küçük düşme, yeterli performans gösterememe gibi endişelelerle geri durması, belirli ortamlara girmemesi ya da girse bile pasif kalması şeklinde görülen bir sorundur. Özgül Fobi Özgül fobi belirli bir nesne, durum ya da canlı ile karşılaşınca veya karşılaşma beklentisi olduğunda ortaya çıkan asılsız, abartılı, gerçek dışı bir korku durumudur. Psikoloji literatüründe tanımlanmış olan onlarca fobi vardır. Bunlardan bazıları; uçak fobisi, hayvan fobisi, kapalı alan fobisi, asansör fobisi, boğulma fobisi, yazı yazma fobisi vb. Fobiler Nasıl Oluşur? Psikoloji biliminde bir sorunun ya da bozukluğun ortaya çıkmasına dair birden fazla teori bulunmaktadır. Her bir teori söz konusu bozukluğun oluşma şekli ve tedavisi için farklı önerilerde bulunur. Bu teorilerden en yaygın olan 3 yaklaşıma göre fobi oluşumu şöyledir; Psikanalitik Teoriye Göre Fobi Oluşumu Psikolojinin kurucusu olan Sigmund Freud’a göre fobiler bilinçdışı çatışmalarımızın sembolik yansımalarıdır. İnsanlar geçmiş ya da şimdi ki yaşamlarında çatışma ve yoğun olumsuz duygular yaşadıkları bazı durumlarda duygularını ifade edemezler ve duygularını bastırırlar. Bastırdıkları duyguların yarattığı gerilimi azaltmak içinde bu duyguları dışa vurma ihtiyacı hissederler fakat duygularını o olumsuz duyguları yaşadıkları kişilere karşı ifade ederlerse kendilerininde olumsuz bir şeyle karşılaşacaklarından bilinçdışı bir şekilde korktuklarından, bilinç dışında ki çatışmalarını sembolik olarak başka bir şeye ya da nesneye yönlendirerek bu duygularla belli bir oranda başa çıkmaya çalışırlar. Örneğin babasının önemli bir davasını takip etmek için başka bir şehre gidecek olan bir danışanım, davayı kaybederse babasına karşı hissedeceği suçluluk duygusunu o kadar yoğun yaşıyormuş ki daha önce defalarca uçağa binmesine rağmen dava için hava alanına vardığında birden uçaktan korkmaya ve uçağın düşeceğini düşünmeye başladığını bu yüzden uçuştan vazgeçtiğini ve bir daha da uçağa binmediğini ifade etmişti. Davranışçı Teoriye Göre Fobi Oluşumu Davranışçı yaklaşıma göre fobi kişinin nötr bir uyaran/durumla, olumsuz bir durumun ard arda gelerek kişinin zihninde bir eşleşme oluşmasına bağlı olarak ortaya çıktığını ileri sürer. Daha önce kişiye herhangi bir rahatsızlık vermeyen bir durum/nesne ile karşılaşıldığı sırada kişinin bedensel belirtilerinde bir değişme ya da olumsuz bir olay yaşanmasına bağlı olarak kişi için daha önce nötr olan bir durum/nesne korku yaratan bir duruma dönüşür ve kişi bu durumu tekrar yaşamamak için o durum/nesneden kaçınmaya başlar ve durum/nesneye karşı olan korku/kaygı daha da gelişir ve kemikleşir. Bunun en iyi örneği Küçük Albert deneyidir. Bu deneyde araştırmacılar Albert adındaki küçük bir çocuğa önce gerçek bir tavşan verip oynamasını istemişler, Albert’da korkusuzca ve keyifle tavşanla oynamıştır. Sonrasında tavşanı Albert’a tekrar tekrar gösterip hemen ardından ortama çok yüksek ve rahatsız edici bir ses vermişlerdir. Bunun ardından Albert tavşan gördüğünde korkmaya ve ağlamaya başlamıştır. Çünkü Albert tavşanla gürültü arasında bir bağ kurmuş ve klasik koşullanma yaşamıştır. Hatta sonrasında Albert beyaz bir çok şey gördüğünde hatta Noel Baba gördüğünde bile ağlamaya başlamıştır. Sosyal Öğrenme ve Deneyime Bağlı Fobi Oluşumu Bu bir çok fobinin ana gelişim nedenidir. İnsan direkt olarak deneyimleyerek ya da gözlemleyerek de öğrenebilen bir varlıktır. Geçmişte nötr olan bir durumla ilgili olumsuz bir tecrübe yaşamak ya da bazen yaşayan birini görmek bizde söz konusu duruma dair bir bilgi edinimi sağlar ve kişi yaşamını yeni edindiği bilgi doğrultusunda şekillendirir. Örneğin daha önce bir hayvan tarafından saldırıya uğrayan biri o hayvanın hatta başka hayvanların kendisine zarar verebileceğine dair bir korku geliştirir ve o hayvanı gördüğünde korkup kaçmaya hatta o hayvanla karşılaşabileceği yer ve ortamlarda bulunmamaya başlayabilir. Bu da fobinin gelişmesine yol açar. Benzer şekilde uçuş sırasında türbülans yaşayan birinde uçak fobisi gelişebilir. Kişiler yaşamış oldukları olayın benzerini yaşayacaklarına dair kaygı geliştirdiklerinden söz konusu olayın gelecekte çok daha fazla ortaya çıkacağını düşünmeye başlarlar. Bu da korkudan korkmayı beraberinde getirir. Bütünsel Bir Bakış Açısıyla Fobi ve Fobik Yaşantı Bazı insanlar genetik ve kalıtımsal olarak psikolojik sorunlara yatkın olarak dünyaya gelirler. Tıpkı bağışıklık sistemimiz gibi. Bazı insanlar sık sık hasta olurken, bazıları çok nadir hastalanırlar. Benzer bir durum psikolojik sorunlar içinde geçerlidir. Doğuştan kaygıya daha yatkın olan kişilerin küçük olumsuz durumlarda bile fobi geliştirmeleri daha olasıdır. Diğer taraftan bazı insanların otonom sinir sistemleri (fizyolojik tepkileri) çok hassas ve oynaktır. Doğuştan getirilen bu yatkınlıkların yanı sıra bir hayvan, durum ya da nesneyle olumsuz bir yaşantı deneyimleyen biri sonrasında o hayvan, nesne ya da durumla bir daha karşılaşırsa zarar göreceğini geçmişte yaşadığı şeye benzer belkide çok daha kötü birşey yaşayacağını düşünmeye başlar, bu düşünce kaygı ve korkuyu tetikler, kaygı ve korku otonom sinir sistemini tetikleyerek kalp çarpıntısı, terleme, sıcak basması, titreme, vücutta gerilme vb sempatik sinir sistemi semptomlarını ortaya çıkartır. Tüm bunların sonucunda da kişi o durum, nesne ya da hayvandan uzaklaşır. Uzaklaştığında korku ve kaygısının azaldığını fark eder. Bu rahatlık halini sürdürebilmek için korku veren şeyden sürekli olarak uzak durmaya başlar bu da fobi oluşumuna yol açmış olur. Hatta uç noktalarda bazı kişiler fobisini yaşadıkları şeyin adını duyduklarında, tv de gördüklerinde ya da hayal ettiklerinde bile kaygı belirtileri göstermeye başlarlar. Özgül fobi görülme oranı erkeklerde %7 kadınlarda %16 civarındadır. Diğer taraftan panik atak, yaygın anksiyete bozukluğu gibi kaygı bozukluğu olan kişilerde fobi görülme olasılığı daha da yüksektir. Hayvan Fobisi Bir hayvan fobisi, herhangi bir veya tüm hayvanlardan aşırı ve garçek dışı ve abartılı korku ile karakterizedir. Herkesin belirli hayvan türlerinden korkması normalken bu korku, kişilerin hayatlarının normal bir şekilde devam etmesini engellemez. Hayvan fobisi için, belirli bir tür hayvanla karşılaşmanın yakında olduğunu bilerek, acı çeken kişinin tüm hayvanları veya belirli türde hayvanları önlemek için kendi planlarını değiştirmesine hayatını sınırlandırmasına yol açabilir. En yaygın görülen hayvan fobileri; kedi fobisi, köpek fobisi, böcek fobisidir. Hayvan Fobisinin Nedenleri Tüm fobiler gibi, hayvan fobisi için evrensel olarak açıklama yoktur. Daha ziyade, böylesi bir bozukluğun ortaya çıkmasına yol açan, her bireyin çeşitli benzersiz deneyimleridir. Hayvan fobisinin gelişmesine neden olabilecek deneyimlerden bazı örnekler arasında hayvanlarla ilgili erken yaş travmatik olaylar, bu tür olaylara şahit olma, hatta anne-babalar veya bakıcılar tarafından hayvanlara karşı korku veya korkuyu vurgulayan yetiştirme sayılabilir. Ne olursa olsun, tedavi edilmezse fobi kötüleşebilir ve kişinin sosyal ve duygusal hayatını daha da engelleyip sınırlandırabilir. Fobi Tedavisi Nasıl Yapılır? Fobiler insan yaşamını çok kısıtlayan bir sorun olmakla birlikte fobi tedavisi kısa ve yüksek başarı oranına sahip bir psikolojik sorun olarak kabul edilirler. Fobi tedavisi için kullanılan bir çok tedavi yöntemi bulunmaktadır. Bunlardan bazıları; Sistematik duyarsızlaştırma; bu yöntemde kişiye nefes, otojenik gevşeme egzersizleri ve imajinasyon uygulamaları öğretilir. Ardından kişinin fobi yaşadığı şeye dair korkuları en az kaygı verenden en fazla kaygı verene kadar sıralanır, ardından önce imajinasyon çalışmalarıyla korktuğu şeylerle kademeli olarak yüzleştirilir ve bu sırada oraya çıkan fizyolojik belirtilerini kontrol etmesi sağlanır. Son aşamada ise kişinin fobi sorunu yaşadığı şeyin gerçek hali ile kademeli olarak yüzleştirilmesi sağlanır. Evrimsel açıdan bakıldığında dünyadaki tüm canlıların en temel özelliği uyum sağlamaktır. Sistematik duyarsızlaştırma yöntemi ile kişilerin kaygı hissettikleri uyarana karşı uyum sağlamaları gerçekleştirilmiş olur. Bunun en iyi örneği kedi ya da köpek fobisi olan birinin yavru bir kedi ya da köpeği beslemeye başlamasıyla zamanla fobisini yenmesidir. Bilişsel davranışçı terapi; bu yöntemde öncelikli olarak kişinin yaşadığı fobik duruma dair olan çarpıtılmış olumsuz duygu ve düşünceleri saptanır, ardından bu düşüncelerin yerine daha gerçekçi ve rasyonel düşünceler yerleştirilir. İkinci aşamada sistematik duyarsızlaştırmaya benzer bazı yöntemlerle kişinin fobi durumunda yaşadığı bedensel semptomları kontrol etmesi sağlanır. EMDR; açılımı göz hareketleriyle duyarsızlaştırma ve yeniden işleme tekniği olan EMDR yönteminde, kişide fobi oluşmasına dair geçmişte yaşadığı olumsuz olaylar listelenir ve tercihen yaşanılan ilk olaydan başlayarak yaşadığı olumsuz durumların görüntüleri ya da söz konusu olayların duyguları EMDR teknikleriyle silinir. EMDR uygulaması sonrası kişiler bu olayları ya hiç hatırlamazlar yada hatırlasalar bile bu hatırlama onlara hiç bir şekilde rahatsızlık vermez. EMDR yöntemi henüz yaşanmamış ama yaşanabileceği varsayılan olası durum ve senaryolar içinde kullanılabilir. Örneğin hiç uçağa binmeyen birinin zihninde uçakta yaşayacağını varsaydığı bazı olası senaryo ya da görüntüler vardır. EMDR bu görüntülerinde silinmesi yolu ile fobileri tedavi etmektedir. #fobilerden kurtulmak#psikoloji#mehmet kılıç

  • İMGE TERAPİ İLE DUYGU DÜNYANIZI DENGELEYİN!

    İmge terapi en genel anlamıyla ruhsal yaşantımızda gerçeğe ulaşma aracıdır. İmge Terapi köklerini Jung’ın Analitik Psikoloji yaklaşımından alan bir sentezdir. İmge Terapi gevşeme durumunda bilinçdışı zihne gönderilen uyaranlara bir yanıt olarak bilince çıkarılan imgeler sayesinde insanın kendi içsel gerçeğine yolculuk sürecidir. Bir hekim için tıbbi görüntüleme yöntemleri ne anlam ifade eder ise, İmge Terapi de psikoterapistler için, çok benzer bir anlam ifade eder. İmge Terapi insan ruhunun kozmik odasına düzenlenen bir gemi yolculuğudur. İmge Terapi’ye göre ruh sağlığı normal olan insan, bilinçli zihni ve bilinçdışı zihni uyum içinde çalışan insandır. İmge Terapinin amacı bu uyumu sağlamak olmalıdır. Şifa bu uyumun doğal sonucudur. İmge Terapi bilinçaltı zihne özel bir önem verir. Çünkü sorunların kaynağı da çözümler de oradadır. Psikolojik sorunlara kökten çözümler sunabilmek için, ilk önce sorunların nedeni iyi analiz edilmelidir. İyi bir analizden sonra zaten çözüm yolu aydınlanır. Bu ruhsal analizin olmaz ise olmazı bilinçaltından gelen imgelerdir. İmge Terapi danışanlara kendi psikolojik sorunları ile mücadelede kendi içsel kaynaklarını kullanmayı öğretir. İmge Terapi yaklaşımına göre psikolojik sorunlar ve her semptom ruhun imdat çağrısıdır. Danışanların semptoma neden ihtiyaç duydukları belirlenmelidir. İmge Terapiye göre hepimizin içinde sağlıklı huzurlu ve mutlu olmamıza yetecek kadar iyi bir ruh vardır. İmge terapinin amacı bu ruha ulaşmak olmalıdır. Yıllar boyunca hepimiz, ana dikkatimizi bilinçli zihnimize ve dünyayı nasıl algıladığımızda belirleyici rolü olan ve orada gerçekleşmekte olan mantıklı, rasyonel ve analitik monoloğa verdik. Kolayca, düşüncelerimiz içinde kaybolduk ve başka bölümlerimizin de var olduğunu unuttuk. Oysaki bizler, aslında bilinçli zihnimizden ve onun neler düşündüğünden daha öte varlıklarız. Bilinçaltımıza ait sezgiler, duygular, anılar, motivasyonlar, dürtüler, hedefler, tutkular, ilhamlar, değerler, inançlar ve algılamalar ile karakterize ediliriz; ancak maalesef, bilinçaltımıza zihnimizdeki “ince sese” kıyasla çok daha az değer verme eğilimindeyiz. İmge Terapi, danışanların rahatlamış bir zihin durumuna geçmelerini ve onları rahatsız eden imajlar ile yüzleşmelerini sağlar. Bu sayede İmge Terapi, zihninizi güçlendirerek sağlığı ve yaratıcılığı geliştirir ve danışanı amaçlarına ulaşmada daha etkili kılar. İmge terapi ile danışanlar gizli içsel kaynaklarını kullanarak duygu dünyanıza denge getirebilirler. İnsan ruhunu bir bulut olarak hayal edersek, ruhsal sorunlarımızdan her biri bu bulutun bozulmuş bir köşesini işaret eder ve çoğu kez tedaviler, bozulan o köşeyi onarmaya yöneliktir. Oysa İmge Terapi'de, direkt bilinçaltıyla iletişim kurulabilmekte ve bu sayede o bulutun merkezi güçlendirilerek iyileşme sağlanabilmektedir.

  • Dikkat eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu (DEHB)

    Dikkat eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu (DEHB), son derece önemli akademik, sosyal ve psikolojik sorunlara yol açabilen ve olumsuz etkileri yaşam boyu sürebilen bir problemdir. Her 100 çocuktan 5 ila 9’unda görülmektedir. Yüzde 60-65 oranında yetişkinlikte de devam etmektedir. Yapılan çalışmalarda DEHB'nin çocukların ileriki yaşamlarında antisosyal davranışlara, madde kullanımına, akademik başarısızlıklara ve mesleki başarıda azalmaya neden olabileceği görülmektedir. Sosyal açıdan baktığımızda, DEHB olan çocuklar çoğu zaman otorite figürüyle ilşki kurmakda güçlük çekmektedir. Bu çocuklar, akranlarıyla uygun ilişkiler kurmamaktadırlar. Bu bozukluk, yalnızca bu problemi yaşayan çocuk üzerinde değil, ailesi üzerinde de büyük bir etkiye sahiptir. DEHB olan çocuklar çoğu zaman itaatsiz itaatsiz, asi ve kurallara uymayan çocuklar olarak algılanmaktadırlar. Bunun nedeni, bu çocukların çoğunlukla dikkati sürdürmede güçlük çekmeleridir. Çoğu zaman konuşmanın veya talimatların önemli kısımlarını kaçırırlar bu nedenle itaatsizmiş gibi görünürler. Oysa sadece uyacakları talimatı anlayamamışlardır. DEHB’si olan bir çocuk çoğu zaman kendisine adil davranılmadığını düşünür. Örneğin, sınıfta tüm çocuklar haylazlık ve yaramazlık yapmaktadır ve öğretmen sınıfta bir şey unuttuğunu fakeder ve aniden sınıfa geri döner. DEHB'li çocuk bunu birden fark edemez ve onun dışındaki tüm çocuklar hemen yerlerine otururlar. DEHB'li çocuk öğretmenin sınıfa girdiğini görmeyebilir ve gördüğünde de uygunsuz davranışı hemen kesemez. Sonuçta yalnızca DEHB'li çocuk öğretmen tarafından yakalanır ve suç üstüne kalır. DEHB çocukluk için akran ilişkileri de çok güç olabilmektedir. Akranları tarafından reddedilmek ya da yakın arkadaşlarının olmaması genel bir sorundur. Bu de çocukların çoğu zaman kendilerini yalnız hissetmelerine neden olmaktadır. Çocukların en ihtiyaçları olduğu dönemde sosyalleşme becerilerini edinememeleri anlamına gelmektedir. Bu çocuklar, dikkat süresinin kısa olması, dikkatini yaptığı işe veya oyuna vermekte zorlanma, eşya unutma/kaybetme, detayları gözden kaçırma, ilginin kolayca dağılması, görev ve sorumlulukları sürekli erteleme, yerinde duramama, oturması gereken durumda oturamama, çok konuşma, olaylara veya konuşmalara müdahale edip yarıda kesme, sorulan soru bitmeden cevabı yapıştırma, sıra beklemekte zorlanma gibi pek çok sorun yaşamaktadırlar. Günümüzde tanıya yardımcı olacak herhangi bir laboratuvar testi (kan testleri, idrar testleri vs), beyin görüntüleme yöntemi (beyin tomografisi vs.) ya da psikolojik test yoktur. Hastalığın tanısı, Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı ve Hastalıkları alanında uzman hekim tarafından anne-babadan, öğretmenden, çocuğun kendisinden ve olabildiğince çok bilgi kaynağından bilgi elde edinilerek klinik olarak koyulur. Bu bireyler genel olarak kimyasal ajanlarla tedavi edilmektedirler. Herhangi bir DEHB tedavisinin amacı çocuğun günlük aktivitelerini ve öğrenmesini engelleyen istenmeyen davranışları değiştirmektir. İşte bu noktada hipnoz hem çocuklarının dikkatini arttırma aşamasında hem de hiperaktif davranışlarının düzenlenmesi aşamasında ilaç tedavisine destek olan yan bir uygulamadır. Uygun davranış kalıplarına uymakta ve dikkatin daha uzun süreli korunmasını sağlamakta hipnoz güçlü bir alternatif metottur.

  • Affetme ve Hipnoz

    Modern psikoloji zaman için de giderek duygu odaklı yöntemlere evrilmekte. Çok fazla akademik karmaşıklığa dalmadan özetle bu ne demek açıklamaya çalışalım. Artık psikologlar diyor ki düşüncelerimizi (biliş) duygularımız belirler ve dolayısıyla da davranışlarımızı da duygularımız belirler. Düşüncelerimiz, yani bilincimiz duygularımızı anlamlı hale getirmektedir. Duygusal sistem primer (birinci) yapımızdır. Orta beyinde bulundan duygu merkezleri yani limbik sistem ve amigdal çekirdek, tarafından yönetilir ve temel yaradılışımızda bulunan ana programdır. Uzmanlar tam olarak böyle haritalandırmasa da bu bize sanki imajinal olarak bilinçaltına işaret ediyor gibidir. Zihnimizin birincil mekanizması duygularımız ise temel duygularımız nelerdir sorusu ilk akla gelen sorulardan biri olur. Duygu odaklı yaklaşıma göre 7 temel duygudan söz edilmektedir, bunlar sırasıyla: Öfke, üzüntü, korku, utanç, tiksinti, neşe ve şaşkınlıktır. Hepiniz sevgiyi aradınız ama sevgi temel duygularımızdan değil, neşe yoluyla edindiğimiz ikincil (sekonder) bir duydu, yani öğrenilen bir duydu. Ama konumuz açısından daha önemli bir durum var; temel duygularımızın birincisi öfkedir. Öncelikle bu temel duygular hayatta kalmamız için zorunludur. Bu bağlamda öfkeye baktığımızda bedensel ve ruhsal bütünlüğümüzü koruyan bir duygudur. Canlılığımıza, varlığımıza, birliğimize, onurumuza, hak ve sınırlarımıza bir saldırı hissettiğimizde öfkelenir ve kendimizi koruruz. Ve belki de ilk öfkemizi memeyi geciktiren anneye karşı duyarız. Bu temel duygularımız kesinlikle hayatidir. Dolayısıyla öfkelenmeyelim deme şansımız yok. Mutlaka öfkeleneceğiz. Lakin mesele öfkenin daha sonra çözümlenmesinde. Eğer biz öfke duygumuzla baş edemiyor ve bunu saldırganlığa dönüştürüyorsak ya da bu öfke duygumuzu içimize atıp içimizde büyütüyorsak, öfke duygusu bizim için daha da büyük bir sorun oluyor demektir. Sağlıklı duygular anlıktır, şimdiki zamana, ana ittir. Yaşanırlar ve çözümlenirler. Daha sonra koşullar değiştiğinde o koşula uygun olarak yeniden yaşanırlar ve yeniden çözümlenirler. Eğer biz öfkemizi anlık yaşayıp çözümleyememişsek ve içimize atarsak ruhumuzu düğümlemiş oluruz. Ve öfke içimizde büyükçe büyür. Ve bu durum bizi yazının başlığına getirir; AFFETME. Öfkemizi yaşar ve yaşadığımızda çözümlersek mesele yok. Biliyoruz ki öfke temel duygudur ve gerektiğinde de yaşanmalıdır. Tabii ki bu ben sana kızdım ve haydi gidip kulağını ısırıp kopartayım anlamında bir yaşantı değildir. Bu noktada bir yanlış anlaşılmaya neden olmamak gerekli. Öfke yaşanmalı ve çözümlenmelidir derken bu toplumsal ve bireysel kabul ve onay çerçevesinde olmalıdır. Makalemizin konusu sağlıklı bir şekilde öfkemizi nasıl çözümleyebileceğimiz değil. Bizi ilgilendiren asıl mesele çözümleyemediğimiz içimize attığımız ve içimizde büyük düğümler oluşturan öfkelerimiz. Yani affedemediğimiz ötekiler ve kendimiz. Affetme genelde yanlış anlaşılan bir kavramdır. Bizim konumuz olan affetme devletin suçlular için af çıkarması gibi bir af değil. Ya da sürekli bize ihanet eden eşimizi her seferinde bağışlayıp bir daha yapmamasını beklemek gibi bir af da değil. Ya da meseleyi tamamen sümen altı yapmak, unutmak hiç değil. Öfke, nasıl benliğimizi kişisel bütünlüğümüzü koruyorsa bu şekilde bir bağışlama da benliğimizi değersizleştirir. Çünkü sürekli birini bağışlayıp durmak yine kişisel bütünlüğümüzü yok eder. Affetmeyi, kişisel özgürlük olarak değerlendirmeliyiz. Çünkü asıl mesele içimizdeki öfkeyle baş etmektir. Diyelim ki biri bizi çok öfkelendirdi, herkes her şeyi yapmış olabilir bize ve biz de öfkeleniriz. Ve öfkemiz içimizde büyümeye başladı ve giderek büyüdü ve giderek büyüdü, bir türlü affedemedik yaşanan durumu. Bu noktada soru şu: bu bağışlayamama kime zarar veriyor? Öfkelendiğimiz, kızdığımız kişi ya da durum bu durumdan ne kadar etkileniyor? Öncelikle kabul etmeliyiz ki affetmek kendimiz için yaptığımız bir şeydir; bir içsel süreç, bir öz deneyimdir. Diyelim ki ihanete uğradık ya da babamızın bizi sürekli engellediğini düşünüyoruz ve içimizde büyük bir öfke birikti. Bu durumda, temel duygu olan öfke, kin, nefret, düşmanlık ve kıskaçlık gibi diğer karanlık duyguları da üretecektir. Ve böylelikle ruhumuzu karanlığa sürükleyecek olan mahşerin beş atlısı harekete geçmiş olacaktır. Negatif duygu durumları arttıkça beyin asidozik olur ve metabolik asidoz neredeyse tüm hastalıklar için bedenimizi uygun hale getirir. Yani öfkemizi büyütmek sadece ve sadece kendi hastalığımızı garanti eder. Ama oysa toplumda kabul gören genel inanç, güçlü olmak yani öç alıncaya kadar unutmamak ya da affetmemektir. Hatta hepimizin bildiği gibi bu konu için özlü bir sözümüz bile vardır: “İntikam soğuk yenen bir yemektir” Ve bunu yiyen herkes kesinlikle bilir ki o yemek sadece ve sadece mideye oturur. Eğer bağışlayamadığımız bir durum, olay ya da kişi varsa aslında zihnimiz sürekli o anıdadır. Kendi kendimize yönelttiğimiz bir öfke de olabilir bu, anne babamızın bizi engellemeleri sonucu onlara karşı geliştirdiğimiz bir öfke de olabilir ya da eşimiz/sevgilimizin ihanetine karşı geliştirdiğimiz bir öfke de olabilir. Sürekli o anı, bu hatırayı düşünür düşünür dururuz. Buna teknik olarak düşüncenin rimunasyonu (geviş getirme) diyoruz. Yani temcit pilavı... Ne kadar sıkıcı değil mi konu, affetmemek yani. Görüyorsunuz ki her türlü gelişimimize engel. Şunu hepimiz biliyoruz, sürekli dikiz aynasına bakarak araba kullanamayız. Ama affetmemek/affedememek tam da budur işte. Bu noktada artık kesinlikle anlaşılıyor ki affetmek dediğimizde karşıdakine bir lütuf sunmuyoruz, sadece kendimizi özgürleştiriyoruz. Öteki için değil kendimiz için affediyoruz. İşte bunu kavradığımızda erdemli bir kişi olma onuruna erişebiliriz. Ve işte tam da bu noktada bilimin bize sunduğu son araçlardan birini kullanmak için uygun aşamaya gelmiş olduk. En temelde olan şeydir duygu diye başlamıştık yazımıza ve en temelde olan şey biz biliyoruz ki bilinçaltıdır. Ve bildiğimiz bir şey daha var, o da bilinçaltına giden en kısa yolun hipnoz olduğudur. Hipnoterapi ile kişilerinin affedememe noktalarındaki düğümlerini çözüp, onların bilinçaltlarını, içlerindeki öfkeden sağlıklı bir şekilde yalıtmak ve kişileri affedememenin yükünden kurtarmak mümkündür. Geliştirmiş olduğum özel telkin teknikleri bize, pek çok alanda olduğu gibi, affetme konusunda çok sayıda olanak sunmaktadır. Biliyoruz ki, iyi bir hipnoterapinin en temel aşaması doğru ve kişinin gerçekliğine uygun analizdir. İyi bir hipnoterapinin, sorun ne olursa olsun ilk aşaması ve en önemli aşaması (çünkü gömleğin ilk düğmesi yanlış iliklenirse o yanlış sona kadar ulaşır) analizdir. Bu noktada en büyük avantajım daha analiz aşamasında başlamaktadır. Hipnoterapide ilk ve en önemli durum doğru ve gerçeğe uygun analizdir. Bu aşamadan sonra hipnoz seansında, önceden belirlenen düğüm noktaları çözümlenmekte ve son aşamada danışanın affedememe koşullarındaki sağaltımı yapılmaktadır. Böylelikle danışan yüklerinden kurtulup kendi özgürleşmesine izin vermekte ve yüzünü geçmişe değil geleceğe çevirmenin keyfini ve huzurunu hissedebilmektedir. Sadece özgürce ileriye bakan insan kendi yaratıcılığının hazzına varır. #hipnoz#psikoloji#musa ibrahim övgün

  • Çocuklarda Dikkat Dağınıklığı ve Öğrenme Güçlüğüne Beyin Eğitimi Yöntemi

    Sınırsız bir güce sahip olduğunuzu biliyor muydunuz? İnsan beyni bu güne kadar icat edilmiş en gelişmiş bilgisayar ve programlarından daha yetenekli, ve daha geniş depolama kapasitesine sahip. Peki biz bu gücü ne kadar etkili kullanabiliyoruz? Dış bir uyaran ile dikkatiniz çabuk dağılıyor Çalışmaktan sıkılan ve sürekli unuttum diyen bir çocuğunuz varsa Okuduğunuz bir kitaptan hiçbir şey anlamayan duruma geldiyseniz Markete gidip hep eksik ürün ile dönüyorsanız Anahtar, telefon, kartvizit gibi yanınızda bulunması gerekenleri unutuyorsanız Beyninizi etkin kullanma zamanınız gelmiş demektir. Bilişsel becerilerinizi güçlendirerek , beyninizi en etkili biçimde kullanabileceksiniz. Beyin koçu ile yapacağınız , egzersizler sayesinde potansiyelinizi ortaya çıkarın. Beyin eğitimi ile ; Dikkat dağınıklığı, özel öğrenme güçlüğü, odaklanma problemleri, hafıza problemlerini aşabileceğiniz gibi , matematiksel zeka, problem çözme, hızlı düşünme , görsel işleme, işitsel işleme , mantık ve akıl , kavrama , dil becerisi, gibi bir çok alanda mucizevi gelişimler elde edebilirsiniz. Beyin egzersizleri okuma yazması olan herkese uygulanabilir. #beyinegzersizleri#beyinkoçu#dikkatdağınıklığı#başakinan

  • Kadınlığını unutan kadınlar

    Kadın ve erkek eşit diyoruz ama kadınla erkeğin yaradılışının farklı olduğunu biliyoruz. Her iki cinsin de farklı özellikleri var. Fizyolojik, psikolojik, biyolojik gibi. Bu farklılıklarımız olsa da hayat bazen insana kendini unutturuyor. Zor koşullar, başa düşenler derken hem baba hem anne olmak durumunda kalıyoruz. Ya da birey olarak tek başımıza hem erkek hem kadın olmak zorunda kalıyoruz. Evet kadın tek başına her şeyi yapabilir erkek de öyle ancak bir kadının da, erkeğin de bir evrilme süreci var. Ve insanlığın ilk dönemlerine baktığımızda ikisinin de yaşamda çok başka konumlandığını görüyoruz. Fakat bu evrilme devam ederken, sadece insanoğlu psikolojik olarak evrilmiyor, komple bir dünya evriliyor. Teknolojiden ahlaki normlara kadar. Ulaşabilirlikten, genetik kodlara kadar. Haliyle gelişimle birlikte sorun da artıyor. Değişime ayak uyduranlar ve şanslı olanlar hayatta kalırken, geride kalanlar oldukça insani özelliklerinden uzaklaşıp, sadece yaşama ve barınma düzeyinde kalıyor. Aynı tek başına hem kadın hem erkek olan kadınlar. Bir bakıyorsunuz kocasını kaybetmiş yıllardır çok ağır işlerde çalışıyor. Duyguları körelmiş, kendinden vazgeçmiş tek derdi çocuklarını hayatta tutmak olmuş. Ya da bir bakıyorsunuz eşi sadece evde yemek yiyen ve para getiren bir adam. Kadın burada yine duygusal ihtiyaçlarından yoksun ve bir o kadar diğer tüm sorumluluklarla ilgileniyor. Veya başka bir örnekle hem kendini korumak zorunda kalmış, hem kardeşlerine bakmış, kendini unutmuş, hiç kadın olduğunu farketmemiş, belki saçını bile tarayacak vakti olmamış kısacık kesmiş. Şimdi bu kadınlar kendinden vazgeçtikçe erkeksileşmiş. Kimse onlara güzel bir söz, güvende hissedeceği bir ortam yaratmamış. Sürekli tetikte olan kadın gün geçtikçe aynada gördüğünü de tanıyamaz olur. Hayat size acımasız davranabilir, adil olmayabilir her zaman ama siz ne kadınlığınızı ne de insanlığınızı unutmayın. Öncelik sizsiniz. #kendiniunutankadın, kadın, yorgunkadın, kadınpsikolojisi, kadınduyguları

  • Uyku Ritüeli

    “Sürekli yaptığımız şey neyse, biz o’yuz. O halde, mükemmellik bir eylem değil, bir alışkanlıktır…” Aristoteles Bu harika bir söz değil mi sizce? Bana göre, kendini ve sürekli yapmış olduğun davranışları sorgulamaya yönlendiriyor insanı. Düşününce sürekli ne yapıyorum diyorum kendi kendime. Alışkanlıklarım neler? Ritüellerim neler? Ben bir şeyleri sevdiğimi söylüyorum ama bu söylediklerimi kaç kere yapıyorum gün içinde, ya da bir ayda, ya da bir sene boyunca. Kimler ne yapıyor hepsini bilemem ama bilmeniz ve yapmanız gereken bir ritüel söyleyebilirim; Uyku Ritüeli Biliyorsunuz uyku, hem ruh hem beden sağlığı açısından çok önemli bir faktör. İyi bir uyku düzeniniz yoksa hastalıklara davetiye çıkarmanız olası. Kişiden kişiye göre değişse de uyku alışkanlıkları, belli bir ritüeliniz olduğunda uykunuzun verimi artacaktır. Bu hem çocuklar için hem de yetişkinler için önemli bir sistem. Nasıl ki çocuklara uyku eğitimi verilirken belli bir düzen kuruluyor biz de yetişkinler olarak aynısını yapacağız. Bize uygun bir liste hazırlayacağız ve her gün bunu yerine getireceğiz. Eve gittiğinizde üstünüze giydiğiniz kıyafetten farklı bir yatak kıyafeti belirlemek ilk hedef. Mümkünse her gün yatma saatine yakın, kısa bir duş almaya çalışın, bu bedeninizi rahatlatacaktır. Yatmadan önce günlük öz bakımlar yerine gelecek(diş fırçalamak, tuvalet ihtiyacını gidermek, saç taramak gibi) Bir bardak su içecek ve başucumuza da bir bardak su koyacağız. Her gün yatma saatini standarda bağlayacağız. 22.00 ise hep aynı saatte yatakta olmamız gerek. Uykumuz olmasa dahi. 10 dakika meditasyon yapacağız. Bu meditasyonda sadece günün olumlu anlarına odaklanıp, şükür edeceğiz. Ve son olarak nefes egzersizi ile uykuya geçeceğiz. Bu ritüeller başladığı an zaten beyine uyuma saati geliyor mesajı gittiği için, yatakta uykuya dalma süreniz azalmış olacak. Koşullanma olarak düşünün. Hadi bakalım yapmayanlar denesin.

  • ERTELEME HASTALIĞI

    “Birazdan yapacağım” “Yarın hallederim artık” “Saat buçuk olsun kalkıp hazırlarım” gibi cümleleri kendinize sık sık söylüyorsanız dikkat! Erteleme hastalığınız olabilir. Erteleme hastalığı, günlük rutin yapmanız gereken işleri bile, başka bir zaman dilimine attığınız ve bundan dolayı problem yaşar hale geldiğinizin açıklamasıdır. Erteleme hastalığı olanlar sonuçlardan dolayı pişmanlık da duyarlar. Bunun bir çok sebebi olabilir; kendimize karşı olumsuz inançlarımız, mükemmelliyetçi olmak, süreçle ilgili belirsizlikler, istemediğimiz görevlerin zorunluluğu, yetersiz motivasyon, yetersiz donanım gibi… Bu sebeplerin hepsinin bir açıklaması var aslında. Fakat tedavi herşeyden önce, kendimize inanmak ve adım atmakla başlıyor. Yine de ben birkaç öneride bulunacağım; - Olumsuz inançlarımız bizi bir çok konuda geri planda kalmaya ve bundan doğacak olumsuz sonuçlara karşılık “zaten çabalamamıştım” kolaycılığına alıştırır. Yani başarısızlık inancı. Dolayısı ile inançlarımızı analiz edip, olumluya çevireceğiz. - Bir işi, tam anlamıyla başlamak ve bitirmek erteleyenler için zor olduğundan, ufak adımlar ve bölümler şeklinde ilerleyin. - Endişelerinizi kontrol altına alın - Size yardım etmek isteyen insanlarla iş birliği yapmaya çalışın - Yetersiz hissettiğiniz yanlarınızla ilgili çalışmalar yapın - “Her şeyin en iyisini yapmak zorunda olmak” fikrinden uzaklaşın - Belirsizlikleri ortadan kaldırıp işe öyle başlayın - Ufak molalar verin - Planladığınız zaman diliminde işi bitiremeyecek olsanız dahi başında durun.

  • Özkıyım, Kovid-19 ve Medya

    Özkıyım, Kovid-19 ve Medya KOVİD-19 salgını boyunca tüm dikkatler salgının yayılma hızını azaltmaya verildiği için Kovid-19 krizinin psikiyatrik sonuçları kısmen göz ardı edildi. Sher ise gözden geçirmesinde (2020a) salgın sırasında ya da sonrasında psikiyatrik bozukluk ve özkıyım oranlarının artacağını öngörmektedir. Diğer salgınların sonuçlarına bakıldığında ise bu öngörü mantıklı görünmektedir. Yaşadığımız salgınla karşılaştırılabilecek büyüklükte bir salgın olan İspanyol gribinde özkıyımla ölüm oranlarında artış olmuştur. (Wasserman, 1992) Hong Kong’da ise SARS salgını sırasında 65 yaş ve üzeri kişilerde özkıyım ölümlerinde anlamlı bir artış vardı. (Yip ve ark., 2010) Bu artışın, hastalığa yakalanma endişesi, aileye yük olma endişesi, yaygın anksiyete, sosyal yalıtım ve ruhsal zorlanmaya atfedilebileceği düşünülmüştür. Sher’in oluşturduğu figür KOVİD-19 krizinin nasıl özkıyıma yol açacağını oldukça net bir şekilde özetlemiştir (2020a): Aryıca ağır Kovid-19’u olanların özkıyım riskinin artmış olduğu düşünülmüştür. (Sher, 2020b) Özkıyımın önlenmesi için tüm topluma yönelik bazı müdahaleler gerekmektedir. İnsanlar; iletişim halinde kalmaları, telefon ya da video aracılığıyla ilişkilerini devam ettirmeleri, yeterince uyumaları ve egzersiz yapmaları konusunda desteklenmelidir. Özkıyım önleme hatları oluşturulmalıdır. Ülkemizde çevrim içi psikiyatrik destek hatları oluşturulmuştur, ancak bu hat terapötik destekten, intiharı önlemeye kadar pek çok hizmeti aynı anda vermektedir. Bu desteklerin ayrı personelleri barındıran birimler tarafından halka sunulması gerekli görünmektedir. Ayrıca temel ruh sağlığı servislerinin birincil basamak ile bütünleştirilmesi önerilmektedir. Ülkemizde Toplum Ruh Sağlığı Merkezleri bulunmaktadır, ancak yaygın değildir. Öncelikle acilen TRSM sayısının arttırılması ve burada istihdam edecek ruh sağlığı profesyonelinin sağlanması gerekmektedir. Özkıyım açısından riskli olan gruplara ise daha özgül müdaheleler sağlanmalıdır. Bu gruplar psikiyatrik bozukluk öyküsü olan bireyler, belirgin duygusal zorlanma yaşayan kişiler, KOVİD-19 geçirenler, ön safta çalışan sağlık çalışanları ve yaşlı kişilerdir. Bu kişilerin ruh sağlığı hizmetlerine erişiminin artması için teletıp uygulamasının yasal altyapısı oluşturulmalı ve bu hizmetin yaygınlaşması devlet yetkesi tarafından sağlanmalıdır. Pekiözkıyım riskinin arttığı bu dönemde medyanın rolü konusunda önerilenler nedir? *Zihinsel sağlığın devam ettirilmesi ve stresin azaltılması için geleneksel ve sosyal medya kampanyalarının düzenlenmesi *Şeffaf, zamanında haber veren ve sorumlu medya tutumu *Hassas grupların medya takibi (izleme, okuma ve dinleme) kısıtlamasının önerilmesi Bu önerilenler dışında özkıyım haberleri konusunda medyanın dikkatli davranması gerektiği, özkıyım davranışının bulaşıcı olabileceği uzun zamandır dile getirilen bir savdır. Bununla ilgili kılavuzlar oluşturulmuştur. Medyanın özkıyım haberlerini nasıl vermesi gerektiğiyle ilgili şunlar önerilmektedir: Özkıyımın romantikleştirilmemesi: kahramanca, cesur bir davranışmış gibi, karşılıksız aşkın ya da sevilenin kaybedilmesinin ya da süreğen bir hastalığın anlaşılır sonucu olarak yazılmaması Var olan ruhsal hastalığın ya da depresyonun haberde verilmesinden kaçınılmaması: Toplum için sağaltılmayan ruhsal hastalığın öldürebileceğinin bilinmesi iyidir. Özkıyım haberinin ön sayfada verilmemesi: Öykünün sansasyonelliğinin azaltılması daha iyidir. Ayrıca özkıyım yönteminin ayrıntıları verilmemelidir. Öyküde ruhsal bozukluğu olanların yardım alabileceği belirtilmelidir. (Sudak ve Sudak, 2005) Dr. Çağdaş Yokuşoğlu Psikiyatri Uzmanı Sher, L. 2020a. Theimpact of the COVID-19 pandemic on suiciderates. QJM. 113(10):707-12. doi: 10.1093/qjmed/hcaa202. Sher, L. 2020b. Are COVID-19 survivors at increased risk forsuicide? ActaNeuropsychiatr4:1. Sudak, H.S., Sudak, D.M. 2005. The Media andSuicide.AcademicPsychiatry. 29: 495-99 Wasserman, I.M. 1992. Theimpact of epidemic, war, prohibitionandmedia on suicide: United States, 1910-1920. Suicide Life ThreatBehav. 22:240-54 Yip, P.S.,Cheung, Y.T., Chau, P.H., Law, Y.W. 2010. Theimpact of epidemicout break: thecase of severe acuterespiratorysyndrome (SARS) andsuicideamongolderadults in Hong Kong: Crisis. 31: 86-92 #özkıyım#medya#kovid-19#çağdaş yokuşoğlu

  • Google Places
  • Instagram
  • Facebook
  • LinkedIn

©2022 DrSistem

bottom of page