top of page

Arama Sonuçları

Boş arama ile 1063 sonuç bulundu

  • Psikiyatrik ilaçların yan etkileri çok şiddetli midir? Yan etkiler kalıcı mıdır?

    Psikiyatrik ilaçlar bazı yan etkilere sahiptir ve bu yan etkiler ilaçlar arasında oldukça farklılık gösterir. Buna karşın, genel kanının aksine, bu yan etkilerin çok önemli bir kısmı günlük yaşamı çok etkilemeyen derecede olan, çoğu zaman geçici ve ilaç bırakılınca ortadan kalkan yan etkilerdir. Özellikle antidepresan ilaçlar yan etki konusunda oldukça masum ilaçlardır, ciddi bir yan etki göstermeleri, herhangi bir organ üzerinde hasara neden olmaları çok nadirdir. Şizofreni ve benzeri bozuklukların tedavisinde kullanılan antipsikotik ilaçlar kan şekeri yükselmesi, kan yağlarının yükselmesi gibi ciddiye alınması gereken metabolik yan etkilere neden olabilirler. Bu yüzden bu ilaçların kullanımında kan değerlerinin takibi gereklidir. Bazı antipsikotik ilaçlar da hareket bozukluklarına (titreme, bacaklarda huzursuzluk, kaslarda katılık, kasılma) neden olabilir. Ancak bunların bir çoğu kalıcı olmayan ve ortadan kaldırılabilir yan etkilerdir. İlaç kullanmayı gerektirir bir ruhsal bozukluk var olduğunda yan etkiler nedeniyle ilaç tedavisi almaktan kaçınmak, o ruhsal bozukluğun o an ve gelecekte yaratabileceği olumsuzluklar düşünüldüğünde mantıklı bir tercih olmayacaktır. Psikiyatrik ilaçlar bağımlılık yapar mı? Psikiyatrik ilaçların çok küçük bir kısmı bağımlılık yapma potansiyeline sahiptir. Bunlar benzodiazepinler (xanax, nerviumvb), hipnotikler (imovan vb.) ve psikostimülan ilaçlar (concerta, ritalin vb.) dır. Diğer tüm psikiyatrik ilaçlar (antidepresanlar, antipsikotikler, duygudurum düzenleyiciler vd), son yıllarda vaka bildirimleri şeklinde tanımlanan birkaç istisna (ketiyapin, tianeptin) dışında, bağımlılık yapmaz. Öte yandan, bağımlılık potansiyeline sahip olduğu halde, psikiyatristin kontrolünde ve onun reçete ettiği dozda ve sürede kullanılan psikiyatrik ilaçların bağımlılık yaptığına çok nadir rastlanmaktadır. İlaç bağımlılığı konusunda belki de çok dikkatli olunması gereken tek grup diğer maddelere (alkol, esrar, kokain, eroin, halüsinojenler vb.) bağımlılık öyküsü olan bireylerdir.

  • Panik atak nedir? Nasıl ortaya çıkar ve ilerler?

    Panik atak, beklenmedik bir anda ortaya çıkan, yoğun kaygı, bedensel belirtiler (çarpıntı, nefes darlığı/açlığı, göğüs ağrısı, terleme, titreme, baş dönmesi, fenalaşma/baygınlık hissi, ellerde uyuşma, üşüme/ateş basması, karında burulma hissi) ve bu belirtiler sonrasında gelişen zihinsel belirtiler (“kalp krizi geçireceğim/geçiriyorum”, kalbim duracak”, “nefes alamayacağım”, “düşüp bayılacağım”, “aklımı kaçıracağım/delireceğim”, “kontrolümü kaybedeceğim” gibi) ile seyreden ataklardır. Panik atak, bu bedensel belirtilerden bir ya da birkaçının hissedilmesiyle aniden başlar ve 5-10 dakika içinde en şiddetli seviyesine ulaşır. Atağın şiddetinin artmasına yol açan asıl faktör, ilk ortaya çıkan belirtinin (örneğin, çarpıntı) kötü bir olayın (kalp krizi, kalbin durması, düşüp bayılma) habercisi olarak yanlış yorumlanmasıdır. Bu yorum “doğal olarak” bir kaygı doğurur, bu kaygının hem kendisi oldukça sıkıntı vericidir hem de başka bedensel belirtilerin ortaya çıkmasına neden olur. Örneğin, çarpıntı nedeniyle kaygı hissetmeye başlayan bir bireyde “savaş ya da kaç” tepkisi ortaya çıkar. Kalp atımı daha da hızlanır, nefes alıp verme sayısı artar (hiperventilasyon), bu da kanda bazı kimyasal değişikliklere (ph değişikliği, alkoloz) yaratarak el ve ayaklarda uyuşmaya neden olur, böylece tabloya yeni bir bedensel belirti eklenir, ve bu da yeni bir yanlış yorumlama ve yeni bir kaygı artışıyla sonuçlanır. Bu şekilde bir atak geçiren kişi genellikle önce bir kardiyoloğa, nöroloğa ya da dahiliyeuzmanına gider. Birey, bu hekimlerce yapılan değerlendirmelerde bedensel olarak sağlıklı bulunmuş ise psikiyatriste yönlendirilir. Ancak psikiyatri uzmanına başvurma genellikle tekrarlayan bir çok atağın ve acil servis başvurusunun sonrasında olur. Ne yazık ki sürecin bu şekilde uzaması ruhsal sorunun yerleşmesine ve tedavisinin güçleşmesine neden olur. Bu nedenle atak geçiren ve fiziksel bir sorun tespit edilmeyen bireylerin psikiyatrik yardım almaya zaman kaybetmeden başlamaları önemlidir. Panik atak, tek başına bir hastalık değildir. Birey hayatı boyunca sadece bir panik atak geçirmişse bu herhangi bir psikiyatrik hastalığa sahip olduğu anlamına gelmez. Bununla birlikte atakların sayısı artarsa teşhis koymak ve tedaviye (ilaç ve/veya psikoterapi) başlamak gerekir. Diğer taraftan panik atak bir çok psikiyatrik hastalığın seyrinde yaşanabilir, örneğin, depresif bozukluk, sosyal fobi, özgül fobi, obsesifkompulsif bozukluk, sağlık anksiyetesi, sınav fobisi gibi. Bu durumlarda panik atak kaygı duyulan durum ya da nesneyle karşılaşıldığında ortaya çıkar. Örneğin, sosyal fobisi olan bir kişi sunum yapmak üzere kürsüye çıktığında, köpek fobisi olan bir kişi yolda aniden bir köpekle burun buruna geldiğinde, sınav fobisi olan bir öğrenci sınav başladığında panik atak geçirebilir. Böyle bir ruhsal hastalık ve ya tetikleyici bir durum olmaksızın ortaya çıkan ve tekrarlayan panik ataklar söz konusuysa bu duruma “panik bozukluk” denir. Ruhsal belirtiler ne zaman ruhsal bozukluk ismini alır? Tanısal psikiyatri açısından ruhsal belirtilerin bozukluk özelliği kazanması temel olarak aşağıdakilere bağlıdır – Belirtilerin sayısı ve süresi – Belirtilerin bireyin yaşam kalitesini ve işlevselliğini (mesleki, sosyal, aile ve akademik alanlarda) bozup bozmadığı Belirtilerin sayısının yeterli olması ve belirtilerinin belli bir süredir var olması gerekir. Bunların ne kadar olması gerektiği her ruhsal bozukluk için farklıdır. Örneğin bir bireydeki çökkünlük haline depresif bozukluk tanısı konulması için olası 9 depresyon belirtisinden 5’inin olması ve bunların en az 2 haftadır var olması gereklidir. Ruhsal bozukluk tanısı için, belirtilerin bireyin yaşam kalitesini bozması, mesleki (ya da akademik) verimini düşürmesi, aile yaşamıyla ilgili sorumluluklarını yerine getirmesini zorlaştırması ve ya sosyal yaşamını kısıtlaması gerekir.

  • Kaygı (Anksiyete) nedir?

    Öncelikle, kaygı bir duygudur, sevinç, öfke, üzüntü gibi. Kaygı; sıkıntı, iç daralması, bunaltı, boğuntu gibi terimlerle de isimlendirilir. Klasik tanımıyla; yaşamı, sağlığı ya da “iyi olma” halini tehdit eden ya da tehdit şeklinde algılanan bir duruma karşı orantısız derecede ortaya çıkan ve rahatsız edici nitelikte olan bir endişe halidir. Bu endişe haline “kötü bir şey olacakmış beklentisi” eşlik eder. Kaygının belli bir düzeyi özellikle bazı durumlar için gereklidir. Örneğin, gelecek kaygısı taşımayan birinin çalışıp meslek sahibi olması zordur, sınıfını geçme kaygısı olmayan bir öğrencinin bir sınava gerektiği derecede çalışması beklenemez, ya da kendisine araba çarpmasından kaygılanmayan ve bu nedenle karşıdan karşıya geçerken trafiğe dikkat etmeyen birine araç çarpma ihtimali çok düşük değildir. Buna karşın, eğer kaygı,içinde bulunulan durumla uygunsuz ya da orantısız ise bu durumda yararlı değil zararlı olmaya başlar “Savaş ya da kaç” tepkisi: Bir tehditle, tehlikeyle karşılaşıldığında tüm canlıların ortak tepkisi kendini bir eylem için hazırlamaktır: Bu tehlikeyle yüzleşme ya da tehlikeden kaçma. Bu, “savaş ya da kaç” tepkisi olarak adlandırılır. Bu tepki, nefes alma sıklığını, kalp atış sayısını ve kaslardaki gerginlik düzeyini arttırma gibi fiziksel reaksiyonları harekete geçiren ve canlı için aslında koruyucu bir tepkidir. Bu tepkiyi doğadaki ya da evimizdeki hayvanlarda da rahatça gözlemleyebiliriz. Bu açıdan bu tepki evrimsel önemi olan ve “yaşamda kalma” ile ilişkili bir reaksiyondur.Bu nedenle, ister fiziksel, ister psikolojik, isterse hayali olsun, herhangi bir tehlike beklentisinde harekete geçer. Gerçek anlamda bir tehlikeyle aniden karşılaşıldığında ve hızlı ve etkili bir eylem gerekli olduğunda (örneğin yolda yürürken birinin saldırısına uğramak) “savaş ya da kaç” tepkisi yerinde ve yararlıdır. Bununla birlikte bu tepkinin yersiz ya da orantısız bir şekilde harekete geçirilebildiği zamanlarda vardır. Yaşadığımız dünyada, doğaları gereği uzun dönemli olan bir sürü tehlike ya da sorun vardır (örneğin, iş garantisinin yokluğu sebebiyle ortaya çıkan mali stres gibi). Bu tür durumlarda sorunun ani bir eylemle hızlı bir çözümü, tehlikeden kaçılması ve ya bertaraf edilmesi mümkün değildir. Bu yüzden bu tip durumlarda problemle baş etmek için “savaş ya da kaç” tepkisini kullanmak uygun değildir. Bu durumlarda bu tepki yalnızca yararsız olmakla kalmaz, aksine beden ve ruhsal yapı üzerinde zarar verici bir gerilime neden olabilir. Ayrıca bu tepki, ortada gerçekbir tehlike olmadan, sadece “bir tehlikenin var olduğu algısıyla bile ortaya çıkabilir. Tabii ki bu işlevsel değildir ve olumsuz sonuçlara neden olur. Öte yandan bu tepkinin fiziksel belirtilerine (nefes alma sıklığının, kalp atış sayısının ve kas gerginliğinin artması) stresin ruhsal belirtisi de eşlik eder. İşte, gerçekte var olmayan ya da var olmasına rağmen aslında kişinin algıladığı önemde olmayan bir tehlikeye karşı gösterilen orantısız ruhsal belirti “kaygı” dır. Kaygı, eğer nadiren ve/veya hafif derece yaşanıyorsa kişi için pek sorun yaratmayabilir. Bununla birlikte sık olarak (yaygın anksiyete bozukluğunda olduğu gibi) ya da çok sık olmasa bile çok şiddetli derecede yaşanıyorsa (panik atakta olduğu gibi) kişinin yaşam kalitesini önemli derecede etkileyecektir.

  • Erken Boşalma Nedir?

    Erken Boşalma Nedir? Çiftler arasında uyumlu cinsel yaşamın yolları vardır. Uyum varsa, cinsel yaşam keyiflidir. Ancak her çift uyumlu bir cinsel deneyim yakalayamayabilir. Erken boşalma en sık karşılaşılan bir uyumsuzluktur. Bu yazımızda bu sorunla nasıl baş edebileceğiniz ve atacağınız adımlar konusunda bilgi vermeye çalıştık. Erken boşalma, hem erkeği hem de kadını etkileyen en yaygın görülen bir cinsel işlev bozukluğudur. Erken boşalma kelimesi aslında denetimsiz boşalmanın markalaşmış halidir. cÇünkü bu cinsel işlev sorununda konu olan boşalma erken ya da geç olmasından değil, erkeğin boşalmayı kontrol edememesi durumudur. Bu yüzden bu cinsel işlev sorununa denetimsiz boşalma demek daha doğru olacaktır. Aslına bakarsanız bu yaptığımız tanım bile sorunun çözümü için büyük bir adımdır. Denetim kurmayı nasıl öğreneceğinizi okuyacaksınız. Erken boşalma erkeğin ereksiyon olur olmaz veya cinsel birleşmenin hemen akabinde hem kendi hem de partnerinin isteği dışında boşalmasıdır. Erkekler de görülen cinsel işlev bozuklukları arasında en sık görülen bir sorundur. Yapılan araştırmalara göre her 3 erkekten 1’inin boşalma kontrolünde sorunlar yaşamaktadır. Erken boşalma sorunu yaşıyorsanız, yalnız değilsiniz. Herkesin başına gelebilir. Denetimsiz Boşalma Belirtileri Nelerdir? Erkekler zaman zaman boşalmalarını denetleyemeyebilir. Cinsel uyumsuzluktan söz edebilmek için aşağıda belirtileri yaşıyor olmalısınız. • Hemen hemen her cinsel etkinliğinizde, birleşme öncesi, sırasında veya birleşmenin ilk dakikasında boşalma • Cinsel birleşmelerinizde boşalmayı geciktirebilme çabalarınız sonuçsuz kalması • Boşalmayı geciktirmede yaşanan stres ve deneyimlenen hayal kırıklığı sonucunda cinsel etkinliklerden uzak durma ve cinsel isteksizlik Mastürbasyon deneyiminde sorun yaşamazken, cinsel birleşme sırasında sorun yaşıyor olabilirsiniz. Cinsel birleşmeyi 5 dakika seviyesinde de yapıyor olabilirsiniz. Ancak sorun sizin ve partnerinizin bu süreyi yeterli bulup bulamamasıdır. Yukarıdaki belirtilerden birini yaşıyorsanız erken boşalma sorununuz var demektir. Peki bu durumun nedenleri nelerdir? Gelin bir göz atalım. Erken boşalma da hem psikolojik hem de biyolojik faktörler neden olarak görülebilir. Cinsellikle ilgili bilgiler ve ilk mastürbasyon deneyimleri hızlı boşalmayı öğrenmiş olabilirsiniz. Gizli saklı ve çarçabuk mastürbasyon yapa yapa bir şekilde bedeninizi boşalmaya koşullamış olabilirsiniz. Stresli Yaşam. Sürekli bir koşturma ve telaş içinde geçirilen bir yaşamda erken boşalma kaçınılmaz olur. Depresyon Performans Kaygısı Cinsellikle ilgili Suçluluk Duyguları İlişkide Yaşanan Duygusal Problemler Erken Boşalma Türleri Birincil Erken Boşalma, yaşadığınız erken boşalma sizin ilk cinsel deneyiminizle başlayıp ve yaşamınız boyunca sürüyorsa bu tür duruma birincil erken boşalma denir. İkincil Erken Boşalma, Eğer cinsel yaşamınızda sonradan oluştuysa ikincil erken boşalma olarak adlandırılır. Denetimde 6 ay ve daha fazla süredir, 10 ilişkinin 8’inde ve fazlasında sorun yaşıyorsanız cinsel sorundan söz edilebilir. Erken boşalma tanısı için bu koşullara bakmak gerekir. Ara sıra boşalma sorunu erken boşalma problemi değildir Bazı kaynaklar bu denetimsiz boşalma yani erken boşalmayı süre olarak en az altı ay olarak belirtmişlerdir. Altı çizilmesi gereken, ister 1 ay ister 3 ay ister 5 yıl, ne kadar süredir bu durumu yaşıyor olursanız olun, bu durumdan sizin ve partnerinizin rahatsızlık duyup duymamanızdır. Erken Boşalmanın Çözümü Cinsel Terapide Erken boşalma hakkında birçok konuya değindik. Cinsel terapi ile boşalma denetimi kazanabilirsiniz. Cinsel terapiste başvurmadan önce ürolojik kontrolden geçmelisiniz. İlk adım, erken boşalma sorununa anatomik bir etken neden olup olmadığını tespit etmektir. Eğer doğrudan cinsel terapiste başvuruyorsanız, ilk olarak sizi bu tetkik için bir uzmana yönlendirecektir. Dünyada en yaygın görülen sorunlardan biri olmasına rağmen halen daha bir uzmana görünme konusunda sıkıntı yaşanmaktadır. Boşalmanızı kontrol edemiyor ve bunu uzun bir süreden beri yaşıyorsanız daha fazla gecikmeyin. Bu durumun baskısını sürekli yaşayacağınıza bir adım atın. Cinsel terapistinize yaşadıklarınızı olduğu gibi anlatın. Durumu ne kadar abartmış olduğunuzu görecek ve çözüm için bir an önce başlamak isteyeceksiniz. Bu yazının yazarı Ali Bıçak, Antalya bölgesinde Klinik Psikolog olarak görev yapmaktadır. Psikolojik kaynaklı cinsel sorunlara cinsel terapi hizmeti vermektedir.

  • Duygusal Zekanın Gücünü Keşfedin

    Zaman zaman televizyonlarda çok zeki insanlara rastlanır, onları tarif ederken de IQ seviyesi diye bir tanımdan bahsederler, bizler de meraklanır acaba IQ testi internette var mı diye bir bakar, hemen bir heyecanla yapmaya başlar orada ki puan yüksek çıkarsa kendimizi bak görüyor musun zekam ne kadar yüksek çıktı diye sevinirdik. IQ tartışmaları sürerken bir de EQ yani duygusal zeka kavramı ortaya çıktı. Peki duygusal zeka nedir kısaca açıklamak gerekirse, kişinin hayatında ve mesleki kariyerinde güçlü ilişkiler kurması, stresini azaltması, duygularını olumlu şekilde yönetebilmesi, empati yapabilmesi, zorlukların üstesinden gelebilmesi gibi durumlarla başa çıkabilme yeteneğidir. Bu yazımızda ise duyguların işlevi ve duygusal zeka nedir gibi kavramların ve açıklanması gereken terimlerin üzerine duracağız. Duygusal zekayı derinlemesine tahlil etmeden önce duygu nedir sorusunun cevabını verelim; Duygu insan hayatında doğumuyla başlayan bir yaşam boyu süren, zaman içerisinde çeşitlenerek gelişen, değişen, çevremize verdiğimiz sinyallerdir. Duyguları sayesinde insanoğlu çevresine kulak verir ve ortama uyum sağlayarak yaşamını devam ettirir.Duygusal zekası yüksek olan kişiler ise, duygularının ve duygulanımın farkında olur ve çevresiyle uyumlu bir şekilde var olabilmek için duygularından faydalanabilen insandır. Duygusal zekanın ne olduğunu tanımladık, bir de bunun üst seviyesi olan yüksek duygusal zeka vardır ki bunu anlamak için temel 4 bileşenden referans alınabilir; Yüksek duygusal zekaya sahip insanlar hem kendilerinin hem de başkalarının duygularını anlayabilirler kısacası duygusal farkındalığa sahiptirler Yine bu tip kişiler duygularını kullanma yani düşüncelerini istedikleri şekilde yönlendirebilmek için duygularına erişebilir ve duygularını hissetme yeteneğine sahiptirler Duygusal bilgi yani duygularını anlama yeteneğine sahiptirler, verdikleri sinyalleri okuyabilme kapasiteleri yüksektir Son olarak da duygu yönetimi konusunda kişisel gelişim ve değişim durumlarında duygularını düzenleyebilecek potansiyele sahiptirler Duygu Odaklı Terapi Nedir? Kliniğimizde vermiş olduğumuz duygu odaklı terapide ki temel amaç danışanın duygusal zekasını geliştirmek ve kişinin duygularını anlaması, düzenlemesi ve gerektiğinde ise dönüştürmeye yönelik becerilerini arttırmak ve geliştirmektir. Hayatımız boyunca karşılaştığımız herhangi bir olayda yahut kişide bir duygu hissederiz, acaba neden bir duygu hissederiz, hissettiklerimiz bize ne söylüyor. Aslında duygularımız bizim hayatta kalma, iletişim kurma, problem çözme gibi durumlarda motor işlevi görür. Hissiz olmak bir sorundur, duyguları görmezden gelmek temel bir sorundur, çünkü insan olmanın en temel kuralı duygulardır. Her durum için farklı duygu durumlarımız var, tehlikedeysek ona göre, yalnızsak ona göre, kısacası her durum için ayrı duygulanırız. Duygularımızın sesine kulak verirsek bizlere harekete geçmek için mesaj verdiğini anlarız, değişken koşullarda en hızlı tepkiyi duygularımıza bakarak anlayabiliriz, korku hissediyorsak kaçmamız gerektiği gibi, öfke hissediyorsak karşı koyup sakinleşmek gibi, üzüntü duyuyorsak birilerinin ilgisini çekmek gibi mesajları bize duygularımız verir. Duygusal zeka bizim kendimizi değiştirmemiz, ilişkilerimizi sürdürmemiz yahut sonlandırmamız için fırsatlar verir. İnsan her durum için farklı duygular hisseder, bu duygular sayesinde davranışlarımızı belirler, nereye yönelim yapacağımızı belirleriz, aslında çoğu zaman insan bunun farkında olmaz, duygusal zeka karşımızdaki kişinin içini okumanın sırlarını veriyor, kişinin ses tonundan, davranışından, vücut dilinden alınan veriler duygusal zeka sayesinde bir sonuca dönüşür ve biz de bir duygu olarak vücut bularak, zihin de kendisine duygulardan gelen mesajı alır ve yönelimini ona göre yapar. Duygusal zeka gelişkin kişiler de bu saydıklarımızın eyleme geçmiş hallerini çokça görebilirsiniz. Duygusal tema dediğimiz kavram her ilişkide var olan bir durumdur, eğer üzgün iseniz kaygılı bir tema vardır, korkan birisi ise tehdit algıladığını gibi çok farklı durumlar ve çok farklı temalar vardır, duygusal zekanın ana işlevi bu temayı algılayıp kendimize yeni bir çeki düzen vermek için harekete geçmektir. Aslında dikkatle bakarsak duygularımızın hayatımıza ne kadar çok yön verdiğini görürüz. Güzel bir durum oluşmuşsa sevinçli oluruz ve sonraki zamanlar da karar verme konusunda pek fazla düşünmeyiz. Yapılan bir araştırmada beyin hasarı sonucu duygusal tepki vermeyi kaybetmiş birinin karar verme konusunda kolay karar veremediği ve çözüme ulaşamadığı görülmüştür. Beynindeki içsel duyguların var olduğu bölümde hasar görmüş birisi, tehlikeli olabilecek durumları hissedemediği için bu tür olaylara düşünmeden girebilmektedir. Duygusal zeka oto-kontrol misali, karar verme zamanlarında belirli seçenekleri eler ve karar vermemizi kolaylaştırır. Duygusal zeka için geliştirilmiş duygu odaklı terapide, sahip olduğumuz duygusal zeka geliştirilerek, sahip olduğumuz duyguları fark edip onları yönlendirme ve geliştirme üzerine yapılan terapidir. Duyguların farkında olmak onlara ulaşmak ve verilen mesajları iyi okuyabilirsek hayatımız boyunca karar vermez mekanizmalarında daha rahat oluruz ve hayatımızı daha iyi yönlendirmiş oluruz. Bu yüzden duygusal zeka gelişimi için duygu odaklı terapi seansları kendimizi keşfetmemiz için gereklidir.

  • Çocuklarda Cinsel İstismar

    Günümüzde cinsel istismar ve çocuk istismarı üzerine birçok haberle karşılaşıyoruz. Toplumda tabu halini almış istismar konusunda bilgi eksikliği olduğunu düşünüyoruz. Çoğumuzun istismarın nasıl olduğu, faillerin kimler olabileceği ve çocukların istismara uğradığını nasıl anlayacağımız konusunda bilgi eksikliğimiz var. Çoğu zaman bu konuda çarpık bilgiye sahibiz. Cinsel istismar, özellikle çocuk istismarı konusunda oldukça bilinçlendirici bir yazı hazırladık. Çocuklara yönelik cinsel istismar, çocuğu cinsel aktivite içine çekmeye çalışan her türlü davranışsal girişimdir. Çocuklar cinsel faaliyette bulunacak olgunlaşmaya erişmemişlerdir. Hiçbir yetişkin çocuğu cinsel tatmini için kullanamaz. Bu bir suçtur. Herhangi bir çocuğun cinsel istismarı ne olursa olsun, o çocuk ömür boyu yaralanır ve yara kalıcı etki bırakır. Cinsel istismar sadece cinsel temas içermez. Bir çok yolla istismar gerçekleşebilir. Çocuklarda Cinsel İstismar Biçimleri • Yetişkinin kendini çocuğa teşhir etmesi, kendi genital bölgelerini gösterip okşaması • Çocuğun yanında mastürbasyon yapma, çocuğu mastürbasyon yapmaya zorlama, • Çocuklarla müstehcen konuşmalar, mesaj atma, görüntülü etkileşimler • Çocukların cinsel içerikli görüntü ve videolar üretmek, bulundurmak ve bunları sosyal ortamlarda paylaşmak • Çocuklarla her türlü cinsel birlikteliğe teşebbüs etmek • Çocuğun zihinsel, duygusal veya fiziksel refahına zarar veren diğer cinsel davranışlar Birçok kişi çocukların istismar edenlerin yabancılar olduğu yanılgısı içindedir. Bu yanılgıyı paylaşan, önlemleri buna göre planlamayı öneren bakanlar bile bardır. Oysa çocukları istismar eden hep aile içi bireyler ya da ailenin yakın tanıdıklarıdır. Çocuklar istismara uğradıklarını biliyor, tuhaf bir şeyler olduğunu fark ediyorlar. Ancak kimseye söyleyemiyorlar. Failin kurbanı olan çocuklar daha çok güvensiz anne-baba ortamında yetişenler oluyor. Failler her zaman yetişkinler olmayabiliyor. İstismar kurbanından en az 5 yaş büyük abi, kuzen veya oyun arkadaşı olabileceği gibi, öğretmeni, antrenörü, bakıcısı veya başka bir çocuğun ebeveyni olabiliyor. Cinsel istismar failleri, kurbanlarını sessiz kalmaları konusunda çok iyi manipüle edebiliyorlar. Onları korkutup, sindirerek, şantaj gibi tehditlerle susturabiliyorlar. Çocuktan güçlü ve yaşça büyük olmaları, mağduru korkutup sindirmelerini kolaylaştırıyor. Fail, kurbanına cinsel aktivitenin zevkli ve keyifli olduğuna ikna etmeye çalışarak uyguladığı cinsel aktiviteyi normalleştirmeye çalışır. Aksi durumda, çocuk katılmak istemez veya bir yetişkine söylemek istediğinde onu korkutarak tehdit oluşturabilir. Çocuğunuzu istismardan korumanın en iyi yolu onunla güvenli bir ilişki oluşturmaktır. Çocuğunuza cinsel eğitim verebilmektir. En özel bölgelerini tanıması ve kendini nasıl koruyacağı ile ilgili onu eğitmeniz gerekir. Unutmayın çocuğunuz size güvenir ve korkmadan yaşadıklarını anlatabileceğine inanırsa istismarı önlemeniz daha kolay olur. İstismar şüphesi duyduğunuz an çocuğunuzla konuşun, onun size güvenmesini sağlayın. Çocuğumun İstismara Uğradığını Nasıl Bilebilirim? İstismarda Uyarı işaretleri nelerdir? Çocuğun istismara uğrayıp uğramadığını tespit etmek kolay değildir. Fail çoğu zaman geçmişten beri tanıdığınız biri olabilir. Bu durum istismarı fark etmeyi zorlaştırır. Maalesef toplumların istismarı inkâr etmek gibi bir yönelimi var. Bunun birçok nedeni olabilir. Toplumsal inkar için başka bir yazı yazılabilir. Eğer çocuğunuza istismar şüphesi duyuyorsanız aşağıdaki uyarıları mutlaka dikkate alın: Fiziksel işaretlere dikkat edin. Bu işaretler; • Genital bölgesinde kanama, morarma, şişlik • Kanla kirlenmiş, yırtılmış ve lekeli iç çamaşırları • Yürümede ve oturmada güçlük • İdrar kaçırma, altını ıslatma, gece ıslatmaları, kaka kaçırma, Davranışsal işaretlere dikkat edin. Bu işaretler; • Temizliğine özen göstermeme, duş almayı reddetme, uzun süre banyoda vakit geçirme, • Yoğun mastürbasyon davranışları, • Korku ve fobiler, uyku problemleri • Depresyon belirtileri • Travma sonrası stres bozukluğu • İntihar düşünceleri ve intihar girişimleri • Akademik başarısızlık, • Uygunsuz cinsel ilgi ve davranışlar • Kardeşi ve küçük çocuklara aşırı korumacı tutum • Parmak emme ve tikler • Evden veya okuldan kaçma • Kendine zarar verme • Yaşının altında davranış ve tutumlar • Fiziksel temastan kaçınma ya da korku Çocuk İstismarı İçin Nerelerden Yardım Alabilirsiniz? Eğer cinsel istismar belirtisine rastlıyorsanız uzman yardımına başvurun. Çocuklarınınız devam ettiği okulun rehberlik servisleri ile sıkı iletişim halinde olun. Herhangi bir şüphe duyduğunuzda, bir psikoloğa başvurun. Psikolog ve psikolojik danışman çocukla yapacağı görüşmede istismarı öğrenirse bu durumu size bildirir ve gerekli yönlendirmeleri yapmakla yükümlüdür. Tam teşekküllü hastanede yapılacak genel muayenede istismar rapor edilirse gerekli adli işlemler başlatılır. Failin başka çocuklara zarar vermesini önleyebilirsiniz. Durmayın harekete geçin.

  • KEKEMELİK

    3-6 Yaş döneminde çocuklar konuşurken,kelimeleri yada cümleleri tekrarlayabilir, konuşmanın normal akışı kesintiye uğrayabilir.Gelişimin bu aşamasında tekrarlar ve kesintiler normaldir. Konuşmanın ritminin, akışının kesintiye uğraması, tekrarlar, uzatmalar, duraklamalarla bozulması alışkanlık haline geldiğinde ritim bozukluğu ortaya çıkar. Kekemeliğin başlangıç döneminde, konuşmada görülen belirtiler konuşmanın yalnızca sesine ilişkindir ve çocuk bu durumun farkında değildir.Ancak dinleyen pek çok kişi tarafından,çoğu zaman “ ne konuşulduğu “ değil “nasıl konuşulduğu” dikkati çeker.Bu durum, çocuğun durumu fark etmesine neden olur.Böylece Çocuktaki konuşma güçlüğüne, korku ve endişe de eşlik eder; konuşma, çocuğu zorlayan bir savaşa dönüşür. Artık bu dönemde konuşmanın akışının kesintiye uğraması yanında, konuşma sırasında yüz, el, kol ve vücut hareketleri de ortaya çıkar. Kekemeliğin nedenleri konusunda günümüzde ileri sürülen görüşler çeşitlidir. Bazı uzmanlar yapısal bir bozukluk olduğunu düşünürken, bazıları öğrenilmiş bir davranış olduğunu, bazıları ise kişilik bozukluğu olduğunu savunmaktadır. En yaygın olarak, kekemeliğin tek bir nedene bağlı olmadığı görüşü ön plandadır. Kekemeliğin ortaya çıkışına; korkular, kardeş kıskançlığı, bir yakının kaybı, baskı ve şiddete maruz kalma, anne -baba geçimsizliği veya ayrılığı, deprem vb. gibi travmatik yaşantılar neden olabilir. Bireysel terapi yöntemleri, başarılı sonuçlar verebilmekte, ancak yaşamın belli dönemlerinde kekemeliğin tekrarlaması söz konusu olabilmektedir. ARTİKÜLASYON (SESLETİM /FONOLOJİK )BOZUKLUĞU Artikülasyon; Konuşma sesi birimlerinin, konuşmada yer alan organlar aracılığıyla şekillendirilmesidir. Konuşmaya başlamak bir çocuğun hayatının en önemli adımlarından biridir. Yapılan araştırmalar belli sesleri doğru söyleyişin, belli yaşlarda ortaya çıktığını göstermiştir: 30–36 ay p,b,m 36 – 54 ay n,y,t,d,k,g 54 – 66 ay f,v,y,ı 66 – 78 aydan sonra r,s,z,ç,c,ş,j İşitme bozukluğu, konuşma organlarındaki bozukluklar (ör. yarık damak), nörolojik durumlar, zeka engeli ya da psikolojik sorunlar, artikülasyon bozukluğuna eşlik edebilir. 6-7 yaşta % 2-3 oranında görülürken, 17 yaşın üzerinde % 0.5 oranında ve erkeklerde daha sık görülmektedir. Eğer; Çocuk seslere tepki vermiyorsa, Ailenin öyküsünde, bir dil ve konuşma gecikmesi varsa, Aile üyeleri ve çevredekiler tarafından çocuğun ne söylediği anlaşılmıyorsa, Çocuğun dil gelişimi ve konuşması, aynı yaştaki çocuklara göre belirgin olarak geride olduğu ise , uzman yardımı gereklidir. KEKEME ÇOCUKLARIN ÖĞRETMENLERİNE ÖNERİLER Çocuğun güç ve hatalı konuşması hiçbir zaman söz konusu edilmemelidir. Kekeleyen öğrenciye kızmak,” Bir daha kekeleme ! “ demek, baskı yapmak çok büyük hatadır. Sınıftaki diğer öğrencilerle, kekeme öğrencinin olmadığı bir zaman konuşularak; gülme, alay etme vb. gibi olumsuz yaklaşımların önüne geçilmelidir. Basit sorumluluklar verilmeli, güven kazandırılmalıdır. Sözlü yoklamalar yerine, yazılı yoklamalar yapılmalıdır. Kekeme öğrenci konuşurken, konuşması bitene kadar sabırla dinlenmeli, onun yerine cümlesi tamamlanmamalıdır. Öğrenci konuşurken, dudak hareketlerine yoğunlaşılmamalı, onunla göz kontağı kurularak, “nasıl söylendiğine” değil “ne söylendiğine” odaklanılmalı ve diğer öğrencilerin de bu konuya dikkat etmeleri sağlanmalıdır. Öğrenci uzun cümleler kurmaya, hızlı konuşmaya zorlanmamalıdır. Kısa cümleli yazılar ve şiirler okutulmalı, okuldaki koro çalışmalarına katılması sağlanmalıdır. Kekeme öğrencinin söyleyemediği kelime yada harf üzerinde ısrar edilmemeli ; örneğin, öğrenci “d” harfinde tutuluyorsa “doktor” yerine “hekim” kelimesini söylemesi teşvik edilmelidir. Çok sevdiği, ilgisini çeken konularda sözel paylaşımda bulunmasına destek olunmalıdır.

  • KADIN OLMAK, ANNE OLMAK …

    İnsan yaşamının doğumdan itibaren cinsiyet (gender) ve cinsellik (seks) çerçevesinde örgütlendiği söylenebilir. Kimlik (identity) bir bütündür. Birbirinden kavramsal olarak ayrılabilen bireysel ve sosyal içiçe iki parçası vardır. Sosyal kimlik kişinin toplumdaki yeri ve onun için tanımlanmış rollerden oluşur. Kişisel olanı ise, kendi iç ruhsal süreçlerini barındırır. Kimliğin parçalarından biri olan cinsel kimlik (gender identity) ise kişinin ait olduğu cinsi bilme hissidir. “ ben kadınım…” diyebilmek. Büyük olasılıkla kendinizi birkaç rolde görüyorsunuz. Örneğin birinin kızı, öğrencisi, çalışanı, işvereni, dostu, kardeşi, sevgilisisiniz. Belki annesiniz gün boyu evde iş dönüşü yolları gözlenen… Ya da zaman zaman hayatınıza giren insanlarda olumlu, olumsuz derin izler bıraktınız fark etmeden. Hiç birimiz yalnızca bir kişi sayılmayız. Biriken yaşantılarımız ve bireysel özelliklerimiz bir araya gelerek bizi farklı yapar. Ailenizin diğer üyelerinin bile size benzemediğini hissedebilirsiniz. Bu farklar bazı açılardan sorun olabilirler, ama farklarımız aynı zamanda en değerli varlıklarımız da olabilirler. Becerilerinizi ve özelliklerinizi bilmeniz kendinizi en iyi biçimde kullanmanız açısından çok önemlidir. Her zaman çok sessiz ya da çok konuşkan, çok saldırgan ya da çok edilgen olduğunuzu düşünmüş olabilirsiniz. Ya “çok sessiz olma “ özelliğinizle iyi bir dinleyici, çok konuşkanlığınız sayesinde iyi bir iletişimci olduğunuzu keşfederseniz? Agresif bulduğunuz özellikleriniz, önderlik nitelikleri olabilir. Çok edilgen olmanız sizin çok yüreklendirici ve destekleyici bir insan olduğunuz anlamına gelebilir. Kişilik özelliklerinizi bir palet üzerindeki farklı renkler olarak düşünebilirsiniz. Her biri uygun koşulda işe yarayacaktır. Yeni seçenekler ve yeni çözümler görme yeteneğinizi arttırabilirsiniz. Çözüm üretmek kadınların, annelerin doğal yeteneği değil midir aslında? Kendiniz hakkında daha bilinçli ve daha bilgi sahibi olmanız, başarınızı, etkinizi ve özgüveninizi arttırabilir. Yakın ilişkilere zaman bulamama pahasına başarılı olmak çok ağır bir bedeldir. Bu nedenle bir kadının yol haritası ve varış noktası resmi, aile ve arkadaşları ile de ilgili bölümler içermelidir. İnsan olmanın gereği sizin de sınırlarınız, kapasiteniz zorlanabilir. Öfke duygusu, aynı bir dur işareti gibi, çıkacak sorunlara karşı sizi uyarır. Frene zamanında basmak, düşüncelerinizin duygularınıza yetişmesini mümkün kılar. Dur işaretini görmezden gelmek tehlikeli olabilir. Harekete geçmeden önce kendinizi anlamaya çalışmanız, genellikle çok daha iyi ve güvenli bir stratejidir. Psikoterapide kognitif yaklaşımda “kendini gerçekleştiren kehanet” diye bir kavram vardır. Bir şeyi yapabileceğinizi düşünürseniz yaparsınız; yapamayacağınızı düşünürseniz haklı çıkarsınız. Hızlı ve doğru kararlar verebildiğinizde bir kadın, bir meslek sahibi, bir anne, ortak ya da arkadaş olarak tüm gücünüzü daha iyi kullanabilirsiniz. Sonuç olarak iyi kararlar vermek size tam olarak kendiniz olma özgürlüğünü ve yaşamın yarattığı güçlüklere başarıyla göğüs germe gücünü verecektir. KADIN VE CİNSELLİK Ergenlikten erişkinliğe geçiş ile hormonal ve duygusal olarak yaşanan çalkantılı dönemden daha durgun ve dingin bir döneme geçilmiş olur. Ergenliğin biyolojik gelişimi sosyal açıdan erişkinlikte tamamlanır. Ergenliğin bitmesi ile fiziksel değişiklikler oluşmuş olur artık kadınlık hormonları belli bir döngü ve düzen içinde salgılanmaktadır. Kadın sağlıklı bir ergenlik dönemi yaşamışsa kendi vücudunu daha çok tanıyordur. Mastürbasyonla haz almayı öğrenmiş ve ilk cinsel deneyimlerini yaşamıştır. Ülkemiz ve benzeri ülkelerde kadınların ilk cinsel deneyimleri genellikle erişkinlik döneminde evlendikleri ilk gece yaşanmaktadır. İlk gece pek çok açıdan zorlukları içerir. Kimi yörelerde kadının yaşamını altüst edebilecek bir gecedir. En iyi olasılıkla da bütün beklentiler arasında herkesin dikkati çiftin üzerindeyken yaşanmaya çalışılan bir cinsellik vardır. İlk cinsel deneyimler sorunsuz atlatılabilirse sonrasında düzenli bir cinselliğin yaşandığı, zamanla kadının kendisini daha çok tanıdığı ve haz almasının arttığı bir cinsel aktivite dönemi yaşanabilir. Cinsellik öğrenilen bir eylem olduğundan erişkinlik döneminde cinselliğin sağlıklı bir şekilde yaşanması cinsel hazzın giderek artmasını sağlayacaktır. Kadının cinsellik ile ilgili olumlu algıları cinselliğin gelişim sürecini hızlandırır. Erişkinlikle birlikte kadının toplumdaki yeri ve sorumlulukları da değişmektedir. Bu dönemde düzenli partner ilişkilerinin kurulması ile kadının yaşamında toplumsal ve cinsel rolüne özgü değişiklikler olur. Erişkinlik dönemi kadının cinselliği rahat yaşayabildiği, cinsel olarak aktif olduğu bir dönemdir. Gebelik erişkinlik döneminde kadın cinselliğini etkileyen en önemli olgudur. Gebelikte cinsellik konusunda bugüne dek pek çok farklı inanç ve uygulamalara rastlanmıştır. Ülkemizde de gebelik sırasında cinsel ilişki en azından pek hoş karşılanmayan bir durum olarak görülmektedir. Cinselliğin, cinsel birleşmenin bebeğe zarar verebileceği, cinsel birleşmenin erken doğum veya düşüğe yol açabileceği gibi önyargılar yaşanmaktadır. Sorunlu bir gebelik olmadığı sürece (ki sorunlu pek çok gebelikte bile) cinsellik ve cinsel birleşme bebeğe zarar vermez, haz alan annenin kendisini daha iyi hissedeceği ve cinsellik çifti birbirine yakınlaştıran bir eylem olduğu için annenin daha huzurlu olmasını sağlayabileceği düşünülmektedir. Gebelikte cinsel yaşamın olmazsa olmazı cinselliği kadının belirlemesi gebeliğin uzman hekim tarafından takibinin yapılıyor oluşudur. PEKİ YA ANNE OLMAK, KARAR VERMEK VE ANNELİĞİ YAŞAMAK…. “Anne olana dek kendimi sıcak, verici ya da duyarlı bir insan olabilecek kapasitede göremiyordum. Çocuk doğurmaya korkuyordum, çünkü onlara ihtiyaçları kadar mükemmel bir anne olamamaktan korkuyordum. Anne olmanın yaşadıkça öğrenilebileceğini bilmiyordum. Hissettiğim şefkat ve sevgiyi dışarı çıkarabilmek harika bir deneyimdi. Bebeğimi ilk kucaklayışımdan itibaren her geçen gün onunla öğrendim hayatı… Geliştim, değiştim ve büyüdüm… Adeta kendi geçmişimdeki eksiklikleri, yaşanmamışlık duygularını onunla onardım… “ Kadınlar “bebek istemek”ten bahsederken; ortalama iki yıl bebeklik ve 15 – 20 yıl süren bireyselleşme sürecinin sorumluluğunu da üstlenmişlerdir. Aslında ”onyılar boyunca fiziksel ve duygusal ihtiyaçlarının çoğu için bana bağımlı olacak birini istiyorum” dedikleri duyulmaz… Hamilelik sınırlı sürede, doğum birkaç saatte biter. Annelik on yıllarca sürer…. Anne olmak, insanın bedenini ve duygularını güçlü bir biçimde yaşaması anlamına gelebilir. Sadece fiziksel ve bedensel değişiklikler değil aynı zamanda karakter değişikliği de yaşarız. Sabır, fedakarlık ve bir insanı topluma kazandırma özelliklerimizin içimizde olduğunu fark ederiz. Çocuk sahibi olmanın toplumsal bedelleri dengelenmelidir. Günümüzde kadınlar doğum yaptıkları zaman sadece işlerinden, gece uykularından, arkadaşlarıyla geçirdikleri zaman gibi pek çok bireysel faaliyetlerinden vazgeçmek zorunda kalmazlar. Aynı zamanda kültürümüzün buyrukları altında bir anne ahlaki açıdan ve doğru şekilde kendini ifade eden olmalıdır. Anneler çoğu zaman işi ve çocuklarının bakımı ve geçirdiği kaliteli zaman arasında toplumca yaratılan çatışmayla karşılaşır. Hangi çözümü üretirse üretsin, kendini parçalanmış ve bir alanda başarısız hissedebilir. Tam zamanlı anne ve ev hanımı olanlar da sıkıldıklarından, yeterince özgür olamamanın zorluklarından yakınabilirler. Anne olmayı, anne olmamayı seçmiş ya da henüz karar vermemiş olabilirsiniz. Bu seçeneklerin farklı unsurları hakkında duygularınızı incelemeniz yararlıdır. Genel olarak sizinkinden farklı bir seçim yapan kadınlara karşı tavırlarınız neler? Kendinizi onlardan ya da onları sizden daha iyi bir konumda mı görüyorsunuz? Bazı insanlar büyük hırsları hayatlarının hedefleri edinirler. Bazıları kederle sarmalanır, yalnızca huzur, ayrılma ve acıdan kurtulma hayalini kurarlar. Bazıları hayatını başarı, zenginlik, güç ve gerçeğe adarlar. Diğerleri kendini aşmayı araştırır ve kendilerini bir amaç ya da bir varlığa kaptırırlar. Hayatlarımız da seçimlerimizdir….

  • AİLE VE ÇİFT TERAPİSİ

    Aile ve çift terapisi; değişim ve gelişimi sağlamak adına, aileler ve çiftler arasındaki yakın ilişkinin çalışıldığı, psikoterapinin bir dalıdır. Bireylerin diğer insanlarla kurdukları ilişkiler, ruh sağlıkları ve duygusal doyumları açısından çok önemlidir. Özellikler ebeveyn, eş ve çocuklar gibi kişilerle kurulan yakın ilişkilerde, bu rol daha belirgin bir hal alır. Bu yakın ilişkilerden birisi olan evlilik ilişkisinde, eşler zaman zaman çatışmalar, zorlu ve sıkıntılı dönemler yaşayabilirler. Aile ve çift terapisinde amaç, aile içinde ve çiftler arasında yaşanan ZORLU VE SIKINTILI SÜREÇLERIN ELE ALINARAK ÇATIŞMALARIN ÇÖZÜLEBILMESI ve tüm aile üyelerinin SAĞLIKLI YÖNDE DEĞIŞIMININ VE GELIŞIMININ sağlanmasidir. Hem aile içi ilişkileri düzenlenmesi hem de diğer insanlar ve durumlar ile ilişkilerin düzenlenmesi hedeflenmektedir. Ülkemizde aile ve çift terapisi son yıllarda giderek artan bir öneme sahiptir. Bireyler, sıkıntılı ve zor olan döngülerinden kurtulabilmek için tüm sistemde meydana gelebilecek bir değişime ihtiyaç duymaktadırlar. Terapistler, aile üyelerinin birbirlerine yardım edebilmeleri için yapıcı yollar bulmasına yardım ederler. Her bir üyenin sıkıntısı aile sistemi içinde değerlendirilir. Aile ve çiftlerle olan çalışmaların uzun vadeli etkisi söz konusudur. Terapiye katılan bireyler, kendileri ve diğer aile üyeleri hakkında daha fazla şey öğrenmektedirler. Bireylerin birbirleri ile kurdukları yakın ilişkiler desteklenmektedir. Problemlerle baş etme becerilerinin edinilmesi ile birlikte, sadece o anda yaşanan durumlara çözüm üretilmesi değil, sonrasında da yaşanabilecek bazı zor durumlarla baş edilebilesi sağlanabilmektedir. Aile ve Çift Terapisinden Kimler Yararlanabilir? Özellikle aile ve çift ilişkilerinde problem yaşayan herkes bu terapi yönteminden yararlanabilir. Aile ve çift terapisinin çok geniş ve yaygın bir kullanım alanı vardır. Tüm psikiyatrik/psikolojik bozukluklarda, diğer yöntemlerle birlikte kullanılabilir. Kullanım alanlarından bazıları aşağıdaki gibidir: ÇIFT ILIŞKILERI EVLILIK PROBLEMLERI BOŞANMA ÇOCUK, ERGEN VE YETIŞKIN RUH SAĞLIĞI ÇOCUK VE ERGENLERDE DAVRANIŞ BOZUKLUĞU VE OKUL PROBLEMLERI YEME BOZUKLUKLARI ALKOL VE MADDE KULLANIMI KRONIK FIZIKSEL RAHATSIZLIKLARLA YAS, KAYIP VE TRAVMALAR DUYGUSAL ISTISMAR, IHMAL VE ŞIDDET AILE YAŞAMINDA DEĞIŞIKLIKLER (IŞ DEĞIŞIKLIĞI, TAŞINMA VB.) ANKSIYETE VE DEPRESYONU DA IÇEREN DUYGUSAL BOZUKLUKLAR EBEVEYNLIK BECERILERI ÜVEY BIREYI BULUNAN AILELER DESTEK. PSIKOSEKSÜEL ZORLUKLAR EVLAT EDINME, ÜVEY EBEVEYN/ÇOCUK ILIŞKILERI KENDINE ZARAR VERICI DAVRANIŞ TRAVMA SONRASI ÇOCUKLARA, GENÇLERE VE YETIŞKINLERE DESTEK GÖÇ EDEN AILELERE DESTEK İŞ STRESI EKONOMIK PROBLEMLER Birçok durumda, diğer psikoterapi yöntemleri ve bazen de ilaçla tedavi yöntemi eşlik edebilmektedir.Bazı durumlarda, aile ve çift terapisi yasal olarak önerilmektedir. Örneğin aile mahkemelerinde boşanma vb. bazı davalarda önce aile/çift terapisi önerilmektedir. Aile ve Çift Terapisi Nasıl Yapılır? Aile ve çift terapisi uygulamalarının farklı yöntemleri vardır. Bazı uygulamalarda tüm aile üyeleri aynı seansta bir araya gelirken, ağırlıklı olarak terapist aile üyelerinden bir ya da ikisini veya çiftleri tek tek görebilir. Özellikle çocuk merkezli aile terapisi uygulamalarında, bazı durumlarda, çocukları öğretmenleri, okul rehberlik servisi ya da sosyal hizmet uzmanları ile görüşmeler söz konusu olabilmektedir. Aile ve çift terapisi, duruma göre değişebilmekle birlikte, genellikle 8–24 seans olarak yapılmaktadır. Seans süresi 50 dakikadır. Hastanelerde ya da özel muayenehanelerde/merkezlerde yapılmaktadır. Her seansta aile üyelerinin tümü katılmamaktadır. Yine bazı durumlarda, seansa iki terapist birlikte katılabilirler. Türkiye Psikiyatri Derneği Aile ve Çift Terapileri Bilimsel Çalışma Birimi tarafından halka yönelik bilgilendirme amacıyla hazırlanmıştır.

  • YÜKSEK DÜZEYDEKİ SINAV KAYGISI İLE BAŞ ETMENİN YOLLARI

    YÜKSEK DÜZEYDEKİ SINAV KAYGISI İLE BAŞ ETMENİN YOLLARI Sınav sırasında zihninizin donduğunu mu hissediyorsunuz n? “Bunu gerçekten yapamıyorum” diye düşünüyor musunuz? Kalp atışlarınız hızlı mı ? Yada sınavlarda nefes almakta zorlanıyor musunuz ? Türkiye'de her geçen yıl yeni bir sınav müfredata ekleniyor. Her yeni sınavla, çocuklar kaygı hissetmeye başlıyor. Peki bu sınav kaygısı belirtileri neler? Bunlarla baş edebilmenin yolları nelerdir? Sınav kaygısını öncesinde öğrenilen bilginin sınav sırasında etkili bir biçimde kullanılmasına engel olan ve başarının düşmesine yol açan yoğun kaygı olarak tanımlıyoruz. Yoğun kaygı, endişe ve korku duygularının bir arada yaşanması çeşitli durumlarda her insanın yaşadığı duygulardır. Fakat henüz gelişimleri devam eden çocuk ve gençlerde bu psikolojik yaşantı, kolaylıkla başa çıkamayacakları bir hal alabiliyor. Genellikle iki tür kaygı vardır. İlki düşük düzeydeki kaygıdır. Düşük kaygı yaşayan öğrenciler yaklaşan bir sınav hakkında gergin olabilirler, ancak dikkatlerini ders çalışmaya odaklayabilirler. Bu tip öğrenciler zorlayıcı düşüncelere maruz kalmazlar. Sadece süreç içinde kaygılı hissederler. Kabul edilebilir düzeydeki kaygı başarıyı arttırabilir. Diğer tip sınav kaygısı ise yüksek kaygıdır. Yüksek kaygı yaşayan öğrenciler sınav durumuna maruz kaldıklarında yoğun tepki gösterirler. Sınava girmekten kaçınmaya çalışırlar, ya da aşırı derecede korkuyla sınava girerler. Yüksek kaygıdan dolayı bazıları paniğe kapılır ve “Bunu gerçekten yapamam!” gibi düşünceler devamlı beyninin içinde dolanır. Yüksek sınav kaygısı yaşayanlarda hızlı kalp atışı, ellerde terleme, kısa süreli ya da hızlı nefes alamama ve kendini üzgün hissetme gibi davranışlar ve duygu durumları gözlemlenmektedir. Vücudumuzda olan şey şudur: vücudumuz sınavı bir tehdit olarak algılamaktadır ve bu yüzden kontrol edemediğimiz bazı tepkiler vermektedir. Anksiyete, aslında bazı durumlarda yararlı olabilmektedir. Çünkü kabul edilebilir düzeydeki kaygı dikkatimizi arttırır. Problemlere çözüm bulma yanımızı geliştirir. Ancak karşılaştığımız tehdit, bir sınav gibi bilişsel olduğunda çok da yararlı değildir. “Başarısız olacağım”, “Bırakıyorum”, “Kalbim çok hızlı atıyor ve odaklanamıyorum. ….” Araştırmalar sınavlarda yüksek düzeyde kaygı yaşayan kişilerin performanslarının düştüğünü göstermektedir. Bu kişiler, sınavları tehdit edici olarak algılarlar ve yoğun duygusal tepkilerle sorulara odaklanmakta güçlük çekerler. Peki Sınav Stresiyle Nasıl Başa Çıkılır ? Yüksek düzeyde kaygı yaşayan öğrenciler için bireysel rahatlama rutinleri uygulamak önemlidir. Tabiki öncelikle kaygının nedenini bilmek gerekmektedir. Farkındalığın arttırılması ve kişinin duygularını, düşüncelerini ve fiziksel tepkilerini sakince kabul etmesi stresle başa çıkmasında yardımcı olacaktır. Genellikle sınav kaygısı yaşayan bireylere önerilen gevşeme hareketleri şunlardır: 1) Bedeninizin gevşemesine izin verin. Kollarınızı iki tarafa doğru açın, gözlerinizi kapatın ve zihninizi olabildiğince boşaltın. 2) Başınızdan başlamak üzere, öncelikle alın ve kafatası bölgesindeki kaslarınızın yaklaşık 10 saniye boyunca iyice gerilmesini sağlayın. Daha sonra bu kaslarınızı tamamen gevşetin. İki durum arasındaki farkı düşünün ve bu kaslarınızın daha da fazla gevşemesine konsantre olun. 3) Yaklaşık 30 saniyeden sonra aynı hareketleri, yüzünüzdeki, boynunuzdaki, kollarınızdaki, göğsünüzdeki, kısaca ayak parmaklarınıza kadar olan bütün kaslar için tekrarlayın. 4) Gevşemeye devam ederken, kendinizi en gergin ve kaygılı hissettiğiniz durumları gözünüzde canlandırın. Kaygı hissetmeye başladığınız an, canlandırmayı durdurun ve tekrar gevşemeye çalışın. Bu gevşeme ve canlandırma işlemini, canlandırma sırasında hiçbir kaygı hissetmeyinceye kadar tekrarlayın. 5) Kendinizi kaygılı hissettiğiniz zamanlarda, sık sık bu gevşeme tekniğini uygulayın. Genellikle anne-babalar çocuklardan daha kaygılıdır. Anne-babanın yoğun kaygısı da bazen çocukları etkiler.Bu noktada anne-babaların dikkatli olmaları gereklidir. Kendi olumsuz duygu ve düşünceleri aktarmak yerine onlara destek olmak çocuklar açısından daha yararlı olacaktır. Zaman zaman anne - babalar çocuklarının çok üstünde hedefler belirlemekte ve çocuklara bu konuda ısrarcı olabilmektedirler. Bu durumda çocuklar kendilerinden bekleneni yerine getirememekle ilgili daha fazla endişe ve korkuya kapılabilirler. Burada önemli olan çocuğun kapasitesini kabul edip, onun durumuna uygun çalışma düzeni ve hedefler belirlemektir. Bu da çocuğun çalışma isteğini ve anlama becerisini olumlu etkileyecektir. Bütün bunlara rağmen sınavla ilgili kaygınızın, gerginliğinizin aşırı derecede olduğunu düşünüyorsanız, bir psikolog ve ya psikiyatristen bireysel terapi alabilirsiniz. Sınav Kaygısında EMDR Etkili Bir Yöntemdir Bireylerin sınav kaygısı son kırk yıl içinde çeşitli psikoterapi yöntemleriyle psikiyatristler veya psikologlar tarafından azaltılmaya çalışılmıştır. Daha önce uygulanan teknikler : sistematik duyarsızlaştırma, kendini kontrol prosedürleri, gevşeme teknikleri, bilişsel ve bağlamsal terapi yer almaktadır. (Sarason, 1985). Sınav kaygısı yaşayanların yaptığı en büyük yanlış, tedavi süreci ertelemek, kendiliğinden geçmesini beklemek ya da sınava kısa bir süre kala yardım istemektir. Yüksek düzeyde sınav kaygınız varsa hiç beklemeden bir psikiyatrist yada psikoloğa başvurun. EMDR Dr. Francine Shapiro tarafından 1987 yılında bulunan Türkçe’si Göz Hareketleri İle Duyarsızlaştırma ve Yeniden İşleme adı verilen bir yöntemdir. Bu yönteme göre olumsuz duygu, düşünce, davranış ve rahatsızlıkların arkasında işlenmemiş anılar yatar. Travmatik ya da çok rahatsız edici olaylar yaşandığında kişi bilgiyi sağlıklı bir şekilde işlenemeyebilir. Duygular, düşünceler, sesler, görüntüler ve beden tepkileri olayın yaşandığı haliyle depolanır. Dolayısıyla olaydan sonra yaşanılan bazı durumlar bu işlenmemiş anıyı tetiklerse, kişi anının tamamını ya da bir kısmını yaşıyor gibi tepki verebilir. EMDR özellikle sınav kaygısında, yaşanmış olan olumsuz anıların beyinde işlenmesini sağlayarak kişinin verdiği bedensel tepkilerin ve sınava dair olumsuz inançların hızlıca yok olmasını sağlamaktadır. EMDR işleyişi şu şekildedir : psikoterapist, siz onun bir parmağını veya bir ışığı takip ederken sınav esnasında veya baskı altındayken sizi etkileyen travma veya endişelerinizi düşündüğünüzde size yol gösterir ve bu olumsuz anıların beyinde yeniden işlemlenmesini sağlar. Psikiyatrist kaygının düzeyine göre EMDR terapisinin yanında ilaç da önerebilir. EMDR, endişenin duygusal yükünü azaltmak için ikili dikkat uyaranını kullanmaktadır. Terapi kişinin, bir sınava bir dahaki sefere gerekli bilgilere erişmelerine izin verecek şekilde kaygısı azalmış biçimde katılmasına yardımcı olur. EMDR, önceki olumsuz deneyimlere, anılara veya olaylara dayanan kaygıyı azaltma amaçlı çalışır. Sınavdan başarılı bir sonuç alabilmek için mevcut anksiyete düzeyinin, kişiyi daha önce yaşadığı olumsuz çağrışımlardan kurtarmaya çalışarak azaltmayı amaçlamaktadır. EMDR terapisi bu psikoterapi yöntemi konusunda yeterli bilgi ve beceriye sahip psikiyatristler veya psikologlar tarafından uygulanmalıdır. Referanslar Armstrong, M. S., & Vaughan, K. (1996). An orienting response model of eye movement desensitization. Journal of Behavior Therapy and Experimental Psychiatry, 27(1), 21-32. Sarason, B. R., Sarason, I. G., Hacker, T. A., & Basham, R. B. (1985). Concomitants of social support: Social skills, physical attractiveness, and gender. Journal of Personality and Social Psychology, 49(2), 469. Benor,D. J., Ledger, K., Toussaint, L., Hett, G., & Zaccaro, D. (2009). Pilot study of emotional freedom techniques, wholistic hybrid derived from eye movement desensitization and reprocessing and emotional freedom technique, and cognitive behavioral therapy for treatment of test anxiety in university students. Explore: The Journal of Science and Healing, 5(6), 338-340. Neuderth, S., Jabs, B., & Schmidtke, A. (2009). Strategies for reducing test anxiety and optimizing exam preparation in German university students: a prevention-oriented pilot project of the University of Würzburg. Journal of Neural Transmission, 116(6), 785-790.

  • Madde ve Alkol Bağımlılığı için Yeni Popüler Yöntem : EMDR Psikoterapisi

    Olumlu ya da olumsuz yaşam deneyimleri; düşüncelerimiz, inançlarımız ve davranışlarımız üzerinde önemli bir etkiye sahiptir. İstismar, ihmal, şiddet veya duygusal sıkıntı gibi olumsuz yaşam deneyimleri, akıl hastalığı veya bağımlılık gibi yaşamın ilerleyen dönemlerinde ciddi sonuçlara yol açabilmektedir. Bu sorunlarla mücadele eden kişilerin psikiyatrist yada psikologlara başvurmasını ve etkili bir psikoterapi yardımı alarak yaşamlarına daha güçlü devam etmesi için bir adım atmasını öneriyoruz. Son yıllarda gelişen psikiyatri ilaçları da tedavinin hızlı sonuç vermesine yardımcı olacaktır. Bağımlılık oldukça geniş̧ bir kavram olmasına karşın genel tanımı ile bir nesneye, kişiye, yada bir varlığa duyulan önlenemez istektir. Diğer bir ifadeyle başka bir iradenin veya güdünün altına girme durumu olarak tanımlanabilmektedir. En sık karşılaşan ve birey ile ailesine en çok zarar veren bağımlılık örnekleri uyuşturucu madde ve alkol bağımlılığıdır. Madde kullanımı ve bağımlılığının tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de giderek artan bir sorun olduğu bilinmektedir. Madde ve alkol bağımlılığı genellikle kaygıyı azaltmak amacıyla geliştirilen bir savunma mekanizması olarak ortaya çıkmaktadır. Özellikle çocukluk ve yetişkinlik döneminde yaşanan travmalar bağımlılık yapıcı madde kullanımını kolaylaştırmakta ve yasamla ancak bu yolla basa çıkabileceği düşüncesini bireye vermektedir (Ögel, 2001: 101). Sorunların çözümü için kullanılan madde, kişiyi uygun düşünme, duyma ve davranmadan uzaklaştırır. Maddenin yaşama biçimi olması ve bireyin kendini çözümsüz hissetmeye başlaması, kullanımını artırır. Bir süre sonra madde kullanma, sorunlarla “başa çıkma” mekanizması olarak algılanır (Sağkal, 2005). EMDR ve Bağımlılık Tedavisi Bağımlılık tedavisinin içinde yoksunluk gibi belirtiler yer aldığı ve madde kullanımının tekrar etme oranları yüksek olduğu için zor olduğu düşünülmektedir. Bu yanlış bir düşüncedir. Tedavinin başarılı olmasını etkileyen en önemli faktör kişinin istekli ve kararlı olmasıdır. Aynı zamanda ailenin desteğinin sürece etkisi de büyük önem taşımaktadır. Son dönemlerde EMDR psikoterapisine olan ilginin artması akıllara EMDR’nin etkisinin bağımlılık üzerinde etkili olup olmayacağı sorusunu getirmiştir. Travmalar, bağımlı olmada merkezi bir rol oynadığı için EMDR psikoterapisinin bağımlılık tedavisinde etkili olabileceği düşünülmektedir. Yapılan çalışmalar, bağımlılık sorunu yaşayan kişilerin çoğunun travma kurbanları olduğunu göstermektedir. Bu da bize, bağımlılığın ve travmanın bir şekilde bağlantılı olduğunu düşündürmektedir. Bireyler genellikle travmanın acısını unutmak istediği için madde ve alkol kullanımına yönelmektedirler. Bağımlılık erken dönemde yaşanmış bir travmanın doğrudan bir sonucu olarak ortaya çıkabileceği gibi bağımlılık nedeniyle de travma meydana gelmiş olabilmektedir. Her iki durumda da, travmanın ve bağımlılığın birlikte meydana gelen bir olgu olduğunu kabul etmek önemlidir. Bağımlılıkta EMDR psikoterapisinin psikiyatrist yada psikologlarca kullanımın ana fikri eğer travma iyileşirse, kullanılan maddeye ihtiyaç olmayacaktır. Bağımlılığın özüne erişerek ve bunu EMDR psikoterapisiyle yeniden işleyerek, maddeye duyulan ihtiyaç azaltılabilir. EMDR psikoterapisiyle kişide gerginlik ve huzursuzluk duygularına yol açan travmatik stres birikimi eritilir, böylece kişinin gerginliği ve huzursuzluğu ortadan kaldırılmış olur. Sonuç olarak, gerginlik ve huzursuzluğu kalmayan kişinin bu olumsuz duygulardan kurtulmaya çalışmasına ve bağımlılık davranışlarına yönelmesine da gerek kalmaz. Travma ve bağımlılığı gidermek için EMDR psikoterapisi kullanırken psikiyatrist ve psikologlar her danışanın durumuna bağlı olarak travmaların kök nedenlerine daha uygun bir şekilde bireyin anlamlandırma süreçlerine ve bağımlılığa olan ihtiyacını azaltmasına yardımcı olurlar. Bugün birçok rehabilitasyon merkezinde EMDR psikoterapisi, bilişsel davranışçı psikoterapi (BDT) tekniklerinin yanında sıklıkla kullanılmaktadır. Danışanın tedavi planına ve tedaviyi sağlayan rehabilitasyon merkezine bağlı olarak, EMDR psikoterapisi hem bireysel hem de grup terapisi şeklinde kullanılabilmektedir EMDR, uyuşturucu ve alkol rehabilitasyonundaki hastalar için bir dizi avantaj sağlamaktadır: · Travma ve TSSB'nin psikolojik sonuçlarının hafifletilmesi · Travma ve TSSB'nin fiziksel belirtilerinin hafifletilmesi · Rahatsız edici anı (lar)dan kaynaklanan sıkıntıların azaltılması veya ortadan kaldırılması · Benlik saygısı ve öz-yeterliliğin arttırılması · Mevcut ve beklenen gelecekteki tetikleyicileri çözümlemesi EMDR ve diğer psikoterapilerin birlikte kullanılmasıyla birey travmatik deneyimlerin üstesinden gelebilir ve olumsuz yaşam deneyimlerinin ve bağımlılığının yıkıcı etkilerinden tamamen kurtulabilir.

  • Panik-Atak

    PANİK ATAK Kalbiniz deli gibi atıyor, nefes alamadığınızı ve hatta ölmekte olduğunuzu ya da deliriyormuş gibi hissediyor musunuz ? Eğer sizde bu gibi sıkıntılar yaşıyorsanız bu durum panik atağı işaret ediyor olabilir. Peki halk arasında da sıklıkla dile getirilen panik atak nedir? Panik atak belirtileri nelerdir? Herhangi bir konuda yüksek oranda anksiyete ve ya korku yaşadıysanız, panik atak geçirme duygusuna aşina olabilirsiniz. Özellikle hızlı bir şekilde kilo veriyor, nefes almakta güçlük çekiyor, kalbiniz çok hızlı atıyor ve hatta ölmekte ya da deliriyormuş gibi hissediyorsanız büyük ihtimalle bir panik atak geçirmişsinizdir. Panik atak tedavi edilmediği takdirde panik bozukluğa dönüşebileceğinden ve yaşam kalitenizi düşürdüğünden diğer birçok soruna yol açabilmektedir. Üzülmeyin panik ataklar da diğer birçok psikolojik rahatsızlık gibi tedavi edilebilir rahatsızlıklardandır. Doğru tedavi ve kendi kendine yardım teknikleri ile panik belirtilerini azaltabilir veya ortadan kaldırabilir, güveninizi yeniden kazanabilir ve hayatınızı kontrol altına alabilirsiniz. Panik atak nedir? Panik atak beklenmedik bir anda gelen ve kişiyi güçsüzleştiren, özellikle şiddetli bir kaygı dalgasıdır. Panik ataklar genellikle herhangi bir uyaran bulunmadan ve hatta kişi aslında kendini rahatlamış hissettiğinde örneğin uyku esnasında bile yani açık bir tetikleme olmaksızın ortaya çıkabilir. Panik atak, tek seferlik olarak başımıza gelebilir, ancak genellikle birçok insan tekrar eden atakları tecrübe etmektedir. Tekrarlayan panik ataklar daha çok bir durum tarafından tetiklenmektedir – sıklıkla kişi daha önce atak geçirdiği için yeniden geçirebileceğinden korkar. Çoğunlukla paniğe neden olan durum, bedeninizin savaş ya da kaç yanıtını tetikleyerek tehlike altında olduğunu ve kaçamadığı şeklinde düşünmesidir. Panik ataklar panik bozukluk, sosyal fobi veya depresyon gibi başka bir psikolojik rahatsızlığın bir parçası olarak da ortaya çıkabilir. Ancak burada önemli olan sebebi ne olursa olsun, panik atakların tedavi edilebilir olduğudur. Panik atak belirtileri ve semptomları nelerdir ? Panik atak belirtileri ve semptomları aniden gelişir ve genellikle 10 dakika içinde zirveye ulaşır. Nadiren bir saatten fazla sürerler, ve çoğu zaman 20-30 dakika içinde sona ererler. Panik ataklar herhangi bir zamanda ve herhangi bir yerde olabilir. Mağazada alışveriş yaparken, sokakta yürürken, arabanızı kullanırken ve hatta evde kanepede otururken bile panik atak geçirebilirsiniz. Panik atak belirtileri genellikle şunlardır: Nefes darlığı veya hiperventilasyon Kalp çarpıntısı Göğüs ağrısı veya göğüste açıklanamayan rahatsızlık Titreme Boğulma hissi Gerçekliğin dışında hissetmek veya çevreden kopmak Terlemek Mide bulantısı Baş dönmesi, Uyuşma veya karıncalanma hissi Sıcak veya soğuk basmaları Ölüm korkusu, kontrolü kaybetmekten veya çıldırmaktan korkmak Pek çok kişi, herhangi bir biyolojik nedenli rahatsızlık veya komplikasyon olmaksızın bir veya iki panik atak yaşadıktan sonra panik bozukluk geliştirmeye devam etmektedirler. Panik bozukluk, tekrarlanan panik ataklarla karakterizedir, davranışta büyük değişiklikler veya daha fazla atak geçirme üzerine kalıcı anksiyete kaynaklıdır. Eğer panik bozukluk yaşıyorsanız büyük ihtimalle : Belirli bir duruma bağlı olmayan, sık sık karşılaşılan ve beklenmeyen panik ataklar yaşıyor, Başka panik atak geçirme konusunda aşırı endişeleniyor, Daha önce panik atak geçirdiğiniz yerlerden ve ya o sırada yaptığınız aktivitelerden kaçınma davranışı gösteriyorsunuzdur. Tek bir panik atak sadece birkaç dakika sürse de, deneyimin etkileri kalıcı bir iz bırakabilir. Panik bozukluğunuz varsa, tekrarlayan panik ataklar duygusal yönden sizi yıpratabilir. Ataklar sırasında hissettiğiniz yoğun kaygı ve olumsuz hafıza, özgüveninizi olumsuz yönde etkileyebilir ve gündelik hayatınızda ciddi aksamalara neden olabilir. Sonuçta aşağıdakiler gelişebilir : Beklenti kaygısı – Yeniden atak geçirilebilme ihtimalinden dolayı rahatsız , endişeli ve gergin hissedersiniz. Bu “korku korkusu” çoğu zaman ortaya çıkar ve son derece rahatsız edicidir. Fobik kaçınma - Belirli durumlardan veya ortamlardan kaçınmaya başlarsınız. Bu kaçınma, kaçınmak istediğiniz durumun önceki panik ataklara neden olduğu inancına dayanabilir. Ya da daha önce panik atak geçirdiyseniz kaçışın zor olabileceği veya yardımın kullanılamayacağı yerlerden uzak durabilirsiniz. Bu durum aşırı olarak görüldüğünde fobik kaçınma agorafobiye dönüşür. Panik atak ve panik bozukluk nedenleri nelerdir ? Panik atakların ve panik bozukluğun kesin nedenleri net olmamakla birlikte, panik atak geçirme eğilimi genellikle birçok psikolojik rahatsızlıkla olduğu gibi aile yatkınlığı ve yetiştirme şekli kaynaklı olabilmektedir. Ayrıca okuldan mezun olma, işyerine girme, evlenme ya da bebek sahibi olma gibi önemli yaşam geçişleri ile de bir bağlantısı olduğu görülmektedir. Sevilen birinden boşanma, işten ayrılma, sevilen birinin ölümü gibi şiddetli stres, panik atakları tetikleyebilir. Panik ataklar ayrıca tıbbi durumlar ve diğer fiziksel nedenlerden de kaynaklanabilir. Panik belirtilerinden şikayetçiyseniz, aşağıdaki olasılıkları göz önünde bulundurmak için bir doktora görünmek önemlidir: Mitral kapak prolapsusu, kalbin valflerinden biri doğru kapanmadığında oluşan küçük bir kalp problemidir. Hipertiroidizm (aşırı aktif tiroid bezi) Hipoglisemi (düşük kan şekeri) Uyarıcı kullanımı (amfetaminler, kokain, kafein) Ilaç yoksunluğu Panik ataklar için kendi kendinize yardımcı olacak ipuçları: Kendinizi ne kadar güçsüz ya da kontrolden çıkmış hissederseniz hissedin, panik ataklarınız hakkında kendinize yardımcı olmak için yapabileceğiniz pek çok şey olduğunu bilmek önemlidir. Aşağıda belirttiğimiz kendi kendine yardım teknikleri ile kendiniz de panik atakların üstesinden gelebilirsiniz ; Panik ve anksiyete hakkında bilgi edinin : Sadece panik hakkında daha fazla şey bilmek bile sıkıntınızı gidermek etkili bir yol olabilir. Panik atak sırasında yaşanan kaygının ne anlama geldiğini, panik bozukluğun ne olduğunu ve savaş ya da kaç tepkisinin ne olduğunu okuyun. Böylelikle aslında panik atak sırasında hissettiğiniz hisleri ve bu hislerin normal olduğunu ve çıldırmayacağınızı öğreneceksiniz. Sigara, alkol ve kafeinden kaçının : Bunlar, hassas olan insanlarda panik atakları tetikleyebilmektedir. Sigara alışkanlığını bırakmak için yardıma ihtiyacınız varsa lütfen bu yardımı istemekten çekinmeyin Ayrıca, diyet hapları gibi uyarıcı maddeler içeren ilaçlara dikkat edin. Solunumunuzu nasıl kontrol edeceğinizi öğrenin : Hiperventilasyon, panik atak sırasında ortaya çıkan göğüs kafesinde sıkışma ve sersemlik gibi hisler meydana getirmektedir. Öte yandan derin nefes alma teknikleri ile bu panik belirtilerini hafifletebilirsiniz. Nefesinizi kontrol etmeyi öğrenerek, endişeli hissetmeye başladığınızda kendinizi sakinleştirebilirsiniz. Eğer nefesinizi nasıl kontrol edeceğinizi biliyorsanız, başa çıkabildiğinizi bildiğiniz için korkma hisleri yaratma olasılığınız da azalmaktadır. Pratik rahatlama teknikleri kullanın : Düzenli olarak uygulandığında, yoga, meditasyon ve progresif kas gevşetme gibi aktiviteler vücudun gevşemesini güçlendirir. Aynı zamanda kaygı ve panikle ilgili stresi de azaltmaya yardımcı olabilmektedir. Bu gevşeme uygulamaları sadece rahatlama sağlamakla kalmaz, aynı zamanda mutluluk ve rahatlama hislerini de artırmaktadır. Aile ve arkadaşlar ile yüz yüze bağlantı kurun : Anksiyete belirtileri kendinizi izole hissettiğinizde daha da kötüleşebilir, bu yüzden düzenli olarak sizi önemseyen insanlarla görüşmek ve iletişim halinde olmak önemlidir. Eğer etrafınızda kimsenin olmadığını düşünüyorsanız, yeni insanlarla tanışmanın yollarını araştırmak ve destekleyici arkadaşlıklar kurmak etkili olacaktır. Düzenli egzersiz yapın : Egzersiz yapmak , doğal bir rahatlatıcıdır, bu nedenle çoğu zaman günde en az 30 dakika harekete geçmeye çalışın (üç adet 10 dakikalık seans da aynı derecede etkilidir). Yürümek, koşmak, yüzmek ya da dans etmek gibi kollarınızı ve bacaklarınızı hareket ettirmeyi gerektiren ritmik aerobik egzersizler özellikle etkili olabilmektedir. Yeterince dinlenin : Yetersiz ve kalitesiz bir uyku kaygıyı daha da kötüleştirebilir, bu nedenle gece yedi ila dokuz saat dinlendirici bir uyku almak önemlidir. Panik atak geçiren birine nasıl yardım edilir ? Panik atak geçiren bir arkadaşını ya da sevdiğinizi görmek korkutucu olabilir. Nefes almaları anormal derecede hızlı olabilir, baş dönmesi veya titreme, terleme, mide bulantısı yaşayıp kalp krizi geçirdiklerini düşünebilirler. Bir duruma paniğe kapılmış kişinin tepkisinin ne kadar mantıksız olduğunu düşünseniz da, karşı taraf için çok gerçek olduğunu hatırlamak önemlidir. Sadece korkularını en aza indirmelerine yardımcı olmaya çalışın Kendinizi sakinleştirin : Sakin kalmak, anlamaya çalışmak ve yargısız olmak sevdiklerinizin paniğe kapılmasını azaltmakta yardımcı olacaktır. Atak geçiren kişinin nefeslerine odaklanın : Arkadaşınızın oturması için sessiz bir yer bulun ve birkaç dakikalığına yavaş, derin nefes aldırmak için onları yönlendirin. Fiziksel olarak da kişiye yardımcı olun : Birlikte kollarınızı kaldırın, indirin ya da ayaklarınızı oynatın bu kişinin o anlık stresini azaltmaya yardımcı olabilir. Arkadaşınızdan yaşadığı olayın dışına çıkarak çevredeki, beş şeyi adlandırmasını isteyin ya da paylaşılan bir ilgi hakkında konuşun. Sevdiklerinizi yardım istemek için cesaretlendirin : Panik atak bittiğinde, kişiye aslında doğru tedavi ve yardımla bu sıkıntılarından kurtulabileceğini anlatın. Onların endişeleri için çözüm bulmalarına yardımcı olmaya çalışın Panik atak ve panik bozukluk tedavisi nasıldır ? Panik atak, panik bozukluk ve agorafobi ile mücadelede en etkili profesyonel tedavi şekli terapidir. Kısa bir tedavi süreci bile hastalara yardımcı olabilmektedir. Bilişsel davranışçı terapi, maruz kalma terapisi, EMDR gibi tedavi yöntemleri panik atak ve panik bozukluk üzerinde etkinliği kanıtlanmış terapi yöntemlerindendir. Terapilerde, terapist panik ataklarınızı sürdüren veya tetikleyen düşünce kalıpları ve davranışlarına odaklanır ve korkularınıza daha gerçekçi bir bakış açısı ile bakmanıza yardımcı olur. Amaç , gerçekten felaket bir şey olmayacağını öğrendiğinizde panik deneyimin daha az korkunç hale gelmesini sağlamaktır. Panik atak tedavisinde bir diğer etkili yöntem de ilaç tedavisidir. İlaç, panik bozukluğun bazı semptomlarını geçici olarak kontrol etmek veya azaltmak için kullanılabilir. Bununla birlikte, sorunu tamamen tedavi etmediği veya çözmediği unutulmamalıdır. İlaç ciddi vakalarda yararlı olabilir, ancak takip edilen tek tedavi olmamalıdır. Tedavi, panik bozukluğun altında yatan nedenleri ele alan ilaç ve yaşam tarzı değişiklikleri gibi diğer tedavilerle kombine edildiğinde en etkilidir. EMDR ve panik atak EMDR, travma sonrası stres bozukluğu (TSSB) ile ilişkili semptomların üstesinden gelmek için kullanılmasına rağmen fobiler ve panik bozukluk dahil olmak üzere diğer duygudurum ve anksiyete bozukluklarını etkili bir şekilde tedavi ettiği kanıtlanmış bilimsel bir tedavi yöntemidir. EMDR, belirli durumlar ve semptomlar arasında herhangi bir ilişkiyi kurarak kişinin kaygısını kontrol edebileceği seviyeye getirmeyi amaçlamaktadır. EMDR ile panik bozukluğu olan bir kişi panik ataklarla ilgili endişe verici anksiyeteyi yönetebilir. Örneğin, araba kullanmak sık sık endişe ve panik ataklara yol açıyorsa, EMDR sürüş sırasında kişinin sakin kalmasına ve yolda daha güvenli hissetmesine yardımcı olabilir. EMDR, rahatsız edici senaryolar hayal ederken dikkatinizi daha olumlu düşüncelere göz hareketleri ile yönlendirmeye çalışarak kaygıyı azaltmaya yardımcı olur.

  • Google Places
  • Instagram
  • Facebook
  • LinkedIn

©2022 DrSistem

bottom of page