top of page

Arama Sonuçları

Boş arama ile 1063 sonuç bulundu

  • Gebelere Yaz Önerileri

    Gebelikte vücutta salınan bazı hormonlar, güneş ışınlarına karşı cildin duyarlılığını artırmakta ve özellikle yüz, karın ve memelerde kahverengi lekelerin oluşmasına neden olabilmektedir. Bu nedenle gebeler, yaz aylarında geniş kenarlı şapkalar, güneş gözlükleri takmalı, güneş ışınlarını yansıtan açık renkli kıyafetler giymeli ve özellikle 11.00-15.00 saatleri arasında zorunlu olmadıkça dışarı çıkmamalıdır. Güneşlenmek için sabah erken ve öğleden sonra saatleri tercih edilmeli. Yüksek koruma faktörlü güneş koruyucu kremler kullanılması gebeler ve çocuklar için oldukça önemlidir. Yaz aylarında terleme ile kaybedilen su ve minerallerin yerine konulması için bol miktarda su ve sıvı gıdalar tüketilmelidir. Günde en az 2,5-3 litre sıvı alınmalı ve ağır, yağlı yemekler yerine meyve ve sebzeler tercih edilmelidir. Su, taze sıkılmış meyve suları, süt ve süt ürünleri sıvı ihtiyacının karşılanmasında idealdir. Hazır meyve suları, asitli içecekler ve kola, raf ömrünü uzatmak için eklenen çeşitli kimyasal maddeler nedeniyle gelişmekte olan bebeğe zarar verebileceğinden önerilmez. Açık yerlerde satılan ve temiz izlenimi vermeyen gıdaların tüketilmemesi, meyve ve sebzelerin bol su ile yıkanmadan yenmemesi, dışardan alınan hazır gıdalar ve yemekler yerine evde hazırlanan taze yiyeceklerin tercih edilmesi, gebelikte oluşabilecek hastalıkların önlenmesinde önemli yer tutar. Temizliğinden emin olunmayan sulara girilmemeli. Çok fazla kişinin kullandığı havuzlar yerine denizi tercih edilmeli. Vücudu fazla sıkmayan gebeler için tasarlanmış mayoları kullanmak, boy hizasını geçmeyecek derinliklerde yüzmek ve olası bir kramp durumunda yardım alabilmek için suya tek başına girmemeye özen gösterilmesi gerekir. Vücudun kıvrımlı bölgelerinin kuru tutulması, gün içerisinde sık sık ılık duş yapılması, sentetik olmayan pamuklu iç çamaşırlarının kullanılması ve ıslak mayoyla uzun süre kalınmaması gerekir. Özellikle vajinada yaşayan faydalı bakterileri yok edeceği için şampuan, parfüm, sabun gibi kimyasal maddeler genital bölgede kullanılmamalı, sadece ılık su ile vajinal hijyen sağlanmalıdır. Vajenin hava almasını engellediği ve alerjik reaksiyonlara neden olarak enfeksiyona zemin hazırladığından günlük ped kullanımı önerilmez. Gebelikte vajinal enfeksiyonlar, erken doğuma yol açabileceği için renkli ve kötü kokulu akıntı, kaşıntı, idrar yaparken yanma gibi şikayetlerin varlığında hemen hekime başvurulmalıdır.. Özellikle gebeliğin son döneminde uzun saatler boyunca hareketsiz kalmaktan dolayı ayak ve bacaklarda ödem, ağrı, kramp ve hatta damar içi pıhtı oluşma riski artmaktadır. Bu nedenle seyahat boyunca 2-3 saatte bir mümkünse mola verip, kısa yürüyüşler yapmak ve ayakları hareket ettirmek önerilir. Normal devam eden risksiz gebeliklerde uçak yolculukları da güvenlidir. Gün boyunca bol miktarda sıvı tüketin. Güneş ışınlarından korunun. Aşırı kalorili ve yağlı gıdalar yerine daha hafif ve sindirimi kolay olan, taze, evde hazırlanmış yiyecekleri tercih edin. Reflü ve mide yanmalarını önlemek için yatmadan 1-2 saat önce yemek yemeyi kesin. Gün içerisinde ve yatmadan önce alınan ılık duş, özellikle gebeliğin son dönemlerinde ortaya çıkan uykusuzluk, sıcak basması, huzursuzluk gibi şikayetleri önler, sizi hem fiziksel hem de psikolojik olarak rahatlatır. Gebeliğin ilk aylarından itibaren düzenli olarak yapılan hafif egzersizler (yürüyüş, yüzme, aerobik ve pilates gibi) vücudunuzda hızlı kilo alımı nedeni ile oluşan bel, kalça ve bacak ağrılarınızı önler.

  • Organların eksik gelişmesi veya hiç gelişmemesi

    Organ : Tek bir bireyden çeşitli yollarla yeni yavruların oluşturulmasına eşeysiz üreme denir. Oluşan bireyler birbirleriyle ve ana canlı ile aynı kalıtsal özellik taşır.Eşeysiz üremeyi sağlayan temel olay Mitoz bölünmedir. EŞEYSİZ ÜREME ŞEKİLLERİ: 1-) Bölünerek çoğalma :Bakterilerde,mavi yeşil alglerde ve bütün ökaryotik tek hücrelilerde (Protista) görülür.Bölünme mitoz veya amitoz ile gerçekleştirilir.Eninne veya boyuna gerçekleşir.En hızlı üreme biçimidir.Paremecium enine öglena boyuna bölünür. 2-) Tomurçuklanma : Maya mantarlarında(Bira mayalarında),Hidrada ve bazı çiçeksiz bitkilerde (ciğer otları) görülür.Ana canlıda oluşan bir çıkıntıdan yeni bir bireyin meydana ngelmesidir. 3-)Sporla üreme : Tek hücrelilerden plazmodyumda ,mantarlarda ve çiçeksiz bitkilerin tamamında gerçekleşir. Kara yosunları ve eğreltilerde sporlar,(2n) kromozumlu ana canlıdan mayoz ürünü olarak oluşurlar.Bu canlılardaki üreme hücrelerine Spor denir. 4-)Vejetatif Üreme : Ana canlıdan düzenli veya düzensiz olarak ayrılan parçalar eksik kısımlarını tamamlayarak yeni bireyler meydana getirirler. a-)Rejenarasyon : Eksik kısımların yenilenmesi anlamına gelir.Ayrıca kopan bir parçadan yeni bireylerde meydana gelebilir. Planarya, Deniz yıldızı,Toprak solucanında görülür.(Kertenkelenin kopan kuyruğunun yenilenmesi,İnsanda dil ve karaciğer gibi organlar eksik kısımların çoğunu tamamlarlar.) Kuşlar ve memelilerde ançak yaralar kapanabilmektedir. b-)Çelikle üreme : Çiçekli bitkilerin kopan ve eksilen dalları uygun ortam bulunca kök ve yaprak oluşturarak yeni bitkiyi meydana getirir.Kavak,söğüt,çekirdeksiz üzüm,soğanların(rizomlu) küçük kök’le üremesi ,çileklerin sürünücü gövde ile çoğalması. EŞEYLİ ÜREME VE ÇEŞİTLERİ Erkek ve dişi üreme hücrelerinin birleştirilmesi ile yeni bir canlının oluşturulmasına Eşeyli üreme , üreme hücrelerine de gamet denir. Eşeyli üremenin çeşitleri : A-) İzogami : Şekil ve yapı olarak aynı büyüklükteki gametlerin birleşmesi ile gerçekleşir.Hem erkek hem dişi bireyin gameti kamçılıdır.Gametler aynı bireyden veya farklı bireyden oluşabilir. B-) Heterogami : Şekil ve büyüklük bakımından farklı olan gametlerin birleşmesi ile meydana gelir.Yumurta ve spermin büyüklük farkı fazla değilse buna Anizogami ,yumurta vespermin büyüklük farkı çoksa buna Oogami denir. Örnek : Memeliler. C-)Konjugasyon : Kalıtsal yapısı farklı iki hücrenin stoplazmi köprü ile kalıtsal madde alış verişidir.Konjugasyon düzenli bir eşeyli üreme biçimi değildir.Gerçek anlamda gamet oluşumu ve döllenme yoktur.Ançak paramecium ve su yosunlarında çekirdek birleşmesi ( Döllenme) ve mayoz gerçekleşir. Bakteriler ve bazı algler dede gözlenir. D-) Metagenez (Döl almaşı ) : Bazı canlıların hayat devrinde hem eşeyli hem de eşeysiz üreme beraber görülür.Buna metagenez denir. Örnek : Plazmodyumda , deniz anasında , Çiçeksiz bitkilerin temel üreme şeklidir. Plazmodyumun sporları sivrisinek ısırınca insana bulaşır.İnsanın kan hücrelerinde (Alyuvar) çoğalan sporlar alyuvarları patlatarak sıtmaya neden olur.Plazmodyumun eşeysiz üremesi insanda,eşeyli üremesi sineğin vücüdunda gerçekleşir. E-)Hermafroditlik : Omurgasız hayvanların büyük kısmında ve bitkilerin çoğunda bireyler hem dişi hem erkek organı bulundururlar,böyle hayvanlara hermafrodit ,böyle bitkilere erselik denir. Sadece bazı bitkiler de ve yassı kurtlarda ( Tenyalar) bir birey kendi kendini dölleyerek tek başına üremeyi başarabilir.Toprak solucanı hermafroditdir ançak kendi kendini dölleyemez. F-) Pertanogenez : Bal arılarında,eşek arılarında,karınca,bazı çekirge ve kelebeklerde görülür. Partenogenezin esası yumurtanın döllenme olmadan gelişerek tam teşekküllü yeni bir bireyin meydana gelmesidir. Soru : Arılarda,oogenez sırasında gerçekleşen bir nokta mutasyonla ortaya çıkan çekinik bir gene dayalı yeni bir özellik,ilk dölde aşağıdaki bireylerin hangilerinde ortaya çıkar. a)Kraliçe ve erkek arılarda b)Kraliçe ve işçi arılarda c)Yalnız kraliçe arılarda d)Yalnız işçi arılarda e) Yalnız erkek arılarda

  • İDRAR KAÇIRMA PROBLEMLERİ

    Kadınlarda İdrar Kaçırma Sorunları : Kadınlarda idrar tutamama durumu nasıl oluşur? İdrar kaçırma hastalık mıdır? Özellikle ileri yaşlarda ortaya çıkan ‘idrar kaçırma’ sorunu kadınların sosyal hayatlarını olumsuz etkiler. Öksürürken, hapşırırken, hatta gülerken idrar kaçıran kadınlar psikolojik sorunlar yaşamaktadır.İdrar kesesi, böbrekler tarafından üretilen idrarın biriktiği ve tuvalete gidilmesi uygun olan bir zamana kadar saklandığı bir organdır. Menopozda idrar kaçırma sorunu bu dönemin en rahatsız edici sorunlarındandır. Bu sorun, günlük işleri yaparken, güler­ken, öksürürken, yürürken, egzersiz yaparken, oturur veya yatar durumdan ayağı kalkarken idrar kaçırma şeklinde görülebilir. Diğer bir idrar kaçırma tipi de, tuvalete yetişememe şeklindedir. Hangi durumlarda görülür? İdrar kaçırma sorunu; aşırı ve zor doğum yapmış, daha önce cerrahi işlem görmüş, menopoz döneminde bel fıtığı gibi omurilik sorunları yaşayan her 10 ka­dından 8′inde görülür. İdrar kaçırmanın asıl nedeni, leğen ke­miğinin tabanında yerleşmiş kasların ya da mesane boşalmasını kontrol eden kasların zayıflamasıdır. Kısaca tedavi seçenekleri üzerinde duralım: İlaç tedavisi, davranış ve kas tedavisi, cerrahi müdahale başlıca tedavi seçe­nekleridir. Günümüzde daha az keşi ile yapılan bazı operasyon teknik­leri ile idrar kaçırma sorunları kolaylıkla çözülebilir. Ortalama 30-40 dakika süren bu operasyonlar, lokal ya da spinal, yani bel bölgesine şırınga ile verilen anestezi ile yapılır, hastanın şuuru açıktır, ancak herhangi bir veya ağrı duymaz. Hasta, aynı gün ya da ertesi gün taburcu edilir. Operasyon sonrasında ağrı, kanama, kaşıntı, kabızlık ya da oturamama gibi sorunlar ortaya çıkmaz. Uzun süreli hasta takip sonuçlan, yüzde 100′e varacak şekilde başarılıdır. İdrar Kaçırma Sorunları Nasıl Oluşur? İdrar kaçırma sorunları, çoğunlukla orta yaşta görülen bu sorun, bazen zor doğum yapmış vajinada yırtıklar olmuş, pelvis tabanı yırtılmış genç kadınlarda da görülebilir. Hafif, orta ve şiddetli olarak üç şekilde görülebilir. Hafif İdrar Kaçırma; Öksürme, hapşırma, gülme ve ıkınma gibi karın içi basıncının arttığı durumlarda görülür. Orta derecede merdiven çıkma, yürüme ve ayağa kalkma gibi durumlarda ortaya çıkabilir. İleri derecede ise seyrek de olsa ayaktayken bile eforsuz idrar kaçırma vardır. Şikayetin derecesine göre tedavi planlanır. Örneğin, hafif idrar kaçırma vakalarında önce mesane ve pelvis tabanı egzersizleri ile adalelerin ve sfinkterin güçlendirilmesine çalışılır. Vajina duvarının ön ve arkada ileri derecede sarkmış olması, beraberinde rahimin de sarkmasına sebep olmuşsa ameliyat kaçınılmazdır. Ameliyat vajinal yoldan yapılabildiği gibi abdomiral yoldan (karından) da yapılabilir. Menopozdan sonra başlangıçta hafif olan idrar kaçırma şikayetleri ostrojen hormonunun azalmasıyla birlikte gittikçe artar. Bu tür hastalarda tedaviye ostrojen hormonunu da ilave etmek gerekebilir. kadinlarda-idrar-kacirma-kabusu-bİdrar kaçırma bir sağlık sorunu olduğu gibi sosyal yaşamı kısıtlayan bir sorundur. Aynı zamanda sürekli ped kullanmak, beklenmedik anda meydana gelen ıslaklıktan utanmak ve idrar kokusu kadınları sosyal ve psikolojik açıdan da zor duruma sokar. Sürekli kullanılan pedler, tahrişe neden olup pişikler oluşmasına yol açar. Ped kullanma zorunluluğu kıyafet seçmekte sorun yaratabilir. İdrar kaçırma korkusu cinsel hayatı etkileyebilir. İster vajinal yolla olsun, ister batından yapılsın idrar kaçırma ameliyatlarının yüzde 30 kadar nüks veya başarısızlıkla sonuçlanma ihtimali vardır. Genellikle bu tür şikayetlerin oluşmasında vajinal yolla yapılan doğumlar nedeniyle pelvis tabanının esnekliğini keybetmesi sebep olarak gösterilmekteydi. Fakat yapılan araştırmalar, sezeryanla doğum yapanlarda da yaşlılıkta, perine tabanının gevşemesi ve idrar tutamama şikayetlerinin olduğunu göstermiştir. Koruyucu olarak genç yaşlardan itibaren düzenli olarak egzersiz yapmak ve pelvis tabanını güçlendirmek ve gerekirse yaşlılıkta östrojen kullanmak genellikle iyi sonuç vermektedir. Kadınlarda idrar kaçırma sanıldığından daha fazladır. Fakat genellikle yaşlılar utandıkları için bu sorunu yakınlarından gizlerler ve meseleyi kendi kendilerine halletmeye çalışırlar. Gençlerde ise hafif idrar kaçırma çok sık olmadığı takdirde üzerinde durulması gerekmeyen ve doktora gitmeye lüzum görülmeyen bir sorun olarak algılanır. Halbuki, baştan itibaren alınacak önlemlerle yaşlılıkta sorunun daha da büyümesi önlenmiş olacaktır. Başlangıçta ufak bir operasyonla düzeltilebilecek olan durum, daha sonra daha büyük bir operasyonla rahim alınmasına kadar varan durumlara yol açabilir. Vajinal yoldan yapılan ameliyatlar bir sağlık sorununa çözüm getirirken aynı zamanda doğumlarla oluşan yırtıklar ve şekil bozukluklarını da düzelterek estetik bir çözümü de beraberinde getirmektedir. Bu şekilde doğumlar, zorlanmalar ve doku esnekliğinin kaybolması sebebiyle oluşan şekil bozuklukları da aynı operasyonla düzeltilebilmektedir. STRES İNKONTİNENS VE SEBEPLERİ : Burada kullanılan stres kelimesi ruhsal bir durumu değil fiziksel zorlanmayı ifade etmektedir.Olağan günlük aktivitelerle idrar kaçırma meydana gelir.Bu aktiviteler :Pazar filesi kaldırma,öksürme,gülme veya otururken ayağa kalkma veya merdiven çıkma gibi aktivitelerdir.İdrar sızıntısı kısa süreliğine ve birkaç damla olarak ortaya çıkabilir. Bu tür hastalarda pelvik döşeme kaslarında zafiyet mevcuttur.Bu kaslar mesane boynunu ve uretrayı desteklerler.Hamilelik,doğum ve geçirilen ameliyatlar sonucu bu yapılar gevşeyebilir. Destek yapının gevşemesi sonucu mesane boynu ve uretra fiziksel zorlanmayla aşağı doğru kayar.Bu durum mesane boynu ve uretrada açılmaya ve idrar kaçırmaya sebep olur.Bu anatomik bozukluğa tıp dilinde uretral hipermobilite denmektedir.Kadınlarda idrar kaçırmanın en sık rastlanan sebebidir. Stres inkontinensin diğer bir sebebi uretranın zayıflamış büzgeç kaslarıdır.Uretra iç boşluğu zayıflığa bağlı olarak tam kapanamaz.Bu durum tıp dilinde intrinsik sfinkter yetmezliği (iç büzgeç yetmezliği) olarak adlandırılır. İç büzgeç yetmezliği(İBY) uretral hipermobiliteye göre çok daha nadir görülür.Bazı hastalarda her iki faktör birlikte rol oynar. İdrar kaçırma ile beraber görülebilen diğer bir durum pelvik organ prolapsıdır.Prolaps, yerinden kayarak vücut dışına sarkmayı ifade eden bir kelimedir. Burada idrar kesesinin sarkarak rahim ağzında çıkıntı yapma durumu söz konusudur.Bazen iç kadınlık organlarının bir kısmı mesaneyle birlikte sarkma gösterir.Bu hastalarda rahimde rahatsızlık hissi ve rahim ağzından dışarı balonlaşma yakınması mevcuttur. DİĞER İNKONTİNENS TİPLERİ : Bir çok kadında fiziksel zorlanma ile idrar kaçırma yanında başka belirtiler de mevcuttur.Bu melirtiler başka tür bir inkontinense işaret edebilir.Örneğin acil sıkışma kaçırması (urgency) gözlenebilir.Bu tipte kişi ani ve güçlü idrar sıkışması hisseder ve tuvalete yetişemeden idrar kaçırır. Burada sebep idrar kesesinin aşırı hassas ve aktif olmasıdır.Kişinin isteğinden bağımsız olarak kasılır.Acil sıkışma kaçırması ile stres inkontinensin birlikte ortaya çıktığı olgulardaki duruma karışık tip inkontinens denir.Stres inkontines ameliyatla,acil sıkışma inkontinensi ise ilaçlarla veya başka tip ameliyat dışı yöntemlerle tedavi edilir. Bir diğer kaçırma tipi taşma inkontinensidir. Burada kaçırma sık aralıklarla ortaya çıkan damlama şeklindedir.İdrar akım hızı düşüktür ve idarar kesesi tam boşalmaz. Bu tip kaçırmada sebep olarak idrar kesesinin kasılma yeteneğini yitirmiş olması karşımıza çıkar.İdrar kesesi kaslarına giden sinirlerde harabiyet sonucu oluşabilir. İDRAR KAÇIRMADA TANI YÖNTEMLERİ: Tıbbi geçmişle ilgili ayrıntılı sorgulama tanının ilk basamağıdır.Doğum ve düşükler, geçirilmiş hastalıklar ,kullanılan ilaçlar ve geçirilmiş ameliyatlar kaydedilir. İdrar kaçırmanın günlük yaşantıyı nasıl etkilediği sorgulanır ve bu konuda hastadan içtiği su miktarını,kaçırma zamanı ve miktarını günlük olarak kaydetmesi istenir(kaçırma günlüğü). Tam idrar tahlili ve gerekirse idrar kültürü yapılarak idrar yolu infeksiyonu araştırılır. Fizik muayenede rahim ve makat bölgesi incelenir.Sinirsel yapıların sağlamlığı ve anatomik yapı ortaya konur. Muayenenin önemli amacı idrar kaçırmanın gözlemlenmesidir.Alt idrar yoluna ince bir tüp konarak idrar kesesi belli bir hızda serum verilerek doldurulur.Mesane dolunca tüp çıkarılır.Hastaya fiziksel stres manevrası yaptırılır(öksürme,ıkınma).Bu sırada idrar kaçırma miktarı ve süresi gözlemlenir.Öksürme ardından idrar kaçırmanın uzun süre durdurularak devam etmesi idrar kesesinin istemsiz kasıldığını gösterir(acil sıkışma tipi inkontinens) Bu muayene esnasında mesane içi ve alt idrar yolundaki basınç değişimlerinin özel cihazlarla ölçülmesine ürodinami testi denir. Bu testle hangi durumlarda kaçırma olduğu ve bu esnada mesanede ne cevap oluştuğu ortaya konur. Tanısal testler sonucu uretral hipermobilite ve intrinsik sfinkter yetmezliğinin ne oranda kaçırmadan sorumlu olduğu anlaşılır.Bu bilgi cerrahi yöntemin seçiminde önem taşır. Ayrıca acil sıkışma tipi kaçırmanın olup olmadığı ve varsa uygulanacak ek tedavi yöntemleri belirlenir. İDRAR KAÇIRMADA CERRAHİ TEDAVİ: Uretral hipermobilite nedeniyle oluşan idrar kaçırmalarını tedavi etmek için birçok cerrahi yöntem geliştirilmiştir.Bu yöntemlerin hepsinde uretra ve mesane boynu gereken şekilde desteklenerek fiziksel zorlanma esnasında idrar kaçırma önlenmeye çalışılır.Bu amaçla kullanılan her yöntemin kendine göre bazı değişik teknik özellikleri vardır. Bu amaçla kullanılan yöntemler üç ana kategoriye ayrılabilir.Bunlar:retropubik suspansiyonlar,transvajinal suspansiyonlar ve sling prosedürleridir.Her kategorinin kendi içinde ufak farklılıklar taşıyan ayrı teknikleri vardır;fakat hepsi temel olarak benzer özelliklere sahiptir. Stres inkontinens tamamen veya kısmen inntrensek sfinkter yetmezliğine bağlı geliştiyse ,sfinkterin normal fonksiyonunu ve uretra çeperininde uygun kapanmayı oluşturmak amaçtır.Bu amaçla kullanılan en etkili teknik askı(sling) tekniğidir.Retropubik suspansiyonlar ve transvaginal suspansiyonlar bu durumda iyi sonuç vermemektedir İntrinsik sfinkter yetmezliğinde bir başka metod kolojen madde injeksiyonudur. Kollojen hayvanlarda kemik ve bağ dokulardan elde edilen bir maddedir. İnjeksiyon amaçlı olarak sığırdan elde edilerek saflaştırılan kollojen kullanılır.Bu madde idrar yolunun iç kısmına ,sfinkterik bölgeye yüzeyel olarak injekte edilir..İç kanalda doku tümseği oluşturulur.Bu tümsek idrar yolu iç çeperinin ,idrar tutarken daha iyi kapanmasın sağlar. Kollojen lokal anestezi altında uygulanır.Uzun dönem yan etkileri bilinmemektedir.Ancak etkinliği zaman geçtikçe azalabilmektedir.İlk tedaviden birkaç yıl sonra tekrar injeksiyon gerekli olmaktadır. Cerrahi yöntem seçilirken hastada hangi faktör veya faktörlerin rol oynadığı tam olarak ortaya konmalıdır.Hastanın kişisel tercihleri ve doktorun tecrübesi de yöntemin seçimine etki edebilir.Tanı esnasında ortaya çıkan ilave hastalıklarda seçilen yöntemi etkiler. Cerrahi yöntemler sadece anatomik sarma zemininde gelişen stres inkontinensi tedavi eder.Birlikte mevcut olabilen acil sıkışma kaçırması durumuna etki etmez.

  • Kordon Kanı Her Derde Deva mı?

    Kordon kanı bankacılığı: biyolojik sigorta (mı)? Kordon kanı (KK), hematopoetik kök hücreler açısından zengindir ve malin ya da kemik iliği yetmezliği ile giden hastalıklarda, genetik geçişli metabolik ve immünolojik hastalıklarda hematopoetik kök hücre fonksiyonlarının yeniden sağlanmasını yardım edebilir. Kordon kanı vericiye hiçbir risk oluşturmadan toplanıp saklanabilir. Son yıllarda aileler doğum öncesinde duygusal reklamlardan etkilenmekte ve yardım istemektedirler. Yenidoğanın kendi kordon kanının kendisine verilmesi olasılığı konusunda kesin rakamlar olmadığından ailelere “biyolojik bir sigorta” olarak KK’nın önerilmesi doğru değildir. Eğer ailede kök hücre nakli gerektiren bir hastalık varsa KK saklanması düşünülebilir. Araştırmaların sürdüğü ve ailelerin kolayca istismar edilebileceği bu konuda toplumun güvenliği ve iyiliği için bir protokol oluşturmak gerekmektedir. Son yıllarda yenidoğan kordon kanının saklanarak ileride çıkabilecek hastalıklarda otolog kemik iliği nakli amacıyla kullanılması konusu ülkemiz ve dünya gündeminde çok fazla tartışılmaktadır. Ülkemizde, hepsi kâr amaçlı kurulmuş olan, bazıları tıp fakültelerince desteklenen birkaç özel kuruluş bu toplama ve saklama işlemini gerçekleştirmektedir. Ancak halen Türkiye’de, Sağlık Bakanlığı bu konuda çalışmalar yaptığını bildirmişse de, belirli bir kordon kanı bankacılığı protokolü yoktur. Özel şirketler kordon kanının saklanması için büyük bir olasılıkla başka ülkelerin protokollerinden yararlanmaktadırlar. Olayın maddi boyutu ise, başlangıçta ortalama 1990-2000, daha sonra da yıllık 100-150 Amerikan dolarıdır. Konuyu medyadan öğrenen ve doğacak bebekleri için “sorumluluklarını” yerine getirme ve ileride olabilecek hastalıklarda onlara tedavi olanağı sunabilme çabası içinde olan ebeveynler açısından olay kolayca sömürüye açık hale gelebilmektedir. Kordon kanı bankacılığı yaptıklarını söyleyen kuruluşlar reklam kampanyaları ise ebeveynlere duygusal sömürü yapmaktadırlar. Sağlık Bakanlığı’nın konuyu ele alması, öncelikle kordon kanı kullanımı endikasyonları, alınma ve saklanma koşulları ve saklanmanın süresi açısından halkı bilgilendirmesi gerekmektedir. İlaveten bu konudaki yasal düzenlemenin de hemen yapılması şarttır. Yasal düzenleme bu konuda çalışan şirketlerin sıkı kontrolünü de içermelidir. Bugüne kadar toplanmış ve saklanmakta olan kordon kanları da sıkı bir denetimden geçmelidir. Olayın bir başka boyutu da hiçbir sosyal güvenlik kurumunun kordon kanı saklanması için gerekli olan ücreti ödemeyeceği,daha doğrusu ‘ödeyemeyeceği’ gerçeğinin bilinmesidir. Kişi bu ücreti kendisinin karşılayacağını bilmelidir. Kemik iliği nakli Birçok genetik, hematolojik ve onkolojik hastalıkta kemik iliği nakli yaşam kurtarıcı olmaktadır. Akrabalardan ya da yabancılardan alınan kemik iliği ile allojenik, ya da hastanın kendisinden alınan ilik ile otolog kemik iliği nakli yapılmaktadır. En iyi verici HLA doku grubu uygun bir kardeştir. Ancak HLA uygun kardeş bulma olasılığı ancak% 25 oranındadır (1). Bu nedenle kemik iliği nakliendikasyonu konulduğunda akraba dışı erişkin vericilerdenkemik iliği nakli gerçekleştirilmektedir. Ülkemizde bu konuda bir veri bankası sistemi henüz yoktur. Amerika Birleşik Devletlerinde 1997 yılında yapılan bir araştırmada, doku grubu uygun vericisi olmayan hastaların % 76’sının kemik iliği veri bankaları aracılığı ile en geç 16 ay içinde HLA-A, HLA-B ve HLA-DR uygun verici bulabildikleri gösterilmiştir (2). Bu hastaların da ilk iki ayda % 5’inden azı ancak verici bulabilmişlerdir. Uygun verici bulunamayan diğer hastalarda başka kaynaklar arayışına gidilmektedir. Kemik iliği nakli 70’li yıllarda başlatılmışken, periferik kök hücrelerin hematopoetik kök hücre kaynağı olabileceği ancak 90’lı yıllarda gündeme gelmiştir. Bu teknikte vericinin kök hücreleri çeşitli sitokinler yardımı ile kemik iliğinden perifere geçmekte ve santrifüj tekniği ile toplanmaktadır. Kordon kanı Yapılan çalışmalar yenidoğan kordon kanında çok miktarda hematopoetik kök hücre olduğunu göstermiştir . (3 , 4 ). İlk olarak 1988 yılında Fanconi aplastik anemili bir hastaya kardeşinin göbek kordon kanı ile kemik iliği nakli başarılıolarak gerçekleştirilmiştir (5). İlk aile dışı kordon kanı nakli ise 1993 yılında gerçekleştirilmiş ve daha sonra çeşitli çocuk genetik ve hematolojik hastalıklarda 3500’ün üzerinde allojenik kordon kanı nakli yapılmıştır (3, 6- 8 ). Bu nakillerin hiç biri otolog değildir. HLA uygun kardeşten alınan kordon kanı nakillerinden sonra 1 yıllık yaşam süresi % 73 iken, akraba dışı nakillerde %29’a kadar düştüğü bildirilmiştir. (7). Kordon kanı nakli genellikle çocuk hastalar için kullanılmışsa da erişkin hastalarda da kullanılmaktadır. (9,10).Ağırlığı 40 kg’ın üzerindeki alıcılarda sonuçlar, daha küçük alıcılardaki kadar iyi değildir. Kordon kanı nakilleri ile kemik iliği nakillerini karşılaştıran kontrollü çalışmalar olmamakla birlikte kemik iliği nakilleri ile karşılaştırıldığındaiyi sonuçlar verdiği gösterilmiştir. (9,10- 14 ). Kordonkanındaki kök hücre sayısını arttırmaya yönelik çalışmalarda vardır. (15-17) Ayrıca bir nakilde birkaç kordon kanı kullanımını destekleyen çalışmalar da mevcuttur. (18 ,19) Kordon kanı nakli kemik iliğinin kötücül hastalıklarında ,immun sistem hastalıklarında, talasemi ve orak hücreli anemi gibi genetik hastalıklarda ya da Hurler sendromunda kullanılmıştır. (10,20,21).Ülkemizde kordon kanı ile nakil Türkiye’de ilk “kordon kanı transplantasyonu” 1995 yılında Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde bir talasemi hastasına uygulanmıştır. Bu olguda daha sonra gelişen “graft” yetmezliği nedeniyle aynı kardeşten bu kez kemik iliği nakli yapılmıştır ve kişi halen sağlıklı olarak yaşamaktadır. Bundan sonra yine Ankara Üniversitesi’nde ‘pediatrik kemik iliği transplantasyon ünitesi’nin açılmasıyla Nisan 1999 ve Kasım 1999 tarihlerinde yine iki talasemi hastasına kordon kanı nakli başarıyla uygulanmıştır. Son olarak 2002 yılında yine bir talasemi hastasına hem kordon kanı hem kemik iliği birlikte nakledilerek hastanın iyileşmesi sağlanmıştır. Talasemide kordon kanı kardeşten alınmaktadır. Ancak bu kardeş bir yaş civarına geldiğinde de kök hücre toplanabilip nakil yapılabildiğinden kordon kanı tek çareymiş gibi gösterilmemelidir. ‘Ankara Üniversitesi kordon bankası’nda saklanan kordon kanlarından, Hacettepe ve Ankara Üniversitelerindeki iki lösemik çocuk hastaya da nakil yapılmıştır. Ancak bu olgularda tedavi, altta yatan hastalıklarından kaynaklanan nedenlerden dolayı yeterli olamamıştır. Kordon kanı nakli kemik iliği naklinin gerekli olduğu bütün durumlarda kullanılabilecek bir kök hücre kaynağıdır. Ancak şirket reklamlarında ’bu sayede gelecekte ihtiyaç duyulması durumunda potansiyel bir tedavi malzemesine sahip olacağınız ve böyle bir fırsat ile ancak bebeğinizin doğumunda karşılaşabileceğiniz ve her zaman yakalanamayacak bir şans olduğunu bilmeniz gerektiği” ifadeleriyle ‘her derde deva’ olarak Tablo I’deki endikasyonlarda kullanılmaktaymış gibi gösterilmektedir. Bu hastalıkların hepsi gerektiğinde kemik iliği naklinin uygulanabildiği hastalıklardır. Bu ilanlarda‘kordon kanı saklanırsa bebeğin ya da ailenin diğer fertlerinin biyolojik sigortasının yapılmış olacağı’ vurgulanmaktadır. Bu gibi reklamlar aileleri olumsuz etkilemektedir. Kordon kanı aldırmış olan aileler “bu şirketler ortadan kaybolursa” ya da “kordon kanı herhangi bir şekilde bozulursa” diye endişelenmekte, kordon kanını saklamayan ailelerde ise “çocuklarıma karşı görevimi yapmadım’ duygusu oluşmaktadır. Dünyada kordon kanı bankacılığı Pek çok ülkede kordon kanı bankacılığı kâr gütmeyen ulusal bankalarda, ya da kâr amaçlı şirketler aracılığı ile başlamış ve olay ailelere çocuklarına ‘gerektiğinde biyolojik bir yedek parça’ olarak gösterilmeye çalışılmıştır.(22)Dünyadaki tüm kordon kanı bankalarında saklanan kordon kanı sayısı yaklaşık 150000’e ulaşmıştır. Kâr amacı olmayankordon kanı bankaları tüm alıcı adaylarına açık ve masrafları çeşitli sosyal güvenlik kuruluşları tarafından karşılanırken, kâr amacı ile kurulmuş özel bankalarda kordon kanının masrafları aileler tarafından ödenmektedir. Halka açık kuruluşlarda kordon kanı saklanması ailede bu gereksinimi yaratan bir hastalığın tıbbi olarak belirlenmesi gibi belli kurallara bağlı iken özel şirketlerde herhangi bir kural yoktur. Her isteyen maddi karşılığını verdikten sonra kordon kanını toplatıp bankada saklatabilmektedir. Kesin tahmin yapmak zordur; ancak kordon kanının alındığı kişiye kullanılma olasılığının 1:1000 ile 1:200000 arasında olduğu tahmin edilmektedir. (22). Kordon kanı kamuya ait bankada toplanıyorsa 10 yıl sonra hala bankada kalma olasılığı %85olarak bildirilmiştir. (1,23). Kemik İliği yetersizliği veya hemoglobin hastalıkları Aplastik anemi Fanconi anemisi Amegakaryositik trombositopeni Doğuştan sitopeniler Fanconi aplastik anemisi Kostmann sendromu Miyelofibrozis Orak hücre anemisi Beta talasemi major Otoimmün hastalıklar Nörolojik hastalıklar Multipl skleroz Miyasteniya gravis Nöropati Amiyotrofik lateral skleroz Guillain-Barré Sendromu Parkinson Felçler Omurilik yaralanmaları Romatolojik Sistemik skleroz Sistemik lupus eritematozus Romatoid artrit Psöriyatik artrit Juvenil idiyopatik artrit Ankilozan spondilit Sjogren sendromu Vaskulit Dermatomiyozit Karışık bağ dokusu hastalığı Kriyoglobulinemi Behçet hastalığı Wegener hastalığı Polikondrit Hematolojik hastalıklar İmmün trombositopeni Otoimmun hemolitik anemi Saf eritrositer aplazi Evan’s sendromu Trombotik trombositopenik purpura İltihabi bağırsak hastalıkları Kanserler Lösemi (akut ve kronik) Lenfoma Nöroblastoma Retinoblastoma Multiple miyeloma Non Hodgkin lenfoma Hodgkin hastalığı Over kanserleri Küçük hücreli akciğer kanseri Testis kanseri Metastatik melanoma Metabolik hastalıklar Gaucher hastalığı Hunter sendromu Batten hastalığı Gaucher hastalığı Hurler sendromu Krabbe hastalığı Langerhans hücreli histiyositoz Lesh-Nyhan sendromu Lökosit adezyon eksikliği Osteopetrozis Tay-Sachs hastalığı Bağışıklık sistemi hastalığı Wiskott-Aldrich sendromu Şiddetli kombine immün yetmezlik Timik displazi Wiskott –Aldrich sendromu X-e bağlı lenfoproliferatif hastalık Araştırma safhasındaki kullanımlar AIDS Alzheimer Kalp hastalıkları Karaciğer hastalıkları Tablo I: Ülkemizde yapılan reklamlarda kök hücrelerin kullanılabileceği iddia edilen hastalıklar *www.babylife.com.tr/, http://www.kordonkanibankasi.com/, www.asg.com.tr vb. Otolog kordon kanı nakli Literatürde otolog kordon kanı sadece iki olguda kullanılmıştır.Bu iki otolog kordon kanı naklinden sadece birisi başarılı olabilmiştir (24). Kordon kanının aile için saklanma endikasyonu sadece aileden birinin kök hücre nakli ile tedavi edilebilecek bir hastalığının olmasıdır. Bunun dışında ailelerin kordon kanını saklamak için kendilerinin yatırım yapması gereksizdir. Ayrıca Tablo I’de sözü edilen hastalıkların pek çoğunun tedavisinde kemik iliği nakli ilk seçenek değildir. İlaveten pek çok genetik hastalıkta hastanın kendi kemik iliğini kendisine vermek anlamsızdır. Bilakis aile dışı sağlıklı kişilerden nakil yapılması gerekir. Genetik hastalığı olan bir kişinin doğacak kardeşinin kordon kanında da aynı hastalığın olması olasılığı yüksektir. Ayrıca akut lösemilerin bir kısmında hastaların kordon kanlarında da lösemide karşılaşılan translokasyonlara rastlanmıştır (25 ).Bütün bu bilgiler ışığında kordon kanı saklanması sanki bir kandırmaca imiş gibi düşünmek de yanlış olur. Kordon kanı ile nakil başka alıcılar için hayat kurtarıcı olabilir. Bu nedenle eğer ailelere kordon kanı saklanmasını öneriyorsanız, bu konudaki her türlü olumlu ve olumsuz durumları da anlatmanız gerekir .(Tablo II).Tablo II: Kordon kanı saklamanın olumlu yönleri (1-4,21-23) Kordon kanı uygun koşullarda ortalama 15 yıl saklandıktan sonra hücre canlılığı %64–92 oranında (ortalama %80)bulunmuştur. (26 ). Ayrıca 30–40 kg’ın üzerindeki hastalarda kordon kanı kullanarak kök hücre nakli uygun bulunmamaktadır. Bu nedenle yaşam sigortası olarak reklamı yapılan bu kanların tüm yaşam için değil, yaşamın ilk 15yılı için uygun olduğu görülmektedir. Yasal boyut Kordon kanı genetik ve biyolojik özellikleri nedeniyle bebeğe ait bir dokudur. Anne bebek adına karar verebilirse de fetus ile ilgili araştırmalarda olduğu gibi kordon kanı toplanmasında hekimin gereksinim belirtmesi ya da kurul kararı gerekebilir. Alındığı kişiye bir zarar vermediği düşünülürse kordon kanı bağışı böbrek ya da başka organ nakillerinden ayrılır. Kemik iliği nakliyle karşılaştırıldığında ise herhangi bir anestezi ya da müdahale olmadığından kabağışı gibi düşünülebilir . (27, 28). Hazırlanacak kanunlarda bu durum göz önünde tutulmalıdır. Ancak doğum sırasında kordon bağlanırken bebeğin tutulduğu yükseklik kordon kanındaki kök hücre sayısını etkilediğinden alıcıya daha faydalı olabilme endişesi ile doğan bebeğe zarar vermeolasılığı teorik de olsa vardır. 27-29 ). Kemik iliği nakillerinde verici genellikle hastanın yakın akrabası olduğundan maddi beklentiler söz konusu değilse de özel kordon kanı bankacılığında maddi tartışmaların ve istismarların gündeme gelmesi de mümkündür. Kordon kanı bankacılığı tartışmaları gündeme gelinceye kadar aslında bir çöp gibi değerlendirilen kordon kanı kullanımında kimin söz sahibi olması gerekliliği de tartışmalıdır. Halka açık bankalarda olduğu gibi kullanırken söz hakkı doktorlarda mı olacaktır; yoksa özel bankalarda olduğu gibi ailelerin mi olacaktır? Bugün kan ve ürünlerinin atıklarında olduğu gibi plasentaların da çöpe atılmasından hastane yönetimi sorumludur. Ancak plasentanın ve kordonun önemli olduğu bu durumda annenin izninin alınması gerekli gibi görünmektedir. Bütün bu sorunlardan başka alınan kordon kanı kişiye ait yani özel bir dokudur. Kordon kanı araştırma için ya da her hangi bir tıbbi uygulama için kullanılacaksa HIV gibi enfeksiyonlar yanında talasemi gibi bazı etnik genetikhastalıklar açısından da incelenmelidir. Bu durumda vericinin gizli olması gereken kimlik bilgileri alıcıya açılabilecektir. Olumlu yönler Kordon kanı kolay bulunur. Her doğum bir kaynaktır.Uygun şekilde uygulanırsa kordon kanı toplamak bebeğe ve anneye zarar vermez. En iyi şartlarda ve altyapısı sağlanmış ülkelerde kemik iliği veri bankasından uygun verici bulmak birkaç ayı bulabilir. Oysa kordonkanı bulmak birkaç günde mümkün olabilir. Graft versus host’ hastalığı olasılığı kemik iliği naklinde olduğundan çok daha seyrektir. Sitomegalovirus enfeksiyonu yenidoğanlarda genel populasyona göre daha seyrek olduğundan erişkin verici ile yapılan kemik iliği nakillerine göre sitomegalovirus enfeksiyonu olasılığı daha azdır. Kordon kanı nakillerinde doku grubu uyumu kemik iliği nakillerine göre daha az önem taşır. Olumsuz yönler Kemik iliği vericilerinin tıbbi geçmişleri vardır. Kemik iliğini ilgilendiren her hangi bir hastalıkları olup olmadığı bellidir. Ancak yenidoğanın gelecekte ne tür hastalıklarının ortaya çıkacağı bilinmez. İyi bir aile öyküsü ile bu riskler azaltılabilir. Erişkin vericilerden tekrar aynı hastaya gerekirse kemik iliği alınabilir. Ancak yenidoğanda böyle bir olasılık yoktur. (27,28,29 ). Aynen DNA veri bankalarında olduğu gibikordon kanı ile ilgili yasalar hazırlanırken bu gizlilik ilkesi de göz önüne alınmalıdır. Diğer bir sorun da kordon kanını toplayan hekim kordon kanı toplayan şirketin bir elemanı mıdır, yoksa değil midir tartışması olacaktır. İşlem sırasında oluşabilecek hatalardan kim sorumlu tutulacaktır? Kordon kanı işlem nedeniylezarar görürse ya da kullanılamaz olursa kim suçlanacaktır? Kordon kanı toplandıktan sonra gerekli bakımın veya uzun vadede ‘yaşayabilirlik’ kontrolleri üzerinde ailelerin ne kadar bilgi hakkı olacaktır? Aynı şekilde imha edileceği zaman kimlerin buna karar vereceği de tartışılmalıdır. (30).Kamu kuruluşlarında özel şirketlerin maddi gücü ve dinamikliği olabilecek midir? Kordon kanı bankacılığı ile ilgili kararlar verilirken bütün bu sorular ayrıntılı düşünülmeli ve tartışılmalıdır. İtalya’da özel şirketlerin kordon kanı toplamaları 2002 yılından beri yasaktır. Ülkemizde bazı üniversite hastaneleri özel firmalar ile ilişki içindedir. Toplanan kanlar yurtdışında özel şirketlere ait olan özel bankalara gönderilmektedir. Avrupa topluluğunda özel bankalarda saklanan kişiye ait kordon kanlarının kamuya devredilmesi ya da başkaları için kullanımı yasaklanmıştır. Kordon kanından elde edilebilecek genetik veriler de önemlidir. Bu nedenle bu tür girişimlerde Sağlık Bakanlığı’nın bilgi ve onayı gereklidir. Organ Nakli Yasası, transplantasyon amacıyla kullanılabilecek dokuların yurtdışına gönderilmesini ve ticaretini yasaklamaktadır. Türk Pediatrik Hematoloji Derneğinin ‘Pediatrik Kemik İliği Transplantasyon Alt Komitesi’, 22 Haziran 2004 tarihinde hazırladığı raporu kamuoyuna sunarak yazılı ve sözlü medya organlarında yer alan bilinçli ya da bilinçsiz olarak çarpıtılmış otolog kordon kanının haberlerinin engellenmesini istemiştir ve kazanç amaçlı kurulmuş olan özel otolog kordon kanı bankacılığının toplumsal bir tehlikeye aday olduğunu vurgulamıştır. Türk Hematoloji Derneği de aynı görüşleri ve endişeleri paylaşmaktadır. Sonuç Zaten bir atık, yani çöp olan plasenta ya da ürünü, aileye,saklamak adı altında yeniden satıldığı için, ya da toplumda insan dokularının kullanımı ve saklanması açısından sınıf ayrımcılığı yaratıldığı için bu konuda ivedilikle gerekli kanuni düzenlemeler yapılmalıdır. Yerinde kullanıldığında biyolojik bir sigorta olabilecek kordon kanını kar amacı gütmeyen, ama uluslararası kalite standartlarına sahip şartlarda saklayabilecek ulusal kordon kanı bankalarını düzenlenmesine hızla gidilmelidir. Ailelerin ayrı bir yatırım ile bu bankacılığı özel şirketler yardımı ile yapmalarını istemek onları istismar edilebilir bir duruma getirmektedir. Diğer taraftan gerekli düzenlemeler ile çok değerli olabilecek kordon kanlarının çöp olarak atılması da önlenmiş olacaktır. Ancak kordon kanının kök hücrelerin tek kaynağı olmadığı tüm yaşam boyunca kemik iliği ve çevre kanının bu amaçla kullanılabileceği unutulmamalıdır. Kaynaklar 1. American Academy of Pediatrics. Workgroup On Cord Blood Banking. Cord blood banking for potential future transplantation: Subject review. Pediatrics 1999, 104: 116- 8. 2. Cairo MS, Wagner JE. Placental and/or umblical cord blood: an alternative source of hematopoietic stem cells for transplantation.

  • Çoğul Gebelikler ve Yan Etkileri

    İnfertilite tedavilerinin amacı, sağlıklı tek bir çocuk dünyaya getirmektir. Üreme problemi olan çiftlere önerilen tedavi seçeneklerinin hepsinde, çoğul gebelik oluşma riski yüksektir. Ne varki, birçok çift, çoğul gebeliklere özenirler ve bunun anne ve bebek sağlığına getireceği riskleri bilmezler. ÇOĞUL GEBELİĞİN; FETÜS VE YENİDOĞANA OLASI YAN ETKİLERİ 1-Erken doğum ikiz gebeliklerin % 50 sinde,üçüz gebeliklerin %90 ında ve dördüz gebeliklerin hemen hepsinde rastlanan bir durumdur. 2-Tek gebeliklere oranla, ikizler yedi kere ve üçüzler yirmi kere daha fazla olarak hayatlarının ilk ayında ölürler. 3-Erken doğan,yani prematüre bebek, büyük oranda solunum problemleri, iç kanama, beyin felci,körlük, düşük tartı, ve doğum sırasında ölüm risklerinide beraberinde getirir.Solunum yetmezliği ,yenidoğan ölümlerinin %50 sinde etkilidir. 4-Anne karnında gelişim geriliği, bir veya birkaç fetüsun ölümü, düşük ve doğumsal anomalilere sıkça rastlanır. 5-Doğum tartısı 1 kg dan az olan bebeklerde, yaşam boyu sakatlıklarıngörülme sıklığı,% 25 in üzerindedir. ANNEYE YAN ETKİLERİ 1-Preeklampsi veya diğer adıyla, gebeliğe bağlı yüksek tansiyon, üç ile beş kez dahasıklıkla görülür. 2-Laboratuar tetkikleri, yatak istirahati veya hastanede bakım çok sık rastlanır. 3-Plasenta anomalileri oluşmaya eğilimlidir. 4-Gebelik Diabeti, kansızlık, amnion sıvısında azalma sıklıkla görülür. 5-Sezaryen ameliyatı sıklıkla ikizler için ve genel olarak üçüz doğanlar için gerekli olur. DİĞER KOMPLİKASYONLAR 1-Çoğul gebelikler daha fazla halsizlik,anemi,yorgunluk,kilo artışı,çarpıntı, uykusuzluk, mali sorunlar, depresyon ve evlilik sorunlarına yol açar. 2-Çoğul gebeliklerde,fetüs azaltma işlemi,anne sağlığı ve diğer bebeklerin yaşamını kurtarmak için önerilebilir.Fakat fetüs sayısındaki azalmanın, yukarıda saydığımız yan etkileri ne oranda engellediği henüz açık değildir.Bu işem önerilen hastalara danışmanlık verilmelidir. ÇOĞUL GEBELİKTEN KORUNMA 1-İnfertilite tedavisi sırasında, ilaç kullanımında dikkatli olmak. 2-IVF sırasında, transfer edilen embrioların sayısını azaltmak.Fazla sayıda embrio transferi,sağlıklı doğum şansını çok fazla artırmamakla birlikte, kesinlikle çoğul gebelik riskini artırmaktadır. Bu konuyla ilgili resmi Amerikan Derneklerinin yayınladıkları son kitapçıkta,transfer edilmesi gereken embrio sayısı, kadının yaşı, embrio kalitesi ve bazı kriterler gözönüne alınarak belirtilmiştir.

  • İdrar Kaçırma Ameliyatı : T.O.T Yöntemi

    TOT OPERASYONU : Yeni bir ameliyat yöntemidir. İlk kez 2001 yılında tarif edilmiştir. Bu ameliyatta vajinal yolla yapılan ince bir kesi ile (polipropilen mesh) adı verilen bir bant, özel bir iğne yardımı ile yerleştirilerek üretral kanal yükseltilir. Uygun hastalara tercih ettiğimiz TOT ameliyatında hastanın: Yara iyileşimi oldukça hızlı,hastanedeki kalış süresi oldukça az (ortalama bir gün) Ameliyat sonrası şikayetler oldukça azdır. Ameliyattan 24 saat sonrasına kadar mesane içine yerleştirilen bir sonda ile mesanenin direne olması sağlanır.Daha sonra sonda çekilir. Taburcu olduktan hemen sonra normal gündelik yaşamınıza dönebilirsiniz. Başvuran uygun hastalarında daha az travmatik, yara iyileşmesi daha hızlı, başarı şansı daha yüksek ve nüks (problemin geri dönüşü) olasılığı daha düşük olan TOT operasyonlarını tercih etmektedir.

  • Laparoskopik (Kapalı Yöntem) Ameliyatları Nasıl Yapılır ?

    Laparoskopi, halk arasında kapalı ameliyat ya da kansız ameliyat olarak anılan, karnınıza büyük bir kesi yapılmadan ameliyat yapılmasının bir yoludur. İnce, ışıklı laparoskop (kamera) denen bir alet karnınızın içine 10 mm lik kesi yapılarak yerleştirilir. Laparoskop (kamera), ameliyatınızı yapan doktorunuza, pelvik organları görmek fırsatını verir. Eğer tedavi edilmesi gereken bir sorun saptanırsa ek aletler, 5 mm lik kesiler içinden yerleştirilerek bu tedavi yapılabilir. Laparoskopik Ameliyatlar Nasıl Yapılır? İlk olarak göbek deliğinden küçük bir kesi yaparak karın boşluğunuz bir gaz ( karbon dioksit) kullanılarak şişirilecektir. Sonra, laparoskopu(kamerayı) karnınızın içine yerleştirecektir. Bu sayede karın içi organlar daha net gözlenebilmektedir. Laparoskop (kamera) , karın içindeki organların görüntüsünü bir ekrana aktarmakta ve doktorunuz bu ekrandaki görüntüye bakarak ameliyatı yapmaktadır. Diğer cerrahi aletleri yerleştirmek için, karnın alt kısmına 2-3 adet 5 mm lik kesiler yapılarak bu noktalardan cerrahi aletler yerleştirilir. Uterin manüplatör denen bir diğer alet rahimin iç kısmına yerleştirilerek, ameliyat sırasında rahimin hareket ettirilmesini ve gereğinde rahim içine bazı boyaların verilmesini, tüplerin açık mı kapalı mı olduğunun değerlendirilmesini sağlar.

  • HPV AŞILARINDA (KANSER AŞISI) GÜNCEL DURUM

    HPV enfeksiyonu olmadan rahim ağzı kanseri olmaz. HPV enfeksiyonu cinsel ilişki ile bulaşır. HPV enfeksiyonu önlenirse rahim ağzı kanseri gelişmez. HPV 16 ve HPV 18 rahim ağzı kanserlerinin %70 inden sorumludur. HPV 16 ve HPV 18 in bulaşmasını engelleyen aşı vardır. Öyleyse kızlarımızı daha cinsel aktivite başlamadan aşılarsak rahim ağzı kanserlerini önemli ölçüde azaltırız. Bu önermede açık-seçik belli olan sonuç aşılamanın yaygın olarak uygulanması gereğidir. Ne yazık ki ülkemizde sağlık bakanlığı tarafından uygulanan aşılama programında HPV aşıları yer bulamamıştır. Gelişmiş ülkelerin hemen hepsinde erkeklerde dahil olmak üzere 9-14 yaş arasındaki gençler aşılanmaktadır. Ülkemizde kişi isterse ve ödeme gücü varsa aşı yaptırmaktadır. Şu anda dünyada 3 çeşit HPV aşısı vardır. İkili aşı, dörtlü aşı ve dokuzlu aşı. Benim en çok kullandığım aşı 4’lü aşıdır. Cinsel aktivite başlamadan önce ilk aşıdan 2 ve 6 ay sonra olmak üzere 3 kez yapılır. HPV16 ve HPV 18 e karşı %100 koruma sağlar. Cinsel aktivite başlamış bile olsa her yaşta yapılabilir: Bir zararı yoktur. Ancak kişi daha önce HPV ye yakalanmışsa aşının bir faydası olmayacağı açıktır. Dörtlü aşı genital siğillere karşı %100 e yakın bir koruma sağlar…. Aşı yapılmadan önce bir test yapılmasına gerek yoktur. Aşının bilinen önemli bir yan etkisi yoktur. Güvenilir bir aşıdır. Kanımca tek sorun pahalı bir aşı olmasıdır. Dokuzlu aşı 9 tip HPV ye karşı koruyucudur. Bu nedenle serviks kanseri önlenmesinde daha etkilidir. Ancak daha yeni bir aşıdır. Aşı heryerde yapılabilir.

  • SEZARYEN Mİ, NORMAL DOĞUM MU?

    “Normal vaginal doğum sezaryenin yapılamadığı zamanlarda insanların üreyebilmeleri için doğanın uyguladığı bir yöntemdir”. Bu cümle bundan yaklaşık 3 yıl kadar önce bir kongre sırasında karşılaştığım aynı zamanda sınıf arkadaşım olan bir kadın hastalıkları ve doğum uzmanından duyduğum bir cümleydi. Arkadaşım eğer bir gebe kadın kendisine başvurur ve “ben normal doğum istemiyorum, beni sezaryen yap” derse hemen kabul ettiğini ve sezaryen yaptığını söylüyordu. Ve bu meslektaşım ne yazık ki yalnız değildi. Bu şekilde düşünen çok sayıda meslektaşım aşağıdaki gerekçelerle sezaryen ile doğumun normal doğuma üstün olduğunu öne sürüyorlar. Sezaryencilerin gerekçeleri : 1 – Normal doğumda rastlanan beklenmedik bebek ölümlerine sezaryenlerde rastlanmaz. 2 – Normal doğumda sıklıkla karşılaşılan perine yırtıkları, epizyotomi ve nadiren de olsa karşılaşan sfinkter yırtıklarının tamiri bazen sezaryenden daha zor olmaktadır. 3 – Normal doğum pelvis tabanı ve uterusun bağlarının gevşemesi ve sarkması gibi yakınmalara zemin hazırlamaktadır. 4 – Gerek perinenin gevşemesi, gerekse oluşan yırtıkların veya epizyotominin tamiri sırasında olabilecek kötü skar dokusunun hastanın sonraki cinsel ilişkisini olumsuz etkileme olasılığı vardır. 5 – Elektif şartlarda yapılan sezaryen, komplikasyonları ile normal doğum komplikasyonları arasında önemli bir fark yoktur. 6 – Son olarak da, burnun kaldırılması, karın yağlarının alınması gibi estetik kaygılarla hasta isteğine uyularak ameliyatlar yapılırken, Sezaryen isteyen bir hastaya sezaryen yapılmaması haksız bir uygulamadır. Bu gerçekleri benimseyen meslektaşlarımızın sayısı ve buna bağlı olarak da ülkemizde sezaryen sayısı hızla artmaktadır. Özellikle özel kliniklerde ve özel hastalarda sezaryen oranı çok yüksektir. Burada bu gerçekleri benimsemenin yanında, bazı meslektaşlarımızın programlı ve en fazla 30 dakika sürecek olan bir sezaryeni ne zaman patlayacağı belli olmayan bir bombaya benzeyen ve 12-24 saat sürecek olan bir doğuma yeğlemeleri de önemli bir rol oynamaktadır. Olaya hasta açısından baktığımızda çoğunun, sezaryeni normal doğuma yeğlediklerini görmekteyiz. Bu hastaların hemen tamamına yakınını sosyo-kültürel düzeyi yüksek olan kişiler oluşturmaktadır. Örnek olarak bana gebe takibi için başvuran birçok doktor hanım kendi istekleriyle sezaryen yapmayı kabul etmediğim için doktor değiştirmiştir. Biraz korku, biraz ağrıya dayanamama, biraz sabırsızlık, ama asıl olarak doğuma yeterince hazırlanamama nedeniyle hastalar sezaryeni bir kurtuluş olarak görmektedir. Biraz uzamış bir doğum eyleminde, kapıda bekleyen anne ve yakınlarının sabırsızlıkların ve doktora sezaryen yapması konusunda baskı yapmaları, doktorların da bu baskıya karşı koyamamaları sezaryen oranını iyice artırmaktadır. Dünyada durum : Dünyaya baktığımızda 1960’lardan itibaren sezaryen oranında önce yavaş yavaş 1975’lerden sonra da hızlı bir artış olduğunu görüyoruz. 1960’ların başında tüm dünyaya sezaryen oranı % 4.5 – 5 iken 1990’lı yıllarda ABD ve Kanada da % 25 civarına yükselmiştir. Aynı oran İtalya da % 17.5, Brezilya da % 27.9, Hindistan da % 10-20, İskoçya ve Japonya da % 6-7’dir. Gelişmiş ülkeler arasında sezaryen oranının en düşük olduğu ülke Hollanda’dır (%6 dan biraz az). ( Hollanda da doğumların %42 si ebeler tarafından yapılmaktadır.) Sezaryen oranı yalnız ülkeler arasında değil, aynı ülkede, değişik kurumlar arasında da değişmektedir. Brezilya da toplam oran %27.9 iken, Sao Paulo da %75’den daha fazla, Avusturalya %16.9 iken, ülkenin en büyük özel hastanesinde %67’dir. Hindistan da eğitim hastanelerinde bu oran %8.1 – 36.1 arasında değişmektedir. Sezaryen oranının gittikçe artmasının en önemli sebebi bir zamanlar yalnızca anneyi kurtarmak için yapılan ameliyatların şimdi daha çok çocuğu kurtarmak için yapılmasıdır. Yani fetal stress, makat gelişi, antepartum kanama, düşük doğum ağırlıklı bebekler, çoğul gebelikler ve toksemi gibi daha önce olmayan sezaryen endikasyonları ortaya çıkmıştır. İkinci bir neden “bir kere sezaryen, hep sezaryen” politikasıdır. Genç hastalara ilk doğumlarında sezaryen yapılması, daha sonraki gebeliklerinde de sezaryen yapılmasına gerekçe sayılmaktadır. Geçirilmiş sezaryen nedeniyle sezaryen yapılan olgular tüm sezaryenlerin %15 – 45 ini oluşturmaktadır. Bu oran Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde %40, Adana Doğumevi’nde %35 civarındadır. Aynı kurumda yapılan bir çalışmada sezaryen oranının doktorlar arasında %19,1 ile %42,3 arasında değiştiği gösterilmiştir. Yani doktorların mesleki tecrübeleri ve olaya bakış açısı arasındaki farklar direkt olarak sezaryen oranına yansımaktadır. Kişilerin ekonomik durumları da sezaryen oranını etkilemektedir. New York da yapılan bir çalışmada sosyo-ekonomik seviyesi yüksek olan kesimde düşük olan kesime göre sezaryen oranı 3 misli fazla bulunmuştur. Sezaryen oranındaki bu artış yenidoğan morbitide ve mortalitesi üzerinde anlamlı bir iyileşmeye neden olmamıştır. Dolayısıyla sezaryen oranındaki artışın nedenlerini obstetrik nedenlerle değil sosyo-ekonomik nedenlerde aramak gerekir. Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde sezaryen oranı %35, Adana Doğumevinde %11 ve Adana’da grup çalışması yapan 6 doğum doktorunun oluşturduğu özel bir kurumda %40-42 civarındadır. Genel olarak sosyo-ekonomik seviyenin en düşük olduğu grubun doğumevine, orta olan grubun Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi’ne, en iyi olan grubun ise özel kuruma gittiği varsayılırsa, Sosyo-ekonomik seviye arttıkça veya özel hasta statüsüne geçiş oranı arttıkça sezaryen oranında da artış olmaktadır sonucuna varılabilir. Doğumların yarıya yakınının ebeler tarafından yapıldığı Hollanda’da sezaryen oranının düşük olması, buna rağmen perinatal mortalite ve morbiditenin de düşük olması, rastgele yapılan sezaryenin perinatal morbidite ve mortaliteyi etkilemediğinin bir diğer göstergesidir. Sezaryen yalnızca obstetrik endikasyonlarla yapıldığı zaman perinatal mortaliteyi etkiyelebilir ve bu nedenle yapılan sezaryene hiç kimsenin itirazı olamaz. Ama normal ve sağlıklı bir doğum beklenen hastaya elektif sezaryen yapılmalı mıdır? Bu konu tartışılmalıdır. Gerçekten abdominal operasyon perine yırtıklarına tercih edilmeli mi? Sezaryen gerçekten rahim sarkmasını önlüyor mu? Sezaryen sonrası oluşabilecek yapışıklıklar ve uterus hareketlerinde ağrılar epizyotomi sonucu ortaya çıkabilecek ağrılardan daha mı az? Ve en önemlisi sezaryen komplikasyonları ile normal doğumun komplikasyonları birbirleri ile karşılaştırılabilir mi? Özellikle ikinci ve üçüncü sezaryen sırasında ve sonrasında oluşabilecek komplikasyonlar nelerdir? Ve de bir başka sorun, sezaryenin doğumla karşılaştırıldığında kişiye ve topluma olan maliyeti ne kadardır? Bu maliyet hesaplanırken dikkate alınması gereken bir diğer nokta da bundan sonraki doğumlarında sezaryenle yapılacak olmasıdır. Normal doğumun üstünlüğü : Kişisel görüşüm olarak normal doğum her zaman için sezaryene yeğlenmelidir. Kişilerin obstetrik hiçbir gerekçe olmadan kendi istekleriyle sezaryen olabilmeleri etik değildir. Kendi isteği ile sezaryeni bir endikasyon olarak kabul eden kişilerin öne sürdükleri gerekçelerden ilki, yani vaginal doğumda beklenmedik bebek ölümlerin olma olasılığının dışındaki gerekçelerden hiçbiri doğru değildir. Normal doğum sezaryene üstündür. Çünkü: 1 – Ani bebek ölümleri iyi bir doğum eylemi takibi ile en aza indirgenebilir. 2 – Sezaryenlerde anne ölüm oranı vaginal doğuma göre yedi misli daha fazladır. İkinci sezaryenlerde anne ölüm oranı birinciye göre 2,5 misli daha fazladır. Üçüncü sezaryenlerde bu oran daha da artmaktadır. 3 – Elektif sezaryenlerde yenidoğanda prematüritelik ve solunum sıkıntısı olasılığı daha fazladır. 4 – Sezaryenlerde kan kaybı miktarı normal doğumdan fazladır. 5 – Doğum sonu ortaya çıkabilecek komplikasyonlar sezaryen sonrasına göre daha hafiftir ve daha kolay bahşedilebilir. 6 – İyi bir anne yenidoğan ilişkisinin kurulması ve emzirme için annenin ilk 30 dakika içinde bebeği emzirmesi gerekir. Sezaryende bunu sağlamak çok güçtür. 7 – Sezaryen sonrası annenin hareketleri 7-10 gün ağrılı olduğu için bebeğe yeterli bakım veremez. Anne-bebek ilişkisi ilk günlerde istenilen düzeyde kurulamaz. 8 – Doğum ağrılarından korkup sezaryen olan hanımları genellikle doğum ağrılarını aratmayacak ameliyat sonrası ağrılar beklemektedir. Doğum öncesi ağrılar ise basit analjezikler, narkotikler ve epidural anestezi ile kontrol altına alınabilir. Özellikle doğum hekiminin normal doğumdan yana tavır koyması ve hastayı gebeliğin ilk günlerinden başlayarak normal doğuma anlatması gebeyi psikolojik olarak normal doğuma hazırlar ve panik reaksiyonunu ortadan kaldırır. 9 – Normal doğumdan sonra ortaya çıkan skarlara bağlı ağrılı koitus riski sezaryenden sonra ortaya çıkan kalıcı kasık ağrısına bağlı ağrılı koitus riskinden daha fazla değildir. 10 – Sezaryenin maliyeti normal doğuma göre 3-10 misli daha fazladır. Yani artan sezaryen sayısı sağlık sistemimize önemli bir mali yük getirmektedir. Gittikçe artan sezaryen oranının azaltılması gereği ulusal sağlık politikası olarak benimsenmeli ve hemen tedbirler alınmaya başlanmalıdır. (Bu konuda bir başlangıç olur umuduyla Çukurova Jinekoloji Derneği başkanı sıfatıyla Yüksek Sağlık Şurası’nda görüşülmesi için; Sağlık Bakanlığı Ana-Çocuk Sağlığı Genel Müdürlüğü’ne resmen başvurdum.) Sezaryenin normal doğumdan daha riskli bir olay olduğu hem doğum doktorlarına hem de halkımıza anlatılmalıdır. Özel veya resmi sigorta kuruluşlarının gereksiz sezaryenlerin giderlerini ödememeleri acil bir önlem olarak düşünülmelidir. Sezaryen oranı yüksek olan kuruluşların sezaryen endikasyonları gözden geçirilmeli ve uyarılmalıdır.

  • Spinal anestezi nedir?

    Spinal anestezi nedir? Spinal anestezi, sezaryen doğum sırasında uyanık olup bebeğini doğumdan hemen sonra görebilme imkanı sunan anestezi yöntemlerinden biridir. Yalnızca sezaryen doğumda uygulanan, doğumun ağrısız geçmesi için belden verilen ilaç ile sadece belden aşağısının uyuşturulduğu bir anestezi türüdür. Sezaryen ameliyatı genel anestezi ile hasta uyutularak gerçekleştirilir. Bu yöntemi istemeyenler, belden aşağısını uyuşturma diye tabir edilen anestezi tekniklerini uygularlar. Spinal anestezi dışında, aynı yöntemi sunan epidural anestezi de çok karıştırılan anestezi türlerinden biridir. Spinal anestezi nasıl uygulanır? Spinal anestezi uygulamasına başlamadan önce anestezi uzmanı son kez tüm kontrollerini yapar, anne adayına çeşitli sorular sorar. Daha sonra anestezinin yapılacağı odada, anne adayının oturur pozisyonda olması istenir. Anne adayından, çenesini göğsüne doğru ve omuzlarını olabildiğince öne doğru çekmesi istenir. Yani, anne adayının hafif kambur bir pozisyon alması sağlanır. Anestezi uzmanı, önce iğnenin gireceği bölgeyi steril hale getirmek için temizler, daha sonra çok ince bir iğne yardımıyla gerekli ilaçları uygun gördüğü iki omur arasına verir. Bu aşamada, anne adayının hareketsiz durması çok önemlidir. Zaten anestezi uzmanı bu konuda sizi bilgilendirecektir. Anestezi maddesi verildikten çok kısa bir süre sonra bacağınızda ve kalçanızda uyuşma hissi başlayacaktır. Daha sonra iğne çekilerek, iğnenin girdiği yer bantla kapatılır. Son olarak anestezi uzmanı, uyuşmanın seviyesini kontrol ederek işlemi sonlandırır. Uyuşma hissiniz, doğum bittikten 2 saat kadar daha sürebilir. Bu süre içinde doktorunuzun onayı ile bebeğinizi emzirmeye başlayabilirsiniz. Spinal anestezi ile epidural anestezi arasındaki fark nedir? -İki anestezi yönteminin de uygulanış şekli aynıdır. İkisi de belden aşağısını uyuşturmak için omurilik bölgesinden yapılır. -Ancak epidural anestezide ilaç omurilik etrafında bulunan zarın dışına enjekte edilirken, spinal anestezide bu zar geçilir ve içindeki sıvıya verilir. -Epidural anestezi uygulandıktan sonra uyuşukluk hissinin 10-15 dakika sürerken, spinal anestezide anında veya 1-2 dakika sonra uyuşukluk hissi başlar. -Epidural anestezinin süresi ilaç tekrar enjekte edilerek uzatılabilir ancak spinal anestezi yalnızca bir defa uygulanır, süre uzatılmaz. -Epidural anestezide ameliyat boyunca anne adayının belinde ince bir katater bulunur, gerek görülürse ek doz verilir. Spinal anestezi de ise ilaç enjeksiyon ile verilir ve geri çıkartılır, katater bulunmaz. -Epidural anesteziyi sezaryen ya da normal doğum yapacak olanlar tercih edebilir. -Fakat spinal anesteziyi normal doğum yapacak olanlar yaptıramaz. Spinal anestezi kimlere uygulanabilir? -Genel anestezi almaya müsait olmayan kişilere uygulanır. -Eğer kalp yetmezliğiniz, akciğer probleminiz ve solunum yetmezliği gibi problemleriniz varsa, genel anestezi almanız mümkün değildir. Bunun yerine spinal anestezi alabilirsiniz. Spinal anestezi kimlere uygulanmaz? -Bel bölgesinde enfeksiyon -Bel fıtığı ameliyatı -Deri hastalığı -Kan pıhtılaşması sorunu yaşayanlara spinal anestezi uygulanmaz. Spinal anestezi sonrası yapılması gerekenler nelerdir? -Her sezaryen operasyonunda olduğu gibi spinal sezaryenden sonra da en az 1-2 gün yatak istirahatı yapılmalıdır. -Doktor izni ile bol bol sıvı alımı yapılmalıdır. -Beli zorlayacak hareketlerden kaçınmalıdır. Spinal anestezinin yan etkileri nelerdir? Her anestezi gibi spinal anestezi sonrasında yan etkileri de görülecektir. Bunlar şu şekildedir: -Baş ağrısı -Bel ve sırt ağrıları Tüm bu bilgilerden sonra mutlaka bir uzmana danışarak spinal anestezi konusunda karar verilmelidir.

  • GEBELİK (HAMİLELİK) TAKİBİ

    Gebelik takibi gebeliğin başından doğum sonrasına kadar anne ve bebeğin durumunu değerlendirmek, anne-babayı bilgilendirmek, anne ve bebekle ilgili olası sorunları önlemek veya tespit etmek amacıyla yapılan muayenelerdir. Bu muayenelerin gebelik oluşmadan önce çiftlerin gebelik planladığı anda başlaması daha doğrudur çünkü bu durumda gebelikten önce annede gebelikle ilgili veya başka konuda bir problem varlığı araştırılır, gebeliğe hazırlık için vitamin ve gerekirse başka ilaçlar verilir, aile gebelik hakkında bilgilendirilir, böylece annenin gebeliğe en sağlıklı şekilde başlaması sağlanır. Gebeliğin planlanması durumunda yapılacaklar: Gebelik oluşmadan önce henüz planlama aşamasında doktora başvurduğunuzda anneye çeşitli tahliller yapılır ve bunların sonuçlarına göre gebelik açısından oluşabilecek riskler önlenmeye çalışılır. Örneğin annede kansızlık varsa gebelikten önce düzeltilir. Kızamıkçık ve benzeri enfeksiyon hastalıklarını geçirip geçirmediği araştırılır. Eğer anne kızamıkçık geçirmemişse gebelik sırasında geçirmemesi için çok dikkatli olması gerekir çünkü gebelikte kızamıkçıkenfeksiyonu geçirmek sorunlara neden olabilir. Anne adayı aşırı kilolu ise gebelik öncesi kilo vermesi önerilir. Anne adayında diabet söz konusu ise gebelik öncesi kan şekeri düzenlenmelidir. Anne adayına ilaç, sigara ve alkolkullanımı konusunda bilgi verilir. Gebelik planlayan bütün kadınlara NTD (nöral tüp defekti) proflaksisi için önerilen proflaktik dozda folik asit vitamini başlanır. Riskli yörelerde hemoglinopatiler, kistik fibrozis gibi hastalıklar için taşıyıcılık araştırılır. Daha sonra gebeliğin durumuna göre değişmekle beraber doktorunuz sizi hemen hemen ayda 1 muayene edecek ve değerlendirecektir. Her muayenede annenin tansiyonu ve kilosu ölçülür. (Gebelikte kilo alımı) Bazı aylarda yapılan tahliller vardır, bunlar yapılır. Bebeğin kilosunun ayına göre normal olup olmadığı ultrason ile değerlendirilir. Bebekte anomali varlığı araştırılır bunun için özellikle 5. ayın sonunda hasta ayrıntılı ultrasonografiye yönlendirilir. Doğuma yakın dönemde yapılan muayenelerde annenin doğum yolu ve kemik yapısı vajinal muayene yapılarak bebeğin duruşuna ve kilosuna göre kıyaslanır ve normal doğumun mümkünatı konusunda yaklaşık bir tahmin yürütülür. Yine de doğum anına kadar normal doğumunkesin olarak gerçekleşeceği garanti edilemez ve bilinemez. Bazı durumlarda bebek ters durduğu için veya başka sebeplerle normal doğumun başlaması beklenmez ve doğum başlamadan önce sezaryen günü belirlenir ve doğum sezaryen ile gerçekleştirilir. Annenin beslenmesinin aşırı yetersizliği söz konusu olmadığı sürece her gebeye rutin multivitamin desteğini önerilmemektedir. Beslenme problemi olanlara ya da vejeteryanlara multivitamin hapları verilir. Gebelikte kullanılan ilaçlar ve vitaminler ayrı bir konuda anlatılmıştır. HBsAg anne adayının hepatit (sarılık) geçirip geçirmediğini saptamak için yapılır. Eğer anne adayında HBsAg (+) ise, doğum sırasında bebeğe geçme riskini önlemek için doğumdan hemen sonra bebeğe hiperimmünglobulin ve aşı yapılmalı, aşı doğumdan sonraki 2. ve 6. aylarda tekrarlanmalıdır. Sağlık Bakanlığı’nın önerisi ile tüm yenidoğanlara hepatit B aşısı yapılmaktadır. HBsAg (-) olan gebelere, hastalığa karşı koruyucu olarak hepatit B aşısı yaptırmaları önerilir.

  • Doğru Emzirme

    Annelerin doğru emzirmesi hem anne meme sağlığı,hemde bebeğin sağlıklı beslenmesi açısından çok önemlidir.Emzirme ile ilgili uygulamada doğrudan çok yanlışlar var pratik doğruları özetlemek istedim; 1) asla anne yatarken emzirmemeli,bebek ağzı yere bakarken yer çekimine karşı emzirilmemelidir.Bu yanlış yeni doğurmuş annelerde sıkça gördüğümüz bir durumdur 2) emzirmede bebeğin ağzı tam doldurulmalı,burnunu kapatan meme kısmı parmakla bastırılmalı,meme ucu bebeğin damağındaki emme yastıklarına denk gelmelidir 3) Emzirirken bebek dike yakın çapraz tutulmalı anne oturuyor olmalıdır 4) Sağ ve sol meme 5'er dakika emzirilmeli gündüzleri saatte bir-iki saatte bir ;geceleri 2 yada 3 saatte bir emzirilmeli ,bebek her mırıldadığında meme verilmemelidir. 5)Emzirmedeki maksat bebeğin süt içmesi,doymasıdır,asla emzik maksadı olamaz.Bu nedenle 5'er dakika yeterlidir bu süreleri aşan emmelerde bebek süt içmez memeye emzik muamelesi yapar,bu da meme başı çatlakları,iltihaplarıyla anneyi acile götürür. Doktor süt sağdırır ,emzirmeyi yasaklar anne perişan ,bebek aç kalır 6)Meme hijyenide çok ama çok önemlidir.Günde en az 3 kere meme uygun antiseptik ve/veya karbonatla silinip emzirirken silinmeyen cremle meme korunmaya alınmalıdır. Bu pamukçuk için de etkin bir korumadır.

  • Google Places
  • Instagram
  • Facebook
  • LinkedIn

©2022 DrSistem

bottom of page