Arama Sonuçları
Boş arama ile 1063 sonuç bulundu
- Detaylı (4 Boyutlu) Ultrason ve Renkli Doppler
Gebelik süresince yapılan ultrasonografi incelemeleri, gerek fetus (doğmamış bebek), gerekse anne adayının durumu hakkında kesin tanı olmayan, ancak hekimin izlemesinde yardımcı olabilecek bulguların elde edilmesini sağlar. Usulüne uygun yapıldığı takdirde gebelikte ultrasonografi tetkikinin fetus üzerine olumsuz bir etkisi yoktur. Ultrasonografi ile esas olarak gebeliğin var olup olmadığı, fetusun canlılığı, çoğul gebelik varlığı, dış gebelik olasılığı, gebelik haftası, fetusun büyümesi ve suyunun durumu ile doğumun gerçekleşebileceği günler belirli yanılma payları içinde saptanır. Bebeğin pozisyonu, plasenta (bebek eşi) yerleşimi ve rahim ağzı uzunluğu, göbek kordonundaki damarların sayısı, bebeğin içinde bulunduğu su miktarı, büyüme takibi için ölçümler (kafa çapı, kafa çevresi, karın çevresi, kemik uzunlukları), kafa içi yapılar, yüz profili ve burun kemiği, üst dudak bütünlüğü, ense kalınlığı (11-14. haftada ensedeki sıvı kalınlığı ölçülürken, daha sonraki haftalarda cilt kalınlığı ölçülmektedir), akciğerler, diyafram zarı, kalp odacıkları, kalbe giren ve çıkan büyük damarlar, mide, barsak yoğunluğu, böbrekler ve idrar torbası, omurga, kollar, bacaklar, eller, ayaklar, uzun kemikler değerlendirilir. Rahime kan götüren ana atar damarların ve bebeğin göbek kordonundan geçen kan akımının renkli Doppler incelemesi: Bu inceleme, ilerleyen haftalarda gelişebilecek gebelik tansiyonu ve gebeliğin erken dönemlerinde (özellikle 20. gebelik haftasından önce) anneden bebeğe geçen enfeksiyonlar (CMV, rubella, parvovirus enfeksiyonları), bebekteki kromozom bozuklukları (en sık trizomi 18 olmak üzere, trizomi 13, trizomi 21) ve konjenital malformasyonlar, ikiz gebelik ve diğer çoğul gebelikler gibi gelişme geriliğine yol açabilecek durumlarda ön fikir verebilir. Ancak gebelik takipleri sadece ultrasonografi ile yapılmamalıdır. Tek başına ultrasonografi ile kromozom anomalilerini tespit etme şansımız sınırlıdır. Gebeliğin 11. haftasından itibaren itibaren bazı kromozom anomalileri için taramalar yapılabilir ve kromozom hastalığının “bulunma olasılığı “ tahmin edilir. Bunun için ense kalınlığı testi, ikili ve dörtlü “tarama” testlerinden yararlanılır. Bu amaçla yapılan kombine-ikili veya entegre-dörtlü testlerin yakalama gücü %80-95 aralığındadır Bunlara son yıllarda anne kanından elde edilen fetus DNA’sı ile yapılan test (NIPT) de eklenmiştir. Anne kanında araştırılan fetal kromozom taramasının (NIPT) hassasiyeti %99'u geçmez. Riskli kabul edilen sonuçlarda villus biyopsisi veya amniyosentez gibi tanısal yöntemlerle kromozom tetkiki yapılır. Kromozom anomalilerinin kesin tanısı ancak 11-14 haftalar arasında CVS (koryon villus örneklemesi) veya 15-22 haftalar arasında amniyosentez ile konulabilir. Ultrasonografi ve eşliğinde yapılan NIPT, ikili -dörtlü test gibi testler sadece tarama testi olup kesin tanı yöntemi değildirler. Kromozom bozukluklarının kesin tanısı ancak koryon villus biyopsisi veya amniyosentez yapılarak anlaşılabilir. Her 100 gebelikten 2'sinde fetusta doğumsal bir anormallik bulunabilir. Gebeliğin 11-13 haftaları içinde yapılacak ultrasonografi incelemesi ile doğumda görülebilecek bu anormalliklerin ancak %30-50’si saptanabilir. Yani olabilecek anormalliklerin “tamamında” sonuç almak imkan dahilinde değildir. Gebeliğin 18-23. haftalarında yapılacak ayrıntılı ultrasonografi incelemesi ile fetusta var olabilecek anormallikler biraz daha yüksek oranda (%50-70) saptanabilir. Ultrasonografinin yapıldığı haftada mevcut olmayan bir sorun daha sonraki dönemlerde ortaya çıkabilir veya var olduğu halde fetusun küçüklüğü nedeni ile görülmeyebilir. Örnek olarak verilirse, beyin fonksiyon bozuklukları, görme ve işitme kusurları, kalpteki küçük delikler ve kapak sorunları, salgı bezi, deri ve sinir hastalıkları, görüntü vermeyen yutak, barsak, böbrek, makat tıkanıklıkları, cinsiyet bozuklukları, kalça çıkığı, bariz olmayan kemik kısalıkları, bazı parmak ayak anormallikleri ve bazı kromozom bozuklukları ile nadir genetik hastalıkların birçoğu taramalar sırasında görüntülenemezler ve erken tanınamazlar. Yapılan bu taramalarda zaman zaman (yaklaşık oranında), aslında var olmayan bir sorun, varmış gibi görülebilir ve sebepsiz endişe yaratabilir. Endişeleri gidermek için diğer laboratuvar tetkiklerinin istenmesi, fetus ve eklerinden örnek alınması (amniyosentez …) söz konusu olabilir. Bu girişimler ek masraflara, hatta düşük oranda da olsa (%1) gebelik kayıplarına neden olabilirler. Perinatoloji uzmanları (Yüksek Riskli Gebelikler yan dal uzmanı olan Kadın Doğum Hekimleri) veya bu konu ile yoğun ilgilenen deneyimli Radyoloji uzmanları tarafından yapılan bu ultrason muayenesi 2. düzey ultrasonografi, Ayrıntılı fetal ultrason, Detaylı ultrason, Detaylı fetal ultrason, Renkli ultrason, Renkli Doppler ultrason, 4 boyutlu renkli ultrason, Fetal anomali taraması gibi farklı isimlerde bilinmektedir. Ortalama 45 dakika sürer. Ultrasonografi ile yapılan detaylı obstetrik tarama muayenesi doğumsal bütün hastalık veya malformasyonları teşhis edemez. Burada sözü edilen fetus ile ilgili majör problemlerin ve özellikle de hayatla kabil olmayan ana sorunların taranması olup, görüntünün yeterli olmadığı durumlarda beklenen sonuçlar alınamayabilir. Sonuç olarak, gebelik sırasında yapılan ultrasonografi incelemesi, doğacak bebek hakkında bir ön fikir verir. Şüpheli durumlarda daha ileri tetkiklere başvurulması gerekebilir. Karmaşık durumlarda hekimler birbirlerinden yardım isteyebilirler. Ultrason muayenesinin büyük bir kısmı siyah-beyaz (2 boyutlu) prob kullanarak yapılmaktadır. Kullanılan cihazın kalitesine bağlı olarak 2 boyutlu kesit kalitesinin iyi olması yapılan incelemeyi kolaylaştırmaktadır. Renkli ultrasonografi Doppler kan akımlarının ölçümü sırasında, 3 veya 4 boyutlu (3D/4D) ultrasonografik inceleme ise yerine göre ve özellikle yüzeyel anatomi (yüz, dudak, eller, ayaklar gibi) ve bazı kalp anomalilerinin tanısında kullanılmaktadır. Uygun pozisyon ve görüntü kalitesi oluşursa, bebeğin yüzünü görebileceğiniz görüntüler alınır. Ultrasonografik muayene sonunda 4 boyutlu görüntüler, CD, video, renkli görüntüleri tarafınıza verilir.
- Tüp bebek ve çoğul gebelik hakkında bilmeniz gereken 10 madde !
1-Tüp bebek tedavisinde genellikle neden çoğul gebelik görülmektedir? Çoğul gebelikler son 20-30 yılda dramatik bir artış göstermiştir. Bunun nedenleri aşılama, yumurtlama tedavileri, tüp bebek gibi yardımcı üreme tekniklerinde artış ve kadının doğum yaşının ilerlemesidir. Günümüzde tüp bebek gebeliklerinden yaklaşık altıda biri çoğul gebeliktir. Bu gebeliklerin çoğunu ikizler nadiren üçüzler ve daha fazlası oluşturmaktadır. Aşılama, yumurtlama tedavileri ve tüp bebek gibi yardımcı üreme tekniklerinde ikiz veya üçüz gibi çoğul gebelik oranları maalesef doğal yoldan gebe kalanlara göre daha yüksektir. Bunun nedeni yumurtalıkların ilaçlarla uyarılması sonucu birden fazla yumurta gelişmesidir. Tüp bebek tedavilerinde ise çoğul gebelik olmasının nedeni birden fazla embriyo transferi yapılmasıdır. Tüp bebek tedavilerinde amacımız tek embriyo transferi ile sağlıklı bir bebeğin doğumunu sağlamaktır. Tüp bebek tedavisinde çoğul gebelik riski doğrudan transfer edilen embriyo sayısına bağlıdır. 2- Tüp bebekte ikiz gebelik sonucu oluşabilecek riskler nelerdir? Çoğul gebeliklerde hem anne adayı hem de bebekler için riskler artmıştır. Bu riskleri gebelik sırasında ve doğumda ve doğumdan sonraki riskler olarak ayırabiliriz. Hayvanlarda çoğul gebelikler normal olmasına karşın anatomik açıdan insan tek gebelik için uygundur. Çoğul gebelikler beraberinde birçok sıkıntıyı da getirir. Özellikle üçüz ve daha fazlası için bitmek bilmeyen sorunlarla karşılaşılabilir. 3-Gebelik ve doğum sırasında annede artmış riskler; Hiperemesis denilen aşırı gebelik bulantı ve kusmaları Yatak istirahati gereksinimi Tek gebeliklere göre erken veya geç düşük olması riski Kansızlık İdrar yolları enfeksiyonu Erken doğum eylemi ve erken doğum Su keseninin erken açılması Gebelik şekeri (tek gebeliklerde% 4 iken ikiz gebeliklerde % 10-12) Hipertansiyon ve preeklampsi (tek gebeliklerde % 2-10 iken ikiz gebeliklerde % 30) Gebelikte kanamalar Doğum sonrası kanamalar Sezaryen doğum Anne karnında bebek ölüm riski Annede depresyon Boşanma Sosyal kariyerin bozulması Anne ölümlerinde 7 kat artış İkizden ikize transfüzyon sendromu: plasenta dediğimiz eşin her iki bebek tarafından paylaşılacak şekilde tek olması durumunda bebekler ciddi risk altındadır. Bebeklerde artmış riskler; Prematür ve immatür doğum Düşük doğum ağırlığı (% 40) Bebek ölümü Bebekler arasında gelişme farkı Yenidoğan Yoğun Bakıma kabul Serebral palsi (% 3) Doğumsal anomali oranında artış 4- Tüp bebekte ikiz gebelik olması nasıl engellenir? Tüp bebek tedavilerinde birden fazla embriyonun transfer edilmesi ile gebelik şansı artarken çoğul gebelik riski de artış göstermektedir. Çoğul gebeliği önlemek adına transfer edilen embriyolardan daha fazla sayıda embriyolar varsa arta kalan sağlıklı ve kaliteli embriyolar dondurulabilir. Dondurulan embriyolar sıvı nitrojen tankları içerisinde çiftlerin isteği doğrultusunda 5 yıl veya daha uzun süreler için saklanır. 5 yıldan daha uzun süre saklanabilmesi için bakanlıktan izin alınması ve saklama süresinin devamlığı için çiftlerin her yıl dilekçe vermesi gerekir. Gebeliğin gerçekleşmemesi durumunda veya gebelik ve doğum gerçekleşse bile ilerideki yıllarda daha fazla çocuk sahibi olunması istenirse bu embriyolar çözülerek rahime transfer edilebilir. 5- Tüp bebek uygulanırken neden rahime birden fazla embriyo yerleştirilir? Tüp bebeğin ilk uygulandığı yıllarda teknik şartların yeterli olmaması sebebi ile gebelik oranları daha düşüktü ve çok fazla sayıda embriyo transferi yapılıyordu. Ancak bugün yumurtlama tedavileri, kullanılan ilaçlar, tedavi protokolleri, laboratuar ortamındaki teknik gelişmeler sayesinde implantasyon yani embriyonun rahime tutunma oranları ve sonuç olarak gebelik ve canlı doğum oranları arttı. Bu nedenle artık fazla sayıda embriyo transferine gerek kalmadı. 6- Kaç tane embriyo yerleştirileceği kararı aile mi karar verir hekim mi? Hastaların %50 si birden fazla embriyonun transfer edilmesini istiyor. Özellikle kısırlık süresi uzunsa, anne adayının ve bebeğin karşılaşabileceği riskler konusunda çiftin bilgisi yetersizse bu istek daha fazla. Birden fazla embriyo transferi isteyen çiftlerde diğer nedenler ise; çoğul gebelik isteği, gebelik şanslarının düşük olabileceği endişesi, artan maliyet. Ancak tıbbi anlamda ne kadar embriyo konulması gerektiğine aile ile görüşerek hekim karar veriyor. 7- Embriyo sayısı artıkca başarı oranı mı artmaktadır? Transfer edilen embriyo sayısı artttıkça gebe kalma şansı da artıyor. Bilimsel verilere baktığımızda; 35 yaş altında anne adayında tek embriyo transfer edildiğinde canlı doğum oranı %22.9, ikiz gebelik oranı %2.1 iken 2 embriyo transferi yapıldığında canlı doğum oranı %46.5’a yükselmekte ancak ikiz gebelik oranı da maalesef %34.5’lara çıkmaktadır. Tranfer edilen embriyolardan daha fazla sayıda embriyoları olan kadınlarda bu oranlara baktığımızda ise rakamlar şu şekilde; adayında tek embryo transfer edildiğinde canlı doğum oranı % 45.3, ikiz gebelik oranı % 3.9 iken 2 embriyo transferi yapıldığında canlı doğum oranı %52.7’e yükselirken maalesef ikiz gebelik oranı da %37.4’e yükselmektedir. Yani 2 embriyo transfer edilmesi halinde üç doğumdan birinden daha fazla oranda gebelik gerçekleşiyor. 8- Embriyo seçimi nasıl yapılmaktadır? Yumurta ile sperm döllendikten sonra oluşan embriyoda hücreler bölünmeye başlar. Laboratuvarda embriyologlar bu embriyoların bölünme hızları, yapısal olarak şekilleri gibi bazı parametreler ile embriyoların gelişimlerini izlerler. Elde olan mevcut embriyolar içerisinde en iyi kalitede olanları transfer için seçerler. 5. Güne kadar gelebilen embriyolar genellikle daha dirençli, yaşam şansı daha yüksek olanlardır. Buna blastosist transferi denilir. Bunların tutunma oranları 3. Gün embriyolarına göre daha fazladır. Bugün laboratuvarlarda artık embriyoların kültür edildikleri sıvılar da embriyoların daha fazla yaşamalarına imkan verecek şekilde çok gelişmiş mediumlardır. İleri yaş, tekrarlayan tüp bebek başarısızlıkları, bazı genetik hastalıkları olan çiftler gibi özel durumlarda embriyolara transfer öncesi genetik inceleme yapılarak sağlam embriyo seçilebilmektedir. 9- Kaç yaşına kadar tüp bebek uygulaması ile bebek sahibi olunabilir? Tüp bebek tedavisinde hamilelik şansı yaşa göre değişmektedir. 30 yaşın altındaki hastalarda %60’lara kadar gebelik elde edilebilirken, 35 yaş civarında %40’lara, 40’lı yaşlarda ise %15’lere düşmektedir. Bu oranlar bir deneme için geçerli iken arka arkaya yapıldığında gebelik oranları kümülatif olarak artarak 4 uygulama sonrası %90’ların üzerine çıkabilmektedir. Yaşla birlikte gebelik şansı azalmakta ancak adetinin 2- 3. gününde yapılan hormon testleri sonuçları ve ultrasonografi muayenesinde yumurtalık kapasitesi yeterli ise 45 yaşına kadar tüp bebek işlemi uygulanabilmektedir. 10- Tüp bebekte ikiz ve üçüz doğumlar hangi koşullarda yasal olarak yasaklanmıştır? Çoğul gebelik oranlarının azaltılması için ülkemizde 06 Mart 2010 tarihinde yayınlanan Resmi Gazete’de ‘Üremeye Yardımcı Tedavi Uygulamaları ve Üremeye Yardımcı Tedavi Merkezleri Hakkında Yönetmelik’ esasına göre merkezlerde üremeye yardımcı tedavi uygulamasında birden fazla embriyo transfer edilmemesi esastır. Yeni yönetmelik ile 35 yaşa kadar birinci ve ikinci uygulamalarda tek embriyo, üçüncü ve sonraki uygulamalarda iki embriyo, 35 yaş ve üzerinde tüm uygulamalarda en fazla iki embriyo transfer edilebilir. Bu sınırlamadaki amaç çoğul gebeliklerin engellenmesidir. Tüp bebek tedavisi gören ve uzun süredir çocuk sahibi olamayan çiftler özellikle çoğul gebelik istemektedir. Ailelere tedavi öncesi çoğul gebeliğin riskleri hakkında ayrıntılı bilgi verilmelidir. Çoğul gebeliklerin anne ve bebek sağlığı üzerindeki risklerinin yanında aile ve kardeşler arasında da anlamlı psikolojik etkileri vardır. Ülke için ekonomik boyutu da oldukça yüksektir. Gelecekte daha hafif yumurtlama tedavi protokolleri, kültür mediumlarının ve en yüksek rahim duvarına tutunma gücü olan embriyonun seçimi tekniklerinin geliştirilmesi ve dondurulmuş embriyoların yaygın kullanımı sayesinde çoğul gebelik oranları giderek azalacaktır.
- Perinatoloji Nedir?
Perinatoloji gebelik sırasında, doğumda veya doğum sonrasında gelişebilecek risk faktörlerinin tespit edilmesi ve gerekli önlemlerin alınmasının yanı sıra gebelik takibinin nitelikli bir şekilde sürdürülmesi ve doğumdan sonraki 4 haftada da anne ve bebeğin sağlığını koruma amaçlı önlemlerin alınmasını disipline eden bilim dalı olarak tanımlanmaktadır. Perinatoloji kadın hastalıkları ve doğum uzmanlığı alanının bir yan dalıdır. Tıp literatüründe ‘Maternal Fetal Tıp’ olarak da tanımlanan perinatoloji genellikle; annenin mevcut fizyolojik hastalıklarının gebelik döneminde olumsuz etki yaratmamasını sağlayan, çoğul gebelik ve tekrarlayan gebelik kaybı durumları ile birlikte erken doğum, bebekte gelişme geriliği veya düşük risklerini takip etmektedir. Günümüzde bilinçli bir gebelik süreci yaşamak isteyen çiftler gebelik planlamalarını bir perinatolog kılavuzluğunda sürdürmektedir. Genellikle yüksek riskli gebelik olarak değerlendirilen durumlarda daha aktif bir rol oynayan perinatoloji uzmanları öncelikle gebelikteki risk faktörlerinin değerlendirmesini gerçekleştirmektedir. Gebelik döneminde yaşanabilecek risk faktörleri şu şekilde sıralanabilmektedir; • Anne adayının yaşının 18’in altında ya da 35’in üzerinde olması • Önceki gebeliklerde düşük, erken doğum veya anormal bebek problemlerinin görülmesi • Anne adayının önceki gebeliklerdeki tıbbi öyküsü. Özellikle gebelik şekeri, gebelikle bağımlı yüksek tansiyon gibi problemlerin yaşanması • Anne adayının genel tıbbi öyküsü. Gebelik öncesinde yaşanan ameliyatlar, allerjik reaksiyonlar veya immün hastalıklar • Akraba evliliği veya ailede genetik bir hastalık bulunması Perinatolojiye Başvurulabilecek Durumlar: Perinatolojiye başvurulması gereken birtakım durumlar söz konusudur. Bu durumlar gebelik öncesi ve gebelik süreci olarak sınıflandırılabilmektedir. Gebelik öncesinde anne adayında; kalp hastalığı, böbrek hastalıkları, karaciğer ve bağırsak hastalıkları, şeker hastalığı, tiroid hastalıkları veya enfeksiyon hastalıklarının bulunması durumunda hem annenin hem de bebeğin sağlığını korumak amacı ile perinatologlara başvurulması gerekmektedir. Bununla birlikte gebelik sürecinde; ikili, üçlü ve dörtlü test sonuçlarının anormal değerlerde çıkması, gebelik şekeri, gebelik zehirlenmesi, çoğul gebelikler, anne karnındaki bebekte gelişme geriliği saptanması gibi durumlarda da perinatoloji alanına başvurulması önerilmektedir.
- DOĞUMA HAZIRLIK EĞİTİMİ İÇİN 10 NEDEN !
Doğuma Hazırlık Eğitimine katılmanız için 10 neden: Doğumdaki kadın ve bebek haklarınızı öğrenirsiniz. Sağlıklı ve güvenli doğuma götüren 6 uygulamayı öğrenirsiniz. Doğum korkularınızdan kurtulursunuz. Doğum tercihlerinizi belirleyecek yeterliliğe ulaşırsınız. Nefes ve gevşeme egzersizleri ile daha sağlıklı ve kolay bir doğum yaparsınız. İlaç dışı rahatlatıcı tekniklerle daha kolay doğum yaparsınız. Doğumda müdahale ve sezaryen oranlarınız %50 azalır. Babalar kurstaki bilgilerin verdiği güvenle daha aktif ve olumlu rol alırlar. Doğar doğmaz bebekle Ten Tene Temas’ın aşamalarını öğrenir ve uygularsınız. Doğumdan sonra “keşke”leriniz en az seviyede olur. Doğum tecrübenizi ve bebeğinizin geleceğini tamamen değiştirebilirsiniz. Doğum tercihlerinizi korkular veya başkaları değil, aile olarak siz yönetin.
- Mikroenjeksiyon (ICSI) Nedir, Nasıl Yapılır?
Bilimin tıp alanında gelişmesiyle birlikte, uzmanlar tarafından intrasitoplazmik sperm enjeksiyonu (ICSI) olarak bilinen mikroenjeksiyon yöntemi keşfedilmiştir. Bu prosedür, tek bir sperm hücresinin doğrudan bir yumurta hücresine enjekte edilmesini içerir. Tüp bebek tedavisinin başarı oranın artması için geliştirilmiştir. Mikroenjeksiyon işlemi tüp bebek döngüsü sırasında gerçekleşir. Genellikle erkek faktörü infertilitesi ile mücadele eden çiftler ve geçmişte klasik tüp bebek ile başarı elde etmeyenler için yapılmaktadır. Mikroenjeksiyon kimlere uygulanır? Mikroenjeksiyon, erkeklerde görülen bazı kısırlık durumlarında uygulanabilir: Düşük sperm sayısı, Ejakülatta sperm olmaması, Bozulmuş sperm motilitesi (spermin hareket etme yeteneği), Anormal sperm morfolojisi (sperm şekli), Spermin yumurta hücresine nüfuz etmesi ile ilgili sorunlar, Anti-sperm antikorları, Standart tüp bebek yöntemleri uygulamalarında gerçekleşen döllenme başarısızlığı, Sperm kanallarındaki tıkanıklık nedeniyle sperm eksikliği gibi problemler için çözüm olabilmektedir. Mikroenjeksiyon, zayıf yumurta kalitesinden kaynaklanan kısırlık problemlerinin yani kadından kaynaklanan sorunların tedavisinde kullanıldığında etkili değildir. Mikroenjeksiyonun farkı nedir? Yukarıdaki tüm durumlarda, klasik tüp bebek veya aşılama gibi yöntemler yeterli gelmeyecektir. Rutin IVF prosedürü, spermin yumurtalarla karıştırılmasını ve bir embriyo üretmek için kültürde bekletilmesini içerir. Bu nedenle prosedürün başarısı, kaliteli spermlerle birlikte döllenmenin başarılı olmasına bağlıdır. Mikroenjeksiyonda ise, tek bir sperm doğrudan yumurtaya enjekte edildiğinden, standart yöntemler bir seçenek olmadığında veya başarısız olduğunda yüksek oranda başarı sağlayan bir yaklaşımdır. Mikroenjeksiyon aşamaları nelerdir? Mikroenjeksiyon prosedüründe beş ana adım vardır: Erkekten ejakülasyon ile bir sperm örneği alınır veya meninin içerisinde sperm bulunamaması durumunda testislerinden cerrahi olarak çıkarılır. Yumurtalıklarından yumurta hücreleri, özel bir toplama yöntemiyle çıkarılır. Bu işlem kısa süren cerrahi bir prosedürdür. Küçük, içi boş bir iğne kullanılarak sperm, yumurta hücresinin içerisine dikkatli bir şekilde enjekte edilir. Enjeksiyondan sonra, döllenmiş yumurtanın büyümesini ve gelişmesini gözlemlemek için laboratuvar ortamında bekletilir. İdeal boyuta ulaştığında, embriyonun yerleşmesi için rahime transferi gerçekleşir. Bazı tüp bebek klinikleri, henüz alınmış taze spermi kullanmayı tercih ederken, bazıları dondurulmuş sperm ile tüp bebek prosedürünü gerçekleştirmeyi daha doğru bulurlar. Mikroenjeksiyon sürecinde taze veya dondurulmuş sperm kullananların, gebelik oranlarında bir fark olmadığı görülmektedir. Mikroenjeksiyon nasıl yapılır? Mikroenjeksiyon prosedürü, mikromanipülasyon denen bir teknik kullanılarak gerçekleştirilir. Mikromanipülasyonda, çok küçük cerrahi aletlerle birlikte tek bir spermi alıp doğrudan yumurtaya enjekte etmek için özel bir mikroskop kullanılır. Mikroenjeksiyon yaptıranlar için risk var mıdır? Her tıbbi prosedürde olduğu gibi mikroenjeksiyonda da birtakım riskler bulunmaktadır. İşlem sırasında ortaya çıkabilecek bazı potansiyel sorunlar şunlardır: Yumurta hücreleri zarar görebilir. Döllenmeden sonra embriyo büyümeyebilir. Bazı uzmanlar mikroenjeksiyon sürecinin diğer doğurganlık tedavilerine kıyasla daha yüksek genetik kusur oranlarına yol açabileceğini düşünmektedir. Ancak bunu doğrulayan bir çalışma henüz yoktur. Bununla birlikte, bu anormallikler genellikle önemsizdir ve dikkatli embriyo seçimi ve preimplantasyon genetik teşhisi ile gebelikten önce riskler hafifletilebilir. Sperm alındıktan sonra, mikroenjeksiyon yönteminde erkek için risk faktörü yoktur. Mikroenjeksiyonun erkek infertilitesi için güvenli ve etkili bir prosedür olduğu kanıtlanmıştır. Mikroenjeksiyon vazektomi üzerinde etkili midir? Vazektomi, doğum kontrol yöntemi amacıyla erkeğin sperm kanallarının işlevsizleştirilmesi işlemidir. Daha önceden vazektomi yaptırmış olan bir erkek için, mikroenjeksiyon prosedürü bebek sahibi olmaya yardımcı olabilir. Erkeğin testislerinden çıkarılan spermler, mikroenjeksiyon yöntemiyle yumurtanın içerisine yerleştirilebilir. Tıp alanındaki uzmanların yardımcı üreme teknolojisi ve doğurganlık tedavisi üzerinde gerçekleştirdiği mucizevi atılımlar giderek artmaktadır. Mikroenjeksiyon da bu yöntemler arasında sıkça tercih edilen, güvenilir yöntemlerdendir.
- Hamilelikte ilaç-antibiyotik kullanımı
Hamilelik dönemi her anne adayının özgün olarak yaşadığı bir dönemdir. Her gebelik süreci birbirinden farklıdır. Anne adayının fiziksel ve psikolojik sağlığının desteklenmesi amacı ile bu dönemde her açıdan dikkatli olması gerekir. Özellikle gebelik sürecinde kullanılan ilaçlar hem anne adayının hem de bebeğin sağlığını olumsuz yönde etkileyebilmektedir. Gebelikte ilaç kullanılmasının gerekli olduğu durumlar olabilir. Ancak en sık kullanılması ihtiyaç duyulan antibiyotik ilaçlar, gebelik sürecine zarar verebilecek etkiye sahiptir. Ayrıca risk grubunda yer alan bir diğer ilaç grubu ise antidepresanlardır. Bu sebeple doktor önerisi haricinde, bilinçsizce kullanılması oldukça olumsuz sonuçlar doğmasına yol açabilir. Hamilelik döneminde kullanılması önerilen birtakım ilaçlar mevcuttur. Bu ilaçlara, folik asit ve demir içerikli ilaçlarda dâhildir. Hamilelik döneminde genellikle mide bulantılarını hafifletmek için bulantı ilaçları, ağrı kesici ve kabızlığı önleyici ilaçların kullanımı çok tercih edilmektedir. Hamilelik sürecinde antibiyotik kullanımının kesin olarak engelleyici bir durumu yoktur. Ancak gebelik sırasında anne adayının antibiyotik kullanmasını gerektirecek bazı hastalıkların meydana gelmesi halinde, hem bebeğin hem de anne adayının sağlığı açısından zarar-fayda oranı kararlaştırılar antibiyotik tercihi yapılır ve ardından da tedaviye başlanır. Bu gibi durumlarda antibiyotik tedavisini gerektiren hastalığın branş doktoru ile doğum takibini yapan kadın doğum uzmanının birlikte anne adayına en uygun ilaca karar vermesi gerekir. Bazı antibiyotikler gebelik döneminde bebeğin sağlığı açısından oldukça sakıncalı durumlar yaratabilirken, bazı ilaçların ise herhangi bir sakıncası bulunmamaktadır. Bu zararlı ve zararsız antibiyotiklerin yanı sıra, bazı antibiyotiklerin ise belli bir oranda zararlı olabilme ihtimali vardır. Fakat antibiyotik kullanılmaması sonucunda ve hastalığın tedavi edilmemesi durumunda daha büyük risk faktörü ortaya çıkacak ise, doktorun uygun gördüğü antibiyotik tedavisi uygulanır. Antibiyotik tercihi de gebelik sürecine ve hastalığın durumuna göre değişmektedir. Hamilelik döneminde kullanılan antibiyotikler özellikle idrar yolu enfeksiyonuna maruz kalan anne adaylarının kullandığı ilaçlardır. Ayrıca daha birçok kullanılan ilaçlar vardır. Ancak bu ilaçlar ne kadar güvenlidir Penisilin tarzı antibiyotikler hamilelik döneminde ve her aşamasında güvenli bir şekilde kullanılmaktadır. Ancak penisiline karşı duyarlı olan anne adayları bu konuda dikkatli olmalıdır.Bazı antibiyotik ilaçların hamileliğe zarar verdiği düşünülmektedir. Bu nedenle hamileliğin haftası ve ilacın kullanım derecesi çok önemlidir. Hamilelik döneminde anne adayları daha çok hafif ağrı kesici ilaçlar kullanmayı daha çok tercih etmektedir. Bunun yanı sıra mide bulantısı için kullanılan ilaçların sıklığı da oldukça fazladır. Anne adayları aldıkları ilaçların bebeğe etki edeceği konusunda çok endişe duymaktadır. Aslında endişelerinde haklıdırlar. Bir çok ilaç anne karnındaki bebeği etkilemektedir. Ancak önemli olan bebeğin ne kadar etkilendiğidir. Bu etki meselesi ise alınan ilaca ve doza bağlı olarak değişmektedir. Hamilelikte antibiyotik kullanımı.Hamileliğin her aşamasında güvenilir bir şekilde kullanılan antibiyotik penisilindir. Ayrıca anne karnındaki bebeğe zarar vermeyen bazı antibiyotik çeşitleri de bulunmaktadır. Bu antibiyotiklerin en bilindik olanı sefalosporin dir. Sefarasporin altında birçok antibiyotik vardır. Bebeğe zararı olmayacağı düşünülse bile asla doktor tavsiyesi olmadan kullanılmamalıdır.Hamilelikte kullanılan yatıştırıcı ilaçlar. Hamilelikte yatıştırıcı ilaçlara ve uyku ilaçlarına da başvurulur. İlaçların neredeyse tümü, plasentadan bebeğin vücuduna iletilmektedir. Bu tür ilaçlar kullanmak için doktordan onay alınması gerekmektedir.
- Gebelikte radyasyon maruziyeti
Radyasyon hamilelik öncesi dönemlerde kadınların hamile kalma süreçlerini olumsuz düzeyde etkilediği gibi hamilelikte de bebek gelişimini de etkilemektedir. Bu konuda önemli olan radyosuna ne kadar maruz kalındığı ve maruziyeti ne kadar sürdüğü önemlidir. Radyasyon ile insanlar 3 farklı şekilde karşı karşıya gelirler.Hastanelerde akciğer filmi, diş filmi, böbrek filmi ve tomografi işlemleri için olandır.İnsan vücudun farklı organlarında tanısı konulmuş olan kanser tedavisi için karşımıza radyasyondur.Bir diğeri de mikro dalga fırınların, televizyonların, bilgisayarların ve benzeri aletlerin kullanımı esnasında oluşan radyasyondur.Sinüzit, akciğer ve diş ile alakalı tek rötgen şeklinde yapılan çekimlerde maruz kalınan radyasyon çoğunlukla hamile kadınlar ve bebekleri açısından yüksek oranlarda ve ciddi düzeylerde risk taşımamaktadır. Bu tarz filmlerde önemli olan detay alınacak olan radyasyonun sürekliliği ve ne kadar yoğun olduğudur. Bu tarz filmler zarar vermezken renkli böbrek filmi, anjiografi ve tomografi tarzında yapılacak olan çekimler aşırı düzeyde radyasyon yaydığından kaynaklı olarak üst düzeyde bir tehlike oluşturmaktadır. Kadınların bazıları hamile olduğunu bilmeden kapsamlı şekilde çekilen tomografi muayeneleri yaptırabilmektedir. Bu anlamda daha yeni oluşum içinde olan bebeğin maruz kalabileceği hasar konusunda anne adayları endişe ve üzüntü içinde sıkıntı yaşarlar. Hamilelik döneminde ya da hamilelik şüphesi mevcut ise tomografi çekimi yaptırılmaması, tomografi cihazlarının olduğu alanlarda çalışılmamalı, güvenlik kapılarından geçilmemeli ve radyoysan yayacak olan her türlü etkenden uzak durulması gerekmektedir. Radyasyondan etkilenmiş olan bebeklerde; -Kan kanseri adı verilen lösemi hastalığı görülme riski yükselir. Lösemi küçük yaşlarda ortaya çıkar. -Tiroid kanserine yakalanma riski yükselir. Küçük yaşlarda meydana gelmesi olasıdır. -Beyin ile alakalı bir etkileşim oluşursa zekâ geriliği meydana gelir. -Bebeklerin bazılarında böbreklerde ve karaciğerde sorunlar meydana gelebilir. -Beyin ile alakalı bir etkileşim oluşursa görme bozuklukları ortaya çıkabilir. -Yine beyin etkilenirse kafa çevrisinde küçüklük oluşabilir. -Kız veya erkek bebeklerde ileri yaşlarda kısırlık oluşabilir. Kısa süre içinde meydana gelmeyen bu sorun ilerleyen dönemlerde psikolojik sıkıntıları da yanında getirir. -Bebeklik dönemlerinde gelişme ile alakalı olan gerilikler oluşabilir. Bu gerilikler düzelmesi zor olan ya da mümkün olmayan sıkıntıları meydana getirmektedir. -Yukarıda bahsedilen zararlar radyasyonun dozuna göre ve gebeliğin hangi döneminde maruz kalındığına göre değişiklik gösterir. 5 rad (5000 mrad) (0.05 Gy) altında radyasyon dozunun gebelik üzerinde düşük, ölüm, anomali, gelişme geriliği, zeka geriliği gibi kötü etkiler gösterdiğine dair kanıt yoktur. 5 - 10 rad arasındaki dozlarla ilgili net bir bilgi olmasa da 10 rad (10000 mrad) (0.1 Gy) dozun üzerinde radyasyon ile konjenital malformasyon riskinin arttığını gösteren çalışmalar daha nettir. Aşağıdaki listede de görüldüğü gibi çekilen tanısal röntgenler burada bahsedilen 5 rad (5000 mrad) sınırının çok altında radyasyon yaymaktadır. Aşağıdaki listeye göre örneğin yaklaşık 20 karın filmi (veya karın tomografisi) 5000 mrad sınırına ulaşabilmektedir. Yine yüzlerce diş röntgeni veya göğüs röntgeni ancak bu sınıra ulaşabilmektedir. Ancak yine de hamilelik sırasında gereksiz röntgen çekimlerinden uzak durmak gerekir ve mümkünse karın bölgesini kurşun yelekle korumak gerekir. Acil olmayan rötgen filmleri gebelikten sonraki döneme ertelenmelidir. Gebeliğin döllenmeden sonraki ilk 14 gününde embriyo radyasyona çok hassastır ve genellikle "ya hep ya hiç" kuralına göre gebelik ya tamamen sona erer (düşük veya ölüm) veya gebelik normal olarak devam eder. Bu dönemde anomali veya büyüme geriliğine sebep olduğu gözlenmez. Bu ilk 14 günden sonra yüksek doz radyasyona maruz kalındığında zeka geriliği ve beyin, göz ve diğer organlarla ilgili anomaliler ve büyüme geriliği gelişebilir. 20-25 haftalardan sonra fetus radyasyonun teratojenik (anomali yapıcı) etkilerine daha dirençlidir. Anne karnında iken radyasyona maruz kalan çocuklarda bazı kanserlerin (lösemi) daha sık görülebileceğini belirten çalışmalar vardır. Bu risk artışı 5 rad'ın altında (1-2 rad) dozlara maruziyette de izlenmektedir. Çeşitli rötgen filmlerinde ve bilgisayarlı tomografide fetusun maruz kaldığı doz (mrad biriminden) : - Bir göğüs filmi: 1 mrad'daz az - Bir karın filmi: 200-300 mrad - Bir IVP: 400-900 mrad - Boyun ve sırt omurilik filmleri: 1 mrad'dan az - Lumbar vertebra filmi: 400-600 mrad - Bir diş filmi: 0.01 - Mamografi: Önemsenmeyecek kadar az miktarda - Göğüs CT (Bilgisayarlı tomografi): 30 mrad - Karın CT (Bilgisayarlı tomografi): 250 mrad Radyasyon birimleri: 1 rad = 0.01 gray (Gy) = 0.01 sievert (Sv) = 1 rem 1 rad = 1000 mrad = 10 mGy = 0.01 Gy 1 rem = 1000 mrem = 10 mSv = 0.01 Sv Yukarıdaki listede görüldüğü gibi bir diş röntgen filmi veya akciğer röntgen filmi çekilirken hastanın aldığı röntgen ışını dozu zarar verebilecek 5000 mrad sınırından yüzlerce kez daha azdır. Yaklaşık 20-25 adet karın röntgen grafisi ancak bu zararlı sınıra ulaşabilmektedir.
- İdrar kaçırma ve tedavisi
1-Stres İnkontinans İdrar sızıntısı, alt karın kaslarının ani bir basınçla (öksürmek, gülmek,bir şey kaldırmak benzeri) kasılması sonucu meydana gelir. Stres inkontinans genellikle pelvik kasların zayıfladığı durumlarda(doğum, cerrahi operasyon benzeri )gözlenir ve kadınlarda sık görülür. 2-Sıkışma İnkontinans Bu durum birdenbire tuvalete çıkma ihtiyacının hissedilmesiyle başgösterir. Sıkışma hissini anında takiben istemsiz idrar kaçırma görülür. Tuvalete gitme gereksinimi hissedildiğinde tuvalete yetişemeden idrar kaçırma olayına bu tipte sık rastlanır.Mesane kaslarının fazla aktif ve hassas olmasından kaynaklanmaktadır. Sıkışma inkontinans en sık ileri yaş grubundaki ve idrar yolu enfeksiyonu varlığında ortaya çıkar. 3-Taşma İnkontinans Bu tip inkontinansta idrarda küçük miktarlarda muayene edilemez bir sızıntı vardır. Fazla dolu mesaneden kaynaklanır. Kişi idrara çıktıktan anında ardından mesanesinin boş olmadığını ve idrar yapmada zorlanma hissedebilir. Bu durum çoğunlukla erkeklerde ortaya çıkar ve sebebi büyümüş prostat bezi veya tümör benzeri idrar akışını engelleyen bir durum olabilmektedir. Keza diyabet ile bir takım ilaçlar da bu duruma ne sebeple olabilmektedir. 4-Karma İnkontinans Sıkışma tipi inkontinans ve stres inkontinansın beraber görüldüğü durumlardır. Erkeklerin en basit sorunlarından birisidir. Bu sorun bir yaştan anında ardından, prostat kanseri adı altında kendisini gösterir. İdrar yöntemleri rahatsızlıklarının temelini yaratan prostat, alınması ile beraber, erkeğin bilhassa cinsel hayatı bundan olumsuz istikamette etkilenir. Prostat rahatsızlığına yakalanmamak için, idrarın uygun biçimlerde vücuttan dışarı atılması gerekir, usullere uygun bir biçimde tahliye edilmeyen idrar, süre anında ardından kalıntı olarak birikecek ve sonucunda prostat kanserine ne sebeple olacaktır. Nedenleri: Şişmanlık Yaşlanma / Menopoz Birden fazla sayıda doğum yapmak Kronik öksürükle seyreden akciğer hastalığı / Diyabe Mesane boynu kısalığı (3.5- 4cm) İdrar söktürücü ilaç kullanımı Çay ve asitli içecekler Dirençli idrar yolu infeksiyonları Nörolojik hastalıklar Şeker hastalığı Bebeğin başı doğum kanalına yerleşmeden önce yapılan sezaryen idrar kaçırma riskini azaltmaktadır. Fakat 3 veya daha fazla sezaryen geçirenlerde risk normal doğum ile benzerdir. Tedavi: İnkontinansın tedavisi neden olan inkontinans tipine göre planlanır. Enfeksiyon gibi basit nedenler kolayca tedavi edilebilir. Urge inkontinans, davranışsal terapi ile veya ilaç tedavisi ile tedavi edilebilmektedir. Stres tipi idrar kaçırma, özel egzersizler, ilaçlar veya çeşitli ameliyatlar ile tedavi edilebilmektedir. Kegel egzersizi çoğu hastalarda faydalı olur. Pelvik taban egzersizleri ile birlikte kullanılan yardımcı yöntemler de vardır Vajinal koniler, geri beslemeli yöntemler, elektrik uyarımı, manyetik sandalye bunlardan birkaçıdır. Yine vajina içine yerleştirilen halkalar (Pesserler) ve üretra tıkayıcı cihazlar (Femsoft) bu amaçla kullanılan yöntemlerdendir. Yaşam tarzı değişiklikleri: Şişman olguların kilo vermesi, kabızlıktan kaçınmak, idrar kaçırmaya yol açan, aktivitelerden kaçınmak, çay, kahve, kola gibi içeceklerin tüketimini azaltmak, kronik öksürüğe yol açan hastalıkları tedavi ettirmek, sigarayı bırakmak gibi tedbirler şikayetleri azaltabilir.
- Gebelikte vitamin kullanımı-d vitamini
Her sağlıklı insanın belirli vitamin ve mineralleri yeterli ölçüde alacak şekilde besleniyor olması gerekir. Hamilelik döneminde yeterli vitamin alınıp alınmadığı konusu daha da önemli hale gelir, çünkü artık sizinle birlikte içinizde büyüyen bebeğin de gelişimini sağlıklı bir şekilde sürdürebilmesi için vitaminlere ihtiyacı vardır. Hamilelik döneminde alınan protein, karbonhidrat, yağ, vitamin ve minerallerin sadece bebeğin sağlıklı büyümesi için değil, anne adayının da sağlıklı ve rahat bir gebelik geçirebilmesi için önemli olduğunu söylüyor. Ayrıca doğum sonrasında da annenin kendini gerçekten iyi ve güçlü hissedebilmesi için, gebelik boyunca yeterli ve dengeli beslenmenin önemli olduğuna dikkat çekiyor. Mümkünse gebe kalma çalışmalarına başlamadan 3 ay önce vitamin (folik asit) alımına başlayın. Sinir yolu kusurları, hamileliğin ilk 4-6 haftası içerisinde oluşur. Hamile olduğunuzu düşünüyor ve takviye almıyorsanız eğer, reçete için ilk doktor randevunuzu beklemeyin; çünkü can alıcı gelişimsel evreyi kaçırabilirsiniz. Yapılan önemli araştırmalara göre, en önemli besleyici maddeler, folik asit, demir ve kalsiyum. Folik asit, sinir yolu kusurlarını engeller; demir, oksijenin bebeğe ulaştırılmasında ve annede aneminin önlenmesinde önemlidir; kalsiyum ise bebeğin kemik gelişimine yardımcı olur ve annede kemik kaybını önler. A Vitamini: Vücuttaki hücre ve dokuların sağlıklı bir şekilde büyümesini sağlar. Vücudu enfeksiyonlara karşı korur. Özelikle göz sağlığında çok önemlidir. Balık ve yumurtada, kırmızı, sarı ve yeşil sebzelerde yüksek miktarda A vitamini bulunur. D Vitamini: Kemik ve diş sağlığı, bağışıklık sistemi için çok önemlidir. Son yıllarda doğum sonrası depresyonun D vitamini eksikliğinde daha sık görüldüğü, doğum sonrasında oluşabilen yorgunluk, halsizlik gibi sıkıntıların önlenmesinde anneye D vitamini takviyesinin (eğer eksiklik varsa) yapılmasının önemli olduğunu biliyoruz.. En çok balık, yumurta ve süt ürünlerinde bulunan D vitamini, güneş tenimize temas ettiğinde emilebiliyor. Her gün 10-15 dakika güneşlenmeye özen gösterin. B Vitaminleri: Her gün tahıl grubu alanlarda yeteri kadar B vitamini alınıyor olsa da özellikle folik asit takviyesi gebelik öncesi dönemden başlar. Folik asit gebelikteki en önemli vitaminlerdendir. Bebekte nöral tüp defekti oluşmasına engel olduğu için gebelik düşünülmeye başlandığında veya hamileliğin ilk aylarından itibaren kullanımı başlar. C Vitamini: Bağışıklık sistemi için, diğer vitaminlerin ve demirin emilimini artırdığı için önemlidir. Biber, maydanoz, domates, portakal, mandalina ve limon gibi besinlerde yüksek miktarda bulunur. Demir: Gebelikte kan hacmi yüzde 50 artar. Bu sebeple demir ihtiyacı artar. Gelişen bebeğin vücudunda oksijen taşıması için hemoglobin gereklidir. Az yağlı kırmızı et, yumurta, kurubaklagil, tahıllardan (demirle zenginleştirilmiş) demir alabilirsiniz. Kalsiyum: Hem anne hem de bebek için, kemik sağlığı, büyüme ve gelişmede kalsiyumu yeteri kadar almak çok önemlidir. Yani yeteri kadar süt, yoğurt, ayran ve peynir tüketmek ve hatta kurubaklagiller ile yeşilliklerden de kalsiyum desteği almak çok faydalı olacaktır. Magnezyum: Düzenli alınması gerekmez fakat son aylarda kramplarınız arttıysa magnezyum takviyesi yapmanız gerekebilir. Omega -3: Son çalışmalar, özellikle gebeliğin son 3 ayında kullanılan saf Omega-3’ün bebeğin IQ seviyesini artırdığını gösteriyor. Sakın atlamayın. Her gün balık yiyemeyeceğiniz için bu dönemde ve emzirme sürecinde Omega-3 almalısınız. D vitamini, bir grup yağda çözünebilen pro hormondaki steroid bir vitamindir. D vitamini, anne adaylarının hem gebelik sırasında hem kendi refahı hem de bebeğinin sağlıklı gelişimi için önerilen miktarda D vitamini almaları gerekir. İnsan gelişiminde en önemli bileşikler D2 ve D3’tür. D vitamini kendi kişisel sağlığınız için faydalıdır. D vitamini şu anda bağışıklık fonksiyonu, sağlıklı hücre bölünmesi ve kemik sağlığı üzerindeki rolünü destekleyen kapsamlı araştırmalara sahiptir. D vitamini, kalsiyum ve fosforun absorpsiyonu ve metabolizması için gereklidir. Birçok çalışma düşük serum D vitamini seviyeleri ile belirli kanser tipleri, otoimmün hastalıklar, nörolojik hastalıklar, insülin direnci ve kardiyovasküler hastalık riski arasında bir ilişki buluyor. D vitamini sağlıklı kemik gelişimini destekleyerek bebeğinizin refahına yatırım yapar. D vitamini eksikliği de preeklampsi ile ilişkilidir. Şu anda, nüfusun% 40-60’ı gebe kadınlar da dahil olmak üzere eksik D vitamini oranları iletilmiştir. D vitamini gnşele beraber besinlerle alınabilir. Bu gıdalar yumurta sarısı, somon ve morina karaciğeri yağıdır, ancak çoğu D vitamini süt gibi kuvvetlendirilmiş gıdalar yoluyla tüketilmektedir. Laktoza toleranslı olmayan nüfusun% 75’i için, güçlendirilmiş süt ürünleri, D vitamini tüketiminin güvenilir bir kaynağı değildir. Ayrıca, vücudun D vitamini yapabilme ve emme kabiliyetini etkileyen birçok faktör bulunmaktadır: Bu bölgelerde yaşadığınız yer, mevsim, güneşten koruyucu, cilt pigmentasyonu, yaş, obezite, kirlilik gibi açık havada ne kadar zaman geçirdiğiniz ve optimal Emme kapasitesi. D vitamini aslında bir hormondur ve vücudun düzgün şekilde üretilebilmesi için bu faktörlerin sağlıklı ve yeterli olması gerekmektedir. Vücudunuzun, kalsiyum ve fosfor seviyelerini korumak için D vitaminine ihtiyacı vardır ve bu da bebeğinizin kemiklerini ve dişlerini oluşturmanıza yardımcı olur. D vitamini eksikliği gebelikte sık görülür. Yetersiz D vitamini, yenidoğanlarda anormal kemik büyümesi, kırıklar veya raşitizmlere neden olabilir. Bazı çalışmalar D vitamini eksikliğini gestasyonel diyabet, preeklampsi, preterm doğum ve düşük doğum ağırlığı gibi yüksek gebelik komplikasyonları riski ile ilişkilendirir ancak bu bağlantıları doğrulamak için daha fazla araştırmaya ihtiyaç vardır. D vitamini eksikliğinin belirtileri ince olabilir. Çürüklere neden olabilecek ağrılı kaslar, güçsüzlük, kemik ağrısı ve yumuşatılmış kemikler olabilir. Hiçbir belirtisi olmayan bir vitamin D eksikliğine de sahip olabilirsiniz. D vitamini dozajı tartışma konusu. Tıp Enstitüsü halihazırda hamile ya da emziren olmasa da, tüm kadınların 600 uluslararası birime (IU) vitamin D ya da 15 mikrogram (mcg) aldığını önermektedir. IU’nun yeterli olabileceğini, ancak bazı insanlar – hamile ve emziren kadınlar dahil – 1,500 ila 2,000 IU vitamin D’ye ihtiyaç duyabilir.
- Tüp Bebek Hakkında
TÜP BEBEK TEDAVİSİ NEDİR ? Çocuk sahibi olamayan çiftlerde en ileri tedavi yöntemidir. Kadının yumurtaları ultrason eşliğinde anestezi altındayken toplanır ve eşinin spermleri ile laboratuvarda mikroskop yardımıyla döllenir. Döllenen yumurtalardan içinde uygun olanlardan bir tanesi 2 ila 6.gün arasında bir gün veya sonraki aylardan birinde rahim içine yerleştirilir TEK TEDAVİ SEÇENEĞİ TÜP BEBEK MİDİR? Başka seçenek kalmadığında veya başarı şansı en yüksek olan tedavi seçilmek istendiğinde Tüp Bebek uygulanır. Aksi takdirde pek çok seçenekte tek başına tedavide uygulanabilir . BAŞVURUDAN SONRA UYGULAMAYA GEÇİŞ SÜRESİ NE KADARDIR? Bu süre yapılması gereken tetkiklere göre değişebilir. Genetik test gerekmiyorsa ilk adet ile başlanabilir. Rutin testlerin sonuçları( hormon , seroloji ) genellikle iki üç gün içinde çıkmaktadır. Rahim filmi çekilmesi için adet kanaması bittikten sonraki üç beş günlük dönem seçilir.Film çekildikten sonra tüp bebek veya diğer üremeye yardımcı uygulamalara çekimden bir sonraki ay başlanır. Bazen rahim içindeki bir patolojinin düzeltilmesi yumurta toplamaktan önce yapılması öngörülebilir. Bu durumda yine adetten sonraki ilk günler tercih edilir. Yapılan operasyonun türüne göre bir sonraki ay veya 2-3 ay sonraya başlangıç randevusu verilebilir. TEDAVİ NE KADAR SÜRER? Tedavi de yumurtalıkların uyarılıp yumurta toplanması ortalama iki hafta sürer. Eğer aynı uygulama içinde transfer yapılmasında bir engel, sakınca yoksa yumurta toplandıktan 2 ila 6 gün arasında döllenmiş yumurta ( embriyo ) rahim içine transfer edilir Yani toplamda 15 ila 20 gün arası bir süre gerekmektedir. Tüm yumurtaların döllendikten sonra dondurulması halinde en erken bir ay sonra transfer yapılabilir . TÜP BEBEK TEDAVİSİ İÇİN YAŞ SINIRI VAR MIDIR? Kesin bir yaş sınır olmamakla birlikte 43 ila 45 yaş civarı pek çok merkez tarafından sınır kabul edilir, ancak bazı durumlarda çok nadiren istisnai olarak bu sınır 3 - 4 yaş ileri gidebilir . Tabii bazende erken menopoz yani genç yaşta yumurtalık yetmezliği gelişmesine bağlı olarak 20 li yaşlarda bile uygulama yapılamayabilir.
- Vajinismus Evliliği/İlişkiyi Nasıl Etkiler?
Vajinal girişin çevresindeki kasların istemsiz olarak kasılması sonucu yaşanan ağrı ve endişeye bağlı olarak ilişkiye girememe durumuna vajinismus diyoruz. Cinsel ilişkiye girme korkusu olarak da bilinen vajinismus rahatsızlığı her 10 kadından birinde görülebilmektedir. Kadınların evlendikleri zaman ilk gece korkusu ile başlayabileceği gibi, daha önceden var olan korkularına bağlı olarak da vajinismus durumu gelişebilir. Sevgililik döneminde herhangi bir sorun yaşamayan kadınlar, penisin vajinaya girme aşamasında ağrı, korku, panik hali yaşamaları ile vajina girişinde kasılmalar ile başlar. Kadınlar bu giriş haline imkansız gözüyle bakmaktadırlar. Bu durum denemeler arttıkça daha şiddetli hale gelebilmektedir. Bir süre sonra düşüncesi bile şikayetleri ortaya çıkarabilir. Bir tür kaygı bozukluğuna ve fobi durumuna dönüşür. Vajinismus rahatsızlığı yaşayan bir kadının tedavisi, kendisine uygun olan bir planla başarılı olabilir. Hasta tam anlamıyla değerlendirilmeden net bir şey söylemek de doğru değildir. Tedavi başarısı, hekimin bilgi, deneyim ve yeteneğinin yanında, çifte de bağlıdır. Çiftin istekli, sabırlı ve birbirlerine destek olmaları ve doktorlarına güvenmeleri şarttır. Çiftte ilişkisel ve iletişimsel olarak problemler varsa öncelikle bunun bir nebze düzeltilmesinde fayda vardır. Aile ilişkileri, çevre baskısı gibi problemler minimalize edilmeli, çift kendini olumsuz dış etkenlerden tedavi süresince soyutlamaya çalışmalıdır. Bu koşullar sağlandıktan sonra tedavi kişiye göre planlanır. Bazı hastalarda sadece cinsel eğitim yeterli olabilirken bazı hastalarda parmak veya dilatatör tedavileri, bazı hastalarda terapi düzeyinde tedaviler gerekebilmektedir. Hastanın tedavi sürecine, uyumuna ve ilerlemesine göre karma tedaviler de uygulanabilir. Vajinismus tedavisinin ertelenmemesi gerekir, ertelendiği takdirde evliliğinizde ya da ilişkinizde sorunlar yaşamanız mümkündür. Zamanla eşinin gösterdiği tolerans azalabilir ve erkek cinselliğini yaşayamadığı için dışarıda partner arayışına girebilir, bu da evlilik kurumunu yıpratır ve hatta sonlanabilir.
- Rahim Ağzı Kanseri ve Tedavisi
Rahim (uterus) ile vajina arasında kalan rahimin en alt kısmıdır. Rahim ağzı kanseri Kadın vücudunda tarama yapılabilen, erken aşamada veya oluşmadan tespit edilebilen başlıca kanser serviks kanseridir. Serviks kanseri uzun yıllar dünyada en fazla görülen kadın genital sistemi kanseri olmuştur. Ancak smear testi gibi serviks kanseri tarama yöntemlerinin yaygınlaşması ile serviks kanserinin görülme sıklığı giderek azalmaktadır. Düzenli olarak smear testi yapılması sonucu serviks kanserinden ölüm oranı %90 azalmıştır. Rahim ağzı kanseri Serviks kanserinin ortalama görülme yaşı 52’dir. Serviks kanserinin en önemli nedenlerinden biri, neredeyse tümünün kaynaklandığı HPV ( Human Papilloma Virus ) enfeksiyonlarıdır. HPV'nin 100'den fazla alt tipi bulunmakta ve bunlardan sadece birkaç tanesi (yüksek riskli olanları) kanser oluşumuna neden olmaktadır. Rahim ağzı kanseri Serviks kanseri taramasında temel olan; yakınması olsun ya da olmasın her kadının yılda bir smear testi yaptırmasıdır. Smear testi jinekolojik muayene sırasında, çok kısa sürede yapılabilen, ağrısız, kadının hiç fark etmeyeceği bir şekilde yapılır. Smear testi ile daha ortaya çıkmadan kansere dönüşebilecek hücreler tespit edilip doku örneği alınarak, kanser öncüsü hastalık veya serviks kanseri çok erken aşamada tespit edilebilir. Bu aşamada hastalar basit yöntemlerle ve çok yüksek başarı şansı ile tedavi edilebilirler. HPV bir kişiye bulaştığında basit bir gribal enfeksiyonda olduğu gibi hasar bırakmadan kendiliğinden iyileşir, hasta HPV ile enfekte olduğunu fark etmez ama HPV çoktan rahim ağzına yerleşip oradaki normal hücreleri kanser hücrelerine dönüştürmek için durmuştur ve kanser oluşması için yıllarca sürecek olan süreç başlamıştır. HPV hücreye bulaştığında ancak yıllar geçtikten sonra özellikler yükserk riskli tiplerin kanser oluşturma potansiyeli vardır. HPV enfeksiyonu önlenmesinde doğum kontrol yöntemi olarak kondom gibi bariyer yöntemi kullanılması, tek eşliliğin tercih edilmesi yararlı olabilmektedir. Serviks kanserine yakalanma riski yüksek olan kişiler; erken yaşta cinsel ilişkiye başlayanlar , cinsel partneri birden fazla olanlar veya aktif veya pasif sigara içicisi olanlardır. Belirtiler: Erken evrelerde hiçbir belirti olmayabilir, düzensiz aralıklı vajinal kanama ( genellikle lekelenme şeklinde), cinsel ilişki sonrası vajinal kanama , ağrılı cinsel ilişki, kötü kokulu, ince, et suyu şeklinde akıntı. Korunma Tek eşli yaşam ile birlikte yılda bir smir testi yaptırılması kanser oluşum aşamasında yakalanmak açısındna önemlidir. Ancak son zamanlarda Serviks kanseri aşısı (HPV aşısı) da geliştirilmiştir. Serviks kanseri sorumlusu olduğu düşünülen HPV' e karşı geliştirilmiştir. Özellikle HPV’ nin kanser oluşumunda yüksek riskini oluşturan 16 ve 18 tiplerine karşı yaklaşık %100 koruyuculuk sağlamaktadır. 9-26 yaş arasında ( henüz cinsel ilişki yaşamamışken ) yapılması en idealdir. Ancak cinsel ilişki başladıktan sonra belirli kontrolller yapılarak ta aşının yapılabileceği düşünülmektedir. Aşı yapılsa dahi yıllık smear testi kontrolleri aksatılmamalıdır Tedavi Tedavinin başarısı hastalığın teşhis anındaki yayılma oranına ve belirlenen evreye bağlıdır. Rahim ağzında sınırlı kalan erken evre kanserde tedavi başarısı yüksektir. Serviks kanserinin tedavisi belirlenen evreye göre planlanır. Evreye göre tedavide cerrahi, radyoterapi (ışın tedavisi) ve kemoterapi kullanılabilmektedir. Erken evre serviks kanserlerinde ameliyatlar vajinal yolla da yapılabilmektedir.
















