top of page

Arama Sonuçları

Boş arama ile 1063 sonuç bulundu

  • Vajinal akıntı hakkında her şey !

    Vajina normal olarak nemli bir yapıya sahiptir. Vajina duvarlarındaki ve vajinanın içinde bulunan rahim ağzındaki bezelerden salgılanan sıvılar bu nemliliği, ıslaklığı sağlar. Normal vajinal akıntı berraktır ve sıvı yumurta akını andırır, koku yapmaz. Bu ıslaklığın kıvamı yumurtlama dönemi sırasında (adetin başlangıcından itibaren 14. gün civarı) biraz değişir ve sıvılaşabilir. Vajinal akıntı menstrual siklusun (adet siklusunun) normal bir parçası ve kadınların alışkın olduğu bir durumdur. Vajinal akıntının miktarı, kıvamı ve diğer özellikleri değiştiğinde mutlaka hekime başvurmak gerekir.Adet dönemine yaklaştıkça bazen vajinada bir koku olabilir ve akıntı rengi koyulaşabilir. Bu adet kanamasını oluşturan hormonların bu dönemde getirdiği etkidendir. Tanımladığımız dışındaki bütün akıntıları muayene oluncaya kadar bir hastalık belirtisi olarak kabul etmek ve en kısa zamanda doktora başvurmak sağlığınız açısından gerekli ve önemlidir. Rahatsız edici bir vajinal akıntıyla yaşamak kişinin hayat kalitesini düşürecektir. Cinsel yaşantınızı etkileyebilecektir. Daha da önemlisi sağlığınızı bozacak, kısırlığa veya daha kötü sonuçlara gidebilen olaylara sebep olabilecektir. (İhmal edilmiş vajinal akıntılar kısırlık, kanser gibi hastalıklara neden olabileceği gibi bu hastalıkların belirtisi de olabilir.) Vajinal akıntı tedavisi Akıntıların tedavisi sanıldığının aksine daha kolay ve de acısızdır. Tedavi de genel olarak vajinal tabletler, duşlar kullanılır. Vajinal akıntı neden ortaya çıkar? A. Fizyolojik akıntılar (doğal akıntılar) • Östrojen düzeyine, • Cinsel uyarım, • Gebelik • Spiral'e bağlı akıntılar B. Patolojik akıntılar (doğal olmayan akıntılar) 1. Vajinal (Vajinaya-döl yoluna ait) • Vajinanın mantar hastalıkları • Trikomanas vajiniti (Cinsel yollada geçen parazit kökenli hastalık) • Bakteriyel Vaginosis (Çeşitli bakterilerin neden olduğu hastalık • Genital herpes vajiniti (virüslerin neden olduğu bir akıntı • Vajinadaki yabancı cisimlerin oluşturduğu akıntı • Kanserlerin oluşturduğu akıntılar 2. Servikal (Servikse - rahim ağzına ait) • Bakterilerin neden oldukları (mesela gonore (belsoğukluğu) ve bu gibi) • Non-spesifik enfeksiyonlar (Nedeni ve etkeni tanımlanamayan akıntılardır) • Virusların neden olduğu akıntılar (mesela herpes ve diğerleri) • Kanserlerin neden olduğu akıntılar • Polip dediğimiz bazı oluşumların yaptığı akıntılar • Yaraların yaptığı akıntılar Vajinal Enfeksiyonlarında Riski Artıran Faktörler En yaygın olarak görülen vajinal akıntı nedeni Mantarlar ve de trikomanas ile çeşitli bakterilerin neden olduğu bakteriyal vaginozistir. Şu hallerde vajinal enfeksiyon riski artabilir: • Gebelik • Şeker hastalığı • Kortizon kullanımı • Antibiyotik kullanımı • Bazen östrojen hormonu tedavileri • Bazı doğum kontrol yöntemleri • Sık ilişki • Fazla sayıda partner ve korunmasız ilişki • Tampon kullanımı • Sentetik iç çamaşırı kullanılması • Çok dar giyecekler • Islak mayo veya çamaşırla oturulması • vajinanın içinin çok sık ve sabunla yıkanmas, • Bazı ticari vajinal duşların kullanılması, kokulu tuvalet kağıtlarının bazıları • Aşırı klorlu havuzlara girmek mantar hastalığına yakalanma riskini artırır • Başkasına ait iç çamaşırı ve bu gibi şeylerin giyilmesi • Çok fazla diyet şekeri veya tatlandırıcı kullanılması Ne Zaman Doktora Başvurmalıyız? Jinekolojik problemlere bağlı yakınmaları ihmal etmeden ve gecikmeden hekime başvurmak tedaviyi çok kolaylaştırır. Doktora Başvurmanızı Gerektiren Yakınmalar • Adet kanamaları arasındaki dönemde kanama ve lekelenme • Anormal vajinal kanama (Özellikle cinsel ilişki sonrasında) • Kasıklarda ağrı ve basınç hissi • Vajinal bölgede kaşıntı, kızarıklık, şişlik ve ağrı • Genital bölgede yara ve kitleler • Kötü kokulu ve renkli vajinal akıntı • Vajinal akıntı miktarının artması • Cinsel ilişki sırasında ağrı ve rahatsızlık Düzenli Jinekolojik Kontrolün Faydaları Jinekoloji cinsel sağlığı ve üreme sağlığını korumaya yönelik kadınlara özel tıbbi bir bakımdır. Bu bakım hastalıklardan korur, kanserlerin erken tanısını, üreme organlarını etkileyen enfeksiyonların erken tanı ve tedavisini ve daha sonra görülebilecek kısırlık gibi komplikasyonların önlenmesini sağlar. Hangi yaş grubunda olduğunuza, evli veya bekar olmanıza, cinsel hayatınızın aktif olup olmamasına bakılmaksızın iyi bir jinekolojik bakım kadın sağlığının anahtarıdır.

  • Emzirme döneminde beslenme nasıl olmalıdır?

    Emzirme, bebeğin sağlıklı büyümesi ve gelişmesi için en uygun beslenme yöntemidir. Anne ile bebeğin sağlığı üzerinde biyolojik ve psikolojik bir etkiye sahiptir. Emzirme sırasındaki enerji ve besin öğeleri ihtiyacı gebelikte olduğundan daha fazladır. Anne gebelikte iyi beslenmişse, ihtiyaçlarını kısmen karşılayabilecek yağ deposuna sahiptir. Bu yağ deposunun kullanılması ile doğumu izleyen ilk haftalarda anne kilo kaybeder. Emziklilik döneminde süt üretimi için gerekli olan enerji iki kaynak­tan sağlanır: 1. Gebelik süresince vücut yağı olarak depolanan enerji, 2. Besin gruplarından gelen enerji. Süt veren kadın hem kendi vücudundaki besin öğeleri depolarını dengede tutmak hem de salgıladığı sütün karşılığı olan enerji, protein, mineral ve vitamin­leri almak için yeterli ve dengeli beslenmelidir. Aksi takdirde kendi vücut depolarından harcamaktadır. Bu da sağlığının bozulmasına ve yetersiz süt salgılanmasına neden olmaktadır. Emziklilikte Enerji ve Besin Öğeleri İhtiyacı Sütü ile bebeğin ihtiyacını tamamen karşılayan bir kadın günde ortalama 700-800 mL süt salgılar. Bu sütün karşılığı olan enerji ve besin öğeleri ihtiyacı emziklilik dönemi­nde de normal gereksinmeye ek yapılarak artırılmalıdır. Yeterli düzeyde anne sütü üretimi için yeterli miktarda sıvı almaya özen gösterilmelidir. Günde en az 8-12 bardak sıvı alınması yeterlidir. Emziklilik döneminde suyun yanı sıra besin değeri yüksek süt ve meyve suyu gibi içecekler tercih edilmelidir. Süt ve meyve suyu aynı za­manda diğer besin öğelerinin tüketimini de sağlayacağından, anne sütü verimliliğini de etkileyecektir. Örneğin; süt tüketimi kalsiyum, meyve suyu ise C vitamini sağlayacaktır. Emziklilik döneminde zayıflama diyeti yapılmamalıdır. Bu dönemde enerji alımı günlük 1800 kalorinin altına düşerse, vücut için gerekli olan besin öğelerini yeterli düzeyde alınmamaktadır. Özellikle emziklilik döne­minin başında düşük kalorili bir diyet uygulaması süt yapımını azaltmakta ve sütün besin değerini olumsuz etkilemektedir. Emziklilik döneminde alkol ve sigara kullanılmamalıdır. Soğan, sarımsak, brokoli, kabak, karnabahar, acı baharatlar veya kuru baklagiller, anne sütünün tadını değiştirebilir. Bu durum bazı bebeklerde hu­zursuzluk (gaz oluşturması, emmeyi reddetme gibi) yaratırken, bazıları hiç fark etmeyebilir. Bebeğinizde ciddi birtakım huzursuzluklar gelişirse, bu tür besinler ya daha az sıklıkla tüketilmeli ya da hiç tüketilmemelidir.

  • Gebelikte Diyabet

    Gebelikle birlikte vücudun enerji ihtiyacı artmaktadır . Gebelik hormonları östrojen , progesteron , kortizon ve süt hormonları etkisiyle annenin şeker metabolizmasında önemli rol alan insülin hormonuna duyarlılık azalır. Böylece anne adayında kullanılması kısıtlanan şeker molekülleri (glikoz) bebeğe geçerek bebeğin büyüme ve gelişmesinde kullanılır. Gebelikte anne adayının kan şekeri normalde düşük düzeyde seyreder , Sağlıklı bireylerde gebelik hormonları etkisi ile gelişen insülin direnci vucuttaki depoların kullanımı ile desteklenir ve kan şekeri yükselmeden bebeğin ihtiyacı olan glikoz temin edilir , Ailesel şeker hastalığı varlığı , ileri anne yaşı ve obezite gibi bazı risk faktörleri varlığında ise anne adayının kan glikoz seviyeleri yükselme eğilimine girer. Kanda yükselen glikoz seviyesi bebeğe geçerek bebeğin insülin hormonu salınımına neden olur . Bebekte artan insülin hormonu bebekte büyüme hormonu etkisi yaparak bebek gelişiminde sorunlar yaratabilir. Bunlar kan şekeri yüksekliği derecesine göre bebeklerde kalp anomalileri, su fazlalığı ; anne adaylarında ise açıklanamayan düşükler , erken doğum, iri bebek zor doğum veya ölü doğum yapma gibi riskleri getirmektedir. Gebelikte diyabet görülme sıklığı ırka göre değişmekle beraber % 5-10 arasındadır . Gebelikte iki çeşit diyabet hastalığı vardır. Pregestasyonel diyabet ( gebelik öncesi var olan) ve gestasyonel diyabet (gebelikle ortaya çıkan ) Biri gebelik öncesinde zaten var olan bilinen diyabet hastalığı , diğeri gebeliğin 20. haftası sonrası ortaya çıkan gebelik diyabeti dir . Gebelik öncesi diyabet hastalığı mevcutsa riskler daha fazladır , anne adayı bebeğin uygun sağlık ve gelişimini sağlamak amacıyla gebe kalmadan en az 3 ay öncesinden sıkı bir kontrole alınmalıdır , gebelik öncesi ağızdan alınan ilaçlar gebelikle birlikte kesilerek , bunların yerine insülin başlanması uygundur. Gebeliğin ikinci yarısında ortaya çıkan diyabet ise çoğunlukla daha selim karakterlidir. Gestasyonel Diyabet olarak isimlendirilen bu tablo, gebelik bitiminde genellikle düzelir. Sıklıkla ailesinde diyabet öyküsü bulunan kişiler , 30 yaşın üzerinde, fazla kilolu gebeler gestasyonel diyabet açısından risk taşırlar. Gebelikte anne adaylarının ideal açlık kan şekeri düzeyi 65-90mg/dl, tokluk kan şekeri düzeyi ise 120-130 mg/dl dir. Diyabetin türüne ve anne adayının kan şekeri kontrolüne göre değişken glikoz ölçümleri yapılmaktadır . Bu ölçümler günde birçok defa bakılan parmak ucu kan şeker ölçümleri gibi sık veya haftalık açlık -tokluk kan şekeri bakılması gibi daha seyrek kontroller şeklinde olabilmektedir . Gestasyonel diyabetli hastalarda diyet ile kan şekeri kontrolü sağlanabiliyorsa, tedaviye diyete uyum kontrolleri ile devam edilir. Bol lifli , yeşillikli gıda tüketimi , karbonhidrat ve hamur işi - şekerli gıdadan kaçınarak protein ağırlıklı diyet tüketimi önerilir. Düzenli tempolu yürüyüş ya da hafif sporlardan yüzme veya plates yapılabilir. Diyet düzenlemesi ve fiziksel aktivite ile kan şeker kontrolü ideal düzeyde olmayan anne adaylarında vakit geçirilmeden insülin tedavisine başlanmalıdır. Gebelik boyunca toplam kilo alımı 10-13 kg'ı aşmamalıdır. Anne adayının normalden fazla kilo alımı gebelikte diyabet hastalığı riskini artırmakla beraber , bunun yanı sıra tansiyon yükselmesi riskini de beraberinde getirmektedir. Gebelikte ilk başvuruda açlık kan şekeri değerlendirmesi yapılmaktadır ,bu test önceden şeker hastalığı olduğunu bilmeyen birinci gruptaki hastaları yakalayabilmek açısından önemlidir. Açlık kan şekeri (AKŞ) 126 mg/dl'nin üzerinde veya tokluk zamanında bakılan kan şekeri 200 mg/dl'nin üzerinde olan hastalar diyabet olarak kabul edilmelidirler. Bu hastalarda kanda son üç aylık kan şekerini gösterir HbA1c testi , kan şeker yüksekliğinin süresi hakkında bilgi verebilir. Anne adayında herhangi bir risk faktörü yoksa ideal zamanı 24-28 haftalar olan şeker yükleme testleri ile gestasyoenel diyabet tanısı konabilir. İleri anne yaşı , obezitesi , önceki gebeliklerde diyabet öyküsü olan anne adaylarında ise şeker yükleme testinin gebelik başında yapılması önerilmektedir. Diyabetik gebeye tercihen 38. haftadan itibaren doğum yaptırılabilir. Süre 40 haftayı aşarsa veya bebek tahmini kilosu 4000 gr üzerinde olduğu durumlarda doğum tercihen sezeryanla yaptırılmaktadır. Diyabet anne adaylarında ileri yaş , göz , sinir sistemi yada böbrek fonksiyonları gibi organ bozuklukları olan kontrolsüz hastalarda yüksek risk getirir. Kontrolsüz diyabeti olan hastalarda anne sağlığını olumsuz etkiyebileceğinden gebelik devamına izin verilmeyebilir.

  • Gebelikte Hipertansiyon

    Gebelikte tansiyon yüksekliği , yüksek riskli kabul edilen bir durum olup , yakın takip gerektirmektedir. Tespit edilen tansiyonun sistol 140 , diyastol 90 ve üzeri olması demektir.Yapılması gereken öncelikle olarak gebelik öncesi var olan bir kronik hipertansiyon hastalığı mı yoksa gebelikle birlikte ortaya çıkan bir tansiyon yüksekliği mi ayrımıdır. Tansiyonun 160/110 ve üzerinde olması şiddetli hipertansiyon olarak değerlendirilmektedir. Gebelik öncesi bilinen bir hipertansiyon hastalığı olması veya gebeliğin 20. haftasından önce anne adayında hipertansiyon tespit edilmesi durumuna kronik ht denmektedir. Obezitesi veya ileri anne yaşı gebeliği olanlarda sık görülmektedir. Bu tür anne adaylarında tansiyon hafif orta seviyelerde kısmen ilaç kullanarak kısmen diyet ve tuz kısıtlaması ile kontrol altında tutulabiliyorsa , gebelik nispeten iyi gider . Ancak önlem alınmasına rağmen kontrol altına alınamayan tansiyon durumunda anne ve bebek sağlığı için riskler artmaktadır. Gebeliğin 20.haftasından sonra ortaya çıkan ve genellikle lohusalık bitimi normale dönen tansiyon yüksekliği ise preeklapsi ( halk arasında gebelik tansiyon zehirlenmesi) olarak isimlendirilmektedir . Bu hastalık oluşum mekanizmasında bebeğin plesenta (eş )beslenmesinde bozulma ve salgılanan hormonların etkisiyle anne tansiyonun yükselmesi vardır Kronik hipertansiyonu olan anne adaylarının da takip eden gebelik sürecinde %25 preeklampsi gelişebilmektedir. Preeklampsi de tansiyon yüksekliğine , annede ; ellerde ve yüzde gelişen ödem, idrarda protein kaçağı , hızlı kilo alma , ileri aşamalarda şiddetli baş ağrısı , bulantı , kusma , sağ üst karın bölgesinde ağrı , geçici görme kaybı , bulanık görme ve ışık uçuşmaları ortaya çıkabilir , hatta şuur kaybı -nöbet geçirme (eklampsi) , beyin ödemi , beyin kanaması , akciğer ödemi ne bağlı nefes darlığı ve hellp sendromu gibi anne ve bebek hayatını tehdit eden ciddi karaciğer ve böbrek fonsiyon bozuklukları görülebilmektedir. Bu süreçte bebekte gelişme geriliği , erken doğum , plesentanın kanama ve ayrılmasına bağlı ani bebek ölümü olabilir. Gebelikte güvenle kullanılabilen tansiyon ilaçları sınırlıdır ve kontrolsüz yükselen anne tansiyonunun belli bir dereceden sonra düşürülmesi bebeğe giden kanlanmayı da bozabileceğinden bebekte de hayati tehlike yaratabilen bir durumdur. Preeklamsinin esas tedavisi doğumdur , burada gebeliğin kaçıncı haftasında olunduğu , bebeğin doğum sonrası yaşayabilir potansiyelde olup olmaması önemlilik arzeder.Hafif preeklampsi olan hastalarda bebek akciğer gelişimi açısından anne belli bir süreye kadar takip edilebilirken , şiddetli preeklapsi , eklampsi ve hellp sendromu gibi ağır durumlarda annenin hayati tehlikesi göz önünde bulundurularak gebelik , haftası ne olursa olsun doğumla sonlandırılır. Bu durumda sezaryenle doğum riski artar . Ailesinde yüksek tansiyon öyküsü bulunan, daha önceki gebeliğinde benzer durumla karşılaşmış, kilo problemi olan, ikiz gebeliği bulunan hastaların daha dikkatli olmaları gerekmektedir. Bu konudaki riskleri azaltmak için gebelikte kilo ve tansiyon takibi, kronik hipertansiyon hastalarında tuzsuz diyet , karbonhidratdan fakir proteinden zengin özellikle sebze, et, süt ürünleri, baklagil ağırlıklı olarak yeterli ve dengeli beslenilmesi, yorgun ve uykusuz kalınmaması, sigara içilmemesi, stres kontrolü, gebeliğe uygun egzersizlerin yapılması, riskli durumlarda uzmanın tavsiyesine göre düzenli kontrollerin sağlanması önemlidir.

  • Doğum Sonrası Kordonun Geç Klemplenmesi Nedir?

    Tarihte pek çok kültürde plesenta (eş) ve göbek kordonunun derin anlamları vardır, bazı etnik toplumlarda hayata saygının bir ifadesi olarak plesenta ve göbek bağı saklanmakta , Yeni Zelanda ve Bali gibi Uzak Doğu kültüründe bebeği cennete bağlayan yapı olarak kabul edilmekte ve doğum sonrası göbek bağı kesilmeden kendi kuruyup kopması beklenmektedir . Tibet ve Hindistan’da geleneksel olarak plesenta lotus adı verilen bitkilerle sarılarak 3-5 gün kendiliğinden kuruyup kopması için beklenebilmektedir. Geçmişten günümüze özellikle hastanede doğum artışıyla birlikte göbek bağı doğar doğmaz kesilmeye başlanmıştır. Dünya Sağlık Örgütünün göbek kordonunun geç klemplenmesi (bağlanması ) tavsiye eder açıklamaları sonrası birçok anne adayından bu yönde talepler gelmektedir. Kordonun kesilme zamanı hakkında farklı görüşler bulunsa da , bebeğin doğumundan sonra kordon kan akımının durmasının beklenmesi (ortalama 30 sn -5 dakikada ) akım durunca kordon bağının kesilmesi önerilmektedir. Doğum anından hemen sonra, annesinin kucağına verilen bebeğin kordon kan akımı birkaç dakika beklenildiğinde kendiliğinden sona ermektedir. Yaklaşık 30 saniye ile 60 saniye arasında beklenmesiyle kordondaki tüm kan bebeğe geçer. Göbek bağının geç kesilmesi bebeğin kan hacmi ve hemoglobin konsantrasyonunu artırmakta ve bebeğin ilk birkaç ayında demir depolarını korumaktadır , Bebeğin doğumla birlikte akciğerine gelen fazla kan sayesinde dünyaya adaptasyonu kolaylaşmakta ,yenidoğan geçici taşipnesi dediğimiz solunum sıkıntıları azalmakta, bağışıklık sistemi , sinir, kalp ve solunum sistemlerinin gelişmesinde önemli rol oynayan kök hücrelerin artışına sebep olmaktadır. Ayrıca 37 haftadan önce doğanlarda kordonu kesmenin 30 saniye geciktirilmesi bile prematüre bebeklerde organ hasarını azaltmaktadır. Bu konuda ACOG tarafından (Amerikan Kadın Hastalıkları ve Doğum Birliği) erken doğan bebeklerde kordonun geç klemplenmesi tavsiye eder bilimsel çalışmalar yayınlamıştır. Yapılan bilimsel çalışmalarda bebek açısından geç kordon klemplenmesi polisitemi denilen kanda kırmızı hücre fazlalığı ve yenidoğan sarılığı riskini artırmakta ancak, erken kordon klemplenen bebeklerle kıyaslandığında tedavi gerektiren yenidoğan sarılığında fark olmadığı görülmüştür. Bebeğin doğumda asidoz denilen , kordon ve plesenta beslenme bozuklukları gibi acil girişim gerektirmesi durumlarında ise geç kordon klemplenmesi tavsiye edilmez. Anne açısından ise bebek kordonunun geç klemplenmesi doğum sonrası annenin kanamasında herhangi bir artışa sebep olmamaktadır. Bir bebeğin dünyaya geliş anında ona verilebilecek en güzel hediye kordon kanıdır.

  • Anne Sütü Nasıl Arttırılır?

    Anne sütü halen tüm bebekler için en uygun besin olarak düşünülmektedir. Anne sütünün besleyici ve besleyici olmayan etkileri prematür bebekler için bile formül mamalardan daha iyidir. Emzirmenin bırakılmasının en sık sebebi anne sütü üretiminin azalmasıdır. Anne sütü üretiminin azalması pek çok durumda olabilir; • Erken doğum • Doğumun zor ve 1 saatten uzun sürmesi • Sezaryen doğum • Obezite • Anne veya bebeğin hastalığı • Anne-bebek ayrılığı • Uzun aradan sonra tekrar emzirme • Dolaylı emzirme (pompa yada manuel olarak sıkma) • Anksiyete, yorgunluk ve duygusal stres de süt oluşumunu güçlü bir şekilde baskılar Tüm emziren anneler, emzirme sıklığı, emzirme süresi, mekanik ve manuel süt sağmada yeterli boşaltma konusunda eğitilmelidir. Bütün anne sütü artırma teknikleri memeyi boşaltma prensibine dayanır. Meme boşaldıkça dolar. Sık sık boşaltılarak daha çok süt üretmesi sağlanabilir. Dikkat edilmesi gereken konu; annenin daha çok sıvı tüketmesi ve normalde alması gereken kaloriden bir miktar daha fazla kalori almasıdır. Kalori ya da su kısıtlanırsa; mekanizma önce annenin ihtiyaçlarını, sonra süt üretimini düşünür. Süt üretimine yetecek su ve kalori kalmaz. Süt üretimi, psikolojik destek ve gevşeme teknikleri (kitaplar ve videolar kullanılarak) gibi birçok yolla artırılabilir. Yine de anneler, sütü artıran ilaçları veya başka ürünleri sıklıkla sormaktadır. Prolaktin; beyindeki hipofiz denilen bir bezden salgınan protein yapısında bir hormondur. Annenin meme ucunun emilmesiyle üretilerek kan dolaşımına karışır. Süt artırıcı olarak kullanılan ürünlerin çoğu prolaktinin üretimini ve salgılanmasını veya dolaylı yollardan prolaktin miktarını artırarak işlev görür. Süt artırıcı olarak kullanılan ilaç ve diğer maddelerin anne ve bebek üzerindeki yan etkileri tam olarak değerlendirilmelidir. Bitkisel ve doğal ürünler Bazı bitkisel ürünlerin kullanımının anne sütünü artırdığına inanılmaktadır. En sık kullanılan ürünler; Çemen otu Keçi sedefi (keçi sakalı) Deve dikeni Maringa Sarımsak Kuşkonmaz Şevketibostan (bostan otu) Anason Fesleğen Rezene Yer minesi Kimyon Leylak Üzüm Kahve ÇEMEN OTU Hindistan ve bazı Ortadoğu ülkelerinde baharat ve ilaç olarak kullanılmaktadır. Antiinflamatuar, yeniden yapılandırıcı ve sütü artırıcı etkileri de dahil pek çok tedavi edici etkisi olduğuna inanılarak kullanılmaktadır. En çok gözlenen yan etkileri; idrar kokusunun değişmesi, terleme ve ishaldir. Astım ve kan şekeri düşüklüğü olanlarda şikayetleri kötüleştirebilir. Süte geçme potansiyeli ve bebekte yapacağı yan etkiler bilinmemektedir. Günde 3 defa 200 ml bitki çayı şeklinde alınan çemen otunun 2 haftanın sonunda sütü belirgin olarak artırdığı gözlenmiştir. Keçi Sakalı (Keçi Sedefi) İneklerde süt üretimini artırdığı keşfedildiği 1900’lü yılların başından beri geniş ölçüde kullanılmaktadır. Kan şekeri düşüklüğüne neden olduğu görülmüştür. Annede herhangi bir yan etki gözlenmemiştir. Rezene, anason ve keçi sedefi karışımı içen annelerin bebeklerinde uykusuzluk, kusma ve emiş gücü zayıflığı izlenmektedir. Devedikeni Protein sentezini artırarak, asıl karaciğer koruyucu olarak uygulanmaktadır. Son yıllarda yapılan çalışmalarda devedikeninin anne sütünü %80 artırdığı rapor edilmektedir. Bu etki için günde 420 mg devedikeni kullanımı önerilmektedir. Kuşkonmaz 4 hafta boyunca günde 2 defa 2 çay kaşığı hint kuşkonmazı kullanan kadınların kandaki prolaktin seviyesinin ve bebeğin kilo artışının belirgin arttığı gözlenmiştir. Günlük 60 mg/kg dozunda hiçbir yan etki gözlenmezken, yapılan hayvan deneylerinde 5000 mg/kg dozunda kullanıldığında ölümcül olabilmektedir. Moringa Filipinlerde sütü artırmak amacıyla yaygın olarak kullanılmaktadır. 350 mg kapsüller halinde kullanılır. Doğumdan sonraki 3. günde başlanır, 8 gün boyunca günde 2 defa kullanılır. 10. gün almayan gruba göre süt miktarı 2 kat artar. Antiemetikler (bulantı önleyici ilaçlar) Metoklopramid Metoklopramid; merkezi sinir sisteminde dopamin salgılanmasını azaltarak prolaktin seviyesini artırır. Metoklopramid tarafından artan süt salgısıyla birlikte süt içindeki sodyum miktarı ve bebekte serum prolaktin seviyesi yükselir. Oksitosin burun spreyi ile kullanıldığında etkinliği artar. Rahmi alınmış, taşıyıcı anne ile bebek sahibi olan kadınlarda bile başarılı olduğu görülmüştür. Metoklopramid anne sütüne geçer. Buna rağmen günde ortalama 1 litre anne sütü emen bir bebeğin aldığı metoklopramid miktarının çok düşük olduğu düşünülmektedir. Bebeklerde hafif ve geçici bağırsak rahatsızlığı bildiren 2 yayın dışında bebekte ciddi bir yan etki gözlenmemiştir. Annede ise; yorgunluk, baş ağrısı, bağırsak bozuklukları, bitkinlik, uykusuzluk gibi yan etkiler izlenmiştir. Süt artırıcı etki için 1-4 hafta boyunca ağızdan günde 10-15 mg kullanılması önerilmektedir. Ama anne sütüne geçip bebekte olabilecek potansiyel risklerinden dolayı süt artırıcı olarak kullanılmasına karşı çıkılmaktadır. Domperidon Domperidon; kanser hastalarında bulantı-kusmayı önlemek için kullanılan bir ilaçtır. Prolaktin seviyesini artırarak süt üretimini tetikler. Büyük bir molekül olduğundan %90’ı proteinlere bağlıdır ve çok çok az anne sütüne geçer. Annesi domperidon alan bebeklerde hiçbir yan etki gözlenmemektedir. Yine büyük bir molekül olduğu için kan-beyin bariyerini kolay geçemez ve metoklopramid gibi merkezi sinir sistemi yan etkileri görülmez. Anneler için en yaygın yan etki ağız kuruluğu, kaşıntı, baş ağrısı ve sindirim sistemi rahatsızlıklarıdır. Kalp hastalığı olan kadınlar potansiyel aritmi riskinden dolayı bu ilacı kullanmaktan kaçınmalıdır. Kanser hastalarında bulantı giderici olarak damar içi kullanımı sırasında kalpte ritim bozukluğu ve ani ölüme neden olduğundan dolayı 2004 yılından beri ABD’de yasaklanmıştır. Aritmiye bağlı ani ölüm ağızdan alınan dozlarda hiç görülmemiş, sadece 60 yaş üzerinde damar içine uygulamalarda görülmüştür. 1-2 hafta boyunca günde 3 defa 10 mg kullanımı önerilmekle beraber en düşük etkili doz ve tedavi süresi için araştırmalara ihtiyaç vardır. Antipsikotikler Klorpromazin Prolaktin seviyesini artırarak etki gösterir. Yapılan çalışmalarda sütü azalmış kadınlarda süt artışı ve bebeklerinde kilo artışı gözlenmiştir. Süte çok az miktarda geçer. Günlük tek doz 600 mg ilaç alımında bile sütteki konsantrasyonu ölçülemeyecek kadar düşüktür. Bu ilaçların emziren annelerde ve bebekleri üzerindeki etkileri hakkında bilinenler çok azdır. Tüm bu ilaçlar beyinde biriktiği için kısa ve uzun vadede merkezi sinir sisteminde değişikliklere neden olur. Süt artırıcı etki için 1 hafta boyunca günde 3 defa 25 mg kullanılması önerilmektedir. Sulpirid Şizofreni, depresyon gibi psikozların tedavisinde kullanılan antipsikotik bir ilaçtır. Prolaktin hormonunun salgılanmasını yaklaşık 10 kat artırır. Bu ilacı kullanan kadınların süt üretiminin ve bebeklerindeki kilo artışının belirgin arttığı gözlenmiştir. Bu etki daha çok ilk doğumu olan annelerde görülmektedir. Anne sütüne geçmesine rağmen bebeklerde yan etki gözlenmemiştir. Annelerde baş ağrısı ve yorgunluk izlenir. 1-4 hafta boyunca günde 2-3 defa 50 mg kullanılması önerilmektedir. Tüm antipsikotik ilaçların kısa ve uzun vadede merkezi sinir sisteminde yavaşlamaya neden olma riski akıldan çıkarılmamalıdır. Hormonlar Oksitosin Meme ucu etrafındaki kasların kasılmasını ve süt kanallarının süt salgılamasına neden olur. İlk doğumu olan annelerde süt hacmini 3-5 kat, birden fazla doğum yapmış annelerde süt hacmini 2 kat artırdığı gözlenmiştir. Süt içeriği oksitosinden etkilenmez. Anne ve bebekte yan etkiye neden olmaz. Emzirme ve pompa yapmadan önce her iki burun deliğine birer sprey kullanılması önerilmektedir. Oksitosinin süt artırıcı olarak kullanılabileceği ile ilgili bilgiler çok sınırlıdır. Bu konuda çalışmalar yapanlar süt artırmada geçerli ve güvenilir olduğunu iddia etmekte ve önermektedirler. Büyüme hormonu Mekanizması tam olarak bilinmemektedir. Süt artırıcı etkisi hayvan modelleri üzerinde çalışılmış ama henüz bu çalışmalar insanlara taşınmamıştır. Cilt altı kullanıldığında sütteki büyüme hormonu seviyesi yükselmez. 7 gün boyunca 0,1-0,2 UI/kg/gün deri altına kullanılması önerilmektedir. Sonuç olarak.. Süt artırıcılar, süt azalmasına neden olan tedavi edilebilir durumlar ortadan kaldırıldıktan ve eğitim yetersiz kaldığında uygulanmalıdır. İlaç tedavisi emzirmek isteyen ama uygun emzirmeyi sürdüremeyen annelere önerilmektedir. Uygun süt artırıcının seçiminde hem anne hem bebek için yarar ve yan etkilerini belirlemek önemlidir. Bitkisel maddelerin etkileri ve yan etkileri için çok az bilimsel çalışma yapılmıştır. Hormonal tedaviler için de iyi yapılandırılmış bilimsel çalışma yoktur veya çok azdır. Uygulama yolu ve dozu tutarsızdır. Potansiyel ciddi yan etkilerinden dolayı önerilmemektedir. Domperidon süt artırıcı etkinliği, bebek üzerine yan etkisi olmaması, annedeki yan etkilerinin çok nadir olması nedeniyle ilk tercih edilecek ilaç olarak düşünülmektedir. Antipsikotikler beyinde birikmeye meyilli olduğundan bebeğin merkezi sinir sistemi gelişiminde uzun ve kısa vadedeki potansiyel etkilerinden dolayı tercih edilmemektedir. Tüm süt artırıcılar (özellikle bitkisel ve doğal ürünler) için etkinliği, dozajı ve güvenliği açısından iyi planlanmış bilimsel çalışmalara ihtiyaç vardır.

  • Epizyotomi (normal doğum kesisi)

    Epizyotomi; kadınlara uygulanan en sık cerrahi işlemdir ve son yıllarda en çok tartışılan birkaç medikal uygulamadan biridir. 18. Yy da epizyotomi, doğum kanalını genişleterek bebeğin başının çıkmasını kolaylaştıran bir cerrahi kesi olarak tanımlanmıştır. Tarihsel olarak; 1920’lerde zamanının çok etkili bir kadın doğum uzmanı olan DeLee’nin rutin epizyotomi uygulamasını öneren araştırmasından sonra yaygın olarak kullanıldı. Bu dönemde, perineal yaralanmadan, pelvik tabanın gevşemesinden, pelvik tabanın gevşeyip sarkmasının sonucu olan mesane sarkması, idrar kaçırmadan kaçınmak için epizyotomi uygulanması savunulmaktaydı. Bunun da ötesinde kadın doğum uzmanlarının hemen hepsi; epizyotomiyi onarmanın, epizyotomi açılmadığında oluşacak yırtıkları onarmaktan daha kolay olduğundan uygulandığı konusunda hemfikirdiler. 1983’de epizyotominin yararı veya zararını ispatlayan kanıt olmadığını gösteren yayınlara kadar rutin olarak uygulanmaya devam edildi. 2009’da yayınlanan analizde, rutin epizyotominin bebeğin iyilik halini artırmak gibi bir yararı olmadan vajina arka duvarında yırtılma ve ciddi perine yırtığı ihtimalini, doğum sonrası ve ilişki sırasında ağrı oranını arttırdığı gösterildi, epizyotominin sadece seçilmiş vakalarda uygulanması önerildi. Bu yayından sonra epizyotomi oranı tüm dünyada dramatik olarak azaldı. Öte yandan, epizyotomi oranının çok belirgin azaldığı ülkelerde ciddi perine yırtıklarının da arttığı gözlendi. Perineal yırtıklar genellikle başın doğumu için yeterli boşluğun olmaması veya perinenin esnek olmaması nedeniyle oluşmaktadır. Bu yırtıkların ciddiliği doğum anındaki kontrol, doğumun hızı ve yapılan müdahalelerle ilgili olabilir. Epizyotomi yararlı mı, zararlı mı? Rutin uygulanmalı mı? Kimlere, nasıl uygulanmalı? Bazı klinisyenler hiçbir vakada epizyotomi uygulamamanın seçilmiş vakalarda uygulamaktan daha iyi olduğuna inanmaktadır. Maalesef epizyotomi uygulamamak daha az müdahale gerektirdiği için doğumun doğallaştırılması olarak tanımlanmaktadır. Epizyotomi hakkındaki yanlış anlaşılmanın derecesi o kadar artmıştır ki, ciddi organizasyonlar bile uygulamayı obstetrik şiddet olarak görmektedir. Ne kadar karşı çıkılsa da diğer medikal uygulamalarda olduğu gibi epizyotominin de yapılma nedenleri vardır ve doğru cerrahi teknikle uygulandığında büyük abdest kaçırma gibi önemli sakatlığa neden olan ciddi yaralanmalardan kadınları etkili bir şekilde korumaktadır. Sakatlıktan koruyan bir yöntem ise şiddet olarak tanımlanamaz. Bazı çalışmalarda çelişkili sonuçlar olsa da pek çoğu seçilmiş vakalarda epizyotomi uygulamanın ciddi perine yırtığı oranını azalttığını göstermiştir. Perine yırtıkları 1., 2., 3. ve 4. derece yırtık olarak sınıflandırılır. 1. derece yırtık en az hasarı, 4. derece yırtık en çok hasarı gösterir. Ciddi perine yırtığı yani 4. derece yırtık anal sfinkteri (büyük abdestin istemsiz dışarı çıkışını önleyen kas yapısı) ve rektal mukozayı (kalın bağırsağın son kısmı) etkiler ve hastalarda ciddi sakatlık sebebi olabilir. Ciddi perine yırtığı olan hastaların %10’undan fazlasında büyük abdestini tutamama gelişir. Bu kadınların %29-53’ünde istemsiz gaz kaçırma görülür. Kimlere epizyotomi uygulanmalı? En sık risk faktörleri • İlk gebelik, ilk doğum: Önemli bir risk faktörü olmasına rağmen epizyotomi uygulamak için kesin sebep olmamalıdır çünkü her doğumda epizyotomi uygulanmalı mı, yoksa sadece seçilmiş vakalarda mı epizyotomi uygulanmalı ikilemine geri dönülmüş olur. Bununla birlikte bu hastalarda yırtık riski yüksek olacağından epizyotomi ihtiyacı konusunda daha özenli olunmalıdır. • Bebeğin kilosunun 4 kg‘dan fazla olması • Doğumun ikinci evresinin uzaması • Operatif doğum (vakum, forseps vs uygulanması) • Omuz takılması • Oksiput posterior pozisyon (çıkımda bebeğin yüzünün öne bakması): Çıkımda baş çevresinin artmasına, alet kullanımı ihtiyacına neden olacağından bir sebep olarak düşünülmelidir. Her ne kadar riskli gruplar bu şekilde sıralansa da doğum profesyonelleri, perinenin gerilme derecesine ve epizyotomi ihtiyacına karar verecek kişilerdir. Epizyotomi nasıl uygulanmalı? Yapılmış pek çok çalışmaya göre medio-lateral epizyotomi, median epizyotomiden daha güvenlidir. Gözlemlere göre pek çok obstetrisyen ve ebe hastalar için riski artırdığından median epizyotomiyi terk edip medio-lateral epizyotomiyi tercih etmektedir. Epizyotomiye atfedilen pek çok risk gerçekte doğru tekniğin kullanılmaması ile ilişkilidir. Medio-lateral epizyotomi için doğru açı 400-600 arasında olmalıdır. 2006’da yapılan bir çalışmada vajinal doğumdan sonra anal yaralanma gelişmiş hastalarda epizyotomi açısının kontrol grubuna göre daha düşük olduğu gözlenmiştir. Yani epizyotomi açısı arttıkça ciddi yaralanma riski azalmaktadır. Epizyotominin uzunluğu 15 mm’den fazla, arka köşeden uzaklığı 9 mm’den fazla olmalıdır. Epizyotomi ne zaman uygulanmalı? Bebeğin başının, pelvik tabanı aşırı germesi zarar vereceğinden bu gerilme başladığında uygulanması gerektiği düşünülmektedir. Sonuç Doğru teknikle uygulanan epizyotomi büyük abdest kaçırma gibi önemli sakatlıklara neden olan ciddi yırtıklardan korunmamıza neden olur. Tüm hastalara epizyotomi uygulamak yararlı olmasa da sebep varken uygulamamak zararlı olacaktır. Perineal yırtıkları ve epizyotomi ihtiyacını azaltmak için öneriler Perineal yırtıklar kendiliğinden veya epizyotomi sonucu olabilir. Bu travma kadınlarda doğumdan sonra ağrı veya başka problemlere neden olmaktadır. Bebeği başının doğumunu yavaşlatan teknikler perinenin gerilmesini yavaşlatarak hasardan korumaktadır. Doğumdan önce, yaklaşık 35. haftada başlanan perineal masaj dikiş gerektiren perineal yırtık riskini azaltmaktadır. Vajina ve anüs arasında kalan perine bölgesine 10 dakika süreyle kayganlaştırıcı ile masaj yapmak, doğumun kolaylaşmasını sağlayacaktır. Bu masajın haftada 4 defa yapılması önerilir. Anne adayının kendisi zorlanabileceği için eşinin bu masajı yapması önerilmektedir. Anne adayı masajı yardım almadan kendine uygulayacaksa başparmağı, birinden yardım alınacaksa, masaj işaret parmağı ile yapılmalıdır. Mesaja başlamadan önce eller yıkanmalı, tırnaklar kısa olmalı, mesane boşaltmış olmalı. Kayganlaştırıcı yağlar ve jeller uygulandıktan sonra parmaklar sağ ve sola doğru saat 3 ve 9 yönlerinde hareket ettirilmelidir. Bu sayede vajina alt duvarı ve perine esneyecektir. Doğumun ikinci evresinde perine üzerine ılık havlu uygulamak da 3. ve 4. Derece perine yırtığı ihtimalini azaltır.

  • Vajinismus

    Vajinismus terimini ilk kullanan Amerikalı jinekolog J.Fatman SIMS ‘dir. 1862’de Londra Obstetri Topluluğuna yaptığı konuşmada SIMS; “Kişisel araştırmalarıma dayanarak evlilik ilişkisinde her iki tarafta bu kadar büyük bir mutsuzluk yaratan bir hastalık bilmediğimi söyleyebilirim ve bu kadar kolay, güvenilir ve kesin şekilde tedavi edilebilen başka bir ciddi hastalık olmadığını da eklemekte mutluyum” demiş ve vajinimusu ilk tanımlayan kişi olmuştur. Vajinismus, vajinaya giriş teşebbüslerinin yarattığı stres ile ortaya çıkan, cinsel birleşmeye izin vermeyen ya da cinsel birleşmenin kısmen de olsa ağrılı biçimde sağlanabildiği, vajina girişinin 1/3 dış bölümünde, vajina çeperini saran kaslarda ısrarlı istemsiz yineleyici spastik kasılmaların olduğu bir cinsel bozukluktur. Evlilik kurumunun cinsel birleşme ile tamamlandığı şeklindeki yaygın inanç göz önüne alındığında, vajinismus, cinsel birleşmenin gerçekleşememesi anlamında ‘tamamlanmamış evlilik’ vakalarının en sık nedenidir. Vajina etrafındaki kaslarda sürekli, tekrarlayıcı ve istemsiz olarak devam eden bu kasılmalar, kişisel bir sıkıntının yanında cinsel eşle olan kişilerarası ilişkide de önemli sorunlara yol açabilir. Kadının hem kendi kadınlığında eksiklik olduğunu düşünmesine hem de eşine karşı suçluluk hissetmesine neden olur. Erkekte eşine karşı öfke, istenmeme ve reddedilme olarak algıladığı için kırgınlık, ereksiyon güçlüğü bazen bekaret konusunda şüphe yaratabilir. Bazen adli olaylara, boşanmaya veya tecavüz girişimi yada fiziksel şiddet davranışlarına neden olur. Birçok çift bir süre sonra cinsel birleşmeyi denemekten vazgeçer. Bu; çiftin ilişkisi açısından daha olumlu bir durumdur. Çünkü tekrarlanan denemeler ve her seferinde yaşanan hayal kırıklığı, çiftin cinsellikten uzaklaşmasına ve kavgalara yol açar. Türkiye’de her 10 kadından biri vajinismus sorunu yaşamakta ve tedavi amacıyla cinsel terapi kliniklerine başvurmaktadır. Tedavi arayışı olmaksızın kısmi yada durumsal vajinismus yaşayan kadınların sayısı ise bilinmemektedir. Çünkü kadınların yardım isteme davranışını ortadan kaldıran ayıp, yasak, günah, utanç verici ve durumun mahremiyetine ilişkin düşünceler oldukça yaygındır. Vajinismus genellikle cinsel yaşamın başlangıcında, ilk cinsel birleşme denendiği andan itibaren ortaya çıkar ve altında yatan en önemli neden korkudur. Çok daha seyrek olarak jinekolojik bir ameliyat veya travma sonrası gelişir. Bazen de kişilerin partneriyle olan diğer problemleri nedeniyle istemli olarak ağrı, yanma, acı ve kanama olacağından korkarak cinsel birleşme esnasında kendini kasar ve cinsel ilişkiye müsaade etmez. Tampon yada spekulum gibi belirli giriş tiplerine izin verirler, ancak sadece ilişkinin başlaması durumunda paniklerler. Vajinismik yanıt geliştiren kadınların iç ve dış genital organları anatomik olarak genelde normaldir. Bu kadınların ya da çiftlerin çoğunun cinsel davranışları son derece kısıtlıdır. Normal cinsel tepkinin gelişmesine engel olan, cinsel sorunların ve vajinismusun gelişmesinde, ortaya çıkmasında, devam etmesinde rolü olan klinik pratikte kolay saptanabilen birçok faktör vardır. Bunlar arasında cinsellikle ilgili bilgi eksikliği, yanlış cinsel inançlar ve davranışlar, cinsellikten ne bekleyeceğini ve ya cinsellik sırasında ne yapacağını bilememe, abartılı ya da olumsuz beklentilerin olması, ağrı duymaktan korkma, hamile kalmaktan korkma ve yakın ilişki geliştirememe gibi etmenler sayılabilir. Ayrıca öncelikle eşle kişilerarası ilişkilerdeki olumsuzluklar da cinsel ortamın oluşmasına engel teşkil ederek vajinismusun gelişmesine neden olabilir. Bu sorunu yaşayan kadınların çoğu, genital bölgelerinin çirkin ve rahatsızlık verici bir görüntüsü olduğunu düşünür. Bu nedenle çıplak olarak kendilerini görmeye tahammül edemezler. Hamile kalma ve çocuk doğurma konusunda fobiktirler. Cinsel organlarının çok küçük, anormal yada kızlık zarının kalın ve yırtılması güç fiziksel bir engel olduğu şeklinde olumsuz gerçekdışı inançları vardır. Düşünce sistemlerinde kızlık zarının yırtılması sonucunda ölüme kadar götürebilecek abartılı felaket beklentileri vardır. Cinsellik, çıplaklık, cinsel işlevler, cinsel organlar, fiziksel yakınlık geliştirme, dokunma, cinsel birleşmeye yönelik korkular, endişeler, olumsuz düşünceler ve kaçınmalar olabilir. Yanlış bilgilerin yanı sıra, cinsellikteki abartılı beklentiler de önemli sorunlar olarak karşımıza çıkar. Bazı kültürlerde, özellikle de ülkemizde vajinal spazmın sadece cinsel birleşmeden önce değil, cinsel birleşme sırasında olabileceği böylece kadının vücudunda penisin kıskıvrak yakalanacağı biçiminde yaygın bir inanış vardır. Bu durum insan cinselliğinde olağan bir şey değildir. Yanlış cinsel bilgiler, öyküler ve inançlar ilk cinsel birleşme denemesinin ağrılı olmasına neden olur. Bu yüzden sonraki birleşme girişimlerinde acı ve korku beklentileri olur. Ülkemizde cinsel eğitim ve cinsel bilgi eksikliği (cinsel anatomi, fizyoloji ve cinsel yanıt dongüsü), yanlış cinsel bilgiler – inançlar, cinselliğe olumsuz bakış, cinsel ilişki ve birleşme ile ilgili bilgi ve beceri eksikliği vajinismusun ortaya çıkmasında ve devam etmesinde önemli bir etkendir. Cinsel terapi uygulamalarında hastaların büyük bir kısmının cinsel bilgilenme kaynağının sadece ergenlik döneminde anlatılan fıkralar ya da yapılan şakalar olduğu söylenebilir. Sonuç olarak; vajinismik tepkinin açık ve direkt tek bir sebebi yoktur. Vajinismus, herhangi bir vajinal giriş teşebbüsü ya da düşüncesinin olması halinde ortaya çıkar. Cinsel birleşme girişimleriyle ilişkilendirilen ağrı ve korkular devam ettiği sürece sayılan sebeplerin birkaçı bir arada vajinismus gelişmesinde etken olarak sayılabilir. Bütün vajinismus kadınları da diğer kadınlar kadar nevrotiktir ama hiçbir zaman onlardan fazla değil. Vajinismus kadınlarının evlilikleri de diğer kadınların evlilikleri gibi çok berbat bir durumda ya da mükemmel denebilecek seviyede benzer farklılıklar gösterbilir. Nadiren de olsa pelvik organlardaki ilişkiyi ağrılı hale getiren geçmişteki yada halihazırdaki herhangi bir fiziksel patoloji , vajinismik yanıtın nedeni olabilir. Kalın esnek olmayan kızlık zarı, endometriozis, pelvik inflamatuar hastalıklar, vajinal atrofi, tümörler, doğumsal anormallikler gibi fiziksel durumlar direkt vajinal girişle ilgili olmasa da cinsel ilişki sırasında ağrıya sebep olabilir. Vajinismus tedavisinde; jinekolojik bir muayene sırasında kolaylıkla tesbit edilebilen bu gibi fiziksel durumların tedavi edilmesi önceliklidir. Vajinismus tedavisinde her bir kadının hikayesi dikkatle dinlenir ve kadına hastalık, hastalığın doğal gidişatı ve olası tedaviler veya başa çıkma yolları hakkında ayrıntılı bilgi verilir. Tedavi yaklaşımı ve teknikler hastaya ya da çifte göre kişiselleştirilir.

  • Doğum Kontrol Yöntemleri

    Doğum kontrol yöntemleri, ülkemizde maalesef çiftler tarafından sıkı bir şekilde takip edilmiyorlar ve bu nedenle pek çok aile, sürpriz çocuklarla karşı karşıya kalabiliyor. Bunu sadece hiç bir doğum kontrol yöntemi uygulamamak olarak da algılamamak gerek. Zamanı geçmiş spirallerin kullanımına devam etme, kondom kullanırken dikkatsizlikler gibi doğum kontrol yöntemlerinin kullanımlarına dair sıkıntılar da maalesef sık rastlanılan durumlar arasında. Doğum kontrol yöntemlerinin hangilerinin nasıl olduklarına geçiş yapmadan önce, ilk olarak bu yöntemlerin genel halk sağlığı üzerindeki etkilerine bir göz atalım. Doğum Kontrol Yöntemlerinin Faydaları Nelerdir? Doğum kontrol yöntemlerinin çok sayıda faydası bulunuyor ve bu faydalar hem sağlık yönünden hem de ailenin geleceği bakımından oldukça önemli hale gelebiliyorlar. Bunları kısaca bir listelemek gerekirse; Annenin gebelik aralıklarını uzatır Doğumu planlama imkanı sunar Anne ölümü ihtimalini düşürür Geç yaştaki gebeliklere engel olur Bazı yöntemler cinsel hastalıkların geçişini önler Ekonomik sarsılmayı önler Evlilik dışı cinsel ilişkilerde gebelik ihtimalini düşürür. Doğum Kontrol Yöntemleri Nelerdir? Doğum kontrol yöntemleri, ilerleyen tıbbın da etkisiyle, çok farklı dallara ayrıldılar ve bunların en az bir tanesi çiftlerin tercih ettikleri seçenekler arasında bulunuyor. Genel olarak doğum kontrol yöntemlerini geri dönüşümü olan ve olmayan seçenekler olarak ikiye ayıracağız ve bunların altındaki seçenekleri değerlendireceğiz. Geri Dönüşümü Olan Doğum Kontrol Yöntemleri Kondom – Prezervatif Kullanımı Erkeğin cinsel organının baş kısmına takılan kondomlar, %90’ları aşan gebelikten koruma oranlarına sahipler ve gebelikten korunmanın yanında cinsel hastalıkların geçmesine de engel olabilmeleri sayesinde genel sağlık için de en iyi koruma yöntemleri arasındalar. Kondom kullanımı günümüzde her ne kadar genellikle evli olmayan erkekler tarafından tercih edilse de, evli çiftlerde de zaman zaman daimi doğum kontrol yöntemi olarak kullanılabiliyor. Vajinal Diyafram Kullanımı Vajinal diyafram ve kadın kondomu ise prezervatifin bir nevi kadın versiyonu olarak tanımlanabilir. Her iki koruma yöntemi de vajinaya bir bariyer uygulama esasına dayanır ancak bu ürünlerin spermisid adlı sperm öldüren jellerle birlikte kullanılmak zorundadırlar. Aksi taktirde diyaframın çıkarılma anında istenmeyen gebeliklere sebep olunabilir. Bu yöntemin hastalıklardan koruma düzeyi ise erkek kondomuna göre birazcık daha düşüktür. Doğum Kontrol Hapları Doğum kontrol haplarının içerisinde östrojen ve progesteron hormonları bulunur ve kutu içerisindeki her hapın belli bir günde kullanılması gerekir. Bu haplar, kadının yumurtlama döngüsünü bastırarak gebeliklere engel olurlar ve dolayısıyla ek bir korunma yöntemine gerek bırakmazlar. Ancak hormon destekli bir korunma yöntemi olmaları sebebiyle, bilhassa aşağıdaki rahatsızlıklara sahip olanlar için doktorlar tarafından genellikle önerilmezler: Damar rahatsızlıkları ve tıkanıklığı olanlar Kalp damar hastalıklarına yatkın olanlar Meme kanseri öykülerine sahip olanlar Gebelik ihtimali olanlar Karaciğer sorunlarına sahip olanlar Günde 15 adedin üzerinde sigara kullananlar Bu rahatsızlıklar doğum kontrol haplarından etkilendikleri için bu doğum kontrol yönteminin uygulanmasına engel oluyorlar ancak doğum kontrol haplarının rahim ve yumurtalık kanseri riskinde azalma, adet düzensizliklerinde azalma, rahim enfeksiyonlarından koruma, kemik erimesi riskini azaltma gibi çok sayıda faydaları da bulunuyor. Fakat çok uzun vadeli kullanımlarda rahim iç duvarında incelme gibi sıkıntıların da görülebildiğini belirtelim. Enjeksiyonlar Progestoron hormonu enjeksiyonu da doğum kontrol hapının bir benzeri koruma yöntemi ancak bu enjeksiyonları aylık veya 3 aylık süreçlerde kas içine iğne şeklinde alabiliyorsunuz. Etkileri ise genel olarak haplardan farklı değil. Cilt Altı İmplant Kullanımı Cilt altı implantlar da düzenli olarak hormon salgılayan koruma yöntemleri arasındalar ve yaklaşık olarak 5 yıl boyunca aktif koruma sağlıyorlar. Ancak kilo artışı ve vücutta sıvı toplanması gibi yan etkileri biliniyor. Spiral Kullanımı Hormonlu ve hormonsuz olarak iki çeşidi bulunan spiraller, rahim ağzından içeri yerleştiriliyorlar ve rahim içerisinde T şeklinde bir şekle sahip olarak spermlerin tüplere erişmesine engel oluyorlar. Genellikle bakırlı ve hormonsuz hali kullanılsa da, adet kanaması çok ve düzensiz olan hastalarda hormonlu tipler de tercih edilebiliyor. Ancak hormonlu tiplerin doğum kontrol haplarında olduğu gibi progesteron salınımı yaptıkları da unutulmamalı. Spiraller 5 ila 10 sene arasında aktif koruma sağlıyorlar ve bu süreçte kadının herhangi bir çaba göstermesi de gerekmiyor. Fakat bazı kadınlarda ağrılar, kanamalar ve enfeksiyonlar gibi yan etkiler olabildiği için spiral kullanımına son vermek gerekebiliyor. Geri Dönüşümü Olmayan Doğum Kontrol Yöntemleri Kadınlarda Tüpleri Bağlatma Kadınlarda spermlerin yumurtaya ulaşmak için kullandıkları tüplerin cerrahi olarak bağlanmaları sayesinde gebelik neredeyse %99’un üzerinde bir başarı ile engellenebiliyor ve daha sonra hiç bir işlem yapmaya gerek kalmıyor. Fakat bu tüp bağlatma işlemi, tüplerde yapışmaya neden olduğu için, gelecekte çocuk sahibi olmak isteyen çiftlerin maalesef doğal yollardan gebelik elde etme şansı da kalmıyor çünkü bağlanan nokta açılsa bile tüplerin izledikleri yol tahrip oluyor. Fakat bu yöntemi uygulatmış olsanız bile normalde biraz daha düşük ihtimalli olsa da tüp bebek tedavisinden faydalanma şansınız devam ediyor. Erkeklerde Tüpleri Bağlatma Testislerdeki spermlerin sperm haznesine aktarılmasını sağlayan tüplerin bağlanmaları ve yakılmaları ile uygulanan bu yöntemin de geri dönüşüm imkanı bulunmuyor. Son senelerde tüplerin yeniden açılmaları ile kısıtlı bir miktarda başarı yakalanabilse bile, genellikle erkekler bu işlem sonrasında da doğal yollardan kadını gebe bırakamıyorlar. Ancak tüp bebek tedavisinde de bu yöntemin büyük zorluklar çıkardığını es geçmemek gerekiyor çünkü spermlerin toplanması için testis aspirasyonu adlı yöntemin uygulanması gerekiyor. Doğum Kontrol Yöntemi Sanılan Yöntemler neler? Yüzyıllar önce uygulanan bazı doğum kontrol yöntemleri, günümüzde artık ciddi birer yöntem olarak dahi kabul edilmiyorlar ve bu nedenle uzmanlar tarafından da pek önerilmiyorlar. Geri Çekme Yöntemi Erkeğin cinsel ilişki esnasında tam boşalmadan önce cinsel organını dışarı çıkardığı ve dışarıya boşaldığı bu yöntem, oldukça düşük bir koruma oranına sahip. Çünkü tam bir boşalma meydana gelmese bile maalesef penisin ucundan ilişki sırasında çıkan az miktardaki sıvı içerisinde de spermler mevcut ve bu spermlerin rahimde ilerleme ihtimalleri var. Takvim Yöntemi Kadının adet döngüsünü takip ederek yumurtlamanın olmadığı zamanda cinsel ilişkiye girmesi olarak tanımlanan bu yöntem, hem yumurtlama düzenindeki bir değişiklik ile etkisiz hale gelebiliyor, hem de rahimde bir kaç gün yaşayabilen spermlerin tehdidine karşı pek güvenli değil. Bunun yanında, hesaplama hataları, sınırlandırılmış cinsel ilişki gibi zorluk çıkarıcı pek çok etkiye de açık bir yöntem olduğunu belirtmek gerekiyor. Ertesi Gün Hapı Ertesi gün hapları, kesinlikle ama kesinlikle bir gebelikten korunma yöntemi değiller. Bu haplar, taciz ve tecavüz gibi istenmeyen gebeliklere karşı üretiliyorlar ve mağdurların gebe kalmaları önleniyor. Ancak sürekli olarak korunmasız cinsel ilişkiye giren ve bu hapları kullanmaya alışmış olan kadınlar, maalesef gelecek senelerde pek çok rahim ve üreme sistemi rahatsızlığına gebe oluyorlar. Bu yöntem, çok gerekli haller haricinde kesinlikle önerilmiyor. Kürtaj Ülkemizde maalesef oldukça yaygın olan kürtaj, bir doğum kontrol yöntemi gibi değerlendirilebiliyor. Fakat aslında sorunlu bebeklerin yaşamının sonlandırılmasının yanında her önlemi almasına rağmen gebe kalan çiftlerin başvurabilecekleri bir yöntem. Öylesine ve gelişigüzel bir şekilde kürtaj, bir doğum kontrol yöntemi değildir.

  • Genital Siğil ve HPV Aşısı

    Genital Siğil (Hpv) Nedir? Belirtileri Ve Tedavi Şekilleri Nelerdir? HPV (Human Papilloma Virüs)’nin sebep olduğu, genital bölgede ortaya çıkan siğile (verrükaya) genital siğil adı verilir. Hem erkek hem de kadınları etkiler. Ama kadınların vücudu komplikasyonlara karşı daha savunmasız olduğundan erkeklere oranla kadınlar daha fazla etkilenir. Ortalama 125-130 farklı tip HPV virüsü vardır. Bu tiplerin bazıları düşük risk bazıları da yüksek risk taşır. Kadınlar için tehlike arz eden bu hastalığın bazı tipleri Serviks, Vulva ve anüs kanserine sebebiyet verebilir. Genellikle cinsel yolla bulaşan HPV, genital bölgede kaşınma ve ağrı yapar. Genital Siğil (Hpv) Tipleri Nelerdir? Genital siğil tipleri, yüksek riskli ve düşük riskli tipler olarak ikiye ayrılırlar. Düşük riskli tiplerin kanser ile herhangi bir alakası yoktur. Bu tiplere nonkarsinojenik HPV adı verilir. Düşük riskli tipler; Tip 6, 11, 40, 42, 43, 44, 54, 61, 70, 72 ve 81’dir. Yüksek riskli tiplerin ise Serviks, Vulva ve Rahim kanserlerine yol açtığı görülmüştür. Kanser riski taşıyan bu HPV tipine ise karsinojenik adı verilir. Yüksek riskli tipler; Tip 16, 18, 31, 33, 35, 39, 45, 51, 52, 56, 58, 59, 68, 73 ve 82’dir. En yaygın olan HPV tip 6 ve 11’dir. Kanser riski taşıyanlar ise HPV tip 16, 18, 31 ve 45’tir. Genital Siğil (Hpv) Belirtileri Nelerdir? Hiçbir belirti vermeden ilerleyebilen siğiller çoğu durumda gözle görülemeyebilir. Çok küçüktür ve derinin rengiyle aynı renge bürünebildiği gibi hafif kızarıklık durumu da olabilir. Vulva kanserine neden olan siğil tipi (vulvar intraepiteliyal neoplazi) kaşıntı ve hafif ağrıyla belirti verir. Ama bu her durumda geçerli olmayabilir. Bazı büyük, iri ve nodül şeklindeki siğiller, bağışıklık sisteminin baskılanması (immunsupresif) sorunu yaşayan kişilerde ve şeker hastalarında (diyabet) görülebilir. Kadınlarda, genital bölgenin iç kısmında, cinsel ilişki veya gebelik durumunda kanama görülebilir. Erkeklerde ise siğiller, penis, kasık, testis ve anüs bölgesinde görülerek, ağrı, kaşıntı ve yanma yapabilir. Genital Siğil (Hpv) Hangi Yaşlarda Ortaya Çıkar? Virüs bulaşan hastalara bakıldığında, yarısından fazlası 14-27 yaş arasında hastalığa yakalanmıştır. Kadın hastalarda en sık 18-25 yaşlarında, erkek hastalarda ise en sık 23-30 yaşları arasında görülür. İleri ki yaşlarda nadiren ortaya çıkan HPV, 50 yaş üstü kadınlarda da görülebilmektedir. 70 yaş ve üstü kişilerde ise HPV artık görülmez. Genital Siğil (Hpv) Vücutta Hangi Bölgelerde Görülür? HPV genital bölgede, farklı yerlerde görülebilir. Erkeklerde; Penis ve çevresinde Anüs ve makat kısmında Testislerde Skrotumda Kasıklarda görülür. Kadınlarda ise; Vajina içinde ve dışında Rahim ağzında Anüs ve makat kısmında Kasıklarda görülür. Genital Siğil (Hpv) Nasıl Bulaşır? Genellikle oral, vajinal ve anal ilişki yoluyla bulaşır. Çiftler arasında bulaşma oranı ortalama %55-60 arasıdır. Erken yaşta gerçekleşen cinsel ilişki, farklı partnerler ile yaşanan cinsel ilişki, korunma olmadan yaşanılan cinsel ilişki ve kişilerin bağışıklık sisteminin zayıf olması HPV’nin bulaşmasını kolaylaştırır. Bulaşma gerçekleştikten sonra HPV’nin gelişmesi 3 hafta ile 10 ay arası sürer. Bazı durumlarda sadece deri teması ile de bulaşabilir. HPV taşıyan hasta ile cinsel ilişki olmadan kurulan ten temasıyla da siğilin bulaştığı görülmüştür. Sadece ten teması olmayan hallerde de bulaştığı saptanmıştır. Ortak kullanılan tuvaletler, hamamlar ve banyolar da HPV bulaşılabilecek yerlerdir. Genital Siğil (Hpv) Ne Zaman Ortaya Çıkar? Virüs, kişiye bulaştıktan sonra uzun yıllar belirti göstermeden sessizce gelişebilir. HPV bulaşan bazı kişilerde siğil meydana gelmeyebilir. Bağışıklık sistemi kuvvetli kişilerin vücut sistemi HPV’yi deforme ederek etkisiz hale getirebilir. HPV’nin ne zaman ortaya çıkacağı, bulaşan kişilerin bağışıklık sistemleri, HPV’nin yüksek düşük riskli tipleri, başka enfeksiyonel rahatsızlıklar ve kişilerin vücutsal yaşları nedeniyle değişiklik gösterebilir. Genital Siğil (Hpv) Hangi Hastalıklara Neden Olur? Sessiz HPV Enfeksiyonu: HPV bulaşmış kişilerde görülür. Çoğunlukla bulaşıcı değildir. Çıplak gözle görülmez. Tedavi edilmediği takdirde, bu bulaşan virüs, rahim ağzına geçiş yaparak yüksek risk konumuna geçebilir. Subliklinik Enfeksiyon: Genital bölgede oluşan, sorunlu ve virüs kapmış cilde asetik asit dökülerek mikroskop ile görülebilecek enfeksiyondur. Kondiloma Akuminata: Vulva, serviks, anüs ve dış vajinada HPV’nin neden olduğu lezyonlardır. Lezyona sebep olan HPV tip 6 ve 11’dir. Siğiller kabarıktır. Kondiloma Planum (Yassı Siğil): Kabarık olmayıp, yassı ve düz şeklindeki siğillerdir. Yüksek risk taşıyan HPV tip 16 neden olur. Vajina içinde, anüste ve dış genitalde de görülebilir. Kanser: Yüksek riskli HPV tipleri (HPV tip 16, 18 ve 31) neden olur. Serviks (Rahim ağzı) kanserine, Vulva (Dış genital) kanserine ve anüs kanserine yol açabilir. Genital Siğil (Hpv)’Den Korunma Yöntemleri Nelerdir? HPV’den korunmak için öncelikle cinsel ilişki sırasında prezervatif (kondom) kullanmak gerekir. Bu virüsün bulaşma olasılığını ciddi düzeyde azaltmaktadır. HPV aşısı yaptırmak çok önemlidir. Cinsel birlikteliğe başlamamış kişiler aşı yaptırdıklarında, HPV virüsüne yakalanma riski yok denecek kadar azdır. FDA (Food And Drug Administration) tarafından onaylı 3 çeşit HPV aşısı vardır. Aşı 9-27 yaş arası kişilerde uygulanabilir. Aşı kas içerisine enjekte edilir. Birden fazla partner ile cinsel ilişki son derece risk taşımaktadır. Tek eşli cinsel ilişki tercih edilmelidir. Genital Siğil (Hpv) Tedavisi Nasıldır? Düşük risk taşıyan genital siğiller kremlerle tedavi edilebilir. 10-16 haftalık tedavi sürecinde hastada oluşan siğillere doğrudan krem veya tıbbi sıvılar uygulanır. Bazı genital siğiller, sıvı haldeki nitrojen ile dondurularak, siğilin çevresinde blister (kabarcık) oluşması sağlanır. Oluşan kabarcıklar yeni cildin oluşmasını sağlar. Siğilleri yok edebilmek için siğilli bölgeye lokal anestezi uygulanır. Ardından hasarlı dokuyu yakmak ve kesip birleştirmek için elektrokoter denilen cihaz kullanılır. Bazı genital siğiller ise lazer ile tedavi edilebilir. Gözle görülür, büyük siğillerde ise cerrahi işlemler yapılır. Tedaviler ağrılı ve sancılı değildir. Bazı durumlarda iritasyon (tahriş) sorunu olabilir. Bu da sorun geçicidir.

  • Vajinal Enfeksiyon ve Vajinal Akıntı

    Vajinit terimi vulvada yanma, duyarlılık ya da kaşıntıyla birlikte anormal vajinal akıntı yakınması olan kadınlardaki tanıyı ifade eder. Hastalar için jinekolog başvurularında en sık görülen nedenlerden biridir. Tipik olarak vajina pH’ı 4 ile 4,5 arasındadır. Sağlıklı vajina mukozasında bulunan glikojenin, vajina ekosisteminde bulunan birçok bakteri türü için besin kaynağı olduğu düşünülmektedir. Menopozdan sonra vajina epitel hücrelerinde bulunan glikojen içeriği azalmakta ve bu da vajina pH’ının değişmesine neden olmaktadır. (6-7,5 pH) Vajinanın Normal Dengesi Neden Bozulur? Vajinit Neden Olur? Az miktarda berrak veya bulanık beyaz sıvı akışı kadının vajinasında normal bir durumdur. Bu sıvı vajina dokusunu ıslak ve sağlıklı tutar. Normal durumlarda vajinada bakteriler ve mantarlar gibi çeşitli organizmalar denge içinde bulunur ve normal işlev görür. Ancak antibiyotik kullanımı, menstrüal siklus (adet döngüsü), hormonal dengedeki değişiklikler, gebelik, vajinal duşlar, menopoz, histerektomi gibi bazı faktörler vajinanın normal dengesini bozabilir. Vajina ekolojisindeki herhangi bir ögenin değişmesi çeşitli türlerin görülme sıklığını değiştirebilir. Gardnerella vajinalis, ureaplasma urealitikum gibi anaerobik türlerin, mantarların ve diğer türlerin vajinal florada aşırı artışı vajinite (vajinal enfeksiyon) neden olur. Vajinit terimi vulvada yanma, duyarlılık ya da kaşıntıyla birlikte anormal vajinal akıntı yakınması olan kadınlardaki tanıyı ifade eder. Hastalar için jinekolog başvurularında en sık görülen nedenlerden biridir. En Sık Görülen Vajinit Türleri Nelerdir? 1. Bakteriyel Vajinosis (Gardnerella Vajiniti veya Non-Spesifik Vajinit) Enfeksiyon “Gardnerella vaginalis” denen parazitin vajina içerisinde aşırı çoğalması ile oluşur. Belirtilerin başında bol miktarda irrite etmeyen beyaz-gri bazen hafif sarımsı vajinal akıntı ve akıntının kötü kokması gelir. Koku özellikle cinsel ilişki esnasında ve adet günlerinde çoğalır. Bakteriyel vajinosis oluşma riskini artıran faktörlerden bazıları şunlardır: Vajinanın antiseptik ile yıkanması Oral seks Sigara Adet döneminde ilişki Rahim içi araç (spiral) Erken yaşta cinsel ilişki Çok sayıda cinsel partner Partnerin diğer kadınlar ile cinsel aktivitesi 2. Mantar Enfeksiyonları En önemli belirtileri belirgin kaşıntı ve tahriş edici bir vajinal akıntıdır. Vajinadaki mantar enfeksiyonuyla birlikte genellikle dış genital organlarda da enfeksiyon görülür. Hastalık bazı durumlarda üretra denilen idrar kanalını da etkileyerek idrar yaparken ağrıya neden olabilir. Sıkça görülen diğer belirtiler arasında cinsel ilişkide yanma, ağrı ve şişlik de yer alır. Mantar enfeksiyonunda görülen vajinal akıntı beyaz süt kesiği biçimindedir ve vajina duvarına yapışır. Hastalık genellikle Candida adı verilen mikroskobik mantarın vajina içerisinde aşırı çoğalması sonucunda gelişir. Candida enfeksiyonları en çok antibiyotik kullanımı sonrasında, gebelikte ve şeker hastalarında görülür. Havuza veya denize girilmesi ile görülen mantar enfeksiyonunun nedeni sanılanın aksine sudan mantar kapılması değil vajina pH’sının değişmesidir. Bunların dışında vücut direncinin düştüğü durumlarda, kanser tedavisi esnasında ve AIDS hastalarında da meydana gelir. Mantar enfeksiyonları cinsel yolla bulaşabilir. 3. Trikomonas Enfeksiyonları (Trikomoniazis) Bu enfeksiyon viral olmayan, cinsel ilşkiyle bulaşan en yaygın hastalıktır. Diğer cinsel ilişkiyle bulaşan hastalıklardan farklı olarak bazı çalışmalarda sıklığının yaşla arttığı gösterilmiştir. Trikomonas erkeklerin çoğunda belirti vermediğinden kadınlarda daha sık tanı koyulur. Ancak vajinal trikomonaslı kadınların partnerlerinin yaklaşık %70’inin üriner sisteminde trikomanas bulunur. Bu parazit genellikle yüksek riskli cinsel ilişki davranışının bir belirtisidir. Doğumda bebeğe bulaşabilir ve bir yıl süreyle devam edebilir. Yakınmalarda vajinal akıntı tipik olarak kirli, ince ve sarı veya yeşil olarak tanımlanır. Vulvada kaşıntı, ödem, cilt soyulması ve ağrı da olabilir. Vajina ve servikste epitel altı kanama ya da ‘çilek lekeleri’ görülebilir. Trikomonas enfeksiyonu olan kadınlar, cinsel ilişki ile bulaşan diğer enfeksiyonlar için de test edilmelidir. 4. Atrofik Vajinit Atrofik vajinit, vajinal akıntı ve vajinal tahrişe neden olmasına rağmen enfeksiyon sonucunda oluşmaz. En çok emzirme esnasında ve menopozdan sonra kadının hormon düzeylerinin düştüğü durumlarda, vajinada kurulukla meydana gelebilir. Belirtiler kuruluk ve yanmadır. Vajinit Tanısı Nasıl Konur? Vajinitin en önemli belirtisi akıntıdır. Bu belirtiye etkene göre kaşıntı veya koku eşlik edebilir. Vajinal akıntı mantar enfeksiyonlarında tipik olarak süt kesiği şeklindedir. Gardnerella ve trikomanas durumlarında vajinal akıntı kokmuş balık veya yanık kablo gibi kokar. Belirtiler tanı için belirgin olmadığı durumlarda vajinal kültür ve antibiyogram yapılarak tanıya gidilir. Vajinit Tedavisi Nasıl Uygulanır? Vajinit tedavisi hastalığa yol açan faktöre göre uygulanır. Tedavi ağızdan alınan antibiyotik veya antifungal ilaç ve/veya vajinaya uygulanan bir krem, tablet veya jel şeklinde olabilir. Bazı vakalarda eşin de tedavi olması gerekir. Tedavinin tamamlanabilmesi için belirtiler kaybolsa bile ilaçların alınmasına devam edilmelidir. İlaçlar konusunda mutlaka doktorun talimatına uyulmalıdır. Çünkü belirtinin kaybolması enfeksiyonun tedavi edildiği anlamına gelmez. Ayrıca belirtilerin yeniden başlamasına ve bu kez başka tedavilerin uygulanmasına neden olabilir. Tedavi sırasında cinsel ilişkiye girilmesi önerilmez. Vajinitten Korunma Yöntemleri Nelerdir? Genital bölgenin kuru tutulmasına dikkat etmek, Pamuklu iç çamaşırı giymek ve dar giysileri uzun süre giymekten kaçınmak, Tuvalet temizliğinde bağırsakta bulunan bakteri ve mantarların vajinaya geçmemesi için önden arkaya doğru temizlik yapmak Vajina temizliğinde kokulu, parfümlü tuvalet kağıdından, kokulu ve renkli sabundan, deodoranttan, vajinal duştan, kuvvetli antiseptiklerden uzak durmak ve yumuşak bir sabun tercih etmek, Vajinanın içini yıkamaktan kaçınmak, Günlük ped kullanmaktan kaçınmak. Bunun yerine ucuz, kullan-at pamuklu iç çamaşırları kullanabilirsiniz, Duş yapmayı köpüklü banyoya tercih etmek, Parfümlü ped, tampon kullanmamak, Günlük olarak yoğurt tüketmek, Cinsel ilişki sırasında korunmak, Spermisid krem kullanmamak, Birden fazla cinsel partnere sahip olmamak.

  • Genital Estetik

    Kadınlarda bazen doğuştan bazen de doğumlara, ameliyatlara bağlı olarak genital bölgede şekil bozuklukları, sarkmalar veya cinsel işlev bozuklukları oluşabilir. Çözümü mümkün olan bu rahatsızlıktar için estetik müdahale gerekmektedir. Bu noktada size yardımcı olabiliriz.

  • Google Places
  • Instagram
  • Facebook
  • LinkedIn

©2022 DrSistem

bottom of page