Arama Sonuçları
Boş arama ile 1063 sonuç bulundu
- Çölyak Hastalığı
(Gluten Sensitif Enteropati ) Buğday, arpa, çavdarda bulunan ve hamur karıldığı zaman hamura kıvam veren proteine GLUTEN denilmektedir. Gluten buğdayın unsu özünde bulunmaktadır. Gluten’e karşı ince bağırsakta gelişen hastalık olan çölyak, yaşam boyu devam eden tek gıda alerjisidir. Hastalığın belirtilerinin ek gıdalara başlandıktan sonra yani kişi gluten ile (unlu gıdalarla) tanıştıktan sonra başladığını söyleyen Çocuk Gastroenteroloji, Hepatoloji ve Beslenme Uzmanı Doçent Doktor Fatih Ünal, çölyakla ilgili bilinmesi gerekenleri anlattı. Çölyak hastalığı, genetik, çevresel ve otoimmün (vücudun savunma mekanizmasının rol oynadığı) bir süreç sonunda gelişmektedir. Yeni doğanlarda görülmez, genellikle yaşamın 6. ayından itibaren, ek gıda alımına başlanmasıyla birlikte ortaya çıkmaktadır. Çölyak genler yoluyla geçen bir hastalıktır. Çölyak hastasının yakınlarında ve çocuklarında %10, ikinci derece akrabalarında ise %5 oranında hastalık görülme olasılığı vardır. Bir ailede çölyaklı bir kişi var ise diğer aile bireylerinin de çölyak hastalığı açısından araştırılması gerekir. Çölyak hastalığının ülkemizde görülüş sıklığı -tüm çocuk gastroenteroloji uzmanlarının katılmış olduğu çalışmada- 1/212 olarak belirlenmiştir. Çölyak ince bağırsağın bir hastalığı olup, ince bağırsağın başlangıç kısmı ile ince bağırsağın son kısmı arasında herhangi bir bölgesini tutabilmektedir. Çölyak hastalığının belirtileri, gluten ile incebağırsağın tanışmasından belli bir süre sonra ortaya çıkar (bu süre 4 ay -14 yıl arasında değişebilir), ancak bazen de hastalık yıllarca sessiz kalabilir. Tıp literatüründe 80 yaşında bile çölyak hastası tanısı alan hastaların olduğu bildirilmiştir. Hastalık başlama yaşına göre farklı belirtiler göstermektedir. Süt çocukluğu çağında, kilo almada yavaşlama, karında şişlik, kas erimesi (kollar ve bacaklarda incelme ), huzursuzluk, kusma, 2 haftayı geçen ishal ( şekilsiz, miktarı değişebilen, yağlı pis kokulu dışkılama, ekşimsi ) görülür. Tedaviye yanıt alınamayan demir eksikliği anemisi, raşitizm, karaciğer fonksiyon testlerinde yükseklik yapılan kan testlerinde saptanabilir. Çocuk büyüdükçe bu belirtiler silikleşir. Büyüme gelişmede yavaşlama, kabızlık, dişlerde dental erozyon, ağızda iyileşmeyen yaralar, kilo almada güçlük, sebebi belli olmayan karın ağrıları olmaya başlar. Kansızlık, saç dökülmesi, kemik erimesi, eklem ağrıları, ergenlikte gecikme, adet görmede gecikme, karaciğer enzim testlerinde yükseklik olur. Okul başarısı düşer ve dikkatsizlik görülür. Eğer bir kişide bu belirtiler varsa çölyak hastalığı açısından taranmalıdır. Hastalık sadece çocukluk çağında görülmez, bazen stres, geçirilen operasyonlar, araya giren enfeksiyonlar, uzun süreli antibiyotik kullanımı, gebelik gibi durumlar erişkinlerde de hastalığın ortaya çıkışını tetikleyebilir. Bazen de şeker hastalığı, epilepsi, otizm, romatoid artrit, tiroid bezi hastalıkları, dermatitis herpetiformis, infertilite ve Down sendromu ile beraber olabilir. Hastalığın tanısının konulması için belirtileri olan hastaların kanından yapılan serolojik testler ( AGA IgA ve IgG, EMA IgA ve IgG, tTG IgA ve IgG ) ve çölyak ile ilişkili doku gruplarının (HLA DQ2 ve HLA DQ8 ) araştırılması gerekir.
- Alerjik hastalıklardan korunmak için 9 öneri!
Birtakım risk faktörleri nedeniyle alerjik bünyeye sahip kişiler sonbaharda da sokağa çıkamayacak hale gelebiliyor. Ancak alınacak önlemler ve tedavi yöntemleri kişilerin bu süreci konforlu bir şekilde atlatmasına yardımcı oluyor. Güneşten maksimum yararlanmak gerekiyor Yaz döneminden sonbahara geçiş ve ısı değişimi gibi faktörler büyük önem taşır. Çünkü sonbaharda doğadaki kış hazırlığı ile birlikte insanlarda da bedensel değişiklikler ortaya çıkar. Dolayısıyla insan ile doğa arasında birbirine uyum süreci başlar. Yazın sürekli açık havada geçirilen zamanların ardından, sonbaharın gelmesi ve havaların aniden soğumasıyla yeniden kapalı ortamlara dönüş başlamaktadır. Dolayısıyla güneşten daha az yararlanılır oysa sonbaharda da güneşin faydalı etkilerinden yararlanmak çok önemlidir. Depresyona yol açabilir Mevsim sonbahar olsa da dışarıda zaman geçirmek hem güneşten daha fazla yararlanmaya, hem de mevsimsel depresyondan korunmaya yardımcı olur. Çünkü bazı hormonlar, bu mevsimde güneşin azalmasıyla birlikte daha çok salgılanır. Bu da kişiyi daha depresif bir duygu durumuna sokar. Ancak bu dönemde özellikle solunum yolu alerjsi olan kişilerin çevresel faktörlere karşı kendilerini korumaları gerekmektedir. Alerjiyi tetikleyen çevresel faktörlere dikkat etmek gerekiyor Sonbaharda alerjik reaksiyonların ortaya çıkmasını tetikleyen başlıca alerjenler ev tozu akarlarıdır. Bir diğer neden de nem faktörüdür. Yağmurların artıp, özellikle de dökülen yaprakların nemli ortamda kalması küf mantarı sporlarının ortaya çıkmasına yol açar. Bu mantarlar rüzgarla yayıldığından, açık havada bulunmak küf mantarı alerjisi olan kişilerin şikayetlerini artırabilir. Ayrıca bu dönmede alerjik reaksiyonları tetikleyen bir diğer önemli alerjen ise yabani otlardır. Ağustos ayı ortasından başlayan ve Kasım ayı sonlarına kadar devam eden yabani otlardan yayılmaya başlayan polenler, yağışlarla birlikte artan küf mantarı sporları ve kapalı mekanda oluşan ev tozu akarları çevresel faktörler ile buluşarak üst solunum yolu alerjilerini ve astımı tetikler. Bu belirtilere dikkat! -Gözlerde kaşıntı ve sulanma -Burunda tıkanıklık -Aşırı burun ya da geniz akıntısı -Boğazda kaşıntı ya da takılma hissi -Kuru öksürük -Kronik yorgunluk -Nefes darlığı -Uzayan ya da geçmeyen kronik öksürük -Göğüste hırıltı ya da ıslık sesi -Tam göğsün ön tarafında kaşıntı hissi alerji tedavisinde ilk yapılması gereken şey korunmadır Sonbaharda, havaların serinlemesi, ani ısı değişimleri, artan hava kirliliği ve salgına sebep olabilen virüs enfeksiyonları ile solunum sistemi alerjileri tetiklenir. Alerjik bünyeli kişiler bu dönemde çok dikkatli olmalı ve özellikle solunum yolu alerjisi olanlar çevresel faktörlere karşı kendilerini korumalıdır. Öncelikle alerjinin sebebi bulunmalı, polenlerin yoğun olduğu dönemde pencereleri kapalı tutmalı, ev içinde havalandırma sistemleri ve hava filtreleri kullanılmalı, polenlerin yoğun olduğu 10:00 ile 16:00 saatleri arasında mümkün olduğunca dışarıda bulunulmamalı, dışarıdan eve gelindiğinde duş alınmalı, bütün kıyafetler değiştirilmeli, polenlerin çok olduğu yerde spor yapılmamalı, ağız ve burunu koruyan maske kullanılmalıdır. Astım hastaları risk altında Bu dönemde enfeksiyonlar çok daha fazla öne çıkmaktadır. Çünkü havadaki ısı değişimi viral ve bakteriyel enfeksiyonların ortaya çıkmasını kolaylaştırır. Özellikle astım ve solunum yolu alerjisi olan kişilerin her türlü solunum yolu enfeksiyonlarına karşı, alerjisi olmayan kişilere göre çok daha fazla dikkat etmesi gerekir. Çünkü bu kişiler daha kolay gribe yakalanabilir. Grip, mevcut alerjileri tetikliyor ve kişi hem grip hem de alerji ile mücadele etmek durumunda kaldığı için vücudun savunma sistemi de düşer. Savunma sistemindeki zayıflama hastalığın daha geç iyileşmesine ve daha fazla ilaç kullanımına neden olduğu gibi kronikleştiği takdirde yaşam kayıplarına bile yol açabilir. Alerjik rahatsızlıklardan korunmak için 9 öneri 1.Vücut direncini güçlendirmek için balık, süt, yumurta, kırmızı ve beyaz et gibi proteinden zengin gıdaların tüketilmesine özen gösterin. 2.Protein grubunun yanı sıra yeşil yapraklı mevsim sebzeleri, süt ve yoğurt gibi kalsiyum ağırlıklı besinlerin ihmal etmeyin. 3.Depolarda bekletilmiş ve dondurulmuş gıdalardan mümkün olduğu kadar uzak durun. 4.Mevsimine uygun meyve-sebzelerden tüketin. 5.Bağışıklık sistemini kuvvetlendirmek için probiyotik, vitamin ve mineral takviyeleri alın. 6.Günde en az 6-7 saat uyumaya çalışın. 7.Gün içinde fırsat buldukça açık havada temiz havadan ve güneşten faydalanın. 8.Haftada en az 5 gün spor yapın. Özellikle alerjik kişiler için tavsiye edilen yüzmeyi tercih edin. 9.Sonbaharda da hava şartlarına uygun kıyafet seçin, ısı değişimlerinin olduğu süreçte ne çok kalın ne de çok ince giyinin.
- Bir öksürük yıllarca sürebilir!
Boğaz ve solunum yollarını temizlemeye yarayan faydalı bir refleks olarak tanımlanan öksürük, özellikle sonbahar ve kış aylarında sıkça görülmektedir. Ancak “gizemli” olarak adlandırılan bazı öksürük tipleri ilk bakışta herhangi bir sebep görülmese bile 2 aydan 10 yıla kadar sürebilmekte kişinin iş ve sosyal yaşamını altüst edebilmektedir. Öksürük solunum yollarını salgılardan temizleyip, yabancı maddelerin hava yollarına girişini engellemektedir. Uzun süreli öksürükler kişide uyku bozukluğu, idrar tutamama, öfke, depresyon, göğüs ağrısı gibi yakınmalara neden olarak son derece rahatsız edici bir hale gelebilmektedir. Eğer kişi sigara kullanmıyor ve yapılan rutin tetkiklerde öksürüğü açıklayacak bir sonuca varılamıyorsa öksürük; Sessiz post nazal akıntı ile ilişkili olabilir Post nazal akıntı, boğazın arkasına toplanan burun salgısıdır. Akıntı aşağıya doğru hareket ettikçe öksürük, ses kısıklığı ve boğazda irritasyon hissi gibi şikayetler de görülmektedir. Akıntıya bağlı öksürük, yutak ve gırtlak bölgesindeki öksürüğe duyarlı reseptörlerin akıntı ile uyarılması sonucu ortaya çıkmaktadır. Bununla birlikte kulak burun boğaz muayenesinde post nazal akıntı görülmeyebilir ve üst solunum yolu muayenesi normal olabilir. Bu durum “sessiz post nazal akıntı ile ilişkili öksürük” olarak adlandırılır. Astıma işaret edebilir Klasik astım, sigara kullanmayan yetişkinlerde en sık görülen öksürük sebeplerinden birisidir; fakat nefes darlığı ve göğüste hırıltı yakınması ile birliktedir. Astımlı hastaların bir kısmında öksürük tek bir belirti olarak karşımıza çıkabilir ve “öksürükle seyreden astım” olarak tanımlanır. Öksürükle seyreden astım klasik astımın bir öncüsü olarak kabul edilir ve tedavi edilmez ise %30 oranında klasik astıma dönüşebilir. Hava yollarında eozinofil adı verilen alerjik hücrelerden zengin bronşit ile ilişkili olabilir “Eozinofilik bronşit” yeni bir tanımlamadır. Hava yollarında “eozinofil” adı verilen alerjik hücrelerden zengin bir iltihabi durum söz konusudur. Özellikle çevresel ve mesleksel faktörler rol oynayabilmektedir. Bu olgularda balgamda alerjik hücre sayısının mutlaka araştırılması gerekir. Tedavisiz kalan olgularda kronik obstrüktif akciğer hastalığı (KOAH) gelişebilmektedir. Bu nedenle eozinofilik bronşit KOAH’nın bir öncüsü olarak da kabul edilir ve erken teşhis ve tedavisi son derece önemlidir. Sessiz reflü ile ilişkilendirilebilir Reflü ile ilişkili öksürük midenin asit içeriğinin üst solunum yollarına aspirasyonuna bağlı gelişebilmektedir. Öksürük yemek yerken, sıvı gıda alırken, gülerken, telefonda konuşurken veya sabah kalkıldığında ortaya çıkar ve sıklıkla ses kısıklığı ile birliktedir. Gastrointestinal sistem ile ilgili ileri tetkikler hafif düzeydeki asit kaçaklarını göstermekte yetersiz kalabilir. Kullanılan bazı ilaçlara bağlı olarak ortaya çıkabilir Kalp yetmezliği ve hipertansiyon tedavisinde kullanılan bazı ilaçlar, özellikle sigara içmeyen kadınlarda sıklıkla kuru öksürüğe sebep olabilmektedir. Psikolojik bir rahatsızlığın habercisi olabilir Psikojenik öksürük, “alışkanlık öksürüğü” veya “tik öksürüğü” olarak da isimlendirilir. Genellikle çocuk yaş grubunda veya ergenlik döneminde görülür. Kendiliğinden ortaya çıkabilir ve isteyerek yapılabilir. Keyif alınan bir aktivite sırasında ve gece veya gündüz uykularında öksürüğün kaybolduğu gözlenmiştir. Kronik öksürüklerin birden fazla nedene bağlı olarak gelişebileceği bilinmelidir. Tedaviye tam yanıt vermeyen olgularda kronik öksürüğün olası diğer sebepleri araştırılmalıdır. Bu nedenle tedaviye kısmi yanıt alınan olgularda mevcut tedaviyi sonlandırmadan olası diğer öksürük sebebinin de tedavi edilmesi gerekir.
- SİGARAYI BIRAKTIKTAN SONRA
SİGARAYI BIRAKTIKTAN SONRA • Sigarayı bıraktıktan 2 saat sonra nikotin vücudunuzu terk etmeye başlar. • 6 saat sonra kalp atış hızı ve kan basıncı düşmeye başlar. • 12 saat sonra sigara dumanından kaynaklanan zehirli karbonmonoksit kan dolaşımınızdan temizlenir ve ciğerlerinizin daha iyi çalışmasını sağlar. • 2 gün sonra tat ve koku duyularınız keskinleşir. • 2-12 hafta içinde kan dolaşımı iyileşir, bu da yürüme, koşma gibi fiziksel aktiviteleri kolaylaştırır. • 3-9 hafta sonra öksürme, nefes darlığı, hırıltı gibi problemler azalır ve akciğerleriniz güçlenir. • 5 yıl içinde kalp krizi riski yarı yarıya azalır. • 10 yıl sonra akciğer kanseri riski yarıya inerken kalp krizi riski hiç sigara içmemiş bir kişinin riskiyle aynı orana düşer. İletişim: 0541 802 4203
- Tedavi edilmeyen uyku apnesi kalbi durdurabilir
Tedavi edilmeyen uyku apnesi kalbi durdurabilir Horlama, uykudan boğulur gibi uyanma veya yanınızda yatan kişinin 'Nefesin durdu.' deyip sizi uyandırması, uyandığınızda boğaz kuruluğu ve boğaz ağrısı olması, sabah kalktığınızda baş ağrısı olması, gün boyunca bitkinlik ve uyuma isteğinin olması, dikkatinizi yaptığınız işe verememek gibi şikâyetleri yaşıyorsanız uyku apnesi yani uykuda solunum durması hastalığınız olabilir. Mutlaka tanı konulup, erken dönemde tedavi edilmesi gerekir. Tedavi edilmeyen uyku apnesi kalbi durdurabilir. Polisomnografi testi ile kişinin gece uykuda bazı cihazlar yardımıyla gözlemlenmesi sağlanır. Tedavi planlaması ise kişiye özel gerçekleştirilmektedir. Yine özel cihazlar sayesinde kişinin uyku esnasında rahat nefes alması sağlanıp, uyku kalitesi artırılır. POLİSOMNOGRAFİ (PSG) (UYKU TESTİ) Uyku Apnesi Testi Uyku apnesi testi, hastalığın tespiti ve tedavisi sürecinde en önemli aşamadır. "Polisomnografi" denilen uyku apnesi testi tüm gece boyunca beyin aktivitesinin ve solunumsal olayların kaydedildiği bir testtir. Uyku apnesi testi olan Polisomnografi, uyku sırasında beyin dalgaları, göz hareketleri, ağız ve burundan hava akımı, horlama, kalp hızı, bacak hareketleri ve oksijen seviyelerinin ölçümü esasına dayanır. Uyku apnesi testini yaptırabilmek için hastaların bir gece uyku odasında kalmaları gerekir. Test sırasında vücudun çeşitli noktalarına bağlanan kablolarla alınan sinyaller odanın dışındaki bilgisayara aktarılır. Sabaha kadar alınan bu kayıtların incelenmesiyle, uyku süresince solunumun kaç defa durduğu, ne kadar süre ile durduğu, durduğunda oksijen değerlerinin ve kalp hızının nasıl etkilendiği ve derin uykuya dalınıp dalınmadığı gibi birçok parametreye bakılabilir.
- KOAH BALON TEDAVİSİ
KOAH BALON TEDAVİSİ *Terapatik Bronkoskopi ile segment ve subsegment bronşların ameliyatsız, balon ile temizleme işlemidir. *Ağrısız ve acısız! *İşlemden hemen sonra gündelik hayata dönüş! *Vücuda yabancı cisim yerleştirmeden mekanik çözüm. KOAH, özellikle sigara dumanı ve diğer zararlı gaz ve parçacıklara bağlı olarak gelişen havayollarının mikrobik olmayan iltihabı sonucu oluşur. 5 adımda KOAH var mı, test edin? 📌Yaşıtlarınıza göre daha sık nefes darlığı mı çekiyorsunuz? 📌Sigara içiyor musunuz ya da geçmişte içtiniz mi? 📌Haftada birden fazla günde sık sık öksürüyor musunuz? 📌Haftada birden fazla günde balam çıkarıyor musunuz? 📌Yaşınız 40 üzerinde mi? Yukarıdaki sorulardan en az 3 üne evet cevabı verdiyseniz vakit kaybetmeden bir Göğüs Hastalıkları uzmanına müracat ediniz. İletişim: 0541 802 4203
- Astım Nedir?
Astım, hava yollarının ataklar (krizler) halinde gelen tıkanmaları ile kendini gösteren bir hastalıktır. Hastalar ataklar arasında kendilerini iyi hissederler. Astımda hava yollarında mikrobik olmayan bir iltihap vardır. Bu nedenle hava yolu duvarı şiş ve ödemlidir. Bu durum akciğerlerin uyaranlara aşırı duyarlı olmasına neden olur. Toz, duman koku gibi uyaranlar ile hemen öksürük, nefes darlığı ve göğüste baskı hissi gibi yakınmalar ortaya çıkar. Krizde hava yollarını saran kaslar (adeleler) kasılır, ödem ve şişlik artar, ilerleyen iltihapla birlikte hava yolu duvarı kalınlaşır. Hava yollarındaki salgı bezlerinden kıvamlı bir müküs (ifrazat-balgam) salınır. Tüm bunlar hava yollarını önemli ölçüde daraltır ve havanın akciğerlere girip çıkması engellenir. Bu durum kendini artan öksürük, nefes darlığı, hırıltı, hışıltı ile kendini gösterir. Astım her yaştan bireyi etkileyebilen ve kontrol altına alınamadığında günlük aktiviteleri ciddi olarak sınırlayabilen kronik (müzmin) bir hastalıktır. Hangi Sıklıkta Görülür? Astım tüm dünyada yaklaşık 300 milyon kişiyi etkilediği tahmin edilen ciddi bir halk sağlığı sorunudur. Ülkemizde yaklaşık her 100 erişkinden 5-7’sinde, her 100 çocuktan 13-15’inde görülmektedir. Belirtileri Nelerdir? Öksürük (genellikle kuru, yani balgamsız), nefes darlığı, göğüste baskı hissi ve hırıltılı-hışıltılı solunum gibi belirtiler olur. Belirtiler tekrarlayıcı olup nöbetler halinde gelir. Genellikle gece veya sabaha karşı ortaya çıkar. Kendiliğinden veya ilaçlar ile düzelir.Bireye göre değişen bazı nedenler belirtilerin ortaya çıkmasına neden olabilir. Belirtiler mevsimsel değişiklik gösterebilir. Tanısı Nasıl Konulur? Bireyi hekime götüren belirtiler ve bireye ait tıbbi öykü tanı aşamasının ilk basamağını oluşturur. Öyküde önemli noktalar şu şekilde özetlenebilir: Belirtilerin (öksürük, nefes darlığı, göğüste baskı hissi, hışıltılı solunum) tekrarlayıcı olması Ataklar dışında bireyin kendini iyi hissetmesi Belirtilerin özellikle gece veya sabaha karşı olması Bireye özgü allerjen ya da iritanlar ile belirtilerin ortaya çıkması Egzersiz sonrası öksürük ya da hışıltılı solunum olması Soğuk algınlığının “göğsüne iniyor” olması Belirtilerin kendiliğinden ya da uygun astım tedavisi ile düzelmesi Ailesinde astım veya allerjik hastalık öyküsünün bulunması Astım hastalığını ortaya çıkarabilecek bir kan tahlili yoktur. Röntgen bulguları genellikle normaldir. Solunum fonksiyonu cihazları ile nefes ölçümleri (ilaçlı-ilaçsız) yapılarak tanı kesinleşebilir veya hastalığın ağırlığı belirlenebilir. Nasıl Tedavi Edilir? Astım tedavisinin amacı hava yollarındaki mikrobik olmayan iltihabın ilerlemesinin engellenmesi ve iyileştirilmesidir. Bu hedeflere ulaşabilmek için tedavinin bileşenlerini aşağıdakiler oluşturur: Hasta/hekim işbirliğinin geliştirilmesi, Risk faktörlerine maruziyetin tanımlanması ve azaltılması, Astımın değerlendirilmesi ve tedavisi, eşlik eden hastalıkları ortaya konması ve tedavisi, tıbbi tedavinin izlenmesi Astım tedavisinde kullanılan ilaçların hemen tümü nefesle alınan ilaçlardır. Bu şekilde ilaç akciğere daha hızlı, istenilen dozda ulaşır ve yan etkilerinden kaçınılmış olur. Kullanılan ilaçlar iki gruptur: Astımı Kontrol edici ilaçlar: Esas olarak hava yollarındaki mikrobik olmayan iltihap üzerine etkili ilaçlardır. Bu ilaçların etkileri yavaş ortaya çıktığından ve kesildiğinde iltihap tekrar ettiğinden astım hastalığının kontrol altında tutulabilmesi için her gün ve uzun süreli (doktor tarafından kesilene kadar) kullanılması gereklidir. Rahatlatıcı ilaçlar: Kullanıldığında hızla etki ederek hava yolundaki kasların kasılmasını azaltan, hava yollarını genişleten ve buna bağlı belirtileri (nefes darlığı, hırıltılı solunum, göğüste baskı hissi) gideren ve düzenli değil sadece gerektiğinde kullanılan ilaçlardır. Hastanın hangi ilaçları kullanacağına astımının ağırlığı ve hastalık kontrolüne göre doktoru karar vermelidir. Korunmak İçin Ne Yapılmalı? Astım belirtilerini tetikleyen risk faktörleri bireylere özgü olarak tanımlanmalı ve bu faktörlere maruz kalmaktan kaçınarak ya da en azından maruziyeti azaltarak astım belirtileri ve ataklarının gelişmesini önlemeye yönelik önlemler mümkün olduğunca her yerde yaşama geçirilmelidir. Hastanın eğer varsa allerjisi olduğu şeylere maruziyetten kaçınılmalıdır. Astımlı hasta sigara içmemeli veya maruziyetinden kaçınılmalıdır. Hastalığın Takibi Nasıl Yapılır? Her hasta güncel tedavi planı, bu tedaviye uyum ve astım kontrol düzeyinin belirlenmesi açısından düzenli olarak değerlendirilmelidir. Muayene ve değerlendirmelerin sıklığı astımın başlangıçtaki şiddetine göre değişir. Tipik olarak hastalar ilk tedavi başlandıktan sonra 1-3 ay arasında ve daha sonra her 3-4 ayda bir değerlendirilmelidir. Dikkat Edilmesi Gerekenler Astımlı hastaların en çok dikkat etmesi gereken konu ilaçlarını düzenli kullanmaları ve doktorları önermediği sürece kesmemeleridir. Hastalıkları ve tedavi ile ilgili kendilerini endişenlendiren herşeyi doktorlarına sormaları tedaviye uyum göstermeleri açısından önemlidir. Ayrıca astımlarını kötüleştiren etkenlerden kaçınmaları da önemlidir.
- Light sigara tuzağına siz de düşüyorsunuz!
Gerçekten zor bir durumla karşı karşıyayız. Sigaranın zararlarını sürekli olarak insanlara anlatmanın artık insanlar tarafından sıkıcı olduğunu gördüm. Sigarayı içenler zararlarını artık biliyorlar. Düzenlenen yasaklar işimizi kolaylaştırmaya başladı. LİGHT SİGARA KAVRAMI KÜÇÜK BİR OYUN Light sigaralar sigara firmaları tarafından suistimal ediliyor. Light sigara kavramı küçük bir oyun. Ne zaman ki sigara satışları azaldı, sigara şirketleri yeni yöntemlerle karşımıza çıkıyor. Aslında bakıldığında light sigaraların içindeki bütün etken maddeler diğer sigaraların içeriğiyle aynı düzeyde. Sigara içenler için önemli olan ne kadar nikotin aldığıdır. Bağımlı, light sigarayı aldığında içtiği sigara sayısını arttırıyor. O nedenle light sigara olayı şirketlerin tiryakilere sunduğu bir tuzak. 10 sigara içen, light sigara içmeye başladığında sayıyı 20 sigaraya çıkarıyor. Daha pahalıya alıyor. Aynı şekilde zehirlenmeye devam ediyor BİTKİSEL ÜRÜNLER SİGARA BIRAKTIRMAZ Kişi bize geldiğinde ilk olarak sigara bağımlılık düzeyini belirliyoruz. Saptadığımız nikotin düzeyi sigarayı bıraktırmak için kullanacağımız yöntemi belirlememizi kolaylaştırıyor. Hastayla konuşup kendisini ikna ederek yöntemi uyguluyoruz. Nikotin bantları, nikotin sakızları, ilaç tedavisi, akupunktur, hipnoz gibi yöntemler etkin olarak kullanılıyor Bitkisel ürünü biz bilimsel ürün olarak kabul edebilmemiz için bilimsel çalışmalarının yapılmış ve kanıtlanmış olması lazım. Bunlar hiç bir alt çalışmaları olmayan ürünlerdir. Kullanılan otlar, çay olarak içilmesi, ya da direkt yenilmesi gibi durumlar sigara bıraktırmaz. Biz kimseyi bu tür yöntemlere yönlendirmiyoruz. Sigarayı bırakmak isteyenler karar verdikleri anda en yakın sağlık biriminden destek almalarının bırakmada daha etkili olacaktır.
- ALERJİK RİNİT
Hastalarda burunda tıkanıklık, akıntı, kaşıntı ve hapşırma görülür. Buna bazen gözlerde kızarma, sulanma ve kaşınma... Hastalarda burunda tıkanıklık, akıntı, kaşıntı ve hapşırma görülür. Buna bazen gözlerde kızarma, sulanma ve kaşınma eşlik edebilir. Ayrıca alerjik riniti olan hastalarda astımda sık görülmektedir. Tedavisiz kalırsa uyku bozukluğu, dikkat dağınıklığı, sık solunum yolu enfeksiyonuna neden olarak çocuklarda okul başarısını da azaltmaktadır. Solunum enfeksiyonları sinüzit, kulak iltihabı olarak görülür. Sık geçirilen orta kulak iltihabı işitme problemine neden olabilir. Alerjik riniti olan hastalarda sıklıkla geniz eti de büyüyerek horlama, burun tıkanıklığı gibi belirtilere neden olur. Bu durumda yapılması gereken alerji tedavisidir. Bu çocuklarda alerji tedavi edilmeden yapılan geniz eti ameliyatları sadece geçici olarak rahatlama sağlayacak, kalıcı çözüm sağlamayacaktır.
- ATOPİK DERMATİT (EGZEMA)
Atopik dermatit, çocukluk çağı egzeması diye de adlandırılan alerjik deri hastalığıdır. Atopik dermatit, çocukluk çağı egzeması diye de adlandırılan alerjik deri hastalığıdır. Genelde 6 ay ila 2 yaş arasında başlar. Yüzde yanaklarda, eklem yerlerinde, kulak arkasında ve gövdede de beliren kaşıntılı, kuru, kırmızı lezyonlar vardır. Oldukça kaşıntılı olan bu lezyonlar, çocuğun uykusu bozar ve huzursuzluğa neden olur. Bu hastalarda yaklaşık %30 sıklıkla besin alerjisi olmasına rağmen esas problem cilt yapısından kaynaklanır. Cildin yapılanmasındaki eksiklik sonucu cilt tam olarak bariyer fonksiyonu göremez ve devamlı su kaybeder. Sonrasında kuru ciltte tipik lezyonlar oluşur. Besin alerjisi varlığında diyet yapılması çok önemlidir ancak tedavinin esas temelini cilt bakımı oluşturur. Atopik dermatit cildin yapısal özelliklerinde bozulma olan bir hastalıktır. Cilt hücreleri arasındaki bağlantılar zayıf ve buna bağlı olarak ciltteki geçirgenlik fazladır. Bu durumda ciltte su tutma özelliği azalır ve kuruluk başlar. Kuruluk atopik dermatitin en önemli özelliğidir. Kuruluğa kaşıntı eşlik eder. Cildin zayıf özellikleri nedeniyle alerjenler kolayca cildi geçerek bağışıklık sistemimizi uyarırlar ve alerjik reaksiyon gelişmesine neden olurlar. Atopik dermatit (Egzama) atopik yürüyüş olarak adlandırdığımız sürecin ilk basamağında yer alır. Bu özelliği ile ileriki yaşlarda astım ve alerjik rinit gibi diğer alerjik hastalıkların gelişiminin habercisi olma özelliğini taşımaktadır. Atopik dermatitli çocuk iyi tedavi edildiği takdirde bulguları düzelir. Bununla birlikte hayatın ileri dönemlerinde deri bulguları geçse de astım ve alerjik rinit gibi diğer alerjik hastalıkların devam riski yüksektir. Bu nedenle çocuk alerji uzmanınca düzenli takibi gereklidir. Atopik dermatitli hastaların ciltlerinin mikroplara karşı savunma özellikleri de azalmıştır. Normalde cildimizde bulunan mikroplar bu hastalarda enfeksiyonlara neden olabilirler. Enfeksiyonlar hem atopik dermatit’in şiddetini artırır hem de tedaviye yanıtı olumsuz etkileyebilir. Tedavinin temelini cilt bakiminin iyi olmasi oluşturur. Atopik Dermatitte Cilt Bakımı Nasıl Olmalıdır? Cildi nemlendirmeyi bol bol sık sık cildin ihtiyacı ölçüsünde yapın. Günlük banyo yaptırın ve banyodan sonraki ilk 3-5 dakika içinde nemlendirme yapın. Banyo süresini 5-10 dakika ile sınırlı tutun, banyo suyu sıcaktansa ılık olsun. Tırnakları kısa, düz olsun. Kaşındığını hissettiğinizde nemlendirici uygulayın. Terlemeyi artıran aşırı sıcak veya nemden kaçının (normal sıcaklık 20-23 derece , nem %40-55). Tahriş edici maddelerden (kimyasallar, çözücüler, sabun, deterjan, güzel kokular, cilt bakım ürünleri, bazı kumaşlar ve sigara) kaçının. Yeni satın aldığınız tüm elbiseleri kullanmadan önce yıkayın. Diğer kumaşlara nazaran daha az tahriş edici olan pamuk giysileri tercih edin. Giysilerin cildi tahriş edecek etiketlerini, üzerindeki aksesuarlarını çıkarın. Dikiş yerleri kaşıntı yapıyorsa, giysileri tersyüz kullanın. Yün veya tahriş edici kumaşlardan sakının. Çamaşır deterjanı olarak, kokusuz ve boyasız deterjanlar kullanın. İkinci bir durulama çamaşır deterjanındaki deterjan kalıntılarının giderilmesine yardımcı olabilir. Yumuşatıcı kullanmayın. Güneş maruziyetinden kaçının. Şapka, şemsiye, uygun kıyafatlerle güneş temasını azaltın, gerekli durumlarda alerjik ciltler içi uygun olan koruyucu güneş kremi kullanın. Dışarıda vakit geçirirken güneş ışınlarının dik olarak geldiği 09-16 saatleri arasında tercih etmeyin. Yüzme (havuz ve deniz) sonrası mutlaka duş alın ve nemlendirici uygulayın.
- Çocuklarda IgA Nefropatisi ve Güncel Tedavi (HSP Nefriti)
En önemli ve en sık görülen bulgusu cilt tutulumudur, tipik döküntüsü ve yerleşim yeri ile kolayca tanınır. IgA Vasküliti veya eski adıyla Henoch Schonlein Purpurası (HSP) 4 önemli klinik bulgu ile seyreder. En önemli ve en sık görülen bulgusu cilt tutulumudur, tipik döküntüsü ve yerleşim yeri ile kolayca tanınır, vakaların %75’inde vardır. Çoğu zamanda iz bırakmadan iyileşir. Eklem tutulumu da ikinci sıklıkla karşılaşılan bulgusudur, vakaların yarısından fazlasında görülür, genelde şiddetli başlasa da hızla sekelsiz bir şekilde iyileşir Daha az sıklıkla karşılaşılan klinik bulgu gastrointestinal (GİS) tutulumdur, olguların yarısında gözlenir, en çarpıcı bulgusu karın ağrısıdır, bununla beraber GİS kanaması (%20-30) ve bazen invaginasyona yol açabilir, ama çoğunlukla yine sekelsiz bir şekilde iyileşir. En korkutucu bulgular ise renal tutulum sonrası oluşur. Genelde IgA Vaskülitinde böbrek tutulumu oranı %20-54 arasında bildirilmektedir. Renal tutulum klinik bulguların başlamasından sonraki ilk hafta ile 1 ay arasında ortaya çıkar. Ekstrarenal bulguların şiddeti ile böbrek tutulumu arasında bir ilişki yoktur. IgA Vaküliti geçiren büyük çocuklarda böbrek tutulumunun daha sık olduğu bildirilmektedir. 2010’da Jouhola ve arkadaşlarının yaptığı bir çalışmada 7 yaş üzerindeki çocuklarda böbrek tutulum sıklığı 2.7 kat artmaktadır. Böbrek tutulumunun klinik bulguları: 1- Hematüri veya Proteinüri 2- Hematüri ve proteinüri 3- Nefritik Sendrom 4- Nefrotik Sendrom 5-Nefritik/Nefrotik Sendrom TANI: Böbrek tutulumunda yukardaki klinik bulgular ile tanı konur. Böbrek biyopsisi ile de tanı kesinleşir. Böbrek biyopsisi invazif bir girişim olduğundan, eğer klinik bulgular belirsizse ve ağır bir tutulum varsa (Proteinüri >1 gr/gün ve böbrek fonksiyonlarında bozulma) biyopsi o zaman yapılır. Işık mikroskopisinde değişik seviyelerde glomerüler değişiklikler, mesengial proliferasyon, fokal-segmental proliferasyon, ciddi kresentik glomerülonefrit görülebilir. İmmün floresan (IF) mikroskopide ise mesengiumda IgA , özellikle de IgA1 depolanması tanı koydurucudur. Aynı bölgelerde IgG, IgM, fibrinojen, C3 birikimi de görülür. IF’de C1q bulunması IgA Nefritinden uzaklaştırır ve daha çok lupus nefriti lehinedir. Elektron mikroskobunda mesengial bölgede yoğun dens depositler IgA nefriti lehinedir. PROGNOZ: IgA Vaskülitinde, böbrek hastalığının kısa dönem sonuçları olumludur, ortalama olarak yaklaşık 18 ay boyunca sırasıyla çocukların ve yetişkinlerin yüzde 94 ve 89’unda tam iyileşme bildirilmiştir. Bununla berbaber aşağıdaki klinik ve biyopsi bulguları kötü prognoz kriterleridir: 1- Hipertansiyon 2- Nefrotik Sendrom 3- Kresentik Glomerulonefrit (>%50 Kresent varlığı) 4- Renal Yetmezlik 5- Tübülointerstisyel Fibrozis IgA Vaskülitinde böbrek tutulumu oluşmadan yapılacak herhangi bir tedavinin böbrek tutulumunu engelemediği bilinmektedir. Yapılan çalışmalarda IgA Vasküliti tanısı konulduğunda başlanan Kortikosteroidlerin (Predisolon, Prednison) plesebo ile karşılaştırıldığında bir etkisi olmadığı gösterilmiştir. TEDAVİ: IgA nefritinde başlangıç tedavisi böbrek tutulumunun şiddetine göre değişiklik gösterir. Hafif bulgular varsa (mikroskopik hematüri, makroskopik hematüri, kısa süreli <1 gr/gün proteinüri) spesifik bir tedaviye gerek yoktur hasta yakından izlenir, izlem sırasında proteinüri >1 gr/gün olarak artarsa biyopsi yapılır ve agresif tedavi açısından değerlendirilir Ağır bulgular varsa (proteinüri >1 gr/gün, nefrotik sendrom, böbrek yetmezliği, biyopside kresentlerin varlığı Pulse Metil Prednizolon (PMP) (1 gr/1.73 m2, 1 doz veya gün aşırı 3 doz), sonrasında oral Prednizolon (30 mg/m2/gün 1 ay, sonra ise 30 mg/m2/günaşırı 2 ay ay) ile tedavi devam ettirilir. Bu dönemde ilk ay her hafta, sonraki 2 ay 15 gün ara ile böbrek fonksiyon testler, 24 saatlik idrarda protein atılımı, ve klinik bulgularla (Hipertansiyon, ödem vb..) hasta takip edilir. Proteinüri >1 gr/gün ve hasta tedavisiz izleniyor, ama zamanla proteinüri >0.5 gr/gün ise bu durumda önce biyopsi yapılır ve enflamasyon vardlığında yukarda bahsedilen tedavileri uygulamak gerekir. Biyopside kronik lezyonlar var, ancak enflamasyon yoksa önce ACE-I veya ARB kontrendikasyon yok ise kullanılabilir. IgA nefropatisinde başlangıç tedavisinde Siklofosfamid (CyC), Siklosporin (CyA), Rituximab, MMF, Azotiopurine, IV immünglobulin, Plazmaferzis’in yararı ile ilgili veriler yetersizdir. Ancak steroid tedavisine yanıt alınamadığında bu tedaviler düşünülebilir. IgA Nefropatisinde konvensiyonel dozlarda steroid tedavisinin yararlarını gösteren veri yoktur. Ancak PMP ve sonrasında kullanılan oral tedavinin kresent oluşumunu azalttığı bilinmektedir. Yapılan çalışmalarda CyC steroid veya steroidsiz kullanıldığında etkinliğini gösteren veri yoktur. CyA ile yapılan az sayıda çalışmada ise CyA’nın şiddetli proteinüriyi azalttığı bildirilmiştir. Hattori ve arkadaşlarının Japonya’da yaptığı çalışmada; Plazmaferezis ile ilgili Kresentik Glomerulonefrit gelişen 9 çocukta Plazmafereszisin işe yaradığı belirtilmiştir. Bu çocukların 10 yıllık takibinde 4 çocukta tam iyileşme görülmüş, 2 çocuk yalnızca mikroskopik hematüri ile izlenmiş, geriye kalan 3 çocuktan ikisinde ise SDBY gelişmiştir. Renal Transplantasyon ve IgA Nefropatisi: IgA Nefropatisine bağlı Son Dönem Böbrek Yetmezliği gelişen hastalarda tekrarlama riskine rağmen Renal Transplantasyon (Rtx) yapılabilir. Graft’de IgA depolanması görülebilir, ancak çoğu vaka subkliniktir. Bu konuda yapılan erken çalışmalarda hastaların %35’inde rekürens bulguları saptanmış, 5 yıllık sürede %11’lik greft kayıp oranı saptanmıştır. Yine küçük serilerde 5 ve 10 yıllık sürelerde greft kaybı %2.5 ve %11.5 olarak bildirilmiştir.
- İkinci Yaşam: Çocuklarda Böbrek Nakli
Böbrek hastalıkları aileleri doktora götüren en sıkıntılı durumlardan bir tanesidir. Böbrek hastalıkları aileleri doktora götüren en sıkıntılı durumlardan bir tanesidir. Basit bir idrar yolu enfeksiyonunda (İYE) dahi akla hemen Son Dönem Böbrek Yetmezliği (SDBY) ve diyaliz gelir. Son yıllarda teknolojinin gelişmesi ve bir çok hastalıkta erken tanı olması sebebi ile SDBY ve diyaliz olasılığı ne iyidir ki son yıllarda azalmıştır. Bununla beraber bazı bulguların ailenin ve doktorun gözünden kaçması ve önemsenmemesi durumunda tanı geciktiğinde maalesef tüm gelişmelere rağmen diyaliz kaçınılmaz olmaktadır. Özellikle bazı böbrek hastalıklarında (Nefrotik Sendrom, Nefritik Sendrom, Henoch Schonlein Purpurası, Kistik Böbrek hastalıkları ve bazı genetik hastalıklar) diyalize gidiş bazen tüm çabalara rağmen görülmektedir. Diyaliz SDBY gelişen hastalarda çok da istemediğimiz bir tedavi yöntemidir. Maalesef bu süreç hem aileler hem de çocuklar için oldukça zorludur. Bu açıdan 2 tedavi seçeceği vardır. Çocuk Nefrologları sıklıkla çocuklar için daha uygun olduğu için (Evde uygulama, daha az damar girişimi vb nedenler) Periton Diyalizini (PD) tercih etmektedirler. Bununla beraber PD yapılamayan hastalarda Hemodiyaliz (HD) diğer bir seçenek olarak elimizde bulunmaktadır. Çocuklar için daha uygun olduğunu düşündüğümüz PD de bile işler o kadar kolay olmamakta ve bir çok komplikasyon karşımıza çıkmaktadır. Aslında elimizde diyaliz başlangıç aşamasında 3. bir seçenek daha vardır, o da Böbrek Naklidir. Aslında en ideali hastaların daha diyalize başlamadan böbrek nakline yönlendirilmesidir (Pre-Emptif Transplantasyon). Bu durumda Kan grubu ve doku uyumu olduğunda ek bazı araştırmalarla hastalara canlı veya kadavra vericilerden böbrek nakil yapılabilmektedir. Ülkemizde özellikle Kadavradan Böbrek Nakilleri verici sayısının az olması sebebi ile maalesef istenilen sayıda değildir. Bununla beraber canlı vericisi olmayan hastalar hemen kadavra nakil listesine eklenmelidir. Özellikle çocuk hastalarda aile üyelerinin istemesi durumunda canlıdan da böbrek nakli yapılmakta ve hatta daha iyi sonuçlar alınmaktadır (Seçilmiş vakalarda 10 yıllık böbrek sağ kalımları %80-90). Özellikle verici kişi anne veya baba ise ve kan grupları da uyuyorsa (Rh uygunluğu aranmaz), doku gruplarının en az yarısının kesin uyumu (3/6) söz konusudur. İlave olarak ek uyumda olursa (4/6 veya 5/6), bu durumda daha da iyi sonuçlar alınabilmektedir. Tabi özellikle canlı vericilerde vericinin (Anne-Baba-Yakın Akraba) ayrıntılı değerlendirilmesi sonrası onda herhangi bir problem yoksa bu işlem yapılabilmektedir. Örneğin daha önce kızı için böbrek vermek isteyen bir babanın değerlendirilmesi sırasında kalp damarlarının tıkalı olduğu görülmüş ve babaya By-Pass yapılmış ve nakil gerçekleştirilememiştir. Yani baba kızının hayatını kurtarmak isterken kızı babasının hayatını kurtarmıştır. Dolayısı ile vericinin sağlıklı olması temel kuraldır. Ayrıca son yıllarda laparoskopik yöntemler çok geliştiği için vericinin özellikle ameliyat sonrası bakımı ve iş hayatına dönüşü çok kısa süre içinde gerçekleşmektedir. Nakil sonrası hastalar, hele bir diyaliz döneminden sonra nakil oldularsa onlar için ikinci bir yaşam başlamaktadır. Artık evde her gece PD yapmak, yada haftada 3-4 gün bir merkeze gidip HD’e girmek yoktur. Özgür bir şekilde yaşamını sürdürme imkanı yeniden doğmuştur. Nakil sonrası ilk 3-6 ay bağışıklık baskılayan ilaçlara bağlı biraz daha dikkatli olunması gerekmekte ama sonrasında düzenli ilaç kullanma, çok su içme kuralları ile birlikte belirli ayaklıklara (Ayda bir) nakil olunan merkeze kontroller gerekmektedir. Bu kontroller ilk yıldan sonra 3 aya kadar çıkabilmektedir. Ülkemizde bir çok merkezde Böbrek Nakli yapılmaktadır. Bunlardan biri de Özel Bursa Acıbadem Hastanesidir. Çok deneyimli bir ekibi olan bu merkezde Böbrek Nakli sayısı 1000’lere yaklaşmaktadır. Ağustos 2019 sonrası bu ekibe katılmamla beraber çocuklarda da böbrek nakli başlamıştır. Nakil yaptığımız çocuk hastalar ve vericileri 5 gün içinde taburcu edilmişlerdir. Acıbadem Bursa Hastanesin SGK ile nakil konusunda anlaşmalı olup, hastalarımız bu güzel ortamda nakillerini olmakta ve bu işlem ve sonraki takipleri için herhangi bir ödeme yapmamaktadırlar.
















