top of page

Arama Sonuçları

Boş arama ile 1063 sonuç bulundu

  • Libido Eksikliği – Cinsel İsteksizlik ve Tedavisi

    Libido cinsel aktivite isteğini tanımlamak için kullanılan bir terimdir. Düşük libidolu insanların cinsel aktiviteye karşı istekleri azdır. Libido cinsel aktivite isteğini tanımlamak için kullanılan bir terimdir. Düşük libidolu insanların cinsel aktiviteye karşı istekleri azdır. Libido kaybı erkek ve kadınlarda aile hayatını etkileyen ortak sorunlardandır. Libido eksikliği bir cinsel fonksiyon bozukluğudur, yani bir hastalıktır, utanılacak bir durum değildir. Bu hastaların tıbbi destek almaları aile hayatları için yapacakları en doğru adımdır. Yorgunluk, stres, depresyon, aile sorunları, kronik hastalıklar, uykusuzluk, bazı ilaçlar (antidepresanlar, bazı prostat ilaçları), obezite libido değişikliklerine özellikle de libidoda düşmeye sebep olur. Bu hastaların ya yaşam biçimlerini değiştirmesi ya da tıbbi destek alabilecekleri bir üroloji uzmanına müracaat etmeleri gerekir. Erkeklerde ve kadınlarda libidoyu sağlayan hormonun androjen hormonları (testosteron) olduğu kabul edilir. Ancak her libidosu düşük hastaya dışarıdan testosteron hormonu vermekle libido artırılamaz. Testosteron seviyeleri hastada düşük ise testogsteron replasman tedavisi ile dışarıdan testosteron vermek libidoyu artırır. Kanda testosteron seviyesi erkeklerde desilitre başına 300 ng/dl nanogram üzerinde olmalıdır. Testosteron seviyesi yaşlanma ile azalır, ancak beklenenden çok daha fazla testosteron düzeyinin azalması libidonun düşmesine sebep olur. Erkeklerde yaşın ilerlemesi ile beraber ortaya çıkan hareketsizlik, kan yağları yüksekliği, obezite, diyabet, tansiyon, kalp hastalığı ve bu hastalıklar sebebi ile alınan ilaçlar libido azalmasına sebep olabilir. Dolayısıyla yaşın ilerlemesi ile beraber vücut sağlığının korunması libidonun da devamlılığını sağlar. Uzun süreden beri libido azalması aslında altta yatan bir sağlık probleminin göstergesi olabilir. Cinsel ilişki sırasında ağrı hissedilmesi, bilinç altında kişiyi rahatsız eden bir sorunun olması, ilişkiye girilecek evde çocukların ya da büyük ebeveynlerin bulunması, diyabet hastalığı, ilişki esnasında sertleşme sorunu yaşama endişesinin olması, uyaran eksikliği, kötü koku libidoyu negatif etkileyen durumlardandır. İnsülin direncini artıran sebepler de testosteron üretiminin azalmasına ve sonuçta libodo eksikliğine sebep olmaktadır. Libidoyu artırmak için sigarayı bırakmak, günlük düzenli yürüyüş ve egzersizler, yeteri kadar uyku, doğal beslenme, kilo vermek, stresli ortam ve durumlardan uzak durmak, kendinize zaman ayırmak, tatil yapmak gereklidir. Afrodizyak besinlerin tüketilmesi de libidonun artmasına yardımcı olur. Çilek, Muz, kereviz, çiğ fındık, kabak çekirdeği, çiğ badem, sarımsak, kırmızıbiber, karanfil tarçın kimyon gibi baharatlar, ginseng, keçi boynuzu, maydanoz, zencefil, istiridye, karides, kalamar gibi deniz ürünleri, bal, çikolata, incir libidoyu artıran afrodizyak besinlerdendir. Düşük libido altta yatan rahatsızlığın tedavisi ile düzelir. Eğer düşük libido altta yatan sağlık sorunlarına bağlı ise hastanın kullandığı ilaçların tekrar gözden geçirilmesi gerekir. Libidonun yüksek tutulması için sağlıklı yaşam tarzının benimsenmesi, yeterli uyku, stresten uzak durmak, egzersiz yapmak ve sağlıklı beslenmek gerekir. Libido eksikliği çeken hastaların tıbbi destek almaları gerektiğinde üroloji uzmanına müracaat etmeleri gerekir.

  • Peyroni Hastalığında PRP Tedavisi

    Peyroni hastalığı penis içerisinde ele gelen kitle gelişimi ve kitle büyüklüğü ile orantılı olarak peniste kıvrılma ile ortaya çıkan bir hastalıktır... Peyroni hastalığı penis içerisinde ele gelen kitle gelişimi ve kitle büyüklüğü ile orantılı olarak peniste kıvrılma ile ortaya çıkan bir hastalıktır. Penis içerisindeki kitle iyi huylu olmasına rağmen büyüme eğilimindedir. Kitle büyüdükçe penis kitlenin büyüdüğü tarafa doğru eğilir. Eğilme derecesi arttıkça cinsel ilişkide ağrı hissedildiği için bu fonksiyon bozulur. Hastalık 40-70 yaşları arasında görülür. Görülme sıklığı toplumlara göre değişmekle beraber %1-23 oranındadır. Peyroni hastalığına kesin olarak neyin sebep olduğu bilinmemekle birlikte, tekrarlayan mikrotravmalar bu hastalığın oluşumunda sorumlu tutulmaktadır. Peyroni hastalığı erkeklerde çeşitli şikayetlere yol açabilmektedir. En sık görülen şikayetler peniste plak oluşumu ve buna bağlı olarak peniste eğilme, iktidarsızlık, sertleşmeyi ilişki esnasında sürdürememe ve cinsel ilişki esnasında ağrı hissetmektir. Peyroni hastalığındaki en etkili tedavi şekli de hasarlı bölgeye tamir edici hücreleri enjekte ederek o bölgedeki sağlıklı dokuların büyümesini hızlandırmak ve plak yıkımını sağlamaktır. Bu şekilde hastalar başarı oranları düşük, komplikasyon oranı yüksek ve iyileşme süreci çok uzun süren cerrahilerden kurtulmuş olurlar. PRP tedavisinde hastanın kendi kanından elde edilen trombositler ve büyüme faktörleri penis içerisine verilerek yeni sağlıklı hücrelerin ve dokunun oluşması sağlanır. Bu tedavide penisteki sert kitlenin büyümesi durdurulur ve mevcut peyroni dokusu yıkılarak vücudun doğal temizleme mekanizması ile penis dışına atılarak kitlenin küçülmesi ve yumuşaması sağlanır. Böylece PRP tedavisi ile peyroni hastalığındaki penis eğriliği azalır ve bozulmuş olan seksüel performans da düzelir. PRP tedavisi Peyroni hastalığında hızlı, güvenilir, başarısı yüksek, ilaç içermeyen doğal bir tedavidir.

  • Hpv Virüs Enfeksiyonları ve Genital Siğiller

    Cinsel yolla bulaşan HPV virüs enfeksiyonların vücutta yapmış olduğu belirti genital et benleri veya kondilom ismini verdiğimiz lezyonlardır... Cinsel yolla bulaşan HPV virüs enfeksiyonların vücutta yapmış olduğu belirti genital et benleri veya kondilom ismini verdiğimiz lezyonlardır. Human Papilloma Virüs de denilen HPV virüsünün 300 den fazla çeşidi bulunmaktadır ve bunlardan 40 türü genital bölgede siğiller yapar. En fazla HPV 6 ve HPV 11 tipleri genital bölgede siğillere sebep olurlar. HPV 16 ve HPV 18 tipleri ise kadınlarda rahim ağzı kanseri yaparlar. HPV virüsleri genelde cinsel yolla bulaşır. Erkek veya kadınların çoğu hayatlarında en az bir kez HPV virüsü ile karşılaşırlar. Ancak vücut direnci virüsü ya tam olarak yok eder veya vücutta hiçbir hasar yapamayacak halde baskıda tutar. Siğiller ise genelde virüs vücuda girdikten bir süre sonra ortaya çıkarlar. Bu süre bir haftadan bir yıla kadar değişebilir. HPV virüslerinin yapmış olduğu kondilomlar tedavi edilmezlerse büyüme, yayılma, kaşınma ve kanama eğilimindedirler. Tek siğil halinde görülebildiği gibi büyüyüp karnabahar şeklini alabilirler. Tedavi edilmezlerse çok büyük hacimlere ulaşabildikleri gibi tüm genital bölgeyi tutabilirler. Erkeklerde penis, testis, kasıklar, anüs gibi bölgelerde, kadınlarda ise vajina dudaklarında, vajina içerisinde, anüste, kasıklarda, rahim ağzında ortaya çıkarlar. Genital kondilomlar ağrı yapmazlar. HPV virüsünün bazı çeşitleri kadınlarda rahim ağzı kanseri yapabilirler. Erkeklerde virüsün kanser yapıcı riski yoktur. Eşinde genital kondilom bulunan kadınlarda rahim ağzı kanseri riski nedeniyle HPV virüsüne karşı aşılanması gerekebilir. Üçlü aşılar HPV 16 ve HPV 18 tiplerine karşı koruma sağlarlar. Dörtlü aşılar ise bunlara ilaveten HPV 6 ve HPV 11 tiplerine karşıda etkili olup hem rahim kanserine karşı hem de kondilomlara karşı kullanılır. HPV virüsünü vücuttan tamamen yok edecek bir tedavi yoktur. HPV virüsünün yaptığı kondilomlar koter ile yakılarak, sıvı azot ile dondurularak, lazer ile yakılarak veya kimyasal doku eriticiler ile eritilerek yok edilir. Ancak buradaki en iyi ve etkili tedavi siğillerin altına lokal uyuşturucu iğne yaparak koter ile yakmaktır. Çünkü HPV virüsü 70 derecede ölür. Bu yüzden sadece siğili yok etmek değil virüsü de öldürmek için en iyi tedavi koter ile yapılır. Siğili yaktıktan sonra yanık dokuyu kazımak sonra da siğil tabanını koter ile tekrar yakmak gerekir. Bu durumda aynı bölgeden yeni kondilomlar çıkamaz. Tedavi bittikten sonra da tüm genital bölge cildi rifocin ile temizlenir. Rifocin ile bölge temizliği belirli aralıklarla yapılırsa ciltteki HPV virüsleri de ölür ve yeni kondilomların çıkması önlenmiş olur.

  • Holep Prostat Hastalığında En İyi Tedavi mi?

    Avrupa ve Amerika kılavuzlarında yıllardan beri prostat irileşmesinin cerrahi tedavisindeki altın standart TUR-P yani Transüretral Prostat Rezeksiyonudur. HOLEP yani Holmium lazer prostatektomi değildir. BPH ya da Benign Prostat Hiperplazi de denilen İyi huylu prostat büyümesi tedavisinin cerrahi tedavisinde en iyi tedavinin ne olduğu konusunda son zamanlarda tartışmalar yaşanmaktadır. Bu hastalıkta cerrahi tedavinin şekli ne olursa olsun ameliyatta alınan bölüm aynıdır. Bu bölüm prostatın kapsülünün altında kalan kısımdır. Bu bölümü almak için değişik enerji kaynakları kullanılabilir. Bunlar monopolar koter, bipolar koter, lazer enerjisinin değişik boyları olabilir. Prostatı bir portakal kabul edersek ameliyatla alınan bölüm portakalın içi, bırakılan bölüm ise portakalın kabuğudur. Avrupa ve Amerika kılavuzlarında yıllardan beri prostat irileşmesinin cerrahi tedavisindeki altın standart TUR-P yani Transüretral Prostat Rezeksiyonudur. HOLEP yani Holmium lazer prostatektomi değildir. Yaklaşık 10 yıl önce ülkemizde green light lazer (yeşil ışık lazer tedavisi) prostatektomi de bu günlerde ülkemizde holmium lazer prostatektomi gibi popüler olmuştu. O dönemde de BPH nın cerrahi tedavisindeki altın standart Avrupa ve Amerika kılavuzlarına göre TUR-P idi. Ancak çok daha iyi bir tedavi olduğu düşünülen green light lazer ile binlerce hasta Türkiye de tedavi edildi. Ancak çok pahalı olan ve en iyi tedavi olmadığı anlaşılan bu tedavi son yıllarda rafa kaldırıldı ve onun yerini HOLEP tedavisi aldı. Ancak holep tedavisi de green light lazer tedavisi gibi en iyi tedavi değil en pahalı tedavidir. 2020 yılına girdiğimiz bu günlerde Amerika ve Avrupa kılavuzlarına göre prostat irileşmesinin cerrahi tedavisinde hala en iyi ve en etkili tedavi Transüretral Prostat Rezeksiyonu yani TUR-P ameliyatıdır.

  • VARİKOSEL

    Varikosel gelişen toplar damarların iç yapısı ve kapakçıkları zamanla bozulur ve de kirli kan yeterince geriye doğru çekilemez. Varikosel testislerin venöz denajını sağlayan kan damarlarının (toplar damarların) genişlemesi anlamına gelen ürolojik bir sağlık sorunudur. Genel erkek popülasyonunun yaklaşık %15’inde saptanabilmektedir. Varikosel gelişen toplar damarların iç yapısı ve kapakçıkları zamanla bozulur ve de kirli kan yeterince geriye doğru çekilemez. Dolayısı ile testis hem kirli kandaki toksik maddelerin ve hem de artan ısının uzun süreli etkisi altında kalır. Bu durum testis iç yapısında ve sperm üretiminde bozulmaya neden olabilmektedir. Varikosel erkek infertitesinin yani kısırlığın en sık nedenlerinden birisidir. Çocuk sahibi olamayan ve eşlerinde tıbbi bir sorun saptanmamış erkeklerin üçte birinde varikosel varlığı bildirilmektedir. Varikosel, spermatik venin (testisin toplar damarı) döküldüğü ama damarın farklı olması nedeniyle solda çok daha yaygın görülür. Tek başına sağ varikosel varlığı ise çok daha nadir bir tıbbi durumdur. Eğer bir erkekte varikosel durumu söz konusu ise ve bu varikosel ne kadar şiddetli düzeydeyse spermatogenez adını verdiğimiz sperm üretim sisteminin olumsuz etkilenme olasılığı da o kadar fazla olmaktadır. Testis içinde artan ısı ve toksik maddelerin testis içinde göllenmesi hücreler üzerinde oksitatif strese yol açar ve bu da sperm DNA’sını bozmasına neden olur. Zaman içerisinde menide sperm sayısı düşüşe geçer, hareketliliği azalır ve de kalitesi bozulur. Bu süreç erkeklerde infertilite adını verdiğimiz kısırlıkla sonuçlanabilmektedir. Ancak şu konu özellikle çok önemlidir; varikoselin varlığı illa ki tedavi edilmesi gereken bir durum olduğu anlamına gelmez. Varikosel sperm parametrelerini bozmuş ve infertilite nedeni olarak karşımıza çıkmış ise o zaman tedavisi elbette gerekir. Ama kişide bir soruna yol açmıyorsa tedavisiz izlemi çok daha doğru bir yaklaşım olacaktır. Varikosel testis hacminin azalmasına ve testosteron üretiminin bozulmasına neden olabilmektedir. Kuşkusuz bu durumun cinsel fonksiyonlar üzerinde de olumsuz yansımaları gerçekleşebilmektedir. Varikoselin tanısı için tek başına elle muayene çoğunlukla yeterli olmaktadır. Bu şekilde varikoselin hem varlığı ve hem de derecesi kolaylıkla tespit edilebilir. Ancak tanıyı doğrulamak, belgelemek ve tedavi sürecinin takibi açısından skrotal doppler ultrasonografi adını verdiğimiz radyolojik incelemeyi de sıklıkla tıbbi pratiğimizde kullanmaktayız. Burada spermatik ven yani toplar damar çapları ve geriye doğru tersine akım olup olmadığı kolaylıkla tespit edilebilir. Ancak tanı için mutlak bir gereklilik değildir. Muayene bulgusuna göre varikoseli biz ürologlar 3 derecede sınıflandırırız. 1. Derece Varikosel; muayenede damar yapıları normaldir ancak ıkınma ile dolgunlaştığı hissedilir. 2. Derece Varikosel; ıkınmadan da şişmiş damarlar ele gelir, ıkınınca daha bariz hale gelirler. 3. Derece Varikosel; muayene etmeden dahi çıplak gözle belirgin biçimde şişmiş ve kıvrımlaşmış damarlar gözlenir. Varikosel saptanmış ise en az 2 kez sperm testi yapılarak spermatogenezin etkilenip etkilenmediğine mutlaka bir bakılmalıdır. Çünkü sperm tahlilinde çıkan sonuç, tedaviye karar verme aşamasındaki en önemli konudur. Bundan sonra kişinin evlilik durumu, çocuk sahibi olup olmadığı, eşinin gebelik açısından sağlık durumu ve geleceğe dair çocuk planları göz önünde bulundurularak hasta ile birlikte bir karara varılır. Tedaviye kadar geçen süreç ne kadar uzun ve varikosel ne kadar şiddetli ise hasarlanmanın da o kadar fazla olacağını bilmek gerekir. Bu durumda çok da ihmal etmeden en uygun zamanda tedaviyi gerçekleştirmek elbette daha mantıklı olacaktır. Aşağıdaki durum ya da durumlar varsa varikoselin mutlak tedavi edilmesi gerekmektedir. 1- Sperm değerleri bozulmuş ise 2- Testis hacmi %10’dan fazla küçülmüş ise 3- Sperm parametreleri normal dahi olsa sperm DNA hasarı gelişmiş ise Bunun dışında şiddetli varikosel durumu kozmetik açıdan kişiyi çok rahatsız ediyor olabilir. Ya da en ufak bir aktivitede testis, kasık ve bacak iç yan ağrısı şeklinde de varikosel kendini belli edebilmektedir. Ağrı bazı erkeklerde yaşam konforunu bozan önemli bir şikayettir. Bu durumlarda da çoğu kez varikoselin tedavi gerekebilmektedir. VARİKOSELİN TEDAVİSİ: Varikoselin tedavisi sadece ve sadece cerrahidir yani ameliyat yöntemleridir. Ya da başka ifade ile varikosel ilaçlarla tedavi edilebilen bir sorun değildir. Bu ameliyatlar kabaca 4 farklı şekilde yapılabilmektedir. 1- Açık konvansiyonel klasik yöntem; kasık bölgesine yapılan alçak seviyede bir kesi ile ve çıplak gözle (ya da loop gözlük) yapılan ameliyat şeklidir. Spermatik venler bu yolla tek tek bağlanır. 2- Laparoskopik yöntem; karın içine yerleştiren bir kamera yardımı ile içeriden ve yüksek bir seviyeden spermatik toplar damarların bağlanması yöntemidir. 3- Mikrocerrahi mikroskobik yöntem; son yıllarda oldukça popüler olan tedavi yöntemidir. Klasik yöntemde olduğu gibi kasık bölgesinde küçük bir kesi yapılarak spermatik kordon askıya alınır. Sonrasında gelişmiş bir cerrahi mikroskop yardımı ile toplar damarlar tek tek izole edilir ve bağlanır. Nüks ve komplikasyon oranları klasik yönteme göre daha düşüktür. 4- Anjiografik embolizasyon, ablasyon yöntemi; kasıktan kateter yardımı ile girerek spermatik vene ulaşılması sonrasında, bu damarın lazer yardımı ile yakılması ya da yapıştırıcı maddelerle doldurulması yöntemidir. Anestezi gerektirmez ancak kendine özgü bazı komplikasyon risklerini barındırmaktadır. Genel olarak tüm varikosel ameliyatlarının temel amacı şudur. Spermatik venin (toplar damar) tüm dalları tek tek ayrılmalı ve iptal edilmelidir. Bu yapılırken de spermatik arter (atar damar), sperm kanalı (duktus deferens) ve de olabildiğince lenfatik yapılar da korunmalıdır. Bunun en iyi biçimde yapılması elbette ameliyatın gerçek başarısı olacak olan spontan (doğal) gebelik ihtimalini artırır. Ek olarak ameliyat sonrası gelişebilecek komplikasyon riskleri de minimalize edilir. Bu açıdan bakıldığında mikrocerrahi yöntem ideale en yakın tekniktir diyebiliriz. Laparoskopik ve anjiografik operasyon yöntemleri gerek yarattığı ciddi organ yaralanması risklerinden dolayı, gerekse yüksek nüks oranları dolayısı ile pek tercih etmemekteyiz. Üstelik çok daha maliyetli işlemlerdir. Bunlar bazı özel koşullarda tercih edilmesi gereken yöntemlerdir. Bu konuda açık konvansiyonel yöntem ve de olabiliyorsa mikrocerrahi teknikler çok daha efektif ve güvenlidir. Mikrocerrahi yöntem klasik ameliyata göre çok daha fazla deneyim gerektirir ve çok daha ince bir iştir. Bu nedenle ameliyat süresi biraz daha uzundur. Ama avantajları nedeniyle bilinçli hastaların özellikle bu ameliyat metodu için talepte bulunmaları kendi sağlıkları açısından yerinde olacaktır. Mikrocerrahi Varikosel ameliyatlarının klasik varikosel ameliyatlarına olan avantajları şunlardır; 1- Mikrocerrahi teknik ile sperm parametrelerinde düzelme olasılığı ve yüzdesi daha fazladır. 2- Mikrocerrahi teknik ile doğal gebelik oluşma şansı daha yüksektir. 3- Mikrocerrahi teknikte varikosel sorununun nüks etme ya da yetersiz ameliyat etme olasılığı çok daha azdır. 4- Spermatik arter adı verilen atar damara zarar verme olasılığı mikrocerrahi teknikte çok düşük bir olasılıktır. Dolayısıyla testiste atrofi denilen küçülme ya da organ kaybı olasılığı da çok çok daha azdır. 5- Lenfatik damarlar mikrocerrahi teknikte çok daha az zarar görür. Dolayısı ile hidrosel adı verilen testis etrafında su toplanması olasılığı da çok çok daha azdır. Mikrocerrahi teknik ile yapılan varikosel ameliyatından çoğunlukla 3-4 ay sonrasında sperm parametrelerinde olumlu yönde düzelmeler başlar. Bu dönemde güvenilir bir merkezde ve laboratuvarda spermogram yaptırmakta fayda vardır. Eğer sperm değerlerinde düzelme başlamış ise beklenmesi ve sperm parametrelerinin aralıklı olarak takip edilmesi tavsiye edilebilir. Araştırmalar göstermiştir ki mikrocerrahi ameliyat yöntemi sonrasında ilk yılda %40, ikinci yılda %60 oranlarında spontan (doğal) gebelik sonuçları elde edilebilmektedir. Bu oranlar ameliyat olamamış aynı durumdaki erkeklere göre iki kata yakın daha fazladır. Elbette çocuk isteğinde olan çiftlerin yaşları, ne kadar süredir istedikleri ve sabır seviyeleri karar vermede çok önemli olmaktadır. Sperm değerleri istenilen seviyede düzelmemiş ise çift ile konuşularak tüp bebek gibi yardımcı üreme tekniklerine her zaman geçilebilir. Şu da çok önemli bir bilgidir. Varikosel ameliyatı sonrası yapılan tüp bebek işlemlerinde başarı oranları da daha fazla çıkmaktadır. Her durumda varikosel ameliyatı hemen her koşulda infertilite sorunu yaşayan erkekler için genel olarak faydaları bilimsel olarak gösterilmiş etkili bir tedavi yöntemidir diyebiliriz. KAYNAKLAR 1- Kadıoğlu A, Çayan S, Aydos K, Aşçı R, Alıcı B. Türk Androloji Derneği Varikosel Kılavuzu. İstanbul: Türk Androloji Derneği Yayını; 2004.p.1-15. 2-Çayan S. Varikoselin Güncel Tedavisi. Türkiye Klinikleri 2017:10(1):p28-31 3-Çayan S, Shavakhabov S, Kadıoğlu A. Treatment of palpable varicocele in infertile men: a meta-analysis to define the best technique. J Androl 20090:33-40. 4-Ding H, Tian J, Du W, et al. Open non-microsurgical, laparoscopic or open microsurgical varicocelectomy for male infertility: a meta analysis of randomized controlled trials. BJU Int 2012;110:1536-42. 5-Çayan S, Kadıoğlu TC, Tefekli A, Kadıoğlu A, Tellaloğlu S. Comparison of results and complications of high ligation surgery and microsurgical high inguinal varicocelectomy in the treatment of varicocele. Urology 2000;55(5): 750-4. 6-Esteves SC, Roque M, Agarwal A. Outcome of assisted reproductive technology in men with treated and untreated varicocele: systematic review and meta-analysis. Asian J Androl 2016;18:254-8.

  • SERTLEŞME YA DA EREKSİYON SORUNU

    Erkeklerdeki sertleşme (ereksiyon) sorunu ya da tıbbi adıyla erektil disfonksiyon (ED) en önemli cinsel işlev... Erkeklerdeki sertleşme (ereksiyon) sorunu ya da tıbbi adıyla erektil disfonksiyon (ED) en önemli cinsel işlev bozukluğudur. Tanım olarak erektil disfonsiyon, cinsel birleşmeyi (koit) başlatmaya veya devamını getirmeye imkan vermeyecek düzeyde penisin sertliğini sağlayamama durumudur. Genç, orta yaş ya da ileri yaş farketmez her yaştaki erkekte ortaya çıkabilmektedir. Temelde psikojenik ya da organik bazı sorunlardan kaynaklansa da gerçek olan şudur: Her ereksiyon sorununda az ya da çok psikojenik bir etmen ya olayın çekirdeğinde vardır ya da sonradan olayın üzerine eklenir. Dolayısı ile ereksiyon sorununun kökleşmesinde psikojenik etmenlerin rolü oldukça büyüktür. Sertleşme (ereksiyon) sorunu elbette hayati bir sağlık sorunu değildir. Ancak psikososyal hayatı, çift ilişkilerini ve dolayısıyla yaşam kalitesini bozan çok önemli bir konudur. Yapılan çalışmalar 40 ila 70 yaş arası erkeklerin yarısında ereksiyon sorunu olduğunu göstermektedir. Yine aynı yaş grubunda yaklaşık %10 oranında şiddetli derecede ereksiyon sorunu olduğu rapor edilmektedir. Yaşla birlikte özellikle de 60 yaşından sonra ereksiyon sorununun sıklığı ve şiddeti önemli ölçüde artış gösterir. Ülkemizde yapılan bilimsel çalışmalarda da 40 ila 70 yaş grubunda her 3 erkekten birisinde orta ve şiddetli düzeyde ereksiyon sorunu yaşandığı saptanmıştır. Sertleşme sorunu olan erkekte ele alınan ilk konu kuşkusuz sorunun organik mi yoksa psikojenik kökenli mi olduğudur. Organik sorun demek hastalığın bedensel (damarsal veya sinirsel) bir hastalıktan kaynaklanıyor olması demektir. Genellikle 40 yaşından üzeri ED yakınması olan erkeklerde organik nedenler daha ön planda düşünülür. Psikojenik ereksiyon sorunu (PsED) ise bedensel bir hastalığa bağlı olmayıp, sadece psikolojik sıkıntı ve beceri eksikliğine bağlı ortaya çıkan sertleşme sorunlarına verilen isimdir. Genellikle genç yaşlarda var olan sertleşme sorunlarının önemli bir kısmı psikojenik alt yapıya bağlıdır. Biz genel olarak çekirdek sorunun 40 yaş altında psikojenik, 40 yaşından sonra ise organik olabileceğini öncelikle düşünürüz. Yine de tersi durumlar da az değildir ve daima akılda tutulması gereklidir. Sorunun çekirdeğinde organik bir neden olsa da üzerine eklenen psikolojik etmenler (hayal kırıklığı, umutsuzluk, erkeklik duygusunun incinmesi..vs) olayın kartopu gibi büyümesine neden olmaktadır. Unutulmaması gereken bir çığı başlatan da küçük bir taş parçacığıdır ama asıl yıkımı yaratan kar yığınlarıdır.

  • Küçük Penis ve Penis Büyütme Operasyonu

    Ürolojik rekonstrüksiyon alanında sık karşılaştığımız durumlardan birisi de küçük ve/veya ince penis durumunda penis büyütme ve kalınlaştırma Penis büyütme operasyonu, ürolojide rekonstrüksiyon alanında yaptığımız operasyonlardan birisidir. Seçilmiş olgularda, mutlak gereklilik halinde yapılmasını uygun gördüğümüz penis büyütme operasyonu; penis uzatma, penis kalınlaştırma, penis büyütme ve kalınlaştırma olmak üzere farklı operasyon türlerini kapsamaktadır. Penis uzunluğu doğuştan yetersiz olan olgular, çocukluk döneminde ileri derecede hipospadias nedeniyle operasyon geçirenler, mikropenis olguları ve de penis uzunluğundan ve penis kalınlığından ileri derecede rahatsız olan hastalarda penis büyütme ameliyatını yapıyoruz. Operasyondan önce çok yönlü ve detaylı bir değerlendirme sonucu karar verilen olgularda, operasyon türüne göre 1.5-2.5 saatlik bir sürede ve 1-2 gün hastanede kalış süresi ile tedavi sürecini gerçekleştiriyoruz. Ameliyatın başarısı; hasta seçimi, cerrahın tecrübesi ve operasyon tekniğine bağlı olarak değişmektedir.

  • Böbrek taşı için bilinmesi gerekenler

    Böbrek taşları böbreğin toplayıcı sistemi içerisinde oluşan mineral içerikli sert kitlelerdir. Tam nedeni bilinmemekle birlikte ailevi yatkınlık, doğuştan idrar yolları anomalileri ve sistemik hastalıklar (Gut, sistinüri) hastalıklar bilinen nedenlerini oluşturmaktadır. Sıcak, yüksek rakımlı ve tropikal bölgelerde böbrek taşı hastalığı daha sık gözükmektedir. Gün içinde yeterince sıvı almamak, aile öyküsü, genetik yatkınlık, hareketsizlik ve diyet taş oluşum riskini arttıran nedenlerdir Böbrek taşları herhangi bir belirti vermediği gibi idrardan kan gelmesi, karın ağrısı, bulantı, kusma gibi belirtilerde oluşturabilir. Teşhis idrar tahlili, röntgen yeterli olabildiği gibi ileri tetkik olarak ultrasonografi ve bilgisayarlı tomografi de gerekebilmektedir. Tomografi ile tüm taşlar izlenmektedir. Tedavide taşın boyutu önemlidir. 5 mm ve üzerindeki taşlar genellikle müdahalesiz düşürülememektedir. ESWL denilen ameliyatsız taş kırma yöntemi ile genellikle 2 cm ye kadar olan taşlar kırılabilmektedir. 2 cm ve üzerindeki taşlara operasyon önerilmektedir. Son yıllardaki teknolojik gelişmelerle birlikte birçok taş kapalı yöntem denilen operasyonlarla tedavi edilebilmektedir. Bunlar içinde böbrek taşları için PCNL (Perkütan nefrolitotomi), RIRS(Retrograd intrarenal cerrahi) diye adlandırılan operasyon teknikleri yer almaktadır. Taş oluşumunu önlemek için hayat tarzı değişiklikleri son derece önemli bir rol oynar. Hızlı beslenmekten uzak durmak, bol sıvı tüketmek ve egzersize ağırlık vermek gibi bir takım önlemler ‘önleyici değişiklikler’ olarak sayılabilir. Bunların yanında doktor kontrolünde gerçekleştirilecek bazı ilaç tedavileri de söz konusu olur. Eşit aralıklı sağlık kontrolü ile erken tanı önem taşır. Böbrek taşı olan kişiler bol su tüketmeli, özellikle yaz aylarında bu daha da önemlidir. Çay, kahve ve kola gibi içeceklere mümkün olduğunca kısıtlama getirmeli tuz tüketimini kısıtlamalı,düzenli egzersiz veya yürüyüş yapmalı,ani kilo kayıplarından kaçınmalıdır. Genellikle kalsiyumlu gıdalar, çilek ve kuruyemiş taş yapar, çok su içmek böbrekleri yorar, insan tek böbrekle yaşayamaz gibi söylenen yanlışlar mevcuttur. Kişide taş oluşumu genetiktir ve her tür yiyecek taş yapabilir. Önlemi bol sıvı tüketmekten geçmektedir. Böbreklerin vücuda giren suya göre sıvıyı ayarlama yetenekleri oldukça yüksektir. Bu nedenle fazla sıvı böbreği yormaz. Tek böbrekle sorunsuz yaşamak mümkündür. Böbreği etkileyecek bir hastalık olmadığı sürece (yüksek tansiyon, diyabet, taş, vb.) tek böbrekle yaşamakta sorun yoktur. Yaşam ve beslenme tarzında birkaç değişiklik yaparak yeni taş oluşma riski azaltılabilir. Lif içeren besinler ve faydalı etkileri nedeniyle sebze, meyve tüketmek gerekir. Ancak okzalat bakımından zengin olan sebze ve meyvelerden (ıspanak, kakao, çay yaprakları, ceviz, buğday kepeği) sakınmak gerekir. Alınan kalsiyum miktarı, bu yönde önerilerde bulunmak için güçlü bir neden olmadıkça sınırlanmalıdır. Bol sıvı tüketimi yapılmalıdır.

  • Erkeklerde kısırlık (infertilite)

    Kısırlığı üreme fonksiyon bozukluğu olarak tanımlayabiliriz. 1 yıl korunmasız düzenli ilişkiye rağmen çocuk sahibi olamayan çiftlerin infertilite nedeni araştırılması gerekmektedir. Toplumumuzda genellikle önce kadın infertilitede suçlanmaktadır. Aslında infertilitenin nedenleri arasında %40 oranında erkek faktörü bulunmaktadır. Bu nedenle çiftlerin birlikte doktora başvurmaları ve iki tarafında muayene olması gerekmektedir. Ergenlikle birlikte erkeklerde testislerden sperm üretilmeye başlar.Sperm üretimi beyinin hipofiz diye adlandırılan bölgesinden salgılan hormonların testisi uyarması ile gerçekleşir. Testisi ve hormonları etkileyen sebepler sperm üretimini ve sperm kalitesini bozmaktadır. Buda kısırlığa neden olmaktadır. Kısırlık nedeniyle başvuran erkeklerde önce öykü alınır ve muayene yapılır. Ardından sperm tahlili istenir. Sperm değerlerindeki bozukluğa göre hormonal değerlendirilme yapılır. Beyindeki hipofiz bölgesini etkileyen hastalıklar hormonal bozukluk neden olur ve sperm üretimini bozar. Testisleri etkileyen enfeksiyon,doğuştan testislerin inmemesi ve özellikle varikosel gibi hastalıklar yine sperm üretimini etkiler. Bazı durumlarda sperm üretimi normal olsa bile sperm kanallarındaki tıkanıklıklarda sperm atılımını etkileyerek kısırlığa sebep olmaktadır. Bunların dışında sigara ,alkol tüketimi, aşırı kilo, testislerde sıcaklık artışı yapan nedenler,aşırı egzersiz ve kullanılan bazı ilaçlar sperm sayı ve kalitesinde olumsuz etkiler yapmaktadır. İnfertilite genellikle tedavi ile düzeltilebilmektedir.Hastanın kısırlığına neden olan sebeplerin düzeltilmesi,sperm sayı ve kalitesini artıran ilaçların kullanılması ile hastalar normal yolla çocuk sahibi olabilmektedir. Normal yollardan çocuk sahibi olamayan hastalara aşılama ve tüp bebek diye bilinen üremeye yardımcı teknikler kullanılarak çocuk sahibi olmaları sağlanmaktadır. Kısırlık veya infertilite kadersizlik değil düzeltilebilir bir durumdur.

  • Böbrek taşları ve tedavisi

    Böbrek taşları tuz ve minerallerden oluşan sert maddelerdir. Böbrekte idrarın süzüldüğü boşluklu bölümlerde oluşurlar. Sıklıkla idrar konsantrasyonu arttığı zaman, bu tuz ve minerallerin kristalize olarak bir araya gelmesi sonucu oluşurlar. Genellikle 30-60 yaş arasında görülür.Erkeklerde kadınlara oranla daha fazla gözükmektedir. Taşların çoğunluğu kum halindeyken kendiliğinden atılmaktadır. Fakat bazı kum tanecikleri büyüyerek şikayet verecek veya tedavi gerektirecek boyutlara ulaşırlar. Böbrek taşları; böbreğin idrar süzmesini engellemediği veya böbrekten idrarı idrar torbasına aktaran kanala düşmediği müddetçe herhangi bir belirtiye yol açmazlar. Sıklıkla oluşan belirtiler şunlardır ; Yan ve sırt ağrısı, kaburgaların altında şiddetli ağrı Alt karın ve kasığa doğru yayılım gösteren ağrı Dalgalar halinde gelen ve şiddette dalgalanan ağrı İdrar yaparken ağrı Pembe, kırmızı veya kahverengi idrar yapma Bulanık veya kötü kokulu idrar Mide bulantısı ve kusm Sürekli idrara çıkma ihtiyacı Her zamankinden daha sık idrara çıkma Enfeksiyon varsa ateş ve titremeAz miktarda idrar yapma Bu şikayetlere sahip kişilerin üroloji uzmanına başvurması önemlidir. Bir kez taş oluşturan bir kişinin hayatı boyunca %50 oranında tekrar taş yapma riski vardır. Sıcak iklimde yaşayanlar ve ailesinde taş olanlarda taş oluşma riski fazladır. Böbrek taşlarının 4 tipi vardır. Bunlar;kalsiyum ,ürik asit, enfeksiyon ve sistin taşları olarak sınıflanmaktadır. Genellikle 4 mm ye kadar olan taşlar kendiliğinden düşmektedir. Bunun üzerindekilere tedaviye ihtiyaç duyulmaktadır. Tedavide ağrıyı ve şikayetleri dindirmek için ilaçlar,taş kırma (ESWL) ve kapalı ameliyatlar kullanılmaktadır. ESWL yani taş kırma işlemi genellikle 0,5 ile 2 cm arası taşlarda uygulanır. Bu işlemde hastaya anestezi gerekmez. Yüksek frekanslı ses dalgalarını vücudun dışından göndererek böbrek taşını idrar yolundan düşebilecek kadar küçük parçalara ayırmaya yarayan cihaz ile işlem yapılır. Bazı durumlarda uygulanamayabilir. Bunlar hastanın vücut yapısında bozukluk, hastanın aşırı kilolu olması, böbrek yerleşiminin farklı bir yerde olması gibi. Son yıllarda teknolojik gelişmeler eşliğinde ameliyatların neredeyse tamamı kapalı olarak başarıyla uygulanabilmektedir. Perkütan nefrolitotomi yönteminde ciltte 1 cm'lik bir kesi ile yapılan kapalı cerrahi yöntemdir. Çok büyük taşlar bu yöntem ile temizlenebilmektedir. Bunun dışında RIRC (Retrograd İntrarenal Cerrahi) denilen bir yöntem bulunmaktadır.Ucunda kamera olan bir aletle (renoskop) idrar kanalından böbreğe kadar girilerek taşa müdahale edilmektedir. Bu yöntemle görüntülenen böbrek taşları lazer ile birlikte ufaltılır. Taşlar böbreğe ve idrar kanalına zarar vermeden dışarı dökülür. Genel olarak bu bilgiler eşliğinde acaba taş oluşumunu neler daha çok arttırıyor ve taş oluşumunu engellemek için neler yapmalıyız? Bu konu üzerinde biraz daha durmakta fayda var. Taş tipine göre oluşmasına sebep olan faktörleri önce irdelemek gerekmekte. Kalsiyum taşları: Kalsiyum taşlarının çoğunluğu yapısında oksalat da bulundurur. Böbrekte kalsiyum ve oksalatı arttıran bütün faktörler taş oluşumuna sebep olur. Yüksek D vitamini alımı, paratiroid bezlerinin aşırı çalışması, hipertiroidi (guatr bezinin çok çalışması), barsak aşırı kalsiyum emilimine neden olan genetik hastalıklar, kemiklerin yıkılmasına sebep olan hastalıklar, diyetle aşırı kalsiyum alımı kalsiyum atılımını ve bunun sonucunda taş oluşumunu arttırır. Diyetle aşırı oksalat içeren yiyecekler tüketilmesi, barsakları kısaltan operasyonlar, B6 vitamini eksikliği, genetik geçişli oksalat atılımını arttıran hastalıklar gibi nedenler oksalat emilimini ve atılımını arttırarak taş oluşumuna sebep olabilir. Ürik asit taşları: Gut hastalığı,diyetle aşırı proteinli gıdalar tüketilmesi, bazı kanser ilaçları, genetik hastalıklar ürik asit atılımını arttırarak taş oluşumuna sebep olmakta. Enfeksiyon taşları: idrar yollarını etkileyen ve sık tekrarlayıp uzun süre devam eden enfeksiyonlarda da taş oluşmakta. Sistin taşları: Genellikle genetik bir bozukluk olan sistin denilen maddenin atılımının artmasına sebep olan sistinüri hastalığında oluşmaktadır. Çocuklarda daha sık gözükür. Tek tek incelediğimiz zaman belirttiğimiz sebepler dışında tuz tüketiminin fazla olması, ,rafine edilmiş karbonhidrat ve şekerli gıdaların aşırı tüketimi, obezite, aşırı kola tüketimi, fazla kahve ve çay tüketimi, fıstık gibi kuruyemişlerin tüketimi, fazla et tüketimi, fazla alkol alımı da taş oluşumuna sebep olmaktadır. Önlem olarak günlük 2-2,5 litre su tüketilmesi, tuz ve etin kısıtlanması, kilo alımından kaçınılması, düzenli spor yapılması, kahve, çay ve alkolün kısıtlanması önerilmektedir.

  • Prostat hastalıkları ve tedavisi hakkında yanlış bilinenler ve doğruları

    Fısıltı gazetesi ve eksik bilgilenmeler nedeniyle prostat hastalıkları erkeklerin korkulu rüyası olmakta. Bu makalede yanlış bilinenler ve doğrularını söylemeye çalıştım. YANLIŞ:Prostat hastalıktır. DOĞRU: Prostat her erkekte bulunan meninin içerisindeki üremeye yardımcı bir sıvı salgılayan bir bezdir. Prostat idrar torbasının önünde yerleşir ve içerisinden idrar kanalı geçer. Meninin içerisinde prostat sıvısıda bulunmaktadır. YANLIŞ:Ayakta işeme prostat hastalığına neden olur. DOĞRU: Bu doğru değildir ve bununla ilgili bilimsel bir veri yoktur. Sadece dini inanç gereği doğru yapılması istenen bir davranışı yanlış bir bilgi ile anlatılması sonucu ortaya çıkmış bir rivayettir. YANLIŞ:Sık tuvalete gidiyorum prostat kanseri olabilirmiyim? DOĞRU: Sık işeme prostat büyümesinin bir yakınması olmakla birlikte idrar yolu enfeksiyonları,idrar torbası (mesane) hastalıklarında da görülebilmektedir. Prostat kanseri belirteci değildr. Prostat kanseri hiçbir bulgu vermeden de ortaya çıkabilir. Prostat kanseri teşhisi muayene ve labaratuar tetkikinde (PSA değeri) şüpheli sonuçlar sonucu yapılan biyopsi ile konulmaktadır. Bu nedenle her erkeği 50 yaşından itibaren , ailesinde prostat kanseri olanları 45 yaşından itibaren en az yılda bir prostat muayenesi amaçlı üroloji polikliniğine başvurmasını öneriyoruz. YANLIŞ:Prostat hastalığı ilaçları cinsel fonksiyonları bozar. DOĞRU: Prostat büyümesi için verilen ilaçların bir kısmı cinsel fonksiyonda azalma yapabilirken büyük bir kısmı cinsel fonksiyonları etkilemez. Hastanın durumuna göre ilaç tedavisi başlanmaktadır. Son yıllarda sertleşme problemi için kullanılan bazı ilaçlar aynı zamanda prostat büyümesinin neden olduğu yakınmaları da iyileştirdiği için kullanılmaya başlanmıştır. YANLIŞ:Prostat ameliyatı cinselliği öldürür DOĞRU: İyi huylu prostat büyümesi için yapılan prostat ameliyatlarından sonra çok nadir cinsel fonksiyon bozukluğu olur. Prostat kanserine yönelik yapılan cerrahilerde sinir hasarına bağlı daha yüksek oranda cinsel fonksiyon bozukluğu gözlenmektedir. Bunlarında tedavisi mümkündür. Genelde cinsel fonksiyon bozukluğu olanlarda daha önceden de şikayetler mevcuttur. YANLIŞ: Açık prostat ameliyatı kapalıdan daha iyidir. DOĞRU: Prostat ameliyatının şekline karar verilirken prostat volümü çok önemlidir. Yüksek volümlü prostatı olanlarda açık cerrahi ön plana çıkmaktadır. Son yılardaki teknolojik gelişmelerle paralel olarak özellikle plazmakinetik cihazlarların çıkmasıyla yüksek volümlü prostatlarda kapalı olarak ameliyat edilebilmektedir. Açık ameliyatın kapalıya üstünlüğü yoktur. Hatta hastanede kalış süresi, yara olmaması ve sondadan erken kurtulma kapalı ameliyatın avantajlarıdır.

  • VARİKOSEL VE KISIRLIK TEDAVİSİ

    Erkek infertilitesinde varikosel tedavisinin etkinliği Varikosel testis damarlarında ergenlik döneminden başlayarak ortaya çıkabilen genişleme, varisleşmedir. Varikosel tüm erkeklerin %15’inde görülür ve erkekte en sık rastlanan kısırlık nedenidir. Beslenmenin varikosel oluşumuyla ya da tedavisiyle ilgisi bulunmamakla birlikte şişmanlık ve ıkınma gerektirecek her türlü işlem oluşma riskini arttırmaktadır. Varikosel tanısı elle muayene ve testisin dopler ultrasonu ile konulur.Varikosel tedavisinde en başarılı ve komplikasyonu en az yöntem tecrübeli cerrahların yapacağı mikrocerrahi varikosel ameliyatıdır. Hasta ameliyat olduğu gün taburcu olup, günlük hayatına dönebilmektedir. Varikosel spermin kromozomal yapısını bozarak (DNA fragmantasyon indeksi, DFI) yumurtayı dölleme gücünü azaltır; dölleme gerçekleşse dahi düşük ihtimali artar. Bu sebeple tüp bebek tedavisi başlanacak hastaların da öncesinde varikosel tedavilerini olmaları gerekmektedir. Kronikleşmiş varikosel ileri dönemlerde testis boyutlarında küçülmeye neden olarak sperm üretimi yanında ve testosteron adı verilen erkeklik hormonun üretilmesinde azalmaya da neden olacağından erkekte ereksiyon ve cinsel istek kaybına neden olabilir. Yukarıda spermde hareket azlığı nedeniyle ameliyat ettiğimiz GIII varikoseli olan bir hastanın resmini paylaştım.

  • Google Places
  • Instagram
  • Facebook
  • LinkedIn

©2022 DrSistem

bottom of page