Arama Sonuçları
Boş arama ile 1063 sonuç bulundu
- Kabızlık ve Dışkılama Alışkanlığı
Kabızlık nedir, tanımı nasıldır? Kabızlık çok öznel, kişiye göre değişen bir şikayet olduğu için bazen hastalar farklı dışkılama alışkanlığını kabızlık olarak değerlendirebilirler. Her gün dışkılama yapmamayı kabızlık sayabilirler. Hekim olarak kabızlığı aşağıda sayacağımız değişikliklerden birinin varlığı olarak tarif edebiliriz. Dışkılama esnasında fazla ıkınma ihtiyacı, sürekli sert dışkılama, dışkılama sonrası tam boşalamama hissi, dışkılamaya elle destek ihtiyacı ve 3-4 günde bir dışkılamak. Tabi bu durumların arada sırada olması kabızlık olarak değerlendirilmez. Kimlerde görülür? Her yaşta kabızlık görülmesine rağmen ileri yaşlarda ve bayanlarda daha sık görülür. Bebek ve çocuklarda da sıklıkla görülür. Kabızlığın türleri var mıdır? Evet, kabızlığı ikiye ayırabiliriz. Kronik (müzmin) kabızlık; genellikle yaşlılarda görülen ve uzun zamandır olan kabızlık şeklidir; bazı ilaçlar, bağırsakları etkileyen bazı hastalıklar bu tür kabızlığa yol açar. Akut kabızlık ise yeni gelişen kabızlık şeklidir. Sebebinin ne olduğu araştırmak gereklidir. Kabızlığın sebepleri nelerdir? Çok fazla sayıda kabızlık sebebi vardır. Bu sebepleri beş grupta toplayabiliriz. Bağırsakta tıkanıklık yapan hastalıklar (kanser, dışkı taşlaşması vb), dahilî hastalıklar (şeker hastalığı, guatr hastalığı vb), sinir ve kas hastalıkları (Multipl Skleroz, Parkinson, hareketsizlik vb), ilaçlar (antidepresanlar) ve sebebi bulunamayanlar. Bunlar içinde sebebi bilinemeyen kabızlık, hastaların büyük kısmını oluşturur. Kabızlığı sebebini bilmek gerekir mi? Eğer kabızlığın sebebini bilirsek tedavimiz de ona göre değişecektir. Şeker hastalığı olan birinde kabızlık için tedavimiz başka, çocukta yiyecek değişikliğine bağlı kabızlığın tedavisi başka, bağırsak kanserine bağlı kabızlığın tedavisi elbette ki farklı olacaktır. Kabızlığın sebebini öğrenmek için ne yapmak gerekir? Öncelikle hastanın gerçekten kabız olup olmadığına karar vermek gerekir. Bazı hastalar her gün dışkılama yapmadıklarında kendilerinde kabızlık var zannedebilirler. Hekim olarak kabız olduğu belirlediğimiz kişilerde kabızlığın süresini ve başlangıç zamanını sorguluyoruz. Bebeklikten beri olanlara başka, genç yaşta başlayıp uzun zamandır olanlara başka, son zamanlarda yeni başlamış kabızlığa yaklaşım başkadır. Kabızlığa eşlik eden şikayetler sorgulanır; kanama, zayıflama, halsizlik, karın ağrısı, şişkinlik hissi gibi. Ardından anal (makat) bölgenin muayenesi yapılır, basur, çatlak, apse, gibi hastalıkların olup olmadığı kontrol edilir. Bazı hastalarda bağırsakların içini görmek için kolonoskopi, bağırsakların çalışma hızının tespiti gibi daha ileri tetkikler yapmak gerekir. Her hastaya bu tetkikler yapılıyor mu? Kabızlığın sorgulaması her hastaya yapılır. Bu sorgulama sonrası genellikle hekim sebebini belirler ve tedavisini verir. Bazen bu tedavi sonucunda kabızlık düzelmez. Bu durumda hastalara tetkik yapmak gerekebilir. Ya da hastaların az bir kısmında ilk muayene sonrası bir tedaviye başlamadan bu tetkikleri yapmak gerekir. Tetkikler sonucunda kabızlık sebebine göre gereken tedavi verilir. Tedavi olarak ne yapmak gerekir? Eğer belirli bir sebep bulunduysa o sebebe yönelik tedavi yapmak gerekir. Sebep belli değilse ilk olarak yiyeceklerdeki lif miktarını artırmak, bol meyve sebze yemek ve sıvı alımını artırmak faydalı olur. Yaşlı insanlara biraz hareket etmeleri, yürüyüş yapmaları önerilir. Bu şekilde kabızlık düzelmezse ilaçlarla tedaviye başlanır. Kabızlığı önleyen azaltan gıdalar nelerdir? Özellikle bol lifli ve posalı yiyecekler kabızlığı düzeltmek için yararlıdır. Meyve sebzenin bol tüketilmesi, kayısı, incir, zeytinyağı, baklagiller bol posalı olduklarından kabızlığı düzeltmekte faydalıdırlar. Ülkemiz ve Türk mutfağı bu bakımdan şanslıdır. Sürekli ilaç kullanımı bağırsak tembelliğine yol açar mı? Evet, bazı ilaçları uzun süre, yıllarca kullanmak bağırsakların bu ilaçlara hassasiyetini azaltır. Dolayısıyla ilaçların etkileri azalır. Bu bir anlamda bağırsakların çalışması için başka ve daha kuvvetli uyarıcılara ihtiyacı anlamına gelir. Bu yüzden kabızlığı düzeltmekte yeme alışkanlığını değiştirmek ve doğru dışkılamayı geliştirmek gerekir. Doğru dışkılama nasıl olmalıdır? Dışkılama, biyolojik, psikolojik ve sosyal yönleri olan bir faaliyettir. Bu üç faktörün her birisinin sağlıklı ve uygun şartlara sahip olması gerekir ki doğru bir dışkılama olsun. Bu faktörlerden birisinde bir eksiklik veya anormallik olursa hem doğru dışkılama olmaz, hem kabızlık gelişir hem de hastalıklar ortaya çıkabilir. Mekân değişiklikleri, seyahat, alışık olunandan farklı yemekler yemek, yoğun stres altında olmak da dışkılama düzenini bozup kabızlık yapabilir. Herhangi bir hastalığı olmayan kişiler için doğru dışkılamayı şu şekilde önerebiliriz. Dışkılama ihtiyacı olduğunda bekletmeden tuvalete gidilmeli, tuvalette uzun süre beklemeden ve çok fazla ıkınmadan dışkılama yapıp bitirilmelidir. Tam boşalayım diye beklemek, dışkılama süresinin çoğunu ıkınarak geçirmek, gazete okuyacak sigara içecek kadar beklemek doğru değildir. Doğru dışkılama için davranış değişikliği yapmak gerekir mi? Bazı alışkanlıkları edinmekte yarar var. Her gün belli saatte, özellikle bir öğün sonrası, mesela kahvaltı sonrası ya da akşam yemeği sonrası tuvalete oturup bağırsakları dışkılamaya alıştırmak yararlıdır. Çömelme ile makat bölgesi kasları daha çok gevşeyeceği için alaturka tuvalet daha uygun olabilir. Kabızlığın özel durumları var mıdır? Çocuklarda, gebelerde, yatalak hastalarda ve ameliyat sonrası gelişen kabızlık özellik arz eder. Çocuklarda yeni yiyeceklere başlayınca kabızlık olabilir. Gıdaların düzenlenmesi ve geçici ilaçlarla bu kabızlık düzelebilir. Bazen de makat bölgesinde olan çatlaklar dışkılamayı ağrılı hale getirdiğinden, çocuk dışkılama yapmak istemez ve kabızlık olur. Gebelikte görülen kabızlık bağırsakların sıkışması sonucu olur. Yine diyet düzenlemesi ve bazı ilaçlarla kabızlık giderilir. Yatalak hastaların bol posalı gıdalarla beslenmeleri ve hafif dışkı yumuşatıcılar kullanmaları yararlıdır. Ameliyat sonrası kabızlık olduysa bu durumda kesinlikle hekime muayene olmalı ve ameliyata bağlı bir aksilik olup olmadığı kontrol edilmelidir. Bağırsakların çalışması ile ilgili bir aksilik yoksa ilaçlarla kabızlık düzeltilir. Kabızlığın ameliyatla tedavisi var mıdır? Çok nadir durumlar haricinde, sadece kabızlık için ameliyat yoktur. Ama bebek ve çocuklarda görülen, bağırsakları çalıştırıcı sinirlerin yokluğu (Hirschsprung) hastalığında, ileri derecede tembel barsaklarda (kolonik inertia), makatı tıkamış, taşlaşmış dışkı varlığında (fekalom) ya da kolon kanseri gibi durumlarda ameliyat yapılabilir. Kabızlık tedavi edilmezse başka hastalıklar oluşur mu? Evet, kabızlığın devam ederse dışkılama esnasında ıkınmak da gerekli olur. Sürekli ıkınma makat bölgesinde basur, çatlak ve makat sarkmasına yol açabilir. Çok ileri vakalarda katılaşıp taş haline gelmiş dışkı bağırsak tıkanmasına, hatta delinmesine yol açabilir. Sürekli ıkınma kalın bağırsaklarda divertikül (bağırsak duvarı fıtığı) oluşumuna yol açabilir. Tabi en başta kabızlığın tedavi gerektiren başka bir hastalık sebebiyle olmadığından emin olmak gerekir.
- Tırnak Batması
Tırnak batması nedir? Sert tırnağın yumuşak dokuyu sıkıştırıp tahriş etmesi sonucu oluşan iltihaplanma ve kronik yaraya tırnak batması denir. Genellikle ayaklarda ve birinci parmakta görülür. Tırnak batmasının sebebi nedir? Parmakları sıkıştıran dar ayakkabı giyme, yanlış tırnak kesimi (çok kısa kesmek ve törpülememek), darbeler ile oluşan tahriş, kilo sebebiyle tırnağın derinde kalması ve ailevî yatkınlık sebepler arasındadır. Tırnakları nasıl kesmek gerekir? Ayak tırnaklarını düz kesmek, çok kısa kesmemek ve güzelce törpüleyip kenar keskinliğini gidermek gerekir. Tırnak batması kimlerde görülür? Genellikle ergenlik çağında ve genç erişkinlerde görülür. Nadiren bebeklerde de olur. Tırnak batması ne şikayetlere sebep olur? Parmakta kızarıklık, şişlik ve şiddetli ağrı olabilir. Bu şikayetler sebebiyle ayakkabı giyilemez. Akıntı olursa çoraplar kirlenir, koku oluşur. İltihaplanma ve apse oluşabilir. Bu tür şikayetlerin hepsi tırnak batmasında mı olur? Başka tırnak problemleriyle karışma olabilir mi? Bazen tırnak mantarı, tırnak etrafı dokuların iltihabı, tırnağın kubbeleşme ya da uzayıp kalınlaşma şeklindeki anormallikleri de tırnak batması zannedilebilir. Bu durumlarda tırnak genellikle çekilmez ve ilaçlarla tedavi yapılır. Tırnak batması parmak gangrenine sebep olur mu? Tek başına tırnak batması kangrene sebep olmaz. Ama kişide şeker hastalığı veya damar hastalığı varsa iltihap ilerler ve parmağın beslenmesi bozulabilir. Bu durumda parmak gangreni gelişebilir. Tırnak batması nasıl tedavi edilir? Tedavi açısından tırnak batmasını iki kısma ayırıyoruz. Tırnak batmasının yeni geliştiği, henüz çekim gerektirmeyen hafif vakalar. Birkaç haftadır devam eden, iyileşmeyen kronikleşmiş vakalar. Her tırnak batması durumunda tırnak çekilmez. Hafif batma durumunda tırnağın batan kısmının altına bir pamuk parçası koymak ve bunu günlük değiştirmek uygundur. Böylece tırnak ile cilt arasında bir tampon alan oluşturup tırnağın ete batmadan buradan büyümesi sağlanır. Tırnak büyüyünce kavisli değil düz şekilde kesilir. Parmağı sıkıştırmayan geniş ayakkabı veya ucu açık ayakkabı giymek gerekir. Bu sırada batma sebebiyle iltihap varsa ilaçlar (ağızdan veya merhem şeklinde) kullanılabilir. İlerlemiş vakalarda ise tırnağın çekilmesi, anormal şiş dokunun alınması ve tırnak kökünün kazınması uygun bir işlemdir. Bunun için bazen tırnağın yarısı bazen de tamamı çekilir. Tırnak çekimi sonrası aynı yerden batmayı engellemek amacıyla tırnak kökünün batan tarafı tahrip edilir. Bu amaçla aletle tırnak kökünün kazınması, tırnak köküne fenol uygulaması, gümüş nitrat sürülmesi veya elektrokoter ile tahrip, kullanılan yöntemlerdir. Bazen hastalar kendileri tırnaklarının kenarlarını keserek bu durumu düzeltmeye çalışıyorlar. Ama bu uğraş genellikle tam aksine daha çok batmaya sebep olur. Pedikür ile tırnak kenarının kesilip çıkarılması da (iyileşmeyen şiş doku oluşmuşsa) tırnak batmasını iyileştirmez. Tırnak çekimi zor ve ağrılı değil mi? İşlem için tırnak yatağı uyuşturulur, böylece çekim esnasında ağrı olmaz. İşlem sonrasında da ilaçlar kullanılır. İşlem sonrası neler yapılmalıdır? İşlem yapıldığı gün ağrı kesici almak, istirahat etmek, ayakları kalp seviyesinin üzerine yükseltmek, bazen pansuman üzerine soğuk cisim koymak faydalı olur. Tırnak batması iltihaplı ise, kişide şeker hastalığı varsa ve vücut savunma sistemi zayıf olanlarda antibiyotik kullanılır. İşlem sonrası parmağı sıkıştırmayan ayakkabı giymek ağrı oluşmasını engeller. 2-3 gün yarayı ıslatmamak, ıslanırsa hemen pansumanı değiştirmek gerekir. İşlem sonrası yarayla ilgili sorun çıkar mı? Eğer pansumanı geçip dışarı akan bir kanama olursa veya ağrı şiddetli olursa tekrar hekime görünmekte fayda vardır. Yara iyileştikten sonra düzelme olmazsa ortopedi ve cildiye hekimleriyle ile görüşülüp başka bir hastalık olup olmadığı araştırılır. Tırnak çekimi sonrası yürüme engeli var mı? İlk 1-2 gün parmağa ağırlık vermeden yürünebilir. Daha sonra parmağı sıkıştırmayan, ucu açık ayakkabı giyilebilir. Kaç günde ayakkabı giyilir, normal işe dönülebilir? İşlemden bir hafta sonraki kontrolde bir anormallik yoksa normal ayakkabı giyilebilir ve işe dönülebilir. Eğer işinizde ayağınızı yüksekte tutmak ve terlik giymek mümkünse daha erken de işe dönülebilir. Tırnak tekrar ne zaman çıkar? Bir hafta kadar sonra yaralar iyileşir. Ama tırnağın tekrar kesilecek kadar uzaması için 3-4 ay geçebilir. Bu sürede kişinin ayağını kullanmasında bir engeli olmaz. Tırnağın kazınan tarafından yeni tırnak büyümesi olmayacağı için büyüyen tırnak beklendiği üzere biraz daha dar olacaktır. Tırnak tekrar batar mı? Anormal, iyileşmeyen dokuların alındığı durumlarda batmanın tekrar etmesi beklenmez. Sadece tırnağın çekilip iltihaplı ve anormal dokunun alınmadığı durumda tekrar tırnak batması oluşması beklenir. Tırnak batmasından nasıl korunabiliriz? Tırnağı düzgün (düz kesim ve törpüleme) kesmek gerekir. Dar veya çok geniş ayakkabı giymemek gerekir. Ayakta basma problemi varsa düzeltilmelidir. Tırnak mantarı varsa tedavi edilmelidir. Tedavi olmazsa ne olur? İlerlemiş tırnak batmasının kendi kendine düzelmesi beklenmez. Ağrı, akıntı, iltihap devam eder. Rahat ayakkabı giyilemez.
- SAFRA KESESİ KANSERİ
Safra kesesi duvarından kaynaklanan kötü huylu tümörler safra kesesi kanseridir. Biyolojik olarak agresif tümörlerdir. Hastalığın risk faktörleri arasında safra kesesi taşları, polipleri, porselen kese, obezite ve nitrozamin gibi bazı kimyasallar yer alır. Safra kesesi kanserinin en sık görülen belirtileri sarılık ve karın ağrısıdır. Hastalığın tanısı için bilgisayarlı tomografi, manyetik rezonans görüntüleme, ultrasonografi gibi görüntüleme yöntemlerinden yararlanılır. Bununla birlikte bazı tümör belirteçleri, ERCP, perkütan kolanjiyografi de tanıda ve bazen tedavide yararlıdır Safra kesesi kanserinin kesin tedavisi cerrahidir. Yapılacak ameliyatın genişliğini hastalığın evresi belirler. T1 (tümörün yalnızca safra kesesi duvarının iç yüzünde olduğu en erken evre kanser) evre tümörlerde yalnızca safra kesesinin çıkarılması yeterlidir. Buna karşın safra kesesi duvarında kanserin duvar boyunca ilerlediği ve çevre organlara veya karaciğer dokusunu tuttuğu durumlarda safra kesesiyle birlikte karaciğer dokusunun bir bölümü ya da karaciğerin sağ bölümünün geniş bir şekilde çıkarılması gerekmektedir. Bu ameliyatlarda geniş lenf düğümü temizliği de yapılır. Ameliyat edilemeyecek derecede ileri evre hastalığı olanlarda sarılık ve ağrıyı dindirecek bazı endoskopik işlemler, ağrı tedavisi, perkütan drenaj (radyolojik girişim) yapılabilir. Safra kesesi taşı nedeniyle yapılan ameliyatların sonrasında patolojik incelemede kanser çıkması nadir görülen bir durum değildir. Tümör patolojik olarak T1 evresindeyse ve ameliyat sırasında safra kesesinin tamamı düzgün bir şekilde parçalanmadan çıkarıldıysa ilave bir tedavi gereksizdir. Buna karşın daha ileri evre tümörlerde hastalığın gerektirdiği tamamlayıcı ameliyatlar yapılmalıdır. Safra yolu kanserleri ve Klatskin tümörü Safra yollarının iç yüzeyini döşeyici dokundan kaynaklanan kanserlere safra yolu kanseri veya kolanjiyokarsinom adı verilir. Bu tümörler karaciğer dokusu içindeyse bir kütle şeklinde ortaya çıkar. Safra yolunun son bölümü pankreas içinden geçer; bu tümörler ya uç noktada bir darlık ya da pankreas başında kütle olarak ortaya çıkarlar. Karaciğerin sağ ve sol bölümünde gelen safra kanallarının birleşip, karaciğer dokusu dışında bir çatal olarak bir araya geldiği kavşak noktasına konfluens denilir. Bu noktadan kaynaklanan tümörlere hiler kolanjiyojarsinom veya iyi bilinen adıyla “Klatskin tümörü” denilir. Safra yolu kanserleri en sık bu bölgeden çıkar. Bu bölgenin tümörlerinde çok agresif cerrahi uygulandığı takdirde yüz güldürücü sonuçlar alınmaktadır. Bu tümörlerin en sık görülen belirtileri sarılık, ağrı, kilo kabı, koyu renkli idrar, açık renkli dışkı ve kaşıntıdır. Hastalığın tanısı deneyimli radyolog ve ileri radyolojik inceleme gerektirir. Tanı ultrasonografi, bilgisayarlı tomografi, MR/MRCP ve ERCP yöntemlerinde biri veya birkaçıyla konulur. Tıkanma sarılı olan hastalarda radyolojik incelemeler tanıya götürür. Bu tümörlerde biyopsi uygulamalarında sonuçlar çok başarılı değildir; bu nedenle ameliyat kararı çoğunlukla radyolojik bulgular dayanılarak alınmaktadır. Karaciğer içindeki safra yolu kanserlerinde kütlenin çıkarılacağı, genellikle de geniş, karaciğer rezeksiyonları uygulanır. Safra yolunun son bölümündeki kanserlerde pankreas başı kanseri gibi ele alınır ve Whipple ameliyatı uygulanır. Klatskin tümörü cerrahisi genel cerrahi alanının en zor ameliyatlarından biridir. Hastalarda tümörün yerine göre karaciğerin büyük bir bölümü (%75-80 kadarı), kaudat lob, karaciğer dışı safra kanalı ve gerekliyse karaciğeri bazı büyük damarları bir arada çıkarılır. Geriye kalan karaciğer bölümün safra kanalına ince bağırsaktan yeni bir akış yolu sağlanır. Bu hastaların ameliyat öncesi hazırlığı ve sonrasındaki bakımı kritiktir ve birçok ayrıntının uygulanmasını gerektirir. Bu hastalarda karaciğer ve safra yolu çıkarıldıktan sonra geriye kalan karaciğer dokusu yeterli olmayacaksa ilk ameliyat öncesi kalan karaciğer dokusunu büyütecek bazı özel işlemler (portal ven embolizasyonu veya ligasyonu gibi) gerekli olabilir.
- ÇÖLYAK HASTALIĞI
Çölyak hastalığı(ÇH),genetik olarak yatkın bireylerde tahıl ve tahıl ürünlerinde bulunan glutene karşı duyarlılık sonucu gelişen genellikle malabsorbsiyonla seyreden ince barsakta karakteristik lezyonlar yapan,glutensiz diyetle klinik düzelme gösteren otoimmun,familyal özellikli bir hastalıktır. Sessiz semptomlar hayatın ilk 3 ayında,hububatın diyete girmesiyle ortaya çıkabilir.Sekizinci dekatta başlayan geç başlangıç bildirilmesine rağmen,hastalığın semptomatik ikinci piki erişkinlerde üçünü ce dördüncü dekatta ortaya çıkar. Hastalar asemptomatik olabildiği gibi,karın ağrısı,şişkinlik,kilo kaybı,ishal gibi malabsorbisyon semptomları ile prezente olabilir.Demir eksikliği anemisi,karaciğer enzim yüksekliği,tip1 diyabet,otoimmun tiroidit,Sjögren sendromu gibi otoimmun hastalıklar,osteopeni,osteoporoz,Down,Turner senromu gibi genetik hastalıklar eşlik edebilir. EPİDEMİYOLOJİ Çölyak hastalığı epidemiyolojisi buzdağına benzer,ciddi malabsorbsiyonun klasik semptomları olan hastalardan daha fazla sayıda asemptomatik veya hafif semptomu olan hastalar mevcuttur. Tanı konmamış çölyak hastaların bilinen çölyak hastalarına oranının 7-10/1 olduğu düşünülmektedir. Çölyak hastalığı,dünya popülasyonunun %0.6 ile %1’ini etkilemektedir.ÇH özellikle Kuzey Avrupalı beyazlarda görülür.Son yıllarda Kuzey Afrika ve Ortadoğu gibi gelişmekte olan ülkelerde sık görüldüğü tespit edilmiştir. Türkiyede sağlıklı kan vericilerinde doku transglutaminaza karşı antikor sıklığı %1.3 olarak bulunmuştur.Klinik olarak aşikar hastalık sıklığı hakkında kesin bilgi yoktur. Türkiyenin çeşitli bölgelerinden 6-17 yaş arası 20.190 öğrencinin tarandığı önemli bir çalışmada antikor pozitifliği ile brilikte biyopsi ile tanı alan ÇH prevelansı %0.47 olarak belirlenmiştir. PATOGENEZ Buğday,arpa,çavdar ve daha az oranda yulafta,suda erimeyen yüksek molekül ağırlıklı prolaminler bulunmaktadır. Buğday prolamini olan gliadin immunpatogenezden başlıca sorumludur.Ayrıca arpa,çavdar,yulaf yapısında bulunan prolaminler de toksiktir. Buğday yapısındaki glutenin alkol ile reaksiyonu sonucu ince barsak mukozası için toksik olan gliadin oluşur. Gliadin epitel hücrelerinde yıkıma yol açarak interlökin-15 ekspresyonunu artırır,artmış interlökin-15 ekspresyonu ise intraepitelyal lenfositleri aktive eder.İnfeksiyonlar sırasında veya değişen geçirgenlik sonucunda,gliadin lamina propriada doku transglutaminazı tarafından deamine olarak antijen sunan hücrelerin yüzeyindeki HLA-DQ2(veya HLA-DQ8)ile etkileşime girer.Gliadin T hücre reseptörü aracılığı ile CD4 T hücrelerine sunulur,bu durum sitokin salınımına neden olarak doku hasarına neden olur.Böylece villüs atrofisi ve kript hiperplazisi meydana gelir. KLİNİK SINIFLAMA Çölyak hastalığı beş klinik subkategoriye ayrılabilir. 1. Klasik Hastalık : Malabsorbsiyon,diyare(steatore),kilo kaybı,vitamin eksiklikleri ile seyreden olgularda serolojik testler pozitiftir ve biyopside klasik patolojik değişiklikler görülür.Glutensiz diyet ile bulgularda gerileme meydana gelir. 2. Atipik Hastalık: Yorgunluk,anem,artrit,dental bulgular,transaminaz yüksekliği,osteoporoz,infertilite ile prezente olan hastalarda serolojik testler pozitifdir ve klasik patolojik değişiklikler görülür. 3. Sessiz Hastalık: Asemptomatik kişilerde serolojik testler ve biyopsi çölyak hastalığı ile uyumludur. 4. Latent Hastalık: Asemptomatik kişilerde seroloji pozitiftir ancak biyopside villöz atrofi yoktur. 5. Potansiyel Hastalık: Semptomatik kişilerde seroloji pozitiftir,biyopsi ise negatiftir. KLİNİK BULGULAR Klinik polimorfizimden dolayı çölyak hastalığında çok geniş yelpaze içinde gastrointestinal ve ekstraintestinal semptomlar görülür.Çocukluk döneminde;ishal,gelişme geriliği,boy kısalığı ön plandadır.Anoreksia,kas erimesi,apati,abdominal distansiyon,irritabilite,kusma ile de hasta başvurabilir.Erişkin dönemde ise inatçı ishal,halsizlik,kilo kaybı ön plandadır. Gastrointestinal Semptomlar Malabsorbsiyon ile birlikte seyreden ishal,kilo kaybı ve karın şişliği klasik başvuru şeklidir.Atrofik glossit,tekrarlayan aftöz ülserler,refrakter gastroözofageal reflü hastalığı,eozinofilik özofajit,rekürren pankreatit,transaminaz yüksekliği,otoimmun hepatit,steatohepatit,primer bilier siroz,primer sklerozan kolanjit,inflamatuvar barsak hastalığı gibi diğer gastrointestinal semptomlar ve hastalıklar ise çölyak hastalığı ile ilişkili bulunmuştur. ÇH’da Klinik Belirtiler(Gastrointestinal Sistem) Gastrointestinal Sistem İshal veya kabızlık Karında şişkinlik Karın ağrısı Kilo kaybı Bulantı,kusma – Oral : Atrofik glossit,aftöz ülserler – Özofagus : Refrakter gastroözofageal reflü,eozinofilik özofajit – Pankreas : Rekürren pankreatit – Karaciğer : Transaminaz yüksekliği,otoimmun hepatit,steatohepatit,primer bilier siroz,primer sklerozan kolanjit – Barsak : Inflamatuvar barsak hastalığı,çölyak kriz. Ekstraintestinal Semptomlar Demir eksikliği anemisi ve vitamin D,kalsiyum eksikliğine bağlı metabolik kemik hastalığı en sık ekstraintestinal semptomlarıdır.Tedaviye dirençli demir eksikliği anemisinde,genç yaşta osteopeni ve osteoporozu oranlarda çölyak hastalığı tanıda düşünülmelidir.Vitamin D eksikliğine bağlı sekonder hiperparatiroidi görülebilir.İnfertilite,dermatitis herpetiformis,miyokardit,dilate kardiyomiyopati,idiopatik pulmoner hemosiderozis,IgA nefropatisi,depresyon,epilepsi,B12 ve B1 eksikliğine bağlı periferik nöropati gibi nörolojik ve psikiyatrik hastalıklar;demir,folat ve B12 eksikliğine bağlı anemi;tip1 diabetes mellitus(DM) otoimmun tiroidit gibi otoimmun hastalıklar görülen diğer ekstraintestinal bulgulardır. TEDAVİ Glutensiz diyet,tedavide temel prensiptir.Günde 50 mg gluten bile mukozal hasar yaratır.Ömür boyu diyetten buğday,arpa,çavdarın tamamen çıkarılması gerekmektedir.Yulaf unuda glutenle kontamine olması nedeni ile yasaklanmaktadır.Ancak bazı yayınlarda en az toksik prolamin içeren yulafın (50-60 g/gün) hafif hastalığı olanlarda tüketebileceği ancak ciddi hastalığı olanlarda tamamen yasaklanması gerektiği belirtilmektedir. Pirinç,mısır,baklagiller,et,balık,yumurta,patates,soya fasulyesi,meyve ve sebzeler gluten içermez.Tanı aldıktan sonra ilk 3 ay laktozsuz diyet önerilir. Birçok hastada tedavi ile ilk iki haftada semptomlarda iyileşme olur,nadiren 6 aya kadar uzayabilir.Histolojik iyileşme ise genelde 6-24 ay içinde olur. Demir,folik asit,vitamin D ve Ca en sık rastlanan besinsel eksikliklerdir ve yerine konmalıdır.Diğer vitamin ve eser element destekleri gerekebilir.Hiposplenizm nedeni ile pnömokok aşısı önerilir. Diyet uyumu takibinde doku transglutaminaz(tTG)IgA antikor seviyesi bakılması önerilir.tTG yarı ömrü 6-8 hafta olduğundan glutensiz diyetle tTG antikor seviyesi 3-12 ayda normal bazal seviyesinde ulaşır.Antikor takibinin limitasyonları ise aşağıda sıralanmıştır. 1- Antikor değeri glutensiz diyet öncesi yüksek olmalı 2- Seri örnekler aynı laboratuvarda değerlendirilmeli 3-Minör gluten tüketimi tespitinde duyarlı değildir. Diyet tedavisine cevap klinik olarak ve serolojik testlerle takip edilir. Klinik olarak iyileşen hastalarda takipte biyopis yapılma gerekliliği tartışmalıdır.Birçok yazar diyete başladıktan 1 yıl sonra histolojik iyileşmeyi göstermek için biyopsi yapılmasını önermektedir. En az 6-12 ay glutensiz diyete rağmen klinik,histolojik ve serolojik bulguların düzelmemesi tedaviye cevapsızlık olarak değerlendirilir. Tedaviye cevapsızlıkta aşağıdaki nedenler düşünülmelidir. Glutensiz diyete uyumsuzluk İnce barsak villüs atrofisi ile giden diğer hastalıklar Eşlik eden diğer hastalıklar(primer veya sekonder laktaz eksikliği,irritabl barsak sendromu,ince barsak bakteriyel aşırı gelişim,pankras yetersizliği,mikroskopik kolit) Refrakter çölyak hastalığı(RÇH) Ülseratif jejunit veya intestinal lefoma
- MİDE BOTOKSU UYGULAMASI
Botulinum toksini, Clostridium botulinum adlı bakteriden elde edilen bir besin toksinidir. Uygulanan bölgedeki sinir uçlarından salgılanan asetilkolin adında bir maddenin salınımını önleyerek kaslarda geçici gevşemeye neden olur.İlk olarak şaşılık tedavisinde kullanılmaya başlanan toksin,uygulama sonrası alın bölgesinde kırışıklıkların azaldığının gözlenmesi sonrası,kozmetik olarak ele alınmaya başlamıştır. İşlem uyutma anestezisi (sedasyon) altında mide duvarına botox (botulinum toksini) uygulaması olarak tanımlanır.Mide duvarına enjekte edilen toksin midede bir hareket kusuru oluşturarak mide boşalmasını geciktirir ve kişide tokluk hissine neden olur.Kişi bu sayede daha az acıkır ve / veya yaptığı diyete daha uyumlu olur.Bununla birlikte kilo kaybı başlar.Fazla kiloların ortalama %20-30 kadarı bu uygulama ile verilebilir.Etkisi enjeksiyonu takiben 3-7 gün içinde ortaya çıkar ve etki süresi 3-8 ay olmakla beraber ortalama 4-6 aydır.Komplikasyon oranı oldukça düşüktür.
- Kasık Fıtığı
Karın duvarındaki yırtıktan veya delikten çıkan iç organların cilt altında bir şişlik oluşturmasıdır. Fıtık nedeni olan bu şişlik zaman zaman oluşur, zaman zaman kaybolur. Ayağa kalkınca, öksürünce, ıkınma ile fıtık ortaya çıkar, sırt üstü uzanınca kaybolur. Yatınca fıtığın kaybolma nedeni, fıtık kesesi içindeki organların karın içine geri dönmesidir. Fıtık kesesi içinde bu şişliği yapan iç organlar sıklıkla karın içi yağları (omentum) yada barsaklardır. Kasık fıtığının ilerleyen döneminde şişlik sürekli bir hal alır ve hasta rahatlamak için eli ile bu fıtığı içeri itebilir. Tüm karın duvarı fıtıkları doğumsal veya sonradan oluşan bir zayıf noktadan çıkar. Kasık fıtıkları, göbek fıtıkları ve göbek çevresi fıtıkları doğumsal olarak zayıf bir noktadan çıkan fıtıklara örnektir. Sonradan oluşan zayıf noktalar ise, ameliyat yerleridir: buradan da kesi yeri fıtıkları çıkar. Daha önce ameliyat edilmiş yerde ortaya çıkan fıtıklara kesi yeri fıtıkları denir. Karın içi basıncı ani olarak artıran ağır kaldırma, ağır egzersizler, şişmanlık, ileri derecede zayıflık,yaşlılık, kronik kabızlık, öksürük, ıkınma, idrar zorluğu gibi durumlar mevcut fıtığın oluşumunu ve ortaya çıkışını kolaylaştırır. KAÇ TİP KASIK FITIĞI VARDIR? Kasık fıtıkları 3 alt gruba ayrılır: direk kasık fıtıkları, indirek kasık fıtıkları, femoral fıtıklar, Bu üçü birbirine çok yakın 3 farklı noktadan çıkar ve muayene sırasında kolayca birbirine karıştırılabilir ancak her üçünün de tedavisi aynıdır. İndirek kasık fıtıkları, doğumsaldır, kasık kanalının sonradan ve kendiliğinden açılması sonucu ortaya çıkar. Daha çok çocuklarda ve gençlerde görülür. Direk fıtıklar, adale yırtıklarından dışarı çıkarlar, sporcularla, ileri yaştaki hastalarda ortaya çıkarlar. Femoral fıtıklar, femoral delikten çıkar, en az görülen kasık fıtıklarıdır ve daha çok kadınlarda görülür. Femoral fıtıklar diğerlerinden bir iki cm daha aşağıdan çıkar. KASIK FITIĞI NEDEN OLUR? Karın duvarı fıtıklarının yaklaşık % 90'ı kasık fıtıklarıdır. Kasık fıtıkları daha çok erkeklerde görülür. Bazı kasık fıtıkları doğum sonrası kapanması gereken kasık kanalının kapanmaması veya yaşamın ilerleyen döneminde açılması sonucu ortaya çıkar (indirek kasık fıtıkları). Bazı kasık fıtıkları karın adalesinin zorlanma sonucu yırtılması ile ortaya çıkarlar (direk fıtıklar) KASIK FITIĞI TANISI NASIL KONUR? Basit bir muayene ile her hekim kasık fıtığını anlayabilir. Hastaların da önemli bir kısmı kendilerinde kasık fıtığı geliştiğini fark ederler. Kasık fıtığının oluşturduğu şişlik çok tipiktir, ayağa kalkınca veya karın içi basıncı arttıran manevralarla belirginleşirken, sırt üstü yatmakla, kaybolur. Kasık fıtıkları, bazı hastalarda karın ağrıları ve şişkinlik yapabilir. Yemeklerden sonra ortaya çıkan bu ağrılar kramp şeklinde ancak hafif şiddette olup bazen de kabızlık yapabilir. Bütün bu yakınmalar barsakların fıtık kesesi içinde zaman zaman geçici sıkışmasıyla ortaya çıkar. Henüz başlangıç aşamasındaki kasık fıtıkları özellikle sporcularda veya atletik yapılı kişilerde şişlik olmaksızın kronik ağrı ile ortaya çıkabilir (NOKTA FITIĞI). Bu durumda hastaya kasık bölgesine ultrasonografi ile bakıp barsakların fıtık kanalına girip girmediği ve ağrıya neden olacak başka bir patoloji olup olmadığı araştırılabilir. Sporcularda görülen adale yırtıkları da ağrılı nokta fıtıklarıdır ancak ultrasonografi burada yeterli olmaz, sporcuların kasık fıtıklarının tanısı için MR tetkiki gerekir. KASIK FITIKLARI KİMLERDE GÖRÜLÜR? Kasık fıtıkları her yaştan kadın ve erkekte görülebilir. Yeni doğan çocuktan ileri yaştaki kişilere kadar herkes de görülebilen bir hastalıktır kasık fıtığı. Femoral fıtık kadınlarda daha fazla görülür. Tüm fıtıkların % 90’ı kasık fıtıklarıdır. Fıtıklar, egzersizle, kilo vermekle veya ilaç tedavisi ile yok olmaz. Fıtıklar kendi hallerine bırakılmakla düzelmez. Fıtık tanısı konduktan sonra en kısa sürede onarılması iyi olur. KASIK FITIKLARININ RİSKLERİ NELERDİR? Her zaman kolayca içeri girip kaybolan kasık fıtığı, bir gün gelir yatmakla hatta el ile içeri itmekle kaybolmaz. Fıtık içindeki barsaklar, yırtığın olduğu yere sıkışmıştır ki bu duruma BOĞULMUŞ FITIK denir. Boğulmuş fıtıklarda kısa süre içinde o bölgede ağrı da başlar. Fıtık yerinde sıkışıp boğulan kısım içerisinde barsaklar olabilir ve bu acil ameliyat gerektiren ciddi bir durumdur. Ayrıca boğulmuş kasık fıtığı erkeklerde testislerin de zarar görmesine neden olabilir. Boğulmuş olan fıtık içeriği barsaklar ise ve bir süre sonra barsakların kan dolaşımı bozulur ise barsak gangreni gelişir ve hayati tehlike oluşturan durumlar ortaya çıkabilir. Büyük kasık fıtıkları bazen erkeklerde cinsel sorunlara yol açabilir. Bu sorunların önemli bir kısmı dış görünüş ile alakalı psikolojik kökenlidir ancak sağlıklı bir cinsel yaşama mani olur. Kasık fıtıkları zamanında onarılmadığı takdirde uzun süre içinde kronik isteksizlik veya iktidar sorunları yaratabilir. Boğulmuş fıtığın ne kadar tehlikeli olabileceğini karşılaştırarak inceleyelim: Büyük kasık fıtıkları Ani ortaya çıkar ve acil koşullarda yapılır Hasta 3-4 gün hastanede yatar Maliyet yüksektir ve belli değildir Komplikasyon riski yüksektir. Yama ile onarım sıklıkla risklidir Bir bölüm barsak çıkarmak gerekebilir. KASIK FITIĞI TEDAVİSİ NASIL YAPILIR? Kasık fıtığının bilinen tek tedavi yöntemi cerrahidir. Kasıkta fıtığa neden olan karın duvarındaki fiziki bir durum olan yırtığın, yine fiziki olarak kapatılması tek çaresidir. Bazı hastalar fıtık bağı veya korse kullanmakla biraz rahatladıklarını hissedebilir ancak bunlar fıtığın tedavisine katkı sağlamaz, fıtığın oluşturduğu olası risklerden de korumaz. Kasık fıtıkları cerrahi olarak açık yöntemle veya kapalı yöntemle onarılabilir. Açık yöntemle yapılan yamalı onarım direk ve indirek fıtıkların çıktığı yerleri örter ancak femoral fıtığın çıktığı deliği kapatmaz. Buna karşılık, kapalı yöntemle yapılan bir onarım, iç taraftan her üç deliği de örter. Doğru teknikle yapılan bir kapalı onarım, sadece mevcut fıtığı onarmakla kalmaz, ileride aynı taraftan çıkacak diğer 2 kasık fıtığını da önlemiş olur. HANGİ AMELİYAT TÜRÜ DAHA ÇOK TERCİH EDİLİR? Kasık fıtığı ameliyatı özetle kasık bölgesinde bozulmuş vaziyette olan karın duvarı yapısının onarılmasıdır. Dünyada en yaygın olarak tercih edilen yöntem; açık, yamalı, gerilimsiz (Lichtenstein) fıtık onarımı ameliyatıdır. Son yıllarda uygulanma oranı giderek artan ameliyat tekniği ise kapalı (laparoskopik) fıtık onarımı ameliyatıdır. Açık teknikte karın duvarının daha dış katmanları arasında, kapalı teknikte ise daha iç katmanları arasında onarım yapılır. Her iki teknikte de karın duvarı katmanları arasına örgü tarzında yapay prolen yama yerleştirilir. Etkinlik ve konfor yönünden karşılaştırıldığında Açık-Laproskopik teknikler arasında çok büyük farklar yoktur. Her iki yöntemin de kendilerine göre bazı avantajları vardır. Kapalı (laparoskopik) tekniğin en önemli avantajı karın duvarı bütünlüğünü mümkün olduğunca koruması ve ameliyat yapılacak alana kolay erişim sağlamasıdır. 5-10 milimetrelik 3 adet kesi kullanılır. Kozmetik açıdan üstündür. Gündelik fiziksel aktivitelere ve işe dönüş daha hızlıdır. Hastada tekrarlamış fıtık veya iki taraflı kasık fıtığı olması halinde laparoskopik onarım daha avantajlıdır. Ayrıca aynı anda başka bir laparoskopik ameliyat gerekiyorsa onunla birlikte uygulanabilir. Açık fıtık ameliyatının avantajları ise belden aşağı uyuşturma (spinal anestezi) ile yapılabilir olması, operasyon süresinin daha kısa olması ve maliyetinin daha düşük olmasıdır. Her iki teknikte de onarımın sağlamlığı tatminkar ve hastalığın tekrarlama oranları %1'in altındadır. AÇIK KASIK FITIĞI AMELİYATI NASIL YAPILIR? Dünyada en sık uygulanan kasık fıtığı ameliyatı LICHTENSTEIN tipi (açık - gerilimsiz - yamalı) fıtık onarım tekniğidir. Ameliyat genellikle belden aşağısı uyuşturularak (spinal anestezi) uygulanır. Kasık bölgesinde 5-6 cm bir kesi yapılarak, karın duvarının direncini sağlayan derin zarsı katmanlara kadar ilerlenir. Eni yaklaşık 10-12 cm, boyu yaklaşık 6-7 cm olan tül perde yapısına benzer bir yama (prolen mesh) zayıf alanı güçlendirecek şekilde dikilir. Başlarken kesilmiş olan dış katmanlar yeniden karşı karşıya getirilerek onarılır. Böylece yama karın katları arasında sandviç tarzında yerleşmiş olur. Ameliyat süresi yaklaşık 30 dakikadır. Hastanede bir gün yatış gerekir. İki taraflı fıtığı olan hastalarda her iki taraf birden aynı seansta ameliyat edilebilir. Bu durumda ameliyat süresi iki katına çıkar. Hastanın ameliyat sonrası dönemde önerilere daha sıkı uyması ve kendisini daha çok sakınması gerekir. KAPALI KASIK FITIĞI AMELİYATI NASIL YAPILIR? Kapalı (laparoskopik) kasık fıtığı ameliyatında işlemler karın duvarına yapılan minik kesilerden sokulan çubuk şeklinde aletlerle yapılır. Ameliyat için genel anestezi uygulanır, hasta tümüyle uyutulur. İşlemin özü; karın duvarına içerden yaklaşarak gevşemiş veya açılmış zarları onarmak ve yapay bir yama koyarak o alanı sağlamlaştırmak şeklindedir. Laparoskopik kasık fıtığı onarımında TAPP ve TEP yöntemleri vardır. TAPP yönteminde karın içinden kasık bölgesine müdahale edilmekte ve karın zarının önüne fıtık olan yere yama yerleştirlmektedir. Genel anestezi gerektirmesi ve karın içine girilmesi nedeniyle daha az tercih edilmektedir. Sıkışmış ve dev kasık fıtıklarında seçilen yöntemdir. TEP yönteminde karın içine girilmeksizin karın zarı ile cilt arasında oluşturulan bir boşlukta çalışmaktadır. Fıtık bölgesi direkt olarak görüntülemekte ve onarılmaktadır. Özellikle çift taraflı ve tekrarlamış fıtıklarında tercih ettiğimiz yöntemdir .Hasta ertesi gün evine gönderilmekte, 36-48 saatte normal yaşamına dönmektedir. Laparoskopik onarımda ameliyat sonrası ağrı son derece azdır. KASIK FITIĞI AMELİYATININ SONUÇLARI,SORUNLARI NELERDİR? Açık ya da kapalı yamalı kasık fıtığı ameliyatı olan hastaların tamamına yakınında mükemmel tedavi başarısı sağlanır. Fıtığın tekrarlama oranı %1’den azdır. Ameliyatlarda yama kullanımı nüks ihtimalini binde birkaç seviyesine düşürmüştür. Hastaların %5'inden daha azında olmak üzere; yarada enfeksiyon, kasıkta dokuların su toplaması (kord ödemi), su kisti (hidrosel) ve his kusurları gibi sorunlar görülebilir. Kasık fıtığı ameliyatı olacak özellikle genç erkek hastalaların cinsel fonksiyonlar yönünden zarar görme endişesi taşıdıkları gözlenir. Ameliyat sırasında üreme organlarına giden kanal, damar ve sinir yapılarına yakın çalışıldığı doğrudur. Ancak usulüne uygun olarak yapılan bir fıtık ameliyatında cinsel fonksiyonların zarar görmesi söz konusu değildir. AMELİYAT SONRASI ERKEN DÖNEM İÇİN ÖNERİLER NELERDİR? Ameliyat Sonrası erken dönem takipde kasık fıtığı ameliyatından sonraki ilk 2 gün yara kapalı tutulur. Enfeksiyon nadirdir. Yarada kızarıklık, akıntı vb. bir sorun olursa doktora başvurulmalıdır. Üçüncü günden itibaren pansuman kaldırılıp atılarak yara açık bırakılabilir. BANYO yapılabilir. Tekrar pansuman gerekmez. İlk on gün yaranın üstü fazla sürtülmemelidir. Taburcu olduktan sonraki ilk 4-5 gün ağrı kesici kullanılmalıdır. Antibiyotik kullanılmasına gerek yoktur. Yara kendiliğinden eriyen gizli dikişlerle yaklaştırılmış ise dikiş alınması gerekmez. Erimeyen dikiş kullanılmışsa bir hafta sonra dikişler alınmalıdır. AMELİYAT SONRASI GEÇ DÖNEM ÖNERİLER NELERDİR? Ameliyat sonrası bir hafta kadar iş ortamından uzak kalınması ve istirahat edilmesi önerilir. Olağan gündelik fizik aktiviteleri yapmaya engel yoktur. İki hafta kadar kasığı germeyi gerektiren işlerden, araba kullanmaktan ve cinsel birleşmeden uzak durulması uygun olur. Bir ay süreyle 8-10 kilodan fazla ağırlık kaldırmak, ağır fizik egzersizler, tenis, futbol vb. ağır sporlar sakıncalıdır. Kısa mesafe yürüyüşler yapılabilir. En azından ilk aylarda öksürükle giden hastalıklardan sakınılmalı ve kabız kalmamaya özen gösterilmelidir. Yeni bir şikayet olmadığı sürece uzun dönem takip ve kontrollere gerek yoktur.
- Kolonoskopi
Kolonoskopi Nedir? Kalın bağırsak, anüsten başlayıp ince bağırsağa kadar devam eden yaklaşık 1.5-2 metre uzunluğundaki sindirim sistemimizin son parçası olan bağırsak kısmıdır. Kolonoskopi, içi boşluklu bir organ olan kalın bağırsağın kolonoskop denilen bükülebilir bir aletle incelenmesi işlemidir. Kolonoskopi işlemi ile; Başka organlara ait iltihabi durumlar ve tümörlerin kolonu sıkıştırması sonucu bağırsağa dışarıdan yapılan basılar, Tümör, polip, divertikül, kolit, damarsal patolojiler gibi bağırsak duvarına ait anormallikler ve bağırsak boşluğundaki patolojiler Taşlaşmış dışkı, yabancı cisimler, parazitler, torsiyon gibi bağırsak boşluğuna ait patolojiler hakkında bilgi edinilir. Kolonoskopi ne zaman gereklidir? Makattan kanaması olan veya dışkısında gizli kan saptananlarda Demir eksikliği anemisi Birinci dereceden akrabalarında kalın bağırsak kanseri olan kişilerde Bağırsak kanseri veya polip öyküsü olanlar ile bağırsak filmlerinde şüpheli görünüm mevcut olanlarda 40 yaş üzerinde barsak hareketlerinde değişiklik (kabızlık, ishal atakları), Geçmeyen ishali olanlarda ishal nedenini araştırmada İnflamatuar bağırsak hastalığı (ülseratif kolit, crohn hastalığı) olanlarda Nedeni açıklanamayan kilo kaybında Tedavi ile geçmeyen ve nedeni bulunamayan karın ağrısı olanlarda Nedeni açıklanamayan kilo kaybında. Yaygın kanseri olanlarda ana odağın bulunmasında Kolonoskopi İncelemeye Nasıl Hazırlanılır? İncelemenin yapılabilmesi için bağırsakların içinin boş ve temiz olması gereklidir bunun için 12 saat önceden bağırsaklar temizlenmeye başlanılır. İçi dışkılarla kirli bağırsakta inceleme ve değerlendirme yapılamaz. Temizlik işlemi bol miktarda saydam sıvılarla bağırsağın yıkanması ayrıca bağırsağı boşaltıcı ilaçların kullanımıyla olur. Kolonoskopi işleminden 24 saat önceden katı gıdaların alınması tamamen kesilmeli ve randevu zamanına kadar (eğer tıbbi sakıncası yoksa; kronik böbrek, ağır kalp ve karaciğer yetersizliği hastalıklarının varlığı gibi) saydam sıvılar (et suyu, tavuk suyu, tanesiz çorbalar, kompostolar, gazozlar, saydam tortusuz meyve suları) tüketilmelidir. İncelemeye gelmeden bir gün önce akşam ve geleceğiniz günün sabahı bağırsakları boşaltıcı ilaç kullanmanız gereklidir. - Aspirin, coumadin vb. kan sulandırıcı kullanan kişiler bu durumlarını doktorlarına bildirmelidir. Mutlaka bu ilaçların kullanılması gerekiyor ise doktorunuz bunun önlemini alıp alternatif yollar ile ilaçlarınızı kullanmanızı sağlamalıdır. Kolonoskopi Nasıl Yapılır? Şikayetleri, yapılan tüm tetkikleri, daha önceki hastalıkları, kullandığı ilaçlar, geçirdiği ameliyatlar dikkatli bir şekilde sorgulanır. Hastaya kolonoskopi işlemi hekim tarafından ayrıntılı olarak anlatılır. Hastalara gerekli ilaçları damardan verebilmek için damar yolu açılır. Hastanın yaşamsal bulguları (kalp atım sayısı, kan oksijen düzeyi) monitörize edilir. Gereken hazırlıklar yapılıp sonra hasta sol yanı üzerine yatırıldıktan sonra sedasyon sağlayan ilaçlar yapılır. Damar yolundan verilen bu ilaç kolonoskopi işlemi sırasında hastanın daha az ağrı hissetmesi ve/veya ağrısız uygulama için kullanılır. Bağırsak gevşemesi için de ilaç kullanılabilir. Verilen ilaçların etkisi ile hasta derin uyku haline geçer. Çok zorunlu olmadıkça tam bir anestezi uygulanmaz. Kolonoskopi ile girilmeden evvel makat bölgesi ışık altında kaba etler yanlara çekilerek görülür. Sağ el işaret parmağına alınan jel ile parmak makadın içine sokularak makat parmak ile muayene edilir (rektal tuşe). Daha sonra kolonoskopi aleti dikkatli bir şekilde makatın içine doğru itilerek kolonoskopi işlemine başlanır. Sırasıyla rektum, rektosigmoid bölge, sigmoid kolon, inen kolon, transvers kolon ve çıkan kolon geçilerek çekuma ulaşılır. Daha sonra çekumdan ince bağırsağın son kısmına girilir. Burası terminal ileum olarak adlandırılır. İnce bağırsağın bu son 20 cm'lik kısmının incelenmesi crohn hastalığı gibi özellikle burayı tutma eğiliminde olan iltihabi bağırsak hastalılarının tanısında çok önemlidir. Kolonoskopide asıl inceleme, kolonoskopu geri çekerken yapılır. Bu çekme işlemi en az 10 dakika sürmelidir. İncelemeyi yapan doktorunuz bağırsak içinde gerek gördüğü yerlerden patolojik inceleme için örnekler alabilir, bu işlem çok kolay ve ağrısızdır. Doktorunuz eğer sizin için ileride daha büyük sorunlara neden olabilecek anormal bir lezyon, polip veya küçük boyutlu tümörler görürse bunları kolonoskopik inceleme sırasında çıkarır, bu işlemlerde ağrısızdır. İşlemden Sonra Neler Olur? Kolonoskopi işlemi anestezi altında yapılıyorsa işlem sonrasında doktorunuzun önerdiği süre kadar yaklaşık 1-2 saat klinikte gözlem altında kalmanız gerekecektir. Daha onra kolonoskopiyi yapan doktorunuz sonucu hemen değerlendirerek varsa hastalıklar ve tedavileri hakkında size bilgi verecektir. Eğer parça (biyopsi) alınmış ise bunun sonucu için birkaç gün beklemek gerekecektir. Sonuçların ne zaman çıkacağı hakkında doktorunuzdan bilgi almalısınız. Eve gittikten sonra evde 3-4 saat kadar istirahat etmeniz önerilir. İşlemden sonra, o gün sizde gaz şikayeti olabilir, bu nedenle gaz yapan besinlerin alınmaması gereklidir. İstirahattan sonra normal diyetinize dönerek yemek yiyebilirsiniz. Kolonoskopinin Faydaları Nelerdir? Kolonoskopi, doktorun kalın bağırsaktaki problemleri teşhis etmesini kolaylaştırır. Özellikle kanserin eğer erkenden teşhis edilmesi ile tedavisi kolaylaşır. Kolonoskopi hiçbir yakınması olmayan kişilere yapılır mı? Evet yapılır. Akciğer ve meme kanserini takiben kalın bağırsak kanseri, kanser ölümlerinde üçüncü sırada yer almaktadır. Bu nedenle, Amerikan Endoskopi Derneği gibi gelişmiş ülkelerin ilgili kuruluşları, 40 yaş üzerindeki kişilere tarama testi olarak kolonoskopi'yi önermektedirler. Her beş yılda bir kolonoskopi yapıldığında bağırsak kanserinin büyük ölçüde önlenebildiği bilinmektedir. Özellikle birinci derecede akrabalarında kalın bağırsak kanseri öyküsü olan kişilere tarama amaçlı yapılması tavsiye edilmektedir. 40 yaştan itibaren Yılda bir kez dışkıda gizli kan testi 5 yılda bir kez sigmoidoskopi 10 yılda bir kez kolonoskopi tetkiki Geçmişte 50 yaştan sonra düzenli olarak önerilen kolonoskopi tetkiki, 45 yaştan sonra bağırsak kanseri riskinin başlaması nedeni ile birçok Amerikan derneği tarafından 40 yaştan sonra yapılmaya başlanmıştır. Kolonoskopi işleminin komplikasyonları var mıdır? Bağırsak polipleri kolonoskop içinden geçirilen telden bir kement (snare) yardımı elektrik akımı ile yakılarak (koter ile) çıkartılır. İşlem ağrısızdır. Kolonoskopi sırasında, kullanılan sakinleştirici ilaçlara karşı alerji gelişebilir veya çok nadiren biyopsi veya polip çıkartılma yerlerinden kanama veya delinme olabilir. Yapılan araştırmalara göre kolonoskopi işlemleri sonrasında komplikasyon görülme oranı, 3-7 / 1,000 olarak belirlenmiştir. Bu komplikasyonların % 85'inin ise bağırsak poliplerinin alındığı ''polipektomi'' işlemi sırasında geliştiği bildirilmektedir. Polipektomi işlemi sırasında delinme, ender de olsa cerrahi girişim gerektirebilir. Şiddetli karın ağrısı, ateş, titreme veya yarım bardaktan fazla makattan kanama olması durumlarında doktorunuzu arayınız. Kolonoskopi işleminde her zaman kalın bağırsağın tamamı incelenebilir mi? Kolonoskopi tetkiklerinin % 80-90'ında kalın bağırsağın başlangıç kısmı olan çekum incelenebilir ve hatta ince bağırsağın kalın bağırsakla birleşme bölümü olan terminal ileum'da bu incelemeye dahil olur. Geriye kalan % 10-20 olguda ise kalın bağırsağın aşırı kıvrımlı olması, obezite vb. nedenlerle kalın bağırsağın tamamını inceleyebilmek mümkün olmayabilir. Kolonoskopi ile mevcut sorunu atlama oranı nedir? Kolonoskopi tetkiki sırasında polip, bağırsak kanseri ve rektum kanseri gibi sorunların % 2-12 oranında atlanabildiği çeşitli çalışmalarda vurgulanmaktadır. Sorunun atlanması, kitlenin çapının küçük olması, cihazın yetersizliği, endoskopistin yetersizliği nedeni ile olabilir. Deneyimin artması ile atlama olasılığı azalmakla birlikte sıfır olmamaktadır.
- Tiroit bezi nedir?
Hipotiroidi (tiroit bezinin az çalışması veya iflası) Hipotiroidi nedir? Hipotirodi çok az tiroit hormonunuzun olması anlamına gelir. Hipotirodi en sık rastlanılan tiroit hastalığıdır. Kadınlarda daha sık görülür, yaşla birlikte görülme sıklığı artar ve ailesel geçişi vardır. Semptomları: Yorgunluk Zihinsel yavaşlama Hareketsizlik Üflüme hissi Kilo alma (sadece Cilt ve saçta kuruma Kabızlık Adet düzensizliği Bu belirtiler hipotiroidiye özgü değildir. Hipotiroidisi olan birçok kişide bu belirtilerin hepsi olmayabilir şiddeti ise değişkendir. Basit bir kan testi hastalığın erken teşhisini sağlamaktadır. Hipotiroidinin sebebi nedir? Erişkinlerde hipotiroidinin en sık sebebi Hashimoto tiroiditidir. Bu hastalıkta bağışıklık sisteminiz tiroit bezinize saldırır ve ona zarar vererek yeterli hormon üretmesinin engeller. Hipotiroidi ayrıca esas olarak başka tiroit hastalıklarının tedavisinde kulllanılan yöntemler olan radyoaktif iyot tedavisi ve cerrahi sonucunda gelişebilir. Hipotiroidi ayrıca tiroit bezinin gelişmemesine bağlı olarak doğuştan itibaren de görülebilir. Hipotiroidi neden önemlidir? Erişkinlerde, hipotirodiye bağlı mental ve fiziksel performansta azalma meydana gelir. Ayrıca kolesterol yüksekliğine neden olarak kalp hastalığına yol açabilir. Ayrıca ciddi tedavisiz hipotiroidiye bağlı hayatı tehdit eden bir durum olan miksödem koması gelişebilir.Hipotiroidi tanısı özellikle gebelik döneminde bebeğin sağlığı açısından da önem taşır. Bebeklere doğumda yapılan rutin testlerde hipotiroidisi olanlar anlaştırılabilir. Tedavi edilmezse, çocukta zihinsel yavaşlama-gerileme görülür veya çocuğun gelişimi normal olmaz. Hipotiroidi tanısı nasıl konur? Kan testleriyle tiroit-uyarıcı-hormon (TSH) ve tiroit hormonu (T4) düzeyleri ölçülebilir. Kanda TSH düzeyinin yüksek ve T4 düzeyinin düşük olması hipotiroidiyi göstermektedir. Hipotiroidinin erken evresinde veya hafif hipotiroidi durumunda T4 düzeyleri normalin altına inmeden önce TSH düzeyleri normalden yükselecektir. Bu iki kan testinden TSH daha önemlidir. Doktorunuz tanıyı koyarken TSH’ya daha fazla dikkate alacaktır.Hipotiroidinin nedeni Hashimoto tiroditi olduğu zaman kanda ayrıca tiroit bezinize saldıran otoantikorlar da ölçülebilir. Hipotiroidi nasıl tedavi edilir? Hipotiroidi tiroit hormon ilacı verilerek tedavi edilir. Kullanılan ilaç levotiroksindir. Bu madde tiroit bezinin doğal olarak ürettiği T4’ün sentetik olarak (laboratuvar koşullarında) üretilmiş halidir. Tüm tiroit hormon preperatları birbirinin aynı değildir. Mümkünse aynı firmanın ilacında sebat etmeniz önerilir.Tiroit hormon replasmanının genel olarak ömür boyu yapılması gerekir. Eğer herhangi bir sebeple ilacın değiştirilmesi gerekiyorsa, TSH için kan testi yapılması gerekmektedir. TSH testi sonucuna göre ilaç dozu ayarlanacaktır. Tiroit hormon ilaçlarının ihtiyaçtan fazla alınması halinde zaman içinde kemik kaybına, kalp fonksiyonlarında bozulmaya ve kalp ritminde anormalliklere neden olabilir. Yetersiz dozlar da şikâyetlerin düzelmesini sağlamayabilir. Hamilelik ve bazı başka zamanlarda sık aralıklar ile doz ayarlaması yapmak gerekebilir. Bunu doktorunuzla rutin kontrolleriniz sırasında görüşmeniz gerekmektedir. Bu bilgiler doğrultusunda ne yapmalısınız? Hipotirodiniz varsa, tedavi olmalısınız. Tedavi olmazsanız, ciddi bir sağlık sorunu haline gelebilir. Hipotiroidi belitilerinden bir veya birden fazlası sizde görülüyorsa veya ailenizde tiroit hastası olan varsa, doktorunuzla kan testi yapılması için konuflmalısınız. Test pozitif gelirse, birinci dereceden akrabalarınıza durumunuzu söylemelisiniz. Onlara da tiroit hastalığı için kan testi yapılması gerekmektedir. Hamilelik döneminde ve 60 yaşın üstünde tüm kadınlarda, şikayetleri olsun olmasın tiroit fonksiyonlarının kontrol edilmesi önerilmektedir. Hipertiroidi (Tiroit hormonlarının fazlalığı) Hiperdirodi Belirtileri: Şikayetlerin nedeni fazla salgılanan tiroit hormonlarının kalp, kas ve sinir sistemine etkilerinden kaynaklanır. Hastalığın şiddetine göre aşağıdaki şikayetlerin görülme sıklığı değişebilir. Kaslarınızda zayıflık, (merdivenlerden kolayca çıkamazsınız, ağır şeyler taşıyamazsınız) Ellerde titreme Kalp çarpıntısı Yorgunluk Normal veya fazla yemenize rağmen kilo kaybı İshal (artmış barsak haraketleri) Sinirlilik Göz problemleri (gözlerde rahatsızlık hissi, görmede zorluk) Adet düzensizliği Sıcağa dayanamama ve terlemede artıfl Kısırlık Hipertiroidinin nedenleri: Graves Hastalığı: Hipertiroidinin en sık sebebi Graves hastalığıdır. Tiroit bezi büyür ve fazla hormon üretmeye başlar. Bu hastalık genlere ve bağışıklık sistemine bağlı meydana gelir. Bağışıklık sisteminde tiroit bezine karşı oluşan antikorlar tiroit bezini uyararak normalden fazla hormon üretmesine neden olur. Graves hastalığı olan bazı hastalarda, dikkati çeken belirtilerden biri gözün arkasında şişlik olmasından dolayı gözlerin dışarı çıkmış gibi görünmesidir. Tiroid nodülleri Başka durumlar için çok fazla tiroit hormon ilacı alınması Tiroit bezlerinin iltihabı (Subakut tiroidit) Lenfositik tiroidit veya doğum sonrasında görülen tiroidit (postpartum tiroidit) bu durum da tiroit bezinin iltihaplı bir hastalığıdır ve bezin gereğinden fazla tiroit hormonu üretmesine neden olur. Tedavi Yöntemleri Radyoaktif İyot Tedavisi: Hipertiroidinin tedavisinde kullanılan bir yöntemdir. Radyoaktivite ile işaretlenmiş iyot, tiroit bezi tarafından tutulur ve tiroit bezini harap eder. Tek bir hap veya sıvı halde uygulanır. Uygulamadan sonra etrafa radyasyon yaymamak için 24-48 saat izole olunması (evde tek başına kalınması) gereklidir. Hipertiroidi tedavisinde etkili bir yöntem olmakla birlikte tiroit bezinin tümünün harabiyetine yol açıp tiroit hormonu takviyesi alımını gerektirebilir. Cerrahi: Tiroit bezinin ameliyatla çıkartılması (tiroidektomi) başka bir kalıcı çözüm olmakla beraber, daha az tercih edilen bir seçenektir. Bu ameliyatın yetenekli ve bu konuda deneyimli bir cerrah tarafından yapılması gerekmektedir, çünkü gırtlak çevresindeki sinirler veya vücudun kalsiyum metabolizmasından sorumlu bez olan paratiroid bezine giden sinirler zedelenebilir. Cerrahi, genel olarak tiroit bezi çok büyüyüp de nefes almanıza engel oluyorsa, antiroid ilaçlar işe yaramıyorsa veya radyoaktif iyot tedavisi bazı nedenlerden dolayı verilemiyorsa tercih edilen yöntemdir. Radyoaktif iyot ve cerrahi tedavilerden sonra vücudunuzdaki tiroit hormon düzeylerine düzenli aralıklarla bakılması gerekmektedir. Bu tedavilerden sonra, çoğu hastada hipotiroidi gelişir (yani yeterli miktarda tiroit hormonu üretemezler) ve günde bir kez tiroit hormon ilacı almaları gerekir. Kimlere ameliyat yapılmaktadır? Tiroit hastalıklarını kabaca ikiye ayırdığımız zaman karşımıza iki türlü hastalık çıkmaktadır: Birisi tiroidin fonksiyonel hastalıkları, diğeri ise tiroidin nodüler hastalıkları. Tiroidin fonksiyonel hastalıkları dendiği zaman yine iki türlü durum söz konusudur: birisi tiroit bezinin normalden fazla çalışması (hipertiroidi), diğeri ise tiroidin normalden az çalışmasıdır (hipotiroidi). Tiroidin normalden az çalışmasının tedavisi cerrahi değildir. Bu tip bir problemde yapılması gereken, eksik olan tiroit hormonunun ilaç olarak dışarıdan verilmesidir. Tiroidin fazla çalışması ise cerrahi olarak düzeltilebilir bir durumdur. Ancak ameliyat zorunlu bir tedavi yöntemi değildir. Tiroit bezinin tümünün yaygın olarak fazla çalışması (diffüz toksik guatr ya da bir diğer adıyla Graves hastalığı) durumunda, hastalık ilk olarak ilaç ile tedavi edilmeye çalıflılır. Eğer bunda başarı sağlanamaz ise veya tiroit hormonlarının seviyesi normale döndürüldükten sonra hastalık tekrarlar ise hastaya iki türlü ileri tedavi önerilir: birincisi radyoaktif iyot ablasyon (RIA; halk arasında atom olarak adlandırılan) tedavisidir, diğeri ise cerrahi olarak tiroit bezinin tamamının veya tamamına yakın bir kısmının çıkarılmasıdır. Tiroit bezinin fazla çalışmasına neden olabilecek bir başka durum ise sadece bir veya birden fazla nodülün aşırı çalışmasıdır (toksik nodüler guatr). Bu hastalıkta Graves hastalığının aksine geri kalan tiroit dokusu normaldir. Bu nedenle hastalığın tedavisi öncelikle cerrahi olarak aşırı çalışan tiroit nodül ya da nodüllerinin çıkarılmasıdır. Ancak ciddi ek hastalıkları olan ya da ameliyatı kabul etmeyen hastalarda RIA tedavisi de uygulanabilir. Toksik nodüler guatrda RIA tedavisine yanıt yeterli olmayabilir. Bu nedenle cerrahi tedavi birinci sırada tercih edilmektedir. Tiroidin ikinci tip hastalıkları ise nodüler hastalıklar olarak gruplandırılabilir. Bu grupta tiroit fonksiyonları normaldir, ancak tiroidin anatomik olarak yapısal bozukluğu söz konusudur. Bu grupta iki önemli durum ameliyat için önceliklidir: Bunlardan birincisi ve de en önemlisi nodül ya da nodüllerin tiroit kanseri olduğunun saptanmış olması, diğeri ise tiroidin ve/veya nodüllerin büyüklüğü nedeni ile komşu organlara bası problemlerinin ortaya çıkmasıdır. Tiroitte saptanan nodüllere yapılan iğne biyopsisi bariz olarak selim hastalığı işaret ediyor ise ve radyolojik / klinik bulgular bunu teyit ediyor ise ameliyat için mecburiyet yoktur. Bu hastalar düzenli radyolojik ve klinik kontrol ile takip edilebilirler. Ancak selim de olsa nodüllerin boyutunda zaman içerisinde büyüme saptanması (1 yıl içinde % 50’nin üzerinde büyüme) veya bası bulguları vermesi cerrahi tedavi için neden olabilmektedir. Bunların dışında iğne biyopsisinde kesin olarak kanser tanısı konması veya kanser için şüpheli denmesi durumlarında cerrahi tedavi kaçınılmaz olmaktadır. Bazı durumlarda iğne biyopsisi yapılmasına rağmen tanı için yeterli materyal elde edilememesi nedeni ile patoloji uzmanları kesin tanıyı verememektedirler. Bu durumda görüntüleme yöntemleri ve klinik muayene nodülün habis olma ihtimalini kuvvetle destekliyorlar ise ameliyat tercih edilebilir. Ya da tüm diğer bulgular nodülün selim olma ihtimalini artırıyor ise nodüle 1-3 ay içerisinde tekrar iğne biyopsisi yapılması düşünülebilir. Tekrarlayan biyopsilerde de yetersiz biyopsi rapor edilir ise ameliyat ile nodülün bulunduğu tiroit lobunun çıkarılması düşünülmelidir. Ameliyatlar sırasında veya sonrasında ortaya çıkabilecek olumsuz durumlar (komplikasyonlar) nelerdir? Tiroit ameliyatı için söz konusu olan belli başlı komplikasyonlar arasında ameliyat sonrasında oluşan kanamalar önceliklidir. Çünkü tiroidin çıkarıldığı boşluğun dar bir alan olması ve havayolunu çevreliyor olması nedeniyle bu boşluğu dolduracak bir kanama hastanın solunumunu kısa sürede kısıtlayabilir. Bu nedenle böyle bir komplikasyon gelişmesi durumunda hastanın tekrar ameliyata alınması zorunludur. Bu ameliyatta hastada biriken kan boşaltılır ve kanama kaynağı kontrol altına alınır. Bu komplikasyon genellikle ameliyatı takip eden 12 saat içerisinde görülmektedir. Görülme sıklığı % 2-4’dür. Çıkarılan tiroid dokusunun boyutu ile bu komplikasyonun görülme riski artmaktadır. İkinci önemli komplikasyon ise ses kısıklığıdır. Bu komplikasyon tiroit bezinin komşuluğunda her iki tarafta yer alan reküren sinirlerin ameliyat sırasında hasarı sonucu oluşur. Eğer bu hasar tek taraflı ise problem ses kısıklığı, sıvı maddeleri yutarken nefes borusuna kaçırma, ses kalitesinde azalma şeklinde ortaya çıkabilir. İki taraflı hasarda ise ses kısıklığına ek olarak nefes darlığı da ortaya çıkabilir. Bu komplikasyonun görülme sıklığı her bir reküren sinir için % 1-2’dir. Çoğunlukla geçici tipte ses kısıklığı ortaya çıkabilmekte ve bu durum ameliyattan sonraki 1-4 ay içerisinde normale dönebilmektedir. Ancak eğer ses kısıklığı bir yıl içerisinde düzelmez ise bu hastalarda kalıcı ses kısıklığı tanısı koyulmaktadır. Bu komplikasyonun görülme sıklığı özellikle kanser nedeni ile ameliyat olanlarda ve daha önce tiroit cerrahisi geçirmiş hastalarda artmaktadır. Reküren sinirin hasarı dışında ameliyat sonrasında hastaların ses kalitesi yine de bozulabilmektedir. Buna neden çoğunlukla üst larinks sinirinin ameliyat sırasında hasarının oluşmasıdır. Bu hasar ses kısıklığından çok sesin çabuk yorulmasına ve ince tonda ses çıkarmakta zorluk çekilmesine yol açabilmektedir. Tiroit ameliyatları sonrası görülebilen bir diğer komplikasyon ise hipoparatiroidi / hipokalsemidir (paratiroid bezlerinin hasar görmesi ve buna bağlı olarak kan kalsiyum düzeyinin düşmesi). Paratiroit bezleri kan kalsiyum düzeyini düzenleyen organlardır. Tiroit bezinin hemen arkasında ona çoğunlukla yapışık halde dururlar. Her iki tarafta ikişer tane bulunurlar. Oldukça küçük boyutta (yaklaflık 40 mgr) olan bu bezlerden bir ya da birkaçı tiroit cerrahisi sırasında hasar görebilmekte ya da istemeyerek tiroit bezi ile birlikte çıkarılabilmektedir. Bu bezlerin hasar görmesi sonucu çoğunlukla geçici ancak nadiren de olsa kalıcı kalsiyum seviyesinde düşmeler görülebilmektedir. Bu komplikasyon genellikle iki taraflı yapılan tiroit ameliyatlarından sonra veya daha önce tiroit cerrahisi geçirmiş olan hastalarda görülmektedir. Bu durumun kalıcı olarak görülme riski % 1-2’dir. Hipokalsemi geliştiği zaman ağız çevresinde uyuşukluk ve ellerde kasılmalar görülebilmektedir. Bu durumun tedavisi hastaya kalsiyum ve D vitamini verilmesidir. Yara enfeksiyonu % 2-4 hastada görülebilmektedir. Yaşamı tehdit eden bir komplikasyon olmamakla beraber hastaların hastaneye yara kontrolü için sıkça gidip gelmelerine ve uzamış antibiyotik kullanımına yol açmaktadır. Ek hastalıkları fazla olan, sigara içen ve vücudunun başka bir kısmında aktif enfeksiyonu olan hastalarda bu komplikasyonun görülme riski daha fazladır. Hastaları üzen bir diğer durum ise yara izinin belli kalmasıdır. Unutulmamalıdır ki ameliyattan sonraki ilk bir yıl içerisinde cerrahi kesi yerinde istenmeyen bir iz oluşacaktır. Eğer ailesel veya kişisel bir yatkınlık söz konusu değil ise veya yara enfeksiyonu gelişmedi ise hastalarda yara izi ilk 6 aydan itibaren hızla belli belirsiz hale gelecektir. Son olarak artık bilimsel çevrelerce komplikasyon olarak kabul edilmeyen bir başka durumdan kısaca bahsetmek gereklidir. Bu da tiroidin çıkarılmasına bağlı olarak tiroit hormonunun yeterince üretilemiyor olmasıdır (hipotiroidi). Bu aslında bilerek oluşturulan bir durumdur. Kaçınılmaz olarak tiroit bezinin büyük bir kısmı ya da tamamı çıkarılıyor ise tiroit hormonunun da kandaki düzeyi düşecektir. Uygulanan cerrahi hastalığın tedavisi için gerekli bulunuyor ise bu tip bir eksiklik de göze alınıyor denmektedir. Bu durumun hayatı tehdit etmemesi için düzenli olarak yaşam boyu tiroit hormonunun dışarıdan (ağız yolu ile) alınması gereklidir.
- ONKOPLASTİK MEME CERRAHİSİ
Tarih boyunca insanlık meme kanserinin farkındaydı. M.S 200’lü yıllarda Galen meme kanseri tedavisinde safra içilmesini önerirken şu anda bunun çok ötesindeyiz. Ülkemizde de mevcut verilere göre meme kanseri sıklığının, doğu bölgelerimizde 20/100.000, batı bölgelerimizde ise 40-50/100.000 oranında olduğu tahmin edilmektedir. Bu rakamlardan yola çıkılarak, Türkiye’de her yıl meme kanserine yakalanan kadın sayısının on bin kadar olduğu hesaplanabilir. Bu kadar sık görülen meme kanserinde tedavi Hipokrat ve Galen’in tedavilerinin ötesinde cerrahiyi birinci plana alan hatta sosyolojik ve psikolojik etkilerini de içeren tedavi yaklaşımları ile olmaktadır. Meme kanserinde hastalığın seyri yanında ameliyat sonrasında oluşabilecek estetik kayıp, psikolojik ve sosyal problemler ayrıca hastalığın tanısı konulduktan sonra oluşabilecek kaygılar nedeniyle meme kanseri hala gündemde yer alabilmektedir. Vücudun cinsel kimliğini oluşturan bir uzvunu kaybetme korkusu kadınları ağır depresyon riskiyle karşı karşıya bırakabilmektedir. Meme kanseri tedavisinde hemen her zaman cerrahi ilk sıradadır. Meme kanseri için uygulanan cerrahi yöntemler ise zamanla radikalden daha minimale doğru gelişmiş ve memenin korunması daha çok sağlanabilmiştir. Doğru cerrahi, yeni kemoterapötik ilaçlar ve radyoterapi nüksleri azaltıp sağ kalımın artırılmasına önemli katkı sağlamıştır. Bunların önemini kavradıkça hekimler olarak hastalarımız için en iyisini yapmak temel hedefimiz olmuştur. Yakın zamana kadar meme kanseri olan kadınların akıllarına gelen ve dile getirdiği sorular; neden ben? sağlığıma kavuşacak mıyım? yaşayacak mıyım? çocuklarım ne olacak? şeklinde iken, zamanla tıbbın gelişmesi ve meme kanserinde erken teşhis olanaklarının artmasıyla birlikte artık meme koruyucu cerrahi uygulamaları artmış, sağ kalım oranları artmış ve hastalar bu durumdan memnun olurken farklı sorular ön plana çıkmaya başlamıştır. Meme kanserli bireyler artık ameliyattan sonra memem nasıl görünecek diye de sormaya başladılar. Erken teşhis, meme koruyucu cerrahi ve diğer tedaviler ile artan sağ kalım oranları neticesinde kişilerin estetik kaygıları biraz daha dile getirilmeye başlandı. Artık hastalar ameliyat stratejilerini konuşmak, öğrenmek istiyorlar. Ameliyat sonrasında memelerinde şekil bozukluğu olmasın istiyorlar. Hekim, kişi memesini kaybettiğinde sadece memesini değil, cinselliğini, işini, eşini, özgüvenini kaybedebileceğini öngörerek bu yolda çaba harcamalıdır. Artık memenin tamamını almayıp meme koruyucu cerrahi yapmak da estetik açıdan tatmin edici sonuçlar vermeyebilir. Meme koruyucu cerrahi sonrası hastaların %25’i estetik görünümden memnun olmayabiliyor. İşte bu noktada gündeme memeyi tümörden tamamen kurtarıp sağ kalımı uzatmanın yanında tatmin edici estetik sonuçların da alınabildiği onkoplastik meme cerrahisi kavramı günümüz pratiğine giriyor. Onkoplastik meme cerrahisi; onkolojik cerrahi ve plastik cerrahi kavramlarının basitçe kombinasyonundan çok daha fazlasını içermektedir. Onkoplastik meme cerrahisi felsefesinde cerrahın; onkolojik cerrahi prensipleri, meme anatomisi, memenin fonksiyonları, estetik anlayış, estetik bakış açısı, simetri kavramı açısından bilgi ve misyon sahibi olmalıdır. Bu bağlamda onkoplastik cerrahi teknikler konusunda eğitim almış, konuya hakim doktorlar tarafından müdahale edilmesinde fayda vardır. Onkoplastik cerrahide amaç hem tümörün tam olarak çıkartılması hem de hastanın memesinin görüntüsünün bozulmaması hatta daha iyi olmasının sağlanmasıdır. Bunu düşünürken meme cerrahı bir çizginin üzerinde gittiğini hatırlaması gerekir. Birbirine zıt olan, ancak onkoplastik cerrahinin 2 ana felsefesini uygulamak zorundadır cerrah. Bu dengeyi sağlamak ne kadar önemli ise bu dengeyi oluşturmak için ameliyattan önce atılması gereken adımlar da o kadar önemlidir. Ameliyat öncesi planlamada mammografi, ultrason, gerekirse koltuk altı lenf bezinden de alınacak biyopsi, meme ve tümör boyutunun birbiriyle oranları değerlendirilmeli, hastanın beklentisi öğrenilip ameliyatın ve tedavilerin aşamaları hastaya anlatılmalıdır. Meme hacminin %20 ve daha fazlasının çıkarılması durumunda deformite olacağı aşikar olup bu durumda onkoplastik teknikler kullanılmalıdır. Çeşitli onkoplastik teknikler vardır. Bunlar tümörün çıkarılma aşamasında ilk ameliyatta uygulanabileceği gibi tümör çıkarıldıktan sonra ikinci ameliyatta da uygulanabilir. Tümör çıkarıldıktan sonra boş kalan alana, başka alandan doku kaydırılması, memenin cildi ve bazende uygun vakalarda areola ve meme başının da korunarak sadece meme dokusunun çıkarılıp yerine implant konulması, hastalıksız memenin ameliyatlı memeye büyüklük olarak benzemesi için duruma göre sağlam memenin büyütülmesi veya küçültülmesi yapılabilir. Bu işlemler sırasında hastanın kendi dokularından yararlanmak istenirse, latissimus dorsi kas-deri flebi (sırt kası) ve transversus rektus abdominis flebi (karın ön duvarı kas ve yağ dokusu) kullanılmaktadır. Böyle bir ameliyat tercih edilmezse silikon implantlar da kullanılabilir. Onkoplastik cerrahi teknikler ne kadar gelişirse gelişsin kadınların kendi önlemlerini alarak ve kendi bedenini tanıyarak, gerekli tarama programlarını kullanarak büyük cerrahi işlemlere gerek kalmadan hastalıktan kurtulması mümkündür. Evet ‘sağlığın başlangıcı hastalığı tanımaktır’ ve ‘hastalar için umut oldukça hayat vardır.’
- Tüp Mide Ameliyatı Ne Zaman Yapılmalı?
Öncelikle obezitenin hayatınıza ve sağlık durumunuza mevcut etkilerini gözden geçirmeniz gerekir. Obez olmak ile olmamak arasında hayatınızda neler değişirdi? Bunları düşünmek ve tartmak tedavi kararlarınızı ve motivasyonunuzu berlirleyebilir. Ayrıca ileriki yaşamınızda obezitenin yaratabileceği muhtemel problemler hakkında açık ve ayrıntılı bir şekilde bilgilenmiş, aydınlatılmış olmanız şarttır. Amaç obezitenin ciddi bir hastalık olduğuna ve mutlaka tedavi edilmesi gerektiğine zihnen ikna olmuş olmanızdır. Daha önce ameliyat dışındaki obezite tedavisi yöntemlerini denemiş ve sonuç alamamış olmalısınız. Burada kastedilen her hafta ayrı bir yayın organında afişe edilen mucize diyetler ve ne olduğu belirsiz bitkisel karışımlar değil hekim ve beslenme uzmanı kontrolünde yapılmış diyet ve egzersiz düzenlemeleridir. Ameliyat konusunda karar verirken ameliyat türleri, beklenen etkinlikleri, yan etkileri, komplikasyonları hakkında bilgi edinip, güvendiğiniz hekimlerle birlikte size en uygun alternatifi seçmeniz gerekir. Obezite tedavisi hasta danışmanı kılavuzluğunda uzun bir tetkik listesini tamamlamanız gerekecektir. Kan sayımı, karaciğer-böbrek fonksiyon testleri, kan yağları, kan şekeri, insülin, kortizol, tiroid hormonları düzeylerinize bakılacak. Obeziteye yol açacak bazı hastalıklar konusunda testlere tabi tutulacaksınız. Ayrıca solunum fonksiyon testleri, kalp şeridi, karın ultrasonografisi ve mide endoskopisi gibi işlemler de uygulanacak. Bu sırada endokrinoloji, diyetisyen, dahiliye, kardiyoloji, göğüs hastalıkları ve psikiyatri konsültasyonları yapılarak bir grup uzmanın incelemesinden geçeceksiniz. Son olarak ameliyata uygunluk ve alınacak tedbirler açısından anestezi uzmanı sizi değerlendirecek ve görüş bildirecek. Kamu veya özel sağlık sigortası katkılarından yararlanabilmeniz için vücut kitle indeksinizin belgelenmesi gerekir. Bunun için endokrinoloji uzmanının onayının da bulunduğu bir sağlık kurulu raporu almanız gerekir. Eğer sigara içiyorsanız mutlaka bırakmalısınız. Ameliyat sonrası bacak toplardamarlarında pıhtı oluşma riskini en aza indirmek için ameliyattan haftalar önce sigara bırakılmalıdır.
- Zayıflama Ameliyatı Kimlere Yapılır?
Kilo fazlalığı bellirli sınırların üzerine çıktığı zaman "hastalık derecesinde şişmanlık" (morbid obezite) söz konusu olur. Bu tür hastalar için diyet ve egzersiz tedavileri ile kalıcı zayıflama sağlama şansı çok düşüktür. Bu nedenle hastalık derecesinde obezite olan kişilerde geçerli ve etkin tedavi seçeneği ameliyattır. En kestirme yoldan ifade etmek gerekirse ameliyata aday olabilecek boy-kilo örnekleri şöyledir; Boy 160 cm için 90 kilodan fazla olmak Boy 165 cm için 95 kilodan Boy 170 cm için 102 kilodan fazla olmak Boy 175 cm için 107 kilodan Boy 180 cm için 114 kilodan fazla olmak Tıbben ameliyata karar verebilmek için öncelikle Vücut Kitle İndeksi hesaplanır. Vücut Kitle İndeksi (VKİ): Kilogram cinsinden vücut ağırlığının, metre cinsinden boyun karesine bölünmesi sonucu ortaya çıkan rakamdır. -Vücut kitle indeksi 40’ın üstünde olan hastalar (III. Derece Obezite) doğrudan obezite ameliyatına aday kabul edilir. -Vücut kitle indeksi 35-40 arasında (II. Derece Obezite) olup şeker hastalığı, yüksek tansiyon, kan yağları yüksekliği, uykuda geçici solunum durması, eklem hasarı, depresyon, cinsel fonksiyon bozukluğu gibi obezite ile ilişkili ek sorunları olan kişilere de zayıflama ameliyatı yapılması uygundur. -Obezite nedeninin aşırı kalori alımından ibaret olduğu, hormonal hastalık gibi obeziteye yol açan ve farklı tedaviler gerektiren sorunların bulunmadığı ortaya konulmuş olmalıdır. -Ameliyat için kesin bir yaş sınırı belirlenmemiş olmakla birlikte ameliyata kabul edilen hastalar genellikle 20-50 yaş arasındadır. -Ameliyat seçeneği düşünülmeden önce hastalar için tıbbi gözetim altında uygulanmış diyet ve egzersiz tedavilerinin başarısız olduğu görülmüş olmalıdır. ZAYIFLAMA AMELİYATLARI KİMLER YAPILMAZ? *Anestezi uygulamanın çok riskli olduğu "kontrolsüz sistemik hastalık" mevcut olan kişilere *Kilo kategorisi 35'in altında (Fazla Kilolu veya I. Derece Obezite olan) kişilere *Yapılacak işlemleri anlayamayacak ölçüde zihinsel problemi olanlara *Sosyal yönden yalnız, ev ortamı desteği alamayacak olanlara *Tedavi gerektirir psikiyatrik sorunu olan kişilere *İlaç, alkol veya madde bağımlısı olanlara *Tümüyle hareketsiz hastalara Zayıflama ameliyatı yapılması uygun değildir.
- Niçin Tüp Mide?
Avantajları *Mide geçiş yolu daralır. Az miktarda gıdayla doyma hissi oluşur. *İştah hissi veren hormon üretimi düşer. İştah azalır. *"Herşeyden yemeli, ama az yemeli" tavsiyesine uygundur. *Besinlerin mide-bağırsak sistemindeki doğal akış sırası korunur. Obezite için yapılan diğer bir ameliyat olan gastrik bypass ile karşılaştırıldığında -Gastrik baypass ameliyatından sonra sindirimde midenin çoğunun ve ince bağırsağın bir kısmının devre dışı kalmasına bağlı komplikasyonlar tüp mide ameliyatında görülmez. -Gastrik bypass ameliyatına oranla tüp mide ameliyatı daha kolay ve daha kısa bir ameliyattır. -Gastrik bypass ameliyatına göre hastanede kalış süresi daha kısadır. Tüp mide ameliyatı etkinlik açısından Mide katlama ameliyatından daha üstündür. Mide katlamada sindirimin devam edeceği mide tüpü muhtelif şekillerde olabilirken tüp mide ameliyatında standart bir biçim ve hacim oluşturulması mümkündür. Obezite için yapılan diğer bir işlem olan gastrik band (mide kelepçesi) ameliyatında vücutta kalıcı bir yabancı cisim bırakılır. Tüp midede bırakılmaz. Tüp mide ameliyat gerekirse diğer bazı obezite ameliyatlarına çevrilebilir.
















