top of page

Arama Sonuçları

Boş arama ile 1063 sonuç bulundu

  • T2DM ŞEKER AMELİYATI

    Genel olarak Tip 1 ve tip 2 olmak üzere iki çeşit şeker hastalığı vardır. Vücutta insülin üretilemiyorsa tip 1 şeker hastalığı, üretilebiliyor ancak etkili bir şekilde kullanılamıyorsa tip 2 şeker hastalığı(T2DM)söz konusudur. Metabolik cerrahinin konusu olan şeker hastalığı tipi T2DM yani insülinin mevcut olmasına rağmen kullanılamadığı tipdir. Tip 1 şeker hastalığı her yaşta görülebilmekle birlikte daha çok çocuklarda veya erken yaşlarda ortaya çıkar. Pankreasta insülin üreten hücrelerin hasar görerek insülin üretemez hale gelmesi söz konusudur. Bunda bağışıklık sistemindeki bir bozukluğun da rol aldığı düşünülmektedir. Bu hastalar insülin kullanmadıkları takdirde yaşayamazlar. Tip 2 şeker hastalığının ortaya çıkması ise genetik faktörler, kötü beslenme ve obezite ile ilişkili olabilir. İnsülinin salgılanmasında bozukluk veya dokuların insüline duyarsızlığı ya da direnci söz konusudur. Daha çok orta yaşlarda ortaya çıkar. Tüm şeker hastalarının %90'ı Tip 2 şeker hastasıdır(T2DM). Aşırı kilolu ve obez kişilerde tip 2 şeker hastalığı daha sık görülür. Buna yağ hücrelerinden salgılanan bazı hormonlar sebep olur. Bu hormonlar dokuların şekeri kullanabilmesi için daha fazla insüline ihtiyaç duymasına, yani insülin direncine yol açar. Aslında pankreas daha fazla insülin üretmektedir. Yüksek miktarda insülin açlık merkezini uyararak daha fazla yemek yenmesine ve kilo alınmasına neden olur. Bu da daha fazla insülin direnci oluşturarak bir kısır döngüye yol açar. Sayılan nedenlerle obezite ve tip 2 diyabeti birlikte olan hastaların diyet yapması da, kilo kontrolü de, şeker kontrolü de çok zordur. Bir aşamadan sonra dokuların insülin duyarlılığını artırıcı(antidiyabetik) ilaçlar verilmesi veya dışardan extra insülin takviyesi şart olur. Genel olarak şeker hastalığının standart teşhis ve tedavisi ise Endokrinoloji ve Metabolizma Hastalıkları bölümünün uzmanlık alanıdır. T2DM nin tedavisinde ilk olarak fiziksel olarak daha aktif bir yaşam tarzına geçilmesi ve beslenmenin düzenlenmesi gerekir. İlaç tedavisi olarak öncelikle insülin salgısının artırılmasını ve dokuların insüline hassasiyetin artırılmasını hedefleyen haplar kullanılmaktadır. İnsülin düzeyinin iyice azalması halinde veya böbrek fonksiyonu kaybı vb. komplikasyonların ortaya çıkması halinde insülin kullanılması gerekebilir. Son on yılda, standart tedaviler ile durumu kontrol altına alınamayan ve obezitesi olan tip 2 şeker hastalarında, bazı mide-bağırsak ameliyatlarının yüksek kan şekeri seviyelerini kontrol altına aldığına dair güvenilir bilimsel kanıtlar elde edilmiştir. Endokrinoloji ve Metabolizma Hastalıkları uzmanlarınca durumu ameliyatla tedaviye uygun görülen T2DM şeker hastalarında metabolik cerrahi ameliyatlarından yüz güldürücü sonuçlar alınmaktadır.

  • Ozon Terapi

    Ozon terapi, Bağışıklık sistemimizi güçlendirir Antiaging etkilidir Stres, yoğun çalışma temposu, zihinsel ve bedensel yorgunluk ozon tedavisine çok iyi yanıt verir Fiziksel dayanıklılığı arttırır Kronik hastalıķlarda iyileşmeyi destekler Hücrelerin oksijen seviyesini arttırır İnsülin direnci olan hastalarda faydalıdır, şeker hastalığının düzenlenmesinde oldukça etkilidir Bakteri, virüs, mantarları öldürür Dolaşım bozukluklarında ek tedavi olarak kullanılır Hepatit tedavilerinde klasik yaklaşımların yanında önemli bir tamamlayıcı tedavidir Yanık yara ve ülser tedavilerinde çok faydalıdır Romatizmal hastalıkların tedavisinde önemli bir yöntemdir Dejeneratif eklem hastalıklarında tedaviye yardımcıdır Kanser hastalarında tamamlayıcı tedavi olarak kullanılır Ağrıları azaltır Menapoz belirtilerinin hafiflemesinde etkilidir KOAH ta destekleyici tedavidir

  • Sedef hastalığının tedavisinde hastanın uyumu tedavi başarısını doğrudan etkiliyor.

    Sedef hastalığının tedavisinde hastanın uyumu tedavi başarısını doğrudan etkiliyor. Alevlenmeler ve yatışmalarla seyreden ve kendinden iyileşme olasılığı düşük olan sedef hastalığı, dünya nüfusunun yaklaşık yüzde 1-3’ünü etkiliyor. Kronik seyirli bir hastalık olduğundan tedavi şeklinin kişiye özel belirlenmesi ve hastanın tedaviye uyumu tedavi başarısını doğrudan etkiliyor. Sedef hastalığının belirtileri nelerdir? Sedef hastalığının en tipik belirtileri, özellikle diz-dirsek gibi darbe gören yerlerde olmak üzere, keskin sınırlı, canlı kırmızı renkli ve üzerlerinde hastalığa adını veren sedef rengi kabukların bulunduğu lezyonlardır. Bu lezyonlar ayrıca saçlı deri, tırnaklar, genital bölgede de ortaya çıkabilmektedir. Tedavi edilmezse zamanla kalınlaşıp özellikler eller ve ayaklarda hareketi zorlaştırabilir. Kelliğe yol açmaz ama hastalık şiddetli ise saç dökülmesini arttırabilmektedir. Sedef hastalığı sadece tırnağı tutabilir. En sık bulgusu, toplu iğne başı büyüklüğünde çukurcuklar, tırnağın kalınlaşması, boşalması, sarı renk değişikliğidir. Hastaların çoğunda deride plaklar, kepeklenme yanında kaşıntı vardır. kıvrım yerlerinde kasık, koltuk altı meme altı gibi bölgelerde pullanma olmadan benzer lezyonlar ortaya çıkar, pişik ve egzema ile ayırt edilmelidir. Sadece avuç içi ayak tabanında görülebilir, mantar hastalığı ile karışabilir. Yaygın hastalık tablosunda, vücut ısısını korumada güçlük, üşüme titreme, protein tüketiminde artış olabilir. Bazı vakalarda sedef hastalığına bağlı eklem tutulumu olabilir. Psoriatik artritin etkin tedavisi gerekir, çünkü eklemlerde hasara ve kronik ağrıya neden olur. Eklemde ısı artışı, kızarıklık ve şişme ve ağrı, sırt ağrısı ile birlikte olan ve bir saat ya da daha uzun süren sabah sertliği, eklemlerin hareketlerinde kısıtlılık psoriatik artiritin başlıca belirtilerdir. Sedef hastalığı nasıl tedavi edilmektedir? Sedef hastalığı tedavisine karar verilirken hasta da bu karara ortak edilmelidir. Tedavi kronik olacağı için hastanın bu tedaviye uyumu çok önemlidir. Özellikle bitkisel tedavi ekseninde eş zamanlı yapılacak beslenme düzenlemesi, akupunktur ve ozon tedavisi tedavinin etkinliğini arttırmaktadır.

  • NÖRALTERAPİ NEDİR?

    Nöralterapi lokal anestezik madde kullanılarak yapılan regülasyon yani düzenleme tedavisidir. İnsan bedeni bir elektriksel bedendir. Tüm vücudumuz uzunluğu 500.000 km'ye varan bir network ağıdır. Uyarılabilen dokular herhangi bir uyarıya karşı hücre zarlarının elektriksel özelliğini değiştirerek aksiyon potansiyeli oluşturup, iletebilme özelliği göstermektedir. Sinir ve kas dokusu uyarılabilen dokulardır. Hücre zarlarında dinlenim ve aksiyon potansiyeli olmak üzere iki tip potansiyelden söz edilmektedir. Dinlenim potansiyeli, hücreler herhangi bir iş yapmadıkları zaman, iyonların, hücre içi ve dışında farklı dağılımda yerleşimleri ile oluşan bir potansiyel iken, aksiyon potansiyeli, hücrelerin aktif oldukları sırada bazı iyonların hücre içine ve dışına hareketleri sonucunda zarda oluşan bir dizi potansiyel değişiklikleridir. Uyarılabilen dokular, aksiyon potansiyelini oluşturup, bu potansiyel değişikliği ile ortaya çıkan elektriksel aktiviteyi zarları boyunca iletirler. Sinir hücrelerinde oluşan bu elektriksel aktivitenin yalnızca iletim işi yapılır. Hücre zarının içerisinin dışa oranla daha negatif olduğu dinlenim durumundaki bir hücre, herhangi bir uyaran ile uyarıldığı zaman; zarın dinlenim potansiyeli milisaniyeler içerisinde değişerek pozitif bir değere ulaşmaktadır. Zar potansiyelinde, içerisinin dışa oranla daha pozitif değer kazandığı bu duruma depolarizasyon adı verilmektedir. Ancak zar potansiyeli bu durumda kalmaz, çok kısa bir süre içerisinde tekrar eski dinlenim potansiyeline geri döner. Zar potansiyelinin depolarizasyondan tekrar dinlenim potansiyeline geri dönüşü repolarizasyon olarak tanımlanmaktadır. Aksiyon potansiyeli, depolarizasyon ve repolarizasyondan oluşmaktadır. Sağlıklı hücrenin dinlenme potansiyeli -40ile -90 mV'tur. Ancak hastalanmış olan hücrenin dinlenme potansiyeli düşüktür dolayısıyla iletisi yoktur. Tüm lokal anestezik maddeler hücre aksiyon potansiyelini -290 mVoltluk gücü ile hücreyi hiperpolarize eder ve yeniden -40ile -90 mV'a yani ileti yapabileceği potansiyele ulaşır; hücreyi yeniden çalışır hale getirir. Böylece hastalıklı hücre sağlıklı hücreye dönüşür. Nöralterapi vücudumuzda çok geniş bir elektriksel ağ yapısında olan vejetatif (otonom) sinir sisteminin uyarılmasını ve regülasyonunu sağlar. Nöralterapide özellikli yerlere uygulanan lokal anestezik enjeksiyonu ile vücutta 3 tane dolaşım düzenlenmiş olur; Kan dolaşımı, lenf dolaşımı ve sinirsel ileti. Bir dokunun kan dolaşımı yani perfüzyonu artınca o doku beslenir; lenf dolaşım artınca doku metabolitlerinden arındırılır yani temizlenir ve sinir iletisi artan, düzenlenen doku ise daha düzenli çalışır. Dolasıyla, beslenen temizlenen ve düzenli komut alan dokunun kendini iyileştirme kapasitesi artar. Nöralterapi'de temel mantık düzenlemedir; regülasyondur. Dolayısıyla endikasyonları mevcut olan bir yapının regülasyonudur. Anatomik bir eksiklik, genetik bir bozukluk tablosu nöralterapi endikasyonlarını oluşturmaz. (Nöralterapi) sadece kalıc bir tedavi yöntemi olmakla beraber aynı zamanda bir koruyucu hekimlik yöntemidir. Çünkü kanserden basit bir ağrıya, grip gibi viral bir hastalıktan allerjiye kadar tüm hastalıkların temel patolojisi aynıdır. Hasta olan tüm doku ya da bedenlerde perfüzyon, lenfatik drenaj ve innervasyon bozuktur. Ve Nöralterapi bu sistemlerin regülasyonu ile hem hastalıklarla mücadelede hem de sağlıklı halin korunmasında (koruyucu hekimlikte) çok etkin kullanılan bir yöntemdir. Almanya'da 1940 yılında bulunan ve Avrupa'da yaygın bir şekilde hekim uygulamasında olan bu tedavi yöntemi #nöralterapi#beyin ve sinir cerrahisi#reşat uyar

  • Vücudunuza kendi ağrısını giderme fırsatı tanıyın

    Proloterapi, kas ve iskelet sistemi hastalıklarında, vücut dokularının kendini yenilemesini motive etmesi esasına dayalı bir tedavi yöntemidir. Ağrıya neden olan hastalığı ortaya çıkaran nedenleri tedavi etmeye çalışır. Kas ve eklem hastalıklarının çoğunluğu travma, ağır iş yapma ve ağır kaldırma gibi kasların ve bağların kuvvete karşı aşırı ve sürekli direnç göstermesi sonucu ortaya çıkar. Proloterapi işte bu dirençlere karşı kasları, bağları ve eklemleri güçlendirmeye yönelir. Ağrıya neden olan hastalıkların temel sebeplerini ortadan kaldırmaya çalışır. Bunu yaparken vücudun kendini iyileştirme süreçlerini aktive eder. Doğal mekanizmaları kullanır. Kullanılan tedavi edici solüsyonlar tamamen doğal ve fizyolojiktir. Herhangi bir yan etkisi yoktur. Beyin ve Sinir Cerrahisi Uzmanı ve Proloterapist Op. Dr. Reşat UYAR Proloterapi hangi hastalıkların tedavisinde kullanılır? Eklem gevşeklikleri ve güç kaybı (Laksite) Tendinit ve ligamentit (Tendon ve Ligamentlerde iyileşmeyen kronik ağrılar) Bursit (Eklem ve Tendonların kayganlığını sağlayan sıvı üreten organlarda inflamasyon) Artroz (Eklem kireçlenmeleri, aşınma ve eskimeler) Kas ve tendonların tekrarlayan şişmeler ve ağrılar sonucu işlev yapamadıkları rahatsızlıklar Baş ağrıları Bel ağrıları( Fıtık, kireçlenme, operasyon sonrası) Boyun ağrıları (Fıtık, kireçlenme, operasyon sonrası) Sırt ağrıları (Fıtık, kireçlenme, operasyon sonrası) Omurgada, göğüs kafesinde ve kaburgalarda geçmeyen kas ve ligament ağrıları Topuk dikeni ve plantar fasiit Ayak bileği, el bileği burkulmaları sonrası geçmeyen ağrılar Koksigodinia (Kuyruk sokumu ağrısı) Skolyoz (Skolyozda bilinenin aksine ligament inbalansı çok önemli bir sebeptir) Osteitis pubis Diz ağrıları (Kondromalazi, kireçlenme, menisküs, ligament hasarı) Tenisçi ve golfçü dirseği (Epikondilit) Morton nöroması. Spondilolistezis (Bel kayması) Karpal Tünel Sendromu. Avasküler nekrozlar (Kemik dokusunun yetersiz kanlanması nedeniyle nekroze olması) Donuk omuz. İmpingement sendromu.

  • Çocuk Gelişimi

    Büyümenin İzlenmesi Sağlıklı çocuk yaşına uygun büyüyen, mental ve psikolojik açısından yaşına uygun gelişim gösteren ve herhangi bir hastalığı olmayan çocuk olarak tanımlanır. Çocuk doktorunun esas amacı da çocukların büyüme-gelişme açısından kendi potansiyellerini kazanmalarını ve olgun bir erişkin olmalarını sağlamaktır. Bu nedenle çocukların mutlaka belli aralıklarla düzenli olarak izlenmesi gerekir. Düzenli takip çocuk hastalıkları ve sakatlıklarını önler, çocukların genetik olarak sahip oldukları büyüme ve gelişmeyi yakalamasını ve sağlıklı üretken yetişkinler olmasını sağlar. Büyüme anne karnında döllenme ile başlayan ve adölesan döneminin sonuna kadar devam eden bir süreçtir. Büyüme potansiyeli çocuğun genetik yapısına, hormonal yapısına, çevresel (beslenme) faktörlere ve psikososyal etmenlere bağlı olarak farklılık gösterir. Ayrıca sağlıklı bir büyüme için vücuttaki tüm organların da (kalp, akciğerler, böbrek) sağlıklı olarak çalışması gerekmektedir. Büyüme iki dönemde gerçekleşir. Birincisi anne karnında intrauterin dönemdeki büyüme, diğeri bebek doğduktan sonraki büyümedir. Anne karnında bebeğin büyümesi anneye ve bebeğe ait faktörlere bağlıdır. Doğumdan sonraki büyüme ise farklı yaş dönemlerinde farklı hızlarda seyreder. Doğum sonrası süreçte büyüme süt çocukluğu, çocukluk çağı ve ergenlik olarak üç dönemde izlenir. Tabi ki her bir dönemde büyüme hızı farklıdır. Büyümenin izlenmesi çocuk sağlığı ve hastalık bölümünün en önemli pratiklerinden biridir. Bir çocuk hangi nedenle doktora gelirse gelsin mutlaka büyümesi değerlendirilmelidir. Böylece o anki gelişim ve beslenme düzeyi saptanabildiği gibi daha önceki ölçümlerle kıyaslanarak zaman içinde beklenen hızda büyümenin olup olmadığı veya beslenmenin düzenli yapılıp yapılmadığı kontrol edilir. Bunun için ölçümlerin son derece dikkatli ve doğru yapılması gerekmektedir. Çocuğun sağlığını olumsuz etkileyen herhangi bir durum onun büyüme gelişmesini olumsuz olarak etkileyeceği için çocukların büyümesi düzenli aralıklarla mutlaka takip edilmelidir. Büyümesinin normal sınırlar içerisinde seyretmesi çocuğun sağlığının iyi olduğunun bir göstergesidir. Çocukların büyümesinin izlenmesinde düzenli aralıklarla yapılan vücut ölçümleri (antropometrik ölçümler) kullanılır. Vücut ağırlığı, boy ve baş çevresi ölçümleri en sık kullanılan antropometrik ölçümlerdir. Bu ölçümlerin yapılması zor değildir. Ama mutlaka titizlikle ve doğru bir şekilde yapılmalıdır. Tek bir ölçümden daha çok takip eden ve düzenli aralıklarla yapılan ölçümler daha güvenilirdir. Değişik kişiler ve değişik aygıtlarla yapılan ölçümlerde hata oranı yüksektir. Bu nedenle bir çocuğun büyüme parametreleri mümkün olduğunca aynı kişi tarafından ve uygun aygıtlarla yapılmalı, düzenli aralıklarla doktor kontrolleri gerçekleştirilmelidir. Genel olarak çocukların poliklinik takipleri doğumdan sonraki ilk 24-48 saatten sonra 5. ve 15 günlerde, ilk 6 ay aylık,6-24 ay arasında 3 ay, 2-3 yaş arası 6 ay arayla 3 yaştan sonra ise yıllık olarak yapılmalıdır. Atropometrik Ölçümlerin Yapılışı Vücut Ağırlığı Ölçümü: En sık kullanılan antropometrik ölçümdür. Tartı işlemi öncesinde tartının kalibrasyonu doğru, koyulduğu yüzey düzgün olmalıdır. Bebeklerin ve küçük çocukların ölçümleri yatarak veya oturarak bebek terazilerinde yapılır. Bebek tartılacağı zaman mutlaka çıplak olmalıdır. 2 yaş sonrasında çocuklar ayakta basküllerde tartılabilir. Yenidoğan bir bebeğin ortamla ağırlığı 3200-3300 gr dır. Doğumdan sonra 4. Ayda 2 katına, 1 yaşta 3 katına ulaşır. Vücut ağırlığı kısa zaman içinde çok büyük değişiklikler gösterdiği için büyümenin izlenmesinde çok duyarlıdır. Çocuğun yaşına göre ağırlığı hem kısa süreli hem de uzun süreli beslenme bozukluğundan etkilendiği için hem o anki hem de geçmişteki beslenme durumunu gösterir. Boy Ölçümü: Boy ölçümü 2 yaşa kadar yatarak baş-ayak tahtası aletleriyle yapılır. 2 yaşından sonra boy ölçümü ayakta yapılabilir. Ayakta yapılan ölçümler yatarak olan ölçümlere göre 2 cm kısa çıkabilir. Yenidoğan bir bebeğin boyu yaklaşık 50 cm dir. İlk 1 yıl içerinde 25 cm, 1-2 yıl arasında 12 cm, 2-3 yaş arasında 9 cm, 3-5 yaş arasında 7 cm uzar. Daha sonra puberteye kadar 5-6 cm artışlar gösterir. Boy uzaması yetersiz beslenme ve enfeksiyonların uzun sürdüğü durumlarda etkilenir. Bu nedenle o andaki değil geçmişteki genel sağlık durumunun bir göstergesidir. Baş Çevresi: Baş çevresi ölçümü başın en geniş yerinden ve esnemeyen bir mezura kullanılarak yapılır. Alın ortasından ve başın arka kısmının en çıkıntılı yerinden geçecek şekilde ölçülür. Ölçüm yapılırken baş sabit tutulmalı mezur kulakların altından geçmeli ve başın herhangi bir yerinde şişlik varsa dikkatli ölçüm yapılmalıdır. Doğumda bebeklerin baş çevresi ortalama 34-35 cm dir. Hayatın ilk 1 yılında baş çevresindeki artış belirgindir. Çocuk 2 yaşına geldiğinde erişkin baş çevresinin%90’nına ulaşmış olur. Büyümesinin doğru bir şekilde değerlendirilebilmesi için büyüme eğrilerinden yararlanılır. Büyüme eğrileri çocuğun bulunduğu toplumdaki sağlıklı çocuklardan yapılan ölçümlerden oluşturulmuş standart eğrilerdir. Boy, ağırlık ve baş çevresi için ayrı ayrı standart büyüme eğrileri kullanılır. Ayrıca erkek ve kız her iki cins için farklı büyüme eğriler bulunmaktadır. Türk çocuklarında Prof. Dr. Olcay Neyzi ve arkadaşları tarafından oluşturulmuş olan, cinse ve yaşa göre ağırlığın, boyun ve baş çevresinin değerlendirilmesini sağlayan büyüme eğrileri kullanılır. Tablo 1-2-3-4 Büyüme eğrilerinin yatay eksenine yaş, dikey eksenine ise ölçüm değerleri konur. Standart büyüme eğrileri % 3-10-25-50-75-97 arasında değişir. % 3-97 arası değerler normalin alt ve üst sınırı olarak tanımlanır. Bir çocuğun muayenesi ve antrpometrik ölçümleri yapıldıktan sonra elde edilen değerler büyüme eğrisi üzerinde işaretlenir. Tabi ki önce kronolojik yaşı hesaplanır. Daha sonra yaşına uygun olarak standart büyüme eğrilerine bakılarak uygun işaretleme yapılır. Düzenli aralıklarla yapılan ölçümler standart büyüme eğrileri üzerine işaretlenir ve bunlar birleştirilir. Böylece çocuğun büyüme eğrisi ortaya çıkmış olur. Normalde çocuğun büyüme eğrisi %3-97 arasında seyreder ve standart eğrilere paralel gider. Büyüme eğrisinin alt ve üst sınırlar dışında kalması veya yatık, düz ve aşağı doğru eğimli olması patolojik bir durum olduğunu gösterir. Büyümenin değerlendirilmesi beslenme yetersizliği (düşük kilo, kısa boy) veya fazla kilolu vakıaların belirlenmesini sağlar. Düzenli takipler beslenme bozukluğu gelişmeden büyüme duraksamasını, şişmanlık gelişmeden aşırı hızlı kilo alımını saptamaya yarar. Böylece erken müdahaleye olanak sağlar. Ayrıca doğru beslenmeyi destekler, çocuğa bakan kişinin eğitimini sağlar. Bunun dışında büyümenin düzenli aralıklarla takip edilmesi çocuğa diğer koruyucu hekimlik hizmetlerini sunmuş olur.

  • Çocuk Aşıları

    Anne babalar çocuklarının sağlıklı olmasını ve önlenebilir hastalıklardan korunmasını ister. İşte aşılama çocukları önlenebilir hastalıklardan koruyan en önemli uygulamalardan biridir. Dünya tarihinde temiz suya erişebilmek sonrasında insan sağlığını korumak açısından en etkili yöntem aşılma olmuştur. Aşılar uzun yıllar süren araştırmalar sonucunda geliştirilmiştir. Çocukları pek çok hastalığın ölümcül ve sakat bırakma (felç, kol-bacak amputasyonu, işitme kaybı, havale geçirme vb) etkisinden korur. Hem çocukları hastalıklardan korur hem de mikropların diğer kişilere yayılmasını önleyerek aşılanmamış kişilere hastalığın geçişini engeller. Böylece toplum sağlığı da korunmuş olur. Sonuç olarak aşılama en önemli koruyucu hekimlik uygulamalarındandır. Kesinlikle güvenli ve etkindir. Hastalıklardan ölümleri ve sakatlıkları azaltır, yaşam kalitesini artırır ve en önemlisi de toplum sağlığının korunması ile sağlık harcamalarını azaltır. Aşı uygulamalarının amacı çocukları bulaşıcı hastalıklar ve bu hastalıkların neden olacağı ölüm ve sakatlıklara karşı korumaktadır. Bu nedenle bütün çocuklar doğumdan itibaren en kısa süre içinde aşılanmaya başlanmalıdır. Aşısı geliştirilmiş hastalıklara karşı aşı yapılması her çocuğun hakkıdır. Çocuklarda BCG (Verem) Aşısı Verem enfeksiyonuna karşı koruyan canlı bir aşıdır. 2. ayda uygulanır. Deri içine yapılan tek aşıdır. Deri içine aşı uygulanması teknik bir deneyim gerektirdiğinden bu konuda sertifikası olan sağlık çalışanı tarafından uygulanmalıdır. BCG aşısı sol omuza yapılır. Aşıdan 6-8 hafta sonra aşı yerinde ufak bir kızarıklık oluşur. Takiben bir yara olur iyileşerek izi kalır. Aşı diğer aşılar ile aynı zamanda uygulanabilir. Eğer verem aşısı ilk 3 ayda yapılmadıysa ilk 3 ay içinde PPD kontrolü yapılmadan, 3 aydan sonra PPD kontrolü yapılarak (negatifse) BCG aşısı uygulanmalıdır. Aşının güvenilirliği yüksektir, ciddi yan etki oranı azdır. Yan etki %1-10 oranında görülür. Genellikle aşı yeri ülserasyonu ve lenf bezinde şişlikler olabilir. Bazı durumlarda aşı uygulanmamalıdır. Bağışıklık sistemi zayıflamış olan hastalıklarda (lenfoma, lösemi, kortizon tedavisi alanlar, radyoterapi alanlar),AİDS hastaları, verem hastaları ve gebelere aşı yapılması önerilmez. Çocuk Aşılarında Hepatit B Aşısı Hepatit B virüsü karaciğer iltihabı ve hasarı yaparak karaciğer hastalığına yol açan bir virüsdür. Hepatit B enfeksiyonu iştahsızlık, halsizlik, bulantı, kusma, kas ağrısı, karın ağrısı ve sarılık gibi akut bulgularla ortaya çıkar. Hastalık sonrası ufak çocuklarda kronikleşme ihtimali yani virüs taşıyıcılık oranı yüksektir. Ülkemizde hepatit B taşıyıcılığı oranı %3-10 arasındadır. Kronik taşıyıcılığı olan kişilerde ise ileride siroz ve karaciğer yetmezliği gelişebilmektedir. Hepatit B aşısı bütün yenidoğan bebeklere doğumdan hemen sonra ya da hastaneden çıkmadan önce yapılmaktadır. Takiben 1. ve 6 ayda tekrar dozları yapılır. Kas içine uygulanan, inaktif bir aşıdır. Annede hepatit B taşıyıcılığı varsa bebeğe doğumda aşı ile birlikte ilk 12 saat içerisinde hepatit B koruyucu antikoru yapılmalıdır. Doğum ağırlığı 2000 gramın altında olan bebeklerde ise hepatit B aşılaması bebeğin ağırlığı 2000 gr geçince veya 1 . ayın sonunda yapılır. Yan etki olarak aşıya bağlı yapılan yerde ağrı (%3-9) nadiren ateş, baş ağrısı ve halsizlik gelişebilmektedir. DBaT (Difteri Boğmaca Tetatnoz) Karma aşı olarak adlandırılan difteri, boğmaca, tetanoz aşısı inaktif bir aşıdır. İçerisinde bulunan inaktif çocuk felci ve hemofilus influenza aşıları ile beraber 5 li karma aşısı (DaBT Hib-IPV) olarak yapılır. 2. 4. 6. ve 18 ayda uygulanır. Kas içine yapılır. Aşıya bağlı yan etki olarak yapıldıktan sonra ortaya çıkan ve bir iki gün süren ateş, aşı yerinde ağrı, şişlik, kızarıklık olabilir. İlkokul 1 . sınıfta 4’lü karma olarak (DaBT- IPV) ve 8. sınıfta tetanoz difteri (Td) olarak rapel dozları uygulanır. Çocuk Felci Aşısı Çocuk felci polio virusu ile meydana gelen bir enfeksiyondur. Hastalık genellikle ilk 5 yaşta görülür. Vücuda ağız yoluyla giren virus boğaz ve barsakta çoğalarak vücuda yayılır ve sinir hücrelerini tutarak kaslarda felç yapar. Erken yaşlarda gelişen en önemli sakatlık nedenidir. Aşının canlı (OPA) ve inaktif (IPV) olarak 2 tipi vardır. İnaktif aşı karma aşı ile birlikte 2-4-6 ve 18 ayda kas içine uygulanır. 6 yaşta rapel dozu uygulanır. Canlı aşı ise ağız yoluyla 6. ve 18. aylarda uygulanır. Çocuk felci dünyadan eradike edilmesi gereken hastalıklar arasındadır. Ülkemizde en son çocuk felci vakası 1998 de görülmüştür. Ağızdan uygulanan OPA aşısı canlı virus aşısı olması nedeniyle bağışıklık (immün) sistemi herhangi bir nedenle yetmezlikli ya da baskılanmış kişiler ve ailesinde bağışıklık sistemi sorunlu birey bulunan çocuklarda yapılmamalıdır. Bu gibi durumlarda inaktif çocuk felci aşısı uygulanmalıdır. Hemofilus İnfluenza Tip B Aşısı (Hib) Hemofilus influenza tip B isimli bakteriye karşı koruyucu bir aşıdır. Hib çocuklarda zatüre, solunum yolu enfeksiyonu, orta kulak iltihabı, menenjit, eklem iltihabı, cilt enfeksiyonu vb gibi enfeksiyonlara yol açan bir mikroorganizmadır. Hastalık çocuklar arasında damlacık –hava yolu ve bakteri ile kirlenmiş eşyaların kullanımı ile bulaşır. Hib aşısı genellikle çocukluk takvimi diğer aşıları ile beraber uygulanır. Karma aşı olarak adlandırılan aşı içerisinde 5 ‘li karma aşı olarak uygulanır. Karma aşı ile beraber 2-4-6. aylarda yapılır. 18. Ayda rapel dozu uygulanır. Pnömokok Aşısı Çok sayıda tipi olan pnömokok bakterisi zatüre, menenjit, bakteriyemi (kana enfeksiyon geçmesi) , sinüzit ve orta kulak iltihabı gibi ciddi enfeksiyonlara neden olur. Kişiler arası yakın temasla bulaşan pnömokok enfeksiyonu özellikle 2 yaş altındaki çocuklarda daha riskli olmaktadır. En sık görülen 13 tipine karşı geliştirilmiş olan pnömokok aşısı 2-4-6 aylarda uygulanır. 12. ayda rapel dozu yapılmaktadır. İnaktif bir aşıdır, kas içine uygulanır. Yan etki olarak ateş, huzursuzluk, iştahsızlık aşı yapılan yerde lokal şişlik ve kızarıklık olabilir. Aşıya karşı ciddi alerjisi olan hastalara aşı uygulanmaz. Çocuk Kızamık, Kızamıkçık, Kabakulak Aşısı Canlı bir aşı olan KKK aşısı çocukları kızamık, kızamıkcık ve kabakulak enfeksiyonundan korur. İlk dozu 12.ayda yapılır. Cilt altı uygulanır. 4-6 yaş arasında 2 . doz rapeli yapılır. Aşının ciddi bir yan etkisi yoktur. Aşıdan sonraki 6-14 gün içerisinde hafif ateş ortaya çıkabilir. %5-10’ununda 39 veya üstü ateş görülebilir. Genellikle 1-2 gün sürer. Bazı çocuklarda aşıdan 7-10 gün sonra kızamık benzeri deri döküntüleri görülebilir. KKK canlı bir aşı olduğu için hamile bayanlara, herhangi bir nedenle (hastalık, ilaç vb) bağışıklık sistemi zayıflamış olan kişilere yapılmaz. Ayrıca daha önce aşı içeriğine karşı allerjik reaksiyonu olmuş kişilere de aşı yapılmamalıdır. Çocuklarda Suçiçeği Aşısı Suçiçeği enfeksiyonuna karşı koruyucu canlı bir aşıdır. Suçiçeği hava yolu ve ortak eşya kullanımı sonucunda çok çabuk bulaşan çocukluk çağı döküntülü hastalıklarından biridir. Ateş, halsizlik, su toplaması şeklinde deri döküntüsü ve kaşıntı ile bulgu verir. Suçiçeği enfeksiyonundan korumak için aşı 1 yaşından itibaren yapılabilir. Kas içine uygulanır. Aşının ikinci rapel dozu 4-6 yaş arasında önerilir. Yan etki olarak aşıdan 9-10 gün sonra hafif ateş ve döküntü, aşı yapılan yerde ise şişlik ve ağrı olabilir. Hiç aşı olamamış ve suçiçeği enfeksiyonu geçirmemiş çocukların bir ay arayla 2 doz suçiçeği aşısı olması önerilir. Daha önce aşıya karşı ciddi alerjik reaksiyonu olan hastalara, hamilelere, bağışık sistemini zayıflatan bir hastalık veya bağışıklığı zayıflatan bir ilaç kullanan hastalara suçiçeği aşısı yapılmaz. Hepatit A (HAV) Aşısı Hepatit A virüsü ciddi karaciğer hastalığına yol açan bir virüstür. 15-50 günlük bir kuluçka dönemi vardır. Kişiler arasında yakın temas ve virüs ile kirlenmiş yiyecek ve içeceklerin tüketilmesi ile bulaşır. Hastalık halsizlik, ateş, baş ağrısı, kas ağrısı, sarılık ve mide barsak şikayetleri ile kendini gösterir. Hepatit A aşısı bulaşıcı hepatit A enfeksiyonuna karşı koruyucu inaktif bir aşıdır. Aşı 18 – 24 aylarda 6 ay arayla iki doz yapılır. Kas içine uygulanır. Yan etki olarak %20 oranında aşı yerinde ağrı, şişlik olabilir. Hastaların %10’ unda baş ağrısı, halsizlik, iştahsızlık olabilir. Aşı ciddi alerjik reaksiyonu olan kişilere yapılmaz. İnfluenza Virüs Aşısı (Grip Aşısı) İnflenza virüsünün neden olduğu mevsimsel grip enfeksiyonuna karşı koruyucu bir aşıdır. İnaktif ve canlı olmak üzere iki tipi vardır. Ülkemizde sadece inaktif grip aşısı kullanımdadır. Aşı uygulaması her yıl Eylül-Kasım ayları arasında yapılır. Risk faktörü olan kişilere ve 6 ay ve üzerinde çocuklara önerilir. Çocuk Aşıları Risk Grupları Astım, kistik fibroz, bronşit gibi kronik akciğer sorunları olanlar, Hemodinamik açıdan önemli sorunlar yaratan kalp hastalığı, Bağışıklık sistemini zayıflatan hastalıklarda, Talasemi ve Orak hücre anemisi gibi kronik kan hastalıklarında, Romatoidartrit, Kawasaki gibi uzun süreli aspirin kullanımı gerektiren hastalıklar, Kronik böbrek yetersizliği, şeker hastalığı gibi kronik metabolik hastalıklarda, Sağlık çalışanlarına, bakımevinde çalışanlara, 6 ay-2 yaş arası çocuklara, 2 yaştan küçük çocuğu olanlara. Grip aşısı 8 yaş altındaki çocuklara ilk kez yapıldığında 1 ay arayla 2 doz yapılır. 9 yaş ve üzerinde olan çocuklara veya daha önceki yıllarda aşılanmış çocuklara bir doz yapılması yeterlidir. 6-36.ay arasındaki çocuklarda yarım doz (0.25 ml),3 yaş ve üzerinde ise tam doz 0.5 ml uygulanır. Yan etki olarak aşı sonrası yapılan yerde ağrı, şişlik, kızarıklık olabilir. Ayrıca %1 ‘den az ateş, titreme ve kas ağrısı görülebilir. Rota Aşısı İlk 5 yaşta akut ishale yol açan rota virüsüne karşı koruyucu bir aşıdır. Rota enfeksiyonu ateş, kusma, ishal ve su kaybı ile seyreden çocukluk çağının en sık karşılaşılan barsak enfeksiyonudur. Kusma 1-2 gün, ishal ise 5-8 gün sürebilmektedir. Rota aşısı canlı bir aşı olup ağız yoluyla verilir. Aşı tipine göre 2. ve 4. ayda iki doz veya 2-4-6 . aylarda 3 doz olarak yapılır. Rota aşısı diğer aşılar ile aynı zamanda uygulanabilir. Canlı bir aşı olduğu için bağışıklık sistemi zayıflamış veya baskı altında olan çocuklara yapılmamalıdır. Aşı yan etkisi olarak çok hafif bir ishal ve ateş görülebilir. Menenjit Aşısı Neiseria menenjiditis bakterisinin yaptığı menengokoksemi hastalığına karşı koruma sağlayan bir aşıdır. Menengokok hastalığı belirli dönemlerde salgınlar yapan, 24 saat içerisinde %50 oranında ölümle sonuçlanan ağır bir hastalıktır. Hastalık beyin zarlarını tutarak menenjit yapmasının yanı sıra vücutta döküntüler, kanamalar ve organ yetmezliği yaparak şok tablosuna yol açmaktadır. Bütün dünyada çocuk ve gençlerde en önemli ölüm ve sakatlık nedenlerinden biridir. En sık görülen yan etkileri ateş, huzursuzluk, ağlama ve aşı yerinde şişlik, kızarıklıktır. Human Papilloma Virus Aşısı (HPV) Kadınlarda görülen rahim ağzı kanserine karşı koruyucu bir aşıdır. En sık rahim ağzı kanserine neden olan tipleri içerir. 11-15 yaş arasındaki kız çocuklarına 3 doz halinde yapılır. 0-2-6 aylarda yapılır. İnaktif bir aşıdır. Yan etki olarak ateş, aşı yapılan yerde ağrı, kızarıklık, şişlik, kaşıntı olabilir. Kızamık Kızamıkçık Kabakulak- Suçiçeği Aşısı KKK ve Su çiçeği virüslerini içeren canlı bir aşıdır (Proquad). Çocukları KKK ve suçiçeği enfeksiyonuna karşı korur. 12 aydan sonra uygulanabilir. Kas içi veya deri altına uygulanır. Aşı içerisindeki maddelere alerjik reaksiyonu olan, bağışıklık sistemi zayıflamış kişiler ve gebelere aşı uygulanmaz. Yan etki olarak ateş,iştahsızlık, huzursuzluk,uyku hali, vücutta döküntü, aşı yapılan yerde kızarıklık şişlik vb yan etkiler görülebilir.

  • GAPS (Geçirgen Bağırsak ve Psikolojik Sendrom) Danışmanlığı

    GAPS - Geçirgen Bağırsak ve Psikolojik Sendrom Nedir GAPS bağırsak ile beyin ve bağırsak ile beden arasındaki ilişkinin nörolojik ve beslenme uzmanı Doctor Natasha Champbell Mcbride tarafından uluslararası tescilli ifadesidir. GAPS "Gut and Psycholgoy Sendrom" kelimelerinin baş harfleridir. Doctor Natasha Champbell 3 yaşında otizm tanısı konan oğlunun kendi geliştirdiği tedavi yöntemiyle tamamen iyileştirmiştir. Çünkü otizmin nedeni bağırsak duvarının hasarlı ve geçirgen olması, anormal bağırsak florası yüzünden beynin sürekli olarak toksinlenmesidir. Bu nedenle Doctor Natasha oğlunun bağırsak florasını tedavi ederek oğlunu tamamen iyileştirmiştir. Doctor Natasha oğluna uyguladığı bu yöntemle yüzlerce otizm, epilepsi, dikkat eksikliği, hiperaktivite bozukluğu, disleksi, dispraksi (sakarlık hastalıkları olan çocukları) psikolojik ve psikiyatrik sorunları (şizofreni, depresyon, bipolar bozukluk, opsesif-kompulsif bozukluk) olan yetişkinleri de iyileştirir. Zaman içerisinde geliştirdiği bu tedavi GAPS tedavisi, psikoloji sendromu hastalarınada GAPS hastaları denilmiştir. Yıllarca psikiyatri ilaçlarının kullanılmasına ve klasik tıbbın sunduğu her çeşit tedavi yönteminin uygulanmasına rağmen kalıcı bir iyileşme sağlayamayınca başka çareler aranmıştır. Bunun sonunda bağırsak florasının düzeltilmesi gerektiği bunun içinde ilk adım olarak gıda intolerans testi yapılıp intolerans olan gıdaların bir müddet diyetten çıkarılarak, geçirgen bağırsan tedavi edilmesi gerektiği anlaşıldı. Bu da GAPS diyeti ile mümkündür. İkinci adım olarak bağışıklığın güçlendirilmesi, ağır metallerin uzaklaştırılması, bağırsağın desteklenmesi tedavileri uygunlamalıdır. GAPS tedavisinde psikiyatrik iyileşme fizyolojik iyileşmeler ile başlar. Kronik kansızlığı iyileşmesi, solgun cilt renginin düzelmesi, saçlarda gürleşme, tırnaklarda güçlenme, migren ataklarında seyrelme gibi bütün bu iyileşmeler tedavinin uygulanmaya başlanmasından sonraki dördüncü ay sonunda belirgin olarak ortaya çıkar. Gasp tedavisindeki öncelikli amaç beslenme programıyla bağırsak astarındaki kasları iyileştirerek diğer vücut fonksiyonlarını düzenlemektir.

  • Ozon Tedavisi Hakkında Genel Bilgi

    1500 yıllarında Kraliçe Elizabeth bakır kap içindeki suyu fırtınalı havalarda bekletip, yıldırım çarpmasından sonra oluşan ozonlu suyu içtikleri veya yıkandıkları,bu sayede genç kalmaya çalıştığına dair rivayetler mevcuttur. Ozon tedavisi tıbbi Ozon gazı (%5 O3-%95 O2) gazı kullanarak bazı hastalıkların tedavi edilmesidir. Tıpta kullanılan ozon özel jeneratörlerde saf oksije-nin yüksek voltaj farkından geçmesi sonucu elde edilir.O3, etkileri sebebiyle AKTİF-SÜPEROKSİJEN olarak adlandırılır. Ozon, güçlü bir oksidasyon oluşturma yeteneğine sahiptir. Bu nedenle, bakterisid, virusid ve fungusid olarak etki gösterir •Mikroorganizmalar üzerinde ANTİMİKROBİK-DEZENFEKSİYON •Tümör hücresi üzerinde ANTİ-TÜMÖRAL etki gösterir. •Klordan 3125 defa daha güçlü bir dezenfektandır. Ozonun Tıbbi Etkileri •Doku ve hücrelerin oksijenlenmesini arttırır. Alyuvarların (kandaki kırmızı oksijen taşıyan hücrelerin) elastikiyetini artırarak kılcal damarlardan geçişini hızlandırarak OKSİJEN EKSİKLİĞİNİ giderir. •BAĞIŞIKLIK SİSTEMİNİ GÜÇLENDİRİR ve böylece ENFEKSİYONLARA DİRENCİ ARTTIRIR. Ayrıca DEZENFEKSİYON VE ANTİMİKROBİK özelliği ile bakteri, virüs ve mantarları öldürür. •Kanın kıvamını azaltır, akışkanlığını sağlar. Damar duvarındaki plakların yumuşamasını ve küçük kan damarlarındaki tıkaçların çözülmesini sağlayarak KAN DOLAŞIMINI DÜZENLER. Damar duvarına olan etkisi ile TANSİYONUN NORMALLEŞMESİNİ sağlar. •Hızlı büyüyen KANSER HÜCRELERİNİN ÇOĞALMASINI VE YAYILMASINI ENGELLER. Kanser hücreleri üzerindeki etkisini tümör hücrelerinin zarlarını parçalayarak ve bağışıklık sistemi üzerinden etki ederek çoğalmasını ve yayılmasını engeller. •Dokulardaki oksijen ve metabolik dengeyi sağlayarak KEMOTERAPİ ve RADYOTERAPİ gibi klasik kanser tedavilerine doku duyarlılığını arttırarak ETKİNLİĞİNİ GÜÇLENDİRİR, YAN ETKİLERİNİ ASGARİYE İNDİRİR. •Hücre içi solunumunu hızlandırarak, hücrenin fonksiyonları için gerekli ENERJİ OLAN ATP'nin üretimini arttırır. Daha enerjik ve fonksiyonel bir vücut oluşturur. •Karaciğer hücrelerini aktive ederek, böbrek süzmesini ve cildin DETOKS EDİCİ ÖZELLİĞİNİ arttırarak, vücudumuzdaki kimyasal maddelerin (Kronik kurşun, cıva gibi ağır metal zehirlenmeleri, böcek öldürücüler, ilaç atıkları, asidik maddeler, tarım ilacı kalıntılarının atılmasını hızlandırarak) temizlenmesine yardımcı olur. •Vücudumuzdaki doğal ağrı kesicilerin açığa çıkmasını sağlayarak AĞRI KESİCİ özellik gösterir. Ozonun Etkili Olduğu Alanlar Derinin enfeksiyonları: Herpes, HPV, Selülit, folikülit, fronküloz, T.Pedis, gibi •Egzama ve dermatitler: Atopik dermatit, nöro dermatit v.b. •Otoimmün dermatozlar: Sedef, pemfigus •Zor iyileşen yaralar ve venöz ülserler •Akne, Seboreik dermatit ve Alopesi •Hipertrofik skarlar veya keloid •Telenjiektazi, çatlaklar •Kırışıklıklar, cilt altı yapışıklıkları, Selülit. •Nöromusculer sis •Disk hernilerinde (fıtıklar) •Deri greftleri ve flepleri •Osteo-radionecroz önlemede •Refrakter osteomiyelit •Travmatik iskemik yaralar •Termal yanıklar •Kronik yorgunluk sendromu •Multipl skleroz •HIV-AIDS •Yaşlılık / geriatri •Kronik ülserler ve yaralar •Sinüzit, Beyin apse ve tümörleri, •İç ve orta kulak patolojileri, Mastoidit, Tinnitus, Makuler dejenerasyon, Retinitispigmentosa •Soğuk algınlığı, bronşit, astım •Nörolojik olgular (Alzheimer, beyin iskemi ve hipoksisi, ensefalit ve beyin tm) •Pelvik enflamatuvar hadiselerde •Dirençli vajinal enfeksiyon ve mantarlarda •Kırışıklıkta ozon uygulaması •Akne •Saç uygulamaları •El bölgesi uygulamaları

  • KANSER İLE FİTOTERAPİ

    Dr. Şenol Şensoy kanser hastalıklarının da tedavisinde tamamlayıcı bir tedavi yöntemi olarak ”Fitoterapi”yi tavsiye etmektedir. Kanserin tedavisinde uygulanan cerrahi, kemoterapi, radyoterapi ve akıllı ilaç uygulamaları gibi klasik tedavi yöntemlerinin yanında, mutlaka fitoterapiden de faydalanılması gerektiğini söylemektedir. Bağışıklık sisteminin desteklenip vücut direncinin artırılması, kemoterapi ve radyoterapinin etkinliğinin artırılması ve yan etkilerinin minimize edilmesi, bu tedavi yöntemlerine karşı direnç gelişmesinin önlenmesi ve tıbbi bitkilerin anti-tümör özelliklerinin olduğunu gösteren birçok bilimsel çalışma ve makale yayınlamıştır. Dr. ŞENSOY’a göre; burada ifade edemediğimiz daha birçok değerli etkilere de sahip olan tıbbi bitkilerin destekleyici ve tamamlayıcı etkilerinden kanserin tedavisinde faydalanmamak çok büyük eksiklik olacaktır.

  • Zeka, Hafıza ve Ozon

    Birçok sebeple akciğerlerimizden kana geçen oksijen az olabilir ya da beyine giden oksijen ve kan akımı yetersiz olabilir. Ozon, hafızanın güçlendirilmesi konusunda büyük fayda sağlar. Elektronlarını kaybetmiş zararlı maddeler yani serbest radikaller buldukları dokularla birleşerek onların fonksiyonlarını yapamaz hale gelirler. Bu etki 30′ lu yaşlarda başlar, 40′ lı yaşlarda artarak ilerler ve 50’li yaşlardan itibaren iyice çoğalarak fark edilen bir yaşlanmaya ve pek çok hastalığa neden olurlar. Serbest radikallerin beyin işlevlerini yavaşlatıcı etkisi ozon tedavisi ile giderilebilir. Gelişimi sağlamak için (Bedensel ve Zihinsel Engellilerde) fizik tedavi gibi diğer tedavilerle birlikte olumlu etki oluşturur. Öğrenciler arasında yapılan bilimsel çalışmalarda spor yapan öğrencilerin daha zeki olmasının nedeni, egzersiz ile vücuttaki oksijelenmeyi arttırmış olmalarıdır. Sınavlara hazırlanan öğrencilerde uygulanan ozon tedavisinin dikkati, konsantrasyonu ve belleği artırdığı, hafızayı güçlendirdiği gözlenmiştir.

  • Kronik Yorgunluk Sendromu

    Hayat devam ederken hızla gelişen teknolojinin de etkisiyle, hayatın gerisinde kalmak istemeyen insanoğlu daha çok çalışmakta ve yaşamaktan ziyadesiyle tat alamamaktadır. Yoğun ve stresli iş hayatı, yaşamın kendisine ait yüksek temposu nedeniyle her an zaman kaygısı olan insan bu tempoya ayak uydurabilmek stresiyle hep yorulur ve kendisini hep yorgun hisseder. Kronik yorgunluk sendromu denilen bu hastalıkta birçok faktör etkilidir, daha sıklıkla kadınları etkiler, yaş grubu olarak erkek kadın ayırımı olmadan yoğun çalışma temposuna sahip olan 30-50 yaş grubunu etkiler. Eğitimli, gelir seviyesi yüksek, yoğun çalışan insanlarda daha çok görülür. Nedeni ve ne zaman başladığı belli olmayan altı aydan fazla süren yorgunluk haline kronik yorgunluk sendromu denir. Bu yorgunluk hali dinlenmekle azalmaz, insanın mevcut iş, eğitim, sosyal ve özel yaşamını olumsuz yönde etkiler. En önemli yaşamı etkileyen bulguları; Kısa süreli hafızada bozulma Konsantrasyon eksikliği Yaygın kas ağrıları Birçok eklemde şişlik hissi ve ağrı hali Yeni oluşmuş veya şekli değişmiş baş ağrıları, boyun ağrıları Sabah uyanınca hep yorgun olma ve uykusunu alamama hali Cinsel isteksizlik ve cinsel performansta azalma Tüm bu bulgulardan da anlaşılacağı gibi bu yorgunluk hali, hayattan zevk alamamaya neden olur, kısa sürede insanın depresyona girmesine neden olur. Kronik yorgunluk sendromu baş edilmesi çok zor olan farkına varıldığında dahi insanın yaşamından birçok şeyi götürebilecek bir hastalıktır. Ozon tedavisi yukarıda görülen tüm bulguların sona ermesinde son derece etkili bir tedavi yöntemidir. Klinik çalışmalarla da kanıtlanmış olduğu gibi ozon tedavisi; Fiziksel ve zihinsel olarak güç kazandırır Uyku ihtiyacını azaltır, uyku kalitenizin artırır ve sabahları daha zinde uyanmayı sağlar Bağışıklık sistemini güçlendirdiği için yaygın mevsimsel hastalıklara karşı vücut direncini artırır Kas ve eklemlerde, bel ve boyun gibi bölgelerde görülen ağrı, sertlik, uyuşukluk, karıncalanma gibi fiziksel aktiviteyi kısıtlayan ve hastalık psikolojisine sokan şikayetleri ortadan kaldırır Cinsel istek ve performansta belirgin artış sağlar Stres ve yoğun baskıya karşı direnci artırır Kendini fiziksel olarak daha iyi hisseden insanın özgüvenini artırır ve sonuçta psikolojik bir rahatlama sağlar, depresyona girme olasılığını belirgin bir şekilde azaltır

  • Google Places
  • Instagram
  • Facebook
  • LinkedIn

©2022 DrSistem

bottom of page