top of page

Arama Sonuçları

Boş arama ile 1063 sonuç bulundu

  • Oyun Terapisi

    Çocuklar yaşamış oldukları korkuları, problemleri ve travmalar konusunda kendilerini yetişkinler gibi konuşarak ifade edemezler. Bu nedenle 3-11 yaş arası çocuklarda, yetişkinlerde uygulanan bireysel terapiler yerine, oyun terapileri çok daha etkili rol alır. Çocuklar kelimeler ile ifade edemediği duygularını ve düşüncelerini, terapist eşliğinde oyunlar oynayarak ifade edebilirler. Oyun üzerine kurulu olan bu terapi yönteminde, tıpkı yetişkinlerde olduğu gibi, çocukların problemlerine odaklanılır ve baş edebilmeleri için oyun içinde yeni stratejiler üretilir. Oyun terapisi eğitimi ne işe yarar? Oyun terapisi eğitiminde, çocukların kendi içlerinde mücadele ettikleri duygusal deneyimlerini yansıtmalarını sağlayacak oyunlar oynanır. Bu terapi çeşidinin çocuklara neler sağladıklarına bakalım: Oyun Terapisinin Faydaları Çocukların zihinsel ve sosyal becerilerini geliştirir, duygu ve düşüncelerini ifade etmelerini sağlar. Çocuklar kendilerine güvenmeyi, iş birliği yapmayı, saygı duymayı, sorumluluk almayı ve bu sorumlulukları yerine getirmeyi öğrenirler. Problemlerine çözüm bulmayı, duygularını tanımlamayı ve olumsuz duygularla başa çıkmayı, korkularıyla mücadele etmeyi öğrenirler. #oyun terapisi#klinik psikolog#vahide kıray

  • KORONAVİRÜS İLE MÜCADELEDE PSİKOLOJİK FAKTÖRLER

    CORONA VIRÜS İLE MÜCADELEDE PSIKOLOJIK FAKTÖRLER Korku, algılanan tehditlere karşı duygusal, davranışsal ve fizyolojik bir başa çıkma tepkisidir. Yaşanan durumun süresinin belirsizliği, daha önce deneyimlenmemiş bir hastalık olması gibi nedenlerle korona virüsünün bilinmezlik ve tehdit içermesi kaygı ve korkuya yol açmaktadır. Yaşanan kontrollü kaygı ve korkunun, hayatta kalmayı sağladığını bilmeli, doğal ve insani olduğunu kabul etmeliyiz. Yaşadığımız tüm bu olumsuz duyguları kabul etmeli, hayat boyu bu duygularla yaşamayacağımızı, geçici olduğunu kendimize hatırlatmalıyız. Düşünmemeye çalışmanın daha fazla kaygı ve korkuya neden olacağını bilmek gerekir. Yaşadığımız duyguları normalleştirmek uyum sürecimizi kolaylaştırır. Ancak yaşadığımız korku ve kaygı sıklığı ve şiddeti arttığında, kalıcı hale geldiğinde hayatımızı olumsuz yönde etkileyen önemli bir sorun haline gelebilmektedir. Bu kaygı genellikle korona virüsü belirtileri üzerine sürekli düşünme, vücudunu sürekli olarak takip etme, risk faktörü az olsa bile virüse yakalanma korkusu, uyku ve iştahta belirgin değişimlerin olması, sağlıklı kalmak için aşırı çabalama davranışları ile görülmektedir. ▪Peki aşırı kaygı ve korkuyu yönetebilmek, bu süreçte daha iyi hissedebilmek için dikkat etmemiz gerekenler nelerdir? Kaygı genellikle zihnin geleceğe yönelik felâket senaryoları üretmesinden kaynaklanır. "Ya virüse yakalanırsam, ya kurtulamazsam, ya sevdiklerime zarar verirsem" gibi gerçekleşme ihtimali olan ama şu an gerçekleşmemiş sorulara odaklanır kaygılı zihin. Zihnin şu anda olmadığını fark ettiğimizde anda kalmamıza yardımcı olacak aktivitelere odaklanmalıyız. Çevrenizdeki insanlarla, nesnelerle zaman geçirmeli ya da üzerine düşüneceğimiz durumlara odaklanmaya gayret etmeliyiz. Kaygıyı yaratan belirsizliği ortadan kaldırmak, sorularımıza cevap bulmak için sosyal medya ve televizyondan haberleri sıklıkla takip etmek kaygı düzeyini arttırmaktadır. Bu nedenle haber takipleri sınırlandırılmalıdır. Bilgi kirliliğinin fazla olması nedeniyle güvenilir kaynaklar takip edilmelidir. Ancak tamamen haberlerden kaçınma (haber izlememek, okumamak, kanal değiltirmek) da kaygıyı arttırmaktadır. Optimum düzeyde takip etmek bilinçlenmeye ve sağlığı korumaya yardımcı olmaktadır. Gelecek kontrol edilemez; kontrol edemeyeceğimiz durumlar da kaygıyı arttırmaktadır. Ancak hayatta birçok şeyin kontrol edilemeyeceğini kendimize hatırlatmalıyız. Birtek kendi davranışlarımız üzerinde kontrol gücümüz vardır. Virüs nedeniyle düzenimizin ve ritüellerimizin değişmesi kontrol yetimizi zedelemekte ve kaygının artmasına neden olmaktadır. Yeni rutin oluşturmak(uyku düzeni, keyifli aktiviteler, zamanı verimli değerlendirmek), kontrol edebileceğimiz alanlara odaklanmak motivasyonunuzu arttırmaya, kaygıyı azaltmaya yardımcı olacaktır. Sosyal izolasyona neden olan önlem süreci sevdiklerimizle uzaktan iletişim kurmaya engel değildir. Sevdiklerimizle yüz yüze zaman geçiremesek de teknolojiden faydalanma şansına sahibiz. Duygu ve düşüncelerimizi paylaşmak, onların da benzer duygu durumuna sahip olduğunu bilmek yalnız olmadığınızı hissetmenize yardımcı olacaktır; kendinizden bu güç ve desteği uzaklaştırmayın. Kaygı ve korkularınızı tüm bu çabalara rağmen yönetmekte zorlanıyorsanız, uyumanızı, iletişim ve çalışma isteğinizi olumsuz yönde etkiliyorsa, hayatı devam ettirmekte zorlanıyorsanız uzman desteği almayı ihmal etmeyin. Uzm.Klinik Psikolog Şeyma ALTINEL

  • PANİK ATAK

    Panik Atak ve Panik Bozukluk Nedir? ▪Panik atak aniden ortaya çıkan ve zaman zaman tekrarlayan, ortalama 10-30 dakika devam eden, yoğun sıkıntı ya da korku nöbetleridir. Belirtileri: göğüste ağrı ya da sıkışma, çarpıntı, terleme, nefes darlığı (boğulma hissi), baş dönmesi, bayılacak gibi hissetme, uyuşma, üşüme ya da ateş basması, bulantı ya da karın ağrısı, kendini ya da çevredekileri değişmiş/farklı hissetme, çıldırma korkusu, ölüm korkusu. Panik atak esnasında belirtilerden en az 4'ü bulunur. Panik atak yaşamış olan kişi "Panik Bozukluk" yaşamaya başlayabilir. ▪Panik Bozukluk; Tekrarlayan ataklar arasındaki zamanlarda başka atakların olacağına ilişkin sürekli kaygı duyma, Kalp krizi geçirme, ölme gibi kötü sonuçlara yol açabileceği inancıyla sürekli üzüntü duyma, ataklara ve olası kötü sonuçlara karşı önemler alma (spor, ev işi yapmama, işe gitmeme, bazı yiyecek-içecekleri yiyip içmeme vb.) gibi davranış değişikliklerinin görüldüğü ruhsal bir rahatsızlıktır. İlaç ve Bilişsel Davranışçı Terapi işbirliği ile tedavi edilebilen bir düşünce bozukluğudur. Panik bozukluk korktuğunuz felaket senaryolarının gerçekleşmesine neden olmaz. Ölümcül değildir. Ancak hayatınızı zorlaştıran bu sorun ile baş etmeyi öğrenmeniz mümkündür. Yapılan epidemiyolojik araştırmalara göre panik bozukluğun yaşam boyu yaygınlığı, %1.5-3.5'tir. Panik bozukluğun başlangıcı daha sıklıkla genç erişkinlik dönemidir. Başlangıç yaşı daha çok 20’li yaşlar olmakla birlikte, yaşamın herhangi döneminde de başlayabilir. Kadınlarda, erkeklere kıyasla görülme sıklığı iki kattır. Panik atak neden olur? "Gizlediğiniz duygularınızı ifade ettiğinizde, genellikle kaygı ortadan kaybolur." "Kaygı neredeyse her zaman için, içinizdeki asıl duygunun sembolik ifadesidir." "Bütün enerjinizi kendinizi yiyip bitirerek ve hırpalayarak harcamak yerine, sorunu çözmeye odaklanabilirsiniz." David Burns Ataklar genetik yatkınlık, yetiştirilme tarzı gibi bir çok kökene sahiptir. Ama bunu daha basit şekilde açıklamak gerekirse, David Burns "Panik Atakta" kitabında size bu cümleler ile şunu anlatmaya çalışıyor; Ataklar yorgun bir zihnin ben buradayım deme şekli, yani imdat çağrısıdır. İfade edilmemiş cümleler, cevap bulunmamış soru işaretleri, maruz kalınan ilişkisel ve yaşamsal problemler, çözümlenmemiş düğümler zihnin taşıma kapasitesini doldurur. Ataklar zihninizin sizden yardım, ilgi isteme şeklidir. Artık kendi içinize dönmenin çözümlemenin, değişimin zamanı gelmiştir denebilir. Atak Anında Ne Yapmalıyım? Öncelikle atakların ölümcül olmadığını, aklınızı kaçırmadığınızı bilmelisiniz. Başınız ağrıdığında, kas ağrınız olduğunda ya da grip olduğunuzda geçeceğini bilirsiniz. Gerekeni yapar (mesela baş ağrısında, ağrı kesici alır, karanlık bir ortamda gözlerimizi dinlendirebiliriz) ve geçmesini bekleriz. Ataklar da geçecektir ama diğer rahatsızlıkların geçmesi için gerekeni yaptığınız gibi atak esnasında da yapılması gerekenleri gayretle uygulamalısınız. * Nefes ve gevşeme egzersizleri; Atak anında kişi kimi zaman nefes alıp veremediği düşüncesiyle ve kaygı sebebiyle çok hızlı nefes alıp vermeye başlar. Bu noktada panik semptomları daha da belirginleşir. O anda nefesinizi kontrol altında tutmanız önemlidir. 4 saniye boyunca nefes alarak ciğerlerinizi hava ile doldurun. 4 saniye tutun ve 8 saniyede yavaşça nefes verin. Atak sırasında ortalama 10 defa uygulayın. Vücudunuzu kasıp gevşetmelisiniz. Sağ-sol kol, bacak, parmaklar, eller, karın göğüs, yüz kaslarınızı ortalama 30'ar saniye kasın ve gevşetin. * Beş nesne, dört duyu yöntemi; Bilinçli farkındalık zihnin anda kalmasını gerektirir. Bedensel tepkilere odaklanmamaya çalışmak mümkün olmadığından, odaklanacak farklı nesne ya da durumlara ihtiyacımız vardır. ▪Çevrenizdeki 5 nesne üzerine düşünmeye çalışın. Mesela: kitaplık (bunu nereden almıştık, en son ne zaman düzenledim, şu objeyi oradan kaldırmam daha mı güzel olur, o kitabı okumuş muydum?) ▪Pareidolia (göz illüzyonu) yöntemini de kullanabilirsiniz; nesneleri, desenleri başka bir şeylere benzetmeye çalışmak. ▪Duyu organlarımızı (dokunma, işitme, tatma, koklama ) aktive etmek, zihninizi anda kalmaya odaklar. Sizi rahatlatacak bir esans (lavanta) koklamak, camı açıp hava alırken dışarıdan gelen kokuları tahmin etmeye çalışmak, yumuşak bir battaniyeye sarılmak... Panik Atak tedavi edilebilir mi? Tedavi ne kadar sürer? Zihnin işleyişini basit bir şekilde anlatacak olursak; durum-> düşünce-> duygu-> davranış 1. Düşünceler duyguyu ortaya çıkarır; düşündüğün şekilde hissedersin. 2. Kaygılıyken kendini kandırırsın. Kaygı, çarpıtılmış, mantıksız düşüncelerin sonucudur. 3. Nasıl düşündüğünü değiştirdiğinde, nasıl hissettiğini de değiştirebilirsin. Böylelikle sonuç yani davranışta ortadan kalkacaktır. Sonuç olarak panik atak bir hastalık değil, düşünce bozukluğudur. Düşünce örüntünüzün işleyişini öğrendiğinizde ve işleyişteki hataları fark ettiğinizde onu düzeltme imkânınız vardır. Yani zihninizin kullanım kılavuzunu öğrenmektir tedavi. Peki tedavi ne kadar sürecek? Panik atak tedavisinin terapi süreci ortalama 6 aydır. Sizin gösterdiğiniz çaba ile doğru orantılı olarak bu süre artabilir ya da azalabilir. Bu bir öğrenme sürecidir bir şeyi iyi öğrenmek süreklilik, tutarlılık, zaman ve çaba gerektirir. Panik Atak yaşayan birine nasıl yardımcı olunur? Atak kişisel bir deneyimdir. Atak yaşayan kişiler arasında bile farklılıklar olabilir. Atak yaşayan kişinin neye ihtiyacı olduğunu anlayamaya çalışmalı ve yargılamamalısınız. Kişinin konuşmaya ya da yalnız kalmaya ihtiyacı olabilir. Atak anında etraftaki insanların endişeli davranmaları, kişiye yoğun ilgi göstermeleri kişide ikincil kazanca dönüşerek davranışın pekişmesine neden olabilir. Bu nedenle sakin ve çözüm odaklı yaklaşılmalıdır. Uzm.Klinik Psikolog ŞEYMA ALTINEL

  • DEPRESYON

    DEPRESYON NEDİR? TEDAVİSİ NELERDİR? ▪Depresyon bir hastalık değil, düşünce hatalarından kaynaklanan bir duygu-durum bozukluğudur. Günümüzde yaygınlığı "psikolojinin gribi" diye betimlenen ancak grip kadar zararsız olmayan, gerekli müdahaleler yapılmadıkça kişinin hayat işlevselliğini bozan ve kronikleşebilen önemli bir sorundur. ▪Genetik faktörler, çocukluk travmaları, beklenmedik sarsıcı olaylar, stres faktörlerinin artması gibi bir ya da birçok neden depresyonu ortaya çıkarabilir. ▪Siyah bir gözlükle hayata devam etmek gibidir yaptığınız hiçbir şeyin keyif vermemesi, harekete geçmek için motivasyon eksikliği, olumsuz içerikte yüzlerce otomatik düşünce ve duygular. Bu kısır döngüyü kırmadığınız takdirde kasırga gibi içinden çıkılmaz bir hâl alır. ▪Kontrolünüz dışında gerçekleşen olaylardan bile kendinizi sorumlu tutarak suçlayabilir, size söylenmemiş cümlelerden bile kendinizle ilgili anlamlar çıkarabilir, herhangi bir söz, yapılan ya da yapılmayan bir çok davranış size değersiz hissettirebilir, geçmiş olayların derinliğinden kendinizi kurtarıp bugünü yaşamayı da kaçırabilirsiniz. 1. DEPRESYON NEDİR? ▪Depresyon duygusal, bilişsel, davranışsal ve somatik belirtilerle kendini gösteren; bunun sonucunda bireyde çökkün bir ruh haline, bireyin davranışsal etkinliklerinde azalmaya, zihinsel etkinliklerde bazı değişikliklere ve bedensel bazı yakınmalara neden olan bir duygudurum bozukluğudur. 2. DEPRESYON BELİRTİLERİ? ▪Depresyon belirtileri hafif düzeyden şiddetli seviyeye (majör depresyon) doğru farklı şekillerde gözlenebilir: ▪Üzüntü hali ve mutsuzluk, ▪Önceden keyif alınan şeylere karşı ilgi kaybı, ▪Karamsarlık, huzursuzluk, ▪Bedensel belirtiler (iştah kaybı, uyku problemleri gibi), yorgunluk, halsizlik, davranışlarda yavaşlık (isteksiz ve ağır şekilde konuşma vb), ▪Karar verme, odaklanma gibi konularda yaşanan zorluklar, dalgınlık, unutkanlık, ▪Değersizlik ve/veya suçluluk hissi, ▪Ölüm, intihar ve kendine zarar verme düşüncesi. ▪En az iki hafta olmak koşuluyla bu belirtilerden birkaçını yaşayan kişilerin ruh sağlığı uzmanından (psikolog ya da psikiyatrist) destek alması önerilir. 3. BİLİŞSEL ÇARPITMALAR ▪ Depresyondaki bireyin kendini, dünyayı ve geleceği olumsuz algılaması bilgi işleme sürecinde gerçekleşen bazı hatalardan kaynaklanmaktadır. Bilgi işleme sürecinde bir hata olduğunda algılama sürecinde de bazı hatalar olmakta ve böylece kişi herhangi bir olayı çarpık bir biçimde değerlendirme eğilimine girmektedir. Bu durum depresyondaki bireylerde kendini, dünyayı ve geleceği olumsuz algılama olarak göstermektedir. • Ya hep ya hiç tarzı düşünme: Herhangi bir durumun bir süreç içinde değerlendirilmek yerine yalnızca iki boyutta ele alınmasıdır. • Felaketleştirme: Daha gerçekçi sonuçların dikkate alınmadan geleceğin olumsuz değerlendirilmesidir. • Etiketleme: Kanıtların çok daha az yaralayıcı sonuçlara yol açma olasılığını görmeden, bireyin kendine ve diğerlerine yargılayıcı sıfatlar Balıkesir yakıştırmasıdır. • Seçici Algılama: Bir durumun özellikle belli bir ayrıntısının algılanarak, diğer önemli özelliklerin göz ardı edilmesi. • Abartma: Olumsuz olayların daha da büyütülmesidir. • Aşırı Genelleme: O andaki duruma çok uzak genel bir değerlendirmenin yapılmasıdır. • Kişiselleştirme: Sıradan olumsuzluklardan bireyin kendini sorumlu tutmasıdır. • Keyfi Çıkarsama: Kanıt olmadığı halde bazı keyfi sonuçlara ulaşılmasıdır. • -meli, -malı cümleler: Kişinin kendine aşırı kurallar koymasıdır. 4.DEPRESYON TANISI NASIL KONULUR? Depresyon tanısı koyabilmek için anlatılan belirtilerin tamamının bulunması gerekmez. Bahsettiğim belirtilerden bir küme işlevselliği bozacak kadar ağır ise ve başka nedenlere bağlanamıyorsa tanı konur. 5. DEPRESYON TEDAVİSİ ▪Günümüzde orta dereceli ve şiddetli depresyonun tedavisinde en çok tercih edilen yöntemler antidepresanlar ve psikoterapi uygulamalarıdır. Çoğunlukla İki yöntemin birlikte uygulandığı depresyon tedavilerinde başarı oranının daha yüksek olduğu görülür. Balıkesir Özellikle bilişsel-davranışçı terapi uygulamaları depresyondaki kişilerin kendilerini depresyona sürükleyen düşünce tarzlarını değiştirmelerine ve gerçekçi biliş kalıpları oluşturmalarına yardımcı olmaları yönünden en etkili tedavi yöntemleri arasındadır. Uzm. Klinik Psikolog ŞEYMA ALTINEL

  • YEME TUTUMU VE YEME BOZUKLUKLARI

    Yeme tutumu motor, bilişsel, sosyal, duygusal gelişimlerin merkezi ve çevresel faktörler tarafından düzenlenmesiyle oluşan kompleks bir yapıdır. Doğumla başlayan anne bebek ilişkisinden itibaren bütün sosyal ilişkilerin oluşumuyla da ilgilidir. Yeme davranışı çeşitli haz ve acı verici yaşantılarla ilişkilendirilmektedir (Saygılı, 1999). Psikoloji literatüründe tutum; kişiye yüklenen ve kişinin duyguları, düşünceleri ve davranışlarını meydana getiren eğilim olarak tanımlanmaktadır (Smith, 1968; akt. Arkonaç, 2008). Bu açıdan değerlendirildiğinde tutumların, kişiler tarafından sergilenen somut davranışları değil, davranışlara zemin hazırlayan soyut eğilimleri kastettiği düşünülmektedir. Bu kavram yeme tutumu ile ilişkilendirilerek incelenirse, yeme tutumu kişinin yeme ve beslenme ile ilgili duyguları, düşünceleri ve davranışlarını meydana getiren eğilimi olarak tanımlanabilir (Arkonaç, 2008). Yeme tutumuna getirilen başka bir kavramsal bakış açısı, yeme tutumlarının çocukluktan itibaren ailesel, sosyal faktörlere ve öğrenmeye bağlı geliştiği; ayrıca kişilerin neyi yemeleri konusunda seçimlerini kapsadığı yönündedir (Shafran ve Robinson, 2004). Kişinin ne yiyeceği, ne zaman yiyeceği, nasıl yiyeceği, ne kadar yiyeceği ve kiminle yiyeceği gibi seçimlerini kapsayan yeme tutumu, yalnızca biyolojik gelişim ve fizyolojik ihtiyaçlar çerçevesinde sınırlı kalmayan, psikolojik ve toplumsal değişkenlere bağlı olarak değişebilen bir kavramdır (Shafran ve Robinson, 2004). Yeme bozukluğu (YB) ise, yeme davranışlarındaki şiddetli bozukluklarla belirlidir. Bunlar; olağan vücut ağırlığında kalmayı reddetme nedeniyle kısıtlı yeme ve/veya aşırı egzersiz yoluyla kilo vermeye yönelik aşırı uğraşın var olduğu, kilo alımına yönelik yoğun kaygıların yaşandığı, kilo almaktan sakınmak için kendini kusturma, laksatif ve diüretiklerin yanlış kullanımı gibi uygunsuz dengeleyici davranışların sergilendiği bozulmuş yeme örüntüleridir. Ya da bunların tam tersi örüntüde yeme üzerinde kontrol sağlayamama hissi ile benzer koşullarda çoğu insanın yiyebileceğinden çok daha fazlasının yenmesi ve totalde beden ağırlığının kişinin kendisini değerlendirmesinde çarpıtılmış etkisi ile gözlenen bozulmuş yeme örüntüleridir (APB, 2005). Günümüzde bozulmuş yeme tutumları, klinik görünümleri açısından hızla artış gösteren ve yordayıcı faktörleri netleştirilemediğinden uygun tedavi protokolü uygulanmadığında dramatik sonuçlara neden olabilen olası YB tanısının öncülleri olarak düşünülmektedir (Toker ve Hocaoğlu, 2009). 1. Yeme Bozukluklarının Tanısal Değerlendirmesi YB, fiziksel ve psikososyal boyutu olan; kişinin yemek, beden ağırlığı ve fiziksel görüntüsü ile ilgili düşüncelerinde ve yeme davranışlarında bozulmalarla kendini gösteren durumlar olarak tanımlanmaktadır (Becker ve ark., 1999). Ruhsal Hastalıkların Tanısal ve İstatistiksel El Kitabı olan DSM-IV-TR’de (Amerikan Psikiyatri Birliği; APB, 2005) YB 3 kategoride yer almaktadır; a)AN olağan vücut ağırlığında kalmayı reddetme ile kilo vermeye yönelik aşırı uğraş (kısıtlı yeme ya da aşırı egzersiz) kilo alımına yönelik yoğun endişe ve kişinin kendisini değerlendirmesinde vücut ağırlığının anlamsız etkisi ile karakterizedir, b) Bulimiya Nervoza (BN) yeme üzerinde kontrol sağlayamama hissi ile benzer koşullarda çoğu insanın yiyebileceğinden çok daha fazlasını yeme, kilo almaktan sakınmak için uygunsuz dengeleyici davranışlardır (kendini kusturma, laksatif, diüretik ve lavmanların yanlış kullanımı) ve c) Başka Türlü Adlandırılamayan Yeme Bozuklukları (BTA) ise bu iki kategori dışında kalan, kişinin kendisini değerlendirmesinde vücut ağırlığının anlamsız etkisi ile karakterize olmaktadır (APB, 2005). DSM-V’te (APB, 2013) ise YB’ye ilişkin tanı grubunun adı "Beslenme ve Yeme Bozuklukları" olarak değiştirilmiş, yelpazesi genişletilmiştir. YB; pika (çocuklarda ve yetişkinlerde), geri çıkarma (geviş getirme) bozukluğu, kaçıngan/kısıtlı yiyecek alımı bozukluğu, AN (kısıtlayıcı tür, tıkanırcasına yeme/çıkarma türü), BN, tıkanırcasına yeme bozukluğu (TYB), tanımlanmış diğer bir beslenme ve YB, tanımlanmamış beslenme ve YB olmak üzere sekiz grupta ele alınmaktadır (APB, 2013). 1.1. DSM-V’deki Anoreksiya Nervoza (AN) Tanı Kriterleri: AN devamlı enerji alımının kısıtlaması, kilo almaktan ya da şişman olmaktan aşırı korku ya da kilo alımını bozan devamlı davranışlar ve beden şeklini algılama bozukluğu ile belirlenen YB olarak tanımlanmaktadır (APB, 2013). Tıbbi bir neden olmaksızın gelişen belirgin kilo kaybı, yeniden kilo alımının reddedilmesi ve kilo vermeyi sürdürme veya koruma konusunda kararlılık ile karakterize bir psikiyatrik bozukluktur. Bu hastalar, beden algılarında bozulma olması nedeniyle normal kilonun altında olduklarını inkâr edebilmektedirler. DSM-5’e göre AN Tanı ölçütleri aşağıdaki gibidir; A. Gereksinimlere göre erke (enerji) alımını kısıtlama tutumu, kişinin yaşı, cinsiyeti, gelişimsel olarak izlediği yol ve beden sağlığı bağlamında belirgin bir bicimde düşük bir vücut ağırlığı, olağan en düşüğün altında ya da çocuklar ve gençler için beklenen en düşüğün altında olarak tanımlanır. B. Kilo almaktan ya da şişmanlamaktan çok korkma ya da belirgin bir bicimde düşük vücut ağırlığında olmasına karşın kişinin, kilo almayı güçleştiren sürekli davranışlarda bulunması C. Kişinin vücut ağırlığını ya da biçimini nasıl algıladığıyla ilgili bir bozukluk vardır, kişi kendini değerlendirirken vücut ağırlığı ve biçimine yersiz bir önem yükler ya da o sıradaki düşük vücut ağırlığının önemini hiçbir zaman kavrayamaz. Kısıtlayıcı tür: Kişinin, son üç ay içinde, yineleyen tıkınırcasına yeme ya da çıkarma (örn. kendi kendini kusturma ya da iç sürdüren [laksatif] ilaçlar, idrar söktürücü [diüretik] ilaçlar ya da lavmanın yanlış yere kullanımı) dönemleri olmamıştır. Bu alttür, daha çok diyet yaparak, neredeyse hiç yemeyerek ve/ya da aşırı spor yaparak kilo kaybedildiği görünümleri tanımlar. Tıkınırcasına yeme/çıkarma türü: Kişinin, son üç ay içinde, yineleyen tıkınırcasına yeme ya da çıkarma (örn. kendi kendini kusturma ya da iç sürdüren [laksatif] ilaçlar, idrar söktürücü [diüretik] ilaçlar ya da lavmanın yanlış yere kullanımı) dönemleri olmuştur. 1.2. DSM-V’deki Bulimiya Nervoza (BN) Tanı Kriterleri: BN yineleyen tıkanırcasına yeme nöbetleri ve kilo almayı önlemek için uygunsuz dengeleyici davranışlar (örneğin kusma, laksatif, diüretik kullanımı, aşırı diyet ya da egzersiz) ile karakterize olan yeme bozukluğudur (APB, 2013). Başka bir ifadeyle, aşırı miktarda yiyeceği kısa sürede tüketme ve sonucunda kilo almamak için kusma, laksatif ve diüretik kullanma ya da aşırı egzersiz yapma gibi davranışlarla karakterize bir hastalıktır. Tıkınırcasına yeme atakları genellikle planlı ve gizli olmaktadır. Tıkınmanın başlangıcında rahatlama duygusu hissedilir, ancak sonrasında suçluluk duygusu ve tiksinti oluşur. Bulimik hastalar sürekli olarak ve önemli oranda besini kısıtlamayı başaramazlar ve genellikle normal kilodadırlar veya normalin biraz üstünde kiloya sahiptirler. DSM-IV-TR’de (APB, 2005) tıkanırcasına yeme ve uygunsuz dengeleyici davranışların üç aylık bir dönemde haftada iki kez olma şartı var iken, DSM-5’te (APB, 2013) bu 1’e indirilmiştir. Buna göre BN DSM-5’e (APB, 2013) göre tanı kriterleri şöyledir: A. Yineleyici tıkınırcasına yeme dönemleri. Bir tıkınırcasına yeme dönemi aşağıdakilerin her ikisi ile belirlidir: 1) Benzer koşullarda, benzer sürede, çoğu kişinin yiyebileceğinden açıkça daha çok yiyeceği, ayrı bir zaman biriminde (örn. herhangi iki saatlik bir sürede) yeme. 2) Bu dönem sırasında yemek yemeyle ilgili denetimin kalktığı duyumunun olması (örn. kişinin yemek yemeyi durduramadığı duygusu, ne ya da ne denli yediğini denetleyemediği duygusu) B. Kilo almaktan sakınmak için, kendi kendini kusturma, iç sürdüren [laksatif] ilaçları, idrar söktürücü [diüretik] ilaçları ya da diğer ilaçları yanlış yere kullanma, neredeyse hiç yememe ya da aşırı spor yapma gibi yineleyen, uygunsuz ödünleyici davranışlarda bulunma. C. Bu tıkınırcasına yeme davranışlarının ve uygunsuz ödünleyici davranışların her ikisi de, ortalama, üç ayda içinde, en az haftada bir kez olmuştur. D. Kendilik değerlendirmesi, vücut biçiminden ve ağırlığından yersiz bir biçimde etkilenir. E. Bu bozukluk, yalnızca anoreksiya nervoza dönemleri sırasında ortaya çıkmamaktadır. 1.3. DSM-V’deki TYB Tanı Kriterleri şunlardır: Stunkard (1959) bazı obez hastalarda tekrarlayan tıkanırcasına yeme epizodlarının olduğunu, hastaların bu yeme davranışlarının kontrolleri dışında geliştiğini gözlemlemiştir ve kendilerini aşırı miktarda yemekten alıkoyamadıkları ifade ettiklerini belirtmiştir. Stunkard’ın yaptığı bu klinik gözlemler TYB’nin ayrı bir kategori olarak ele alınması gerektiği konusunda önemli olmuştur (akt. Cooper ve Fairburn, 2003). Tıkanırcasına yeme, belli bir zaman diliminde, benzer koşullar altında çoğu insanın yiyebileceği miktardan çok daha fazla miktarda, kontrolsüzce yemek yeme olarak açıkça tanımlanmasına rağmen, pratikte TYB’nin yapılanmamış aşırı yeme davranışlarından veya başka YB’den ayırt edilmesinin çok da kolay olmadığı düşünülmektedir (Cooper ve Fairburn, 2003). TYB’nin temel kriteri düzenli, uygunsuz telafi edici davranışlar olmadan sadece tekrarlayıcı tıkanırcasına yeme epizodlarının görülmesidir. DSM-5’te (APB, 2013) tıkanırcasına yeme ataklarının sıklığı 3 ayda haftada 1 defa olarak yer almaktadır. DSM-5’e (APB, 2013) göre tıkanırcasına YB tanı kriterleri şunlardır; A. Yineleyici tıkınırcasına yeme dönemleri. Bir tıkınırcasına yeme dönem aşağıdakilerin her ikisi ile belirlidir: 1) Benzer koşullarda, benzer sürede, çoğu kişinin yiyebileceğinden açıkça daha çok yiyeceği, ayrı bir zaman biriminde (örn. herhangi iki saatlik sürede) yeme. 2) Bu dönem sırasında, yemek yemeyle ilgili denetimin kalktığı duyumunun olması (örn. kişinin yemek yemeyi durduramadığı duygusu, ne ya da ne denli yediği denetleyemediği duygusu) B. Tıkınırcasına yeme dönemlerine aşağıdakilerden üçü (ya da daha çoğu) eşlik eder: 1) Olağandan çok daha hızlı yeme. 2) Rahatsızlık verecek düzeyde tokluk hissedene dek yeme. 3) Bedensel açlık duymuyorken aşırı ölçülerde yeme. 4) Ne denli yediğinden utandığı için kendi başına yeme. 5) Daha sonra kendinden tiksinme, çökkünlük yasama ya da büyük bir suçluluk duyma. C. Tıkınırcasına yeme ile ilgili olarak belirgin sıkıntı duyulur. D. Bu tıkınırcasına yeme davranışları, ortalama, üç ay içinde, en az haftada bir kez olmuştur. E. Tıkınırcasına yemeye, bulimiya nervozada olduğu gibi yineleyen uygunsuz ödünleyince davranışlar eşlik etmez ve tıkınırcasına yeme, yalnızca bulimiya nervoza ya da anoreksiya nervozanın gidişi sırasında ortaya çıkmamaktadır. Yeme bozuklukları ilaç ve terapi iş birliği ile tedavi edilebilmektedir. Ölümle sonuçlanabilecek kadar ciddi psikiyatrik sorunlar arasında yer alan yeme bozukluğu belirtilerine sahip olduğunuzu düşünüyorsanız uzman bir psikolog ya da terapistten destek almayı ihmal etmeyiniz. Kaynaklar Amerikan Psikiyatri Birliği (2013). Mental Bozuklukların Tanısal ve Sayımsal El Kitabı, Beşinci Baskı (DSM-V) (Çev. ed.: E Köroğlu) Hekimler Yayın Birliği, Ankara. Amerikan Psikiyatri Birliği (2005). Mental Bozuklukların Tanısal ve Sayımsal El Kitabı, (DSM-IV) (Çev. ed.: E Köroğlu) Hekimler Yayın Birliği, Ankara. Arkonaç, S. A. (2008). Sosyal psikolojide insanları anlamak: Deneysel ve eleştirel yaklaşımlar. Nobel Yayın Dağıtım. Becker, A.E., Grinspoon, S.K., Klibanski, A., & Herzog D.B. (1999). Eating disorders. The New England Journal of Medicine, 340(14), 1092-1098. Cooper, Z., & Fairburn, C.G. (2003). Refining the Definition of Binge Eating Disorder and Nonpurging Bulimia Nervosa. International Journal of Eating Disorders, 34, 89-95. Saygılı, F. (1999). Obezite Komplikasyonları Ed: Yılmaz C, Obezite ve Tedavisi Mart Matbaacılık, İstanbul, 41-57. Shafran, R., & Robinson, P. (2004).Thought-shape fusion in eating disorders. British Journal of Clinical Psychology, 43, 399-407.

  • Saç Koparma Hastalığı: Triktillomani

    Kişiyi saçlarını ya da kıllarını yüzey derisinden ayıracak şekilde çekmeye zorlayan bir saplantı ya da karşı konulamaz bir dürtü olarak tanımlanan bu hastalığın adı trikotillomanidir. Trikotillomani sözcük yapısı bakımından Yunanca kaynaklı üç kelimeden oluşuyor: Saç (thrix), çekme (tillein) ve mania (mani, duygusal taşkınlık). Saç ya da kaş kirpik, ya da diğer vücut kıllarını yolma davranışı öncesinde kişi rahatsız edici bir gerginlik yaşar. Kıl koparmak için giderek artan istek ve gerili kılı yolduğu zaman yerini kısa süreli rahatlamaya bırakır. Saç yolma davranışı, uzun sürede kafada çeşitli alanlarda kelliğe neden olabiliyor, ya da özellikle kasıklar ve koltuk altından kıl koparılması durumunda daha sık olan abseler oluşabilir. Kimi zaman hasta kopardığı kılları yutabilir, bu durum kronik biçimde devam ederse bağırsaklarda top haline gelen kıllar barsak tıkanmalarına sebep olabilir. Bazen de trikotillomani hastası kendi saçını ya da vücut kıllarını koparmaz ancak başkasından koparmak, halı ya da oyuncak tüylerini koparmak, evcil hayvanlardan kıl koparmak gibi farklı davranışlar gösterebilir. Her ne kadar hastalık çocukluktan yaşlılığa her yaşta görülebilse de genellikle 12–13 yaşlarında ergenliğe geçiş döneminde başlar. Kızlarda daha fazla görülmekle birlikte bıyık sakal koparan erkeklerin de sayısı az değildir. Fakat kadınlar koparma sonrası başta beliren kelliği saklamakta zorluk çektikleri için tedaviye daha sık başvururlar. Erkeklerde kelliğin toplumsal olarak kabul görmesi, sakal ve bıyıktaki açıklıkların tıraş olarak kapatılabilmesi sebebiyle hastalık daha rahat saklanabilir. Trikotillomaniye sık olarak depresyon, kaygı bozuklukları, alkol ve madde kullanımı ve diğer dürtü kontrol bozuklukları eşlik eder. Tedavide saç yolma davranışını tetikleyen faktörleri tespit ederek bu davranışı değiştirme ya da ya da bu faktörlere yanıt olarak verilen saç yolma davranışını önlemeye yönelik becerileri hastalara öğretme hedeflenir. Kişiden hangi gün kaç tel kıl kopardığını, koparmayı tetikleyen davranışlar, ilişkili duygu ve düşünceleri kaydetmesi istenir. Kimi zaman kıl koparmayı fiziksel olarak engelleyecek parmak bandajları, bereler de kullanılır. Çünkü kıl koparma çoğu zaman farkına varılmadan, otomatiklik kazanmış halde yapıldığı için bu fiziksel engeller ve kayıtlar kişinin kıl kopardığını fark etmesini sağlayacaktır. İlaç tedavileri de hastalığın belirtilerini hafifletir. #saç koparma#psikoloji#klinik psikolog#osman yıldız

  • Nöroterapi Nedir?

    Yapılan araştırmalar stresin pek çok hastalığın başlamasına veya artışına sebep olduğunu göstermektedir. Stres, iç sıkıntısından, vücudun bağışıklık sisteminin bozulmasına kadar geniş bir yelpazede insan sağlığını etkilemektedir. Yoğun stres organizmada otomatik olarak bir takı fizyolojik belirtilerin oluşmasına yol açar. Çarpıntı, nefes darlığı, kas gerginliği ve ilerleyen dönemde bunlara eklenen unutkanlık ve dikkat dağınıklığı gibi yakınmalar, özellikle çok şiddetli olduğunda, kişinin yaşamını aksatan bir boyuta ulaşabilir. Bunların ruhsal kökenli olduğu bilinmemesi kişiyi çeşitli tetkik ve tedavi arayışlarına yöneltebilir. Bu belirtilerin kaybolması ancak stresin kontrol edilmesiyle mümkündür. Biofeedback, kişinin stresin bedensel belirtilerine yönelik farkındalığını artırarak bu belirtirli kontrol etmesine, bir anlamda da psikolojik olarak gevşeyip rahatlamayı öğrenmesine yardımcı bir tekniktir. Bu amaçla geliştirilmiş en etkin yöntemlerden biri olan "Nöroterapi / Neuro-Biofeedback"te (sinir geribildirimi), bilgisayar ortamında beyin dalgalarının gözlenmesi ve kişinin bunları geribildirim aracı olarak kullanması sağlanabilmektedir. Merkezimizde de psikoterapi süreci içerisinde uygulanan bu teknikle, kişilere stresi kontrol etme becerisi kazandırılmaktadır. Nöroterapi / Neuro-Biofeedback çocuklarda da özellikle Dikkat Eksikliği Hiperaktivite (DEHB) bozukluğunun tedavisinde, çocuğa dikkatini yoğunlaştırma ve sürdürebilme becerisi kazandırmak amacıyla kullanılmaktadır. Bu teknik DEHB bozukluğu olan çocukların aceleci, sabırsız, dikkatsiz davranışlarının farkına varıp, bunlar üzerinde kendi kendilerine denetim kurmalarını sağlamaktadır. Beynin yaydığı dalgaları bilgisayar ortamında görmek ve dikkatini yoğunlaştırarak buna müdahale edebilmek (çocuklarda bu amaçla uçak uçurma, yarış yaptırma vb. gibi hedefler içeren programlar kullanılmaktadır), çocuğun kendisine güvenini arttırmaktadır. Bu teknik, bireylere stresli ortamda soğukkanlı kalabilme becerisini kazandırmada ilaçsız bir yöntem olarak önem taşır. NÖROTERAPİ / NEUROBIOFEEDBACK Beynin stres düzeyi ölçülebiliyor. Amerika'da beyin araştırmalarına büyük bütçeler ayrıldıktan sonra yeni yöntemler bulunmaya başlandı. Nature Neuroscience dergisinde yayınlanan bir makaleye göre, Kronik Stresin beynin öğrenme ile ilgili bölümlerini küçülttüğü kanıtlandı. Montreal'de McGill Üniversitesi uzmanlarının yaptıkları bir araştırmada 70 yaşında 50 kişi 5 yıl izlenerek bu sonuca varıldı. Bunun üzerine stresin beyne etkisinin azaltılmasının yolları araştırıldı. NASA'nın önerdiği bir yöntem de "Nöroterapi / Neuro-Biofeedback" yöntemidir. Bu yöntemle beyin dalgaları ölçülerek insanlar kendi streslerini kontrol etmeyi öğreniyorlar. Öncelikle beyinin biyoelektrik haritası çıkarılıyor. Beynin stresli çalışan alanları belirleniyor. İkinci aşamada "Nöroterapi / Neuro-Biofeedback" cihazının elektrotları stresli alanlara takılıyor. Bilgisayar ekranında beyindeki dalgalar görüntüleniyor. Üçüncü aşamada kişinin, beyin gücünü kullanarak "Alfa" dalgalarını arttırması öğretiliyor. Alfa dalgası beynin istirahat dalgalarıdır. Bu dalgaları arttırmayı başaran kişiye puan veriliyor. Ortalama 10 seansta kişi beynin gücünü kontrol etmeyi öğreniyor. Çocuklar içinde geliştirilmiş programlar var. Oyun şeklindeki programlarda çocuk beyin gücü ile uçak uçurabiliyor, yarış arabası sürebiliyor. #nöroterapi#psikoloji#klinik psikolog#osman yıldız

  • Çift ve Evlilik Terapisi

    Çift ve evlilik terapisi, çiftlerin birbirleriyle olan ilişkilerini, bu ilişki tarzının davranışlara ve ilişkinin kendisine nasıl yansıdığını anlamaya çalışan, aile sistemini bireyler arası ilişkiden ziyade bir bütün olarak gören psikoterapi türüdür. Aile içinde gözlenen çatışmalar, eşler arasında ya da ebeveyn ile çocuklar arasında görülen iletişim zorlukları, çocuklarda davranım problemleri, stres, madde kötüye kullanımı, cinsel işlev bozukluğu, geniş aile sisteminde gözlenen rahatsızlıklar (kronik hastalıklar gibi), cinsel işlev bozuklukları dahil pek çok başlık ilişki ve evlilik terapisinin konusunu oluşturabilir. Çift ve evlilik terapisi; bireysel psikoterapiden farklı olarak, aile/ilişki dinamiklerine ve bu dinamiklerin psikolojik iyilik hali üzerindeki etkilerine odaklanır. Psikoterapist ve eşler arasında karşılıklı güven, şeffaflık ilişkisi sağlanır ve psikoterapist eşlere eşit mesafede yaklaşır. Koşulsuz olumlu kabul ile eşlerin kendilerini güvenli bir ortamda, yargılanmış hissetmeden açması sağlanır. İlişki ve evlilik terapisinde, bireyler değil bireylerin davranışlarının aile sistemini nasıl etkilediği incelenir. Dolayısıyla bir aile üyesini tanılamaktan çok o aile üyesinin diğer bireylerle olan ilişki tarzının aile üzerindeki yansıması ele alınır. Çift ve evlilik terapisinde başvuru sebebiyle de ilgili olarak görece hızlı ve çözüm odaklı müdahalelerde bulunulur.İletişim sorunları, aile içi çatışma, çocuk ve ebeveynler arası anlaşmazlıklar, kaygı ve depresyongibi ailenin işlevselliğini bozan pek çok konu terapi sürecinde ele alınır. Eşlerin ve aileyi oluşturan bireylerin bu gibi durumlarda çatışma çözümüyle ilgili becerilerinin güçlendirilmesi amaçlanır. Çift ve evlilik terapisinde; kendi duygu, düşünce, davranışlarını ve ilişkiye yansıyan kısımlarını anladıkça eşlerin iletişim becerileri güçlenmektedir. Çiftler, ilişki içindeki stresi daha iyi yönetebilmekte ve çatışma durumunda daha etkili baş etme yolları geliştirebilmektedir. Yaşam boyu gelişim çerçevesinden bakıldığında evlilikle birlikte insan hayatında süregelen pek çok gelişim evresi söz konusudur: Evlilik öncesi hazırlık dönemi, Yeni evli çift dönemi, Küçük çocuklu aile dönemi, Ergen çocuklu aile dönemi, Orta yaş dönemi, Çocukların evden ayrıldıkları dönem ve evlilikte yaşlılık dönemi. Her bir evrenin gerektirdiği hazırlık ve sorumluluğun yanı sıra bu evreler arası geçiş aşamasında da çeşitli problemler ortaya çıkabilir. Evliliğe hazırlık aşaması, çiftlerin kendi kök aile sisteminden (kendi anne babalarıyla birlikte yaşadıkları dönemden) getirdiği anlayış ve örüntüler göz önünde bulundurulduğunda, aslında iki farklı aile sisteminin bir araya gelişi olarak düşünülebilir. Bu iki aile sisteminin birbirine uygunluğu; farklılıkları tolere edebilme ve sorun yaşandığı durumda bu sorunla baş edebilme becerisini kapsar. Çift ve evlilik terapisindeki amaçlarından biri de eşlerin kendi kök ailelerinden getirdiği inanç, değer, mesafe, sınırlar doğrultusunda esneyebilme ve uyum sağlama becerilerini geliştirmektir. Örneğin, bazı ailelerde bireyler, birbirine duygusal olarak daha yakın mesafedeyken; bazı ailelerde daha uzaktır. Bazı ailelerde karar alım sürecine geniş aile dahil olabilirken, bazı aileler kendi içlerinde karar alma tercihinde bulunabilir. Eşler, kendi kök ailelerinden alışkın oldukları düzeni sürdürmeye çalışırken bu geçiş sürecinde zorlanabilir. Bu geçiş süreci farklı çatışmaları da beraberinde getirebilir. Çift ve evlilik terapisi, bu gibi çatışma durumlarında, bireylerin kendi ilişki örüntülerini ve kök aile sistemindeki bu durumun eşler arası ilişkiye nasıl yansıdığını fark etmelerini sağlar. Evliliğin ardından eşlerin, ilişki içinde birbirlerine göre konumu, çocuk sahibi olduklarında ve gelişim evreleri boyunca farklılaşabilir. Her geçiş evresinde çözülmesi gereken farklı bir kriz söz konusudur. Evlilikteki uyum ve işlevsellik, bu krizin nasıl ele alındığı ve çözüme ulaştığıyla şekillenir. Evliliğin ilk yıllarında karşılaşılan sorunlar, çocuk sahibi olduktan sonra ya da çocuklar evden ayrıldıktan sonra farklı şekilde kendini gösterebilir. İlişki içinde ortaya çıkan semptom ve bu semptomun anlamı ilişki ve evlilik terapisinde ele alınan önemli bir konu başlığıdır. Terapide çoğu zaman çocuk, semptomu ortaya çıkaran aile üyesi olarak düşünülür. Bahsedilen semptom, çocukluk dönemine özgü bir sorun olarak görülebilir ancak aile sistemi içinde ele alındığında çatışmayı besleyen ya da eşler arası çatışmayı önleyen bir işlev görebilir. Örneğin, okula gitmek istemeyen ya da okulda sorun yaşayan bir çocuk, aile gündemini meşgul edebilir ve eşleri, kendi aralarındaki sorunu konuşmaktan, bu sorunu ele almaktan, dolayısıyla ortaya çıkacak çatışmadan koruyabilir. Böyle bir durumda ise farklı bir sorun alanı olarak çocukta davranışsal problemler gözlenebilir. İşlevsel şekilde ele alınmayan çatışma çözümü, uzun vadede eşler arasında ve aile sistemi içinde sağlıklı olmayan iletişim örüntüsünü sürdürme potansiyeline sahiptir Çift ve evlilik terapisi, tüm bu gelişimsel art alan ışığında, çiftler arasında ilişki sırasında ve/veya evlilik sürecinde yaşanan sorunlara kapsamlı bir perspektiften bakarak eşlerin ihtiyacına yönelik çözümler üretmeye çalışır. #aile ve çift terapisi#psikoloji#klinik psikolog#osman yıldız

  • OYUN TERAPİSİ

    Oyun çocuk için önemli bir uğraştır. Oyun çocuğa hiç kimsenin öğretemeyeceği konuları, çocuğun kendi deneyimleriyle öğrenmesi yöntemidir. Piaget’e göre oyun bir uyumdur. Oyunlar, çocukların kendi seçtikleri ya da gruptaki bazı öğrencilerin kuralları olan eylemlerdir. Oyun çocuğun kendini ifade edebileceği, yeteneklerini fark ettiği, yaratıcı potansiyelini kullanabildiği dil, zihin, sosyal, duygusal ve motor becerilerini geliştirebileceği önemli bir fırsattır. Çocuklarla iletişim kurmanın, onların dünyasını paylaşmanın birçok yolu vardır. Oyun, bu yolların en doğal olanı, en sık kullanılanı ve en sağlıklı sonuç verilenidir. Oyun her çocuğun gerçekten yaşantısından daha çok benimsediği, daha çok içinde yaşadığı ve mutlu olduğu bir dünyadır. Oyun, her yaşta insanın hayatında önemli yeri olan bir etkinliktir. Yetişkin için, eğlenmek, dinlenmek, boş zaman etkinliği gibi anlamlar ifade eden oyun; çocuk için, içinde yaşadığı dünyayı, çevresindeki insanları tanıma ve anlama aracıdır. Oyun, çocuğun gelişimi için yaşamsal bir önem taşımakta ve çocuğun gelişimini yansıtmaktadır. Çocuğun bedensel, ruhsal gelişimi ve eğitimi için oyun beslenme ve uyku kadar önemli bir ihtiyaçtır. Çocuğun gözü ile bakıldığında oyun, çocuğun en önemli işi, oyuncakları da en önemli aracıdır. Çocukların duygularını, algılarını ve yeteneklerinin gelişmesini sağlayan oyun, en iyi öğrenme ortamıdır. Çünkü gerek oyuncaklarla, gerekse oyuncaksız oynanan oyunlar gerçek yaşam unsurlarını içermekte, yaşamın bir modelini oluşturmaktadır. Çalışma alanları -Duygularını rahatlıkla ifade edebilir. -Kendine güvenini ve duygusal yeterliliğinin değerini arttırmak. -Çocuğun yaşamındaki travmatik olayların yarattığı anksiyeteyi azaltmak. -İnsanlar arası ilişkilerde sağlıklı bağların yaratılması ve bu ilişkilerin arttırılması. -Yerinde ve uygun davranmanın değerinin arttırılması. -Sınır koyamayan ailelerin çocukları -Otorite sıkıntısı olan çocuklar -Ailede yaşanan çatışma, boşanma ya da ayrılık ile ilgilenen çocuklar -Duygusal, fiziksel ya da cinsel tacize uğramış çocuklar -Evlat edilinilmiş çocuklar -Sevilen birinin ölümü ya da hastalığı ile uğraşan çocuklar -Aile içi şiddet gören çocuklar -Kronik hastalık ile uğraşan çocuklar -Dikkat eksikliği tanısı almış çocuklar -Öfke kontrol bozukluğu olan çocuklar -Ayrılık kaygısı yaşayan çocuklar -Aşırı utangaçlık yaşayan çocuklar -Travma/kayıp -Bağlanma sorunları -Evlat edinme sorunları -Kronik rahatsızlıklar -İstismar -Kaygı/stres -Mükemmelliyetçilik -Davranış sorunları -Boşanma -Tuvalet sorunları -Tek ebeveynlik -Depresyon -Gelişimsel sorunlar -Düşük benlik algısı olan çocuklar -Öğrenme güçlüğü ya da diğer okul problemleri yaşayan çocuklar -Tıbbi bir nedene bağlı olmayan baş ağrıları ya da mide arıları fiziksel semptom yaşayan çocuklar -Takıntılı cinsel davranışı olan çocuklar -Özgüven problemleri yaşayan çocuklar -Kardeş kıskançlığı yaşayan çocuklar 3-12 yaş arası çocuklarla çalışılan bir programdır. Hem normal gelişim gösteren, hemduygusal, davranışsal veya gelişim güçlükleri olan çocuklar için kullanılır. -Kendilerinin ve başkalarının duygularını anlamalarını sağlamalarına -Kendi ihtiyaçlarını daha iyi karşılamak için duygularını uygun şekilde ifade etmelerine -Sorun çözme becerilerini geliştirmelerine -Uyumlarını artırmak için çatışmaları ve ikilemleri çözmelerine -Sorumluluk alabilmelerine -Anne babalarına güvenlerini artırmalarına -Özgüvenlerini ve özsaygılarını artırmalarına yardımcı olur -Ailenin gelecekteki sorunlarının önlenmesine yardımcı olur -Ailenin iletişim becerileri gelişir -Ailenin beraber eğlenebilme becerisi gelişir -Aileye gelecekte kullanabileceği beceriler ve fikirler sağlamak için geliştirilmiştir -Ailenin başa çıkma becerileri gelişir -Anne baba çocuk arasındaki ilişkiyi güçlendirir #oyun terapisi#klinik psikolog#Utku Türkmeneri

  • ONLİNE TERAPİ

    Kimler Online Terapiye alınabilir ? Şehir dışında ikamet eden danışanlarımız, danışmanlık süreçlerine yüz yüze başlamak kaydıyla uzmanımızın uygun gördükleri ölçüde skype programı üzerinden destek alınabilir. Bizlerden danışmanlık hizmeti almakta olan fakat işi dolayısıyla yurt dışında veya şehir dışına çıkmak durumunda kalan danışanlarımız, süreçlerinin aksamaması adına uzmanlarının uygun gördüğü doğrultuda görüşmelerini skype üzerinden veya belirlenecek olan görüntülü online sistemlerle gerçekleştirebilirler. Gizlilik ilkesi Tüm danışmanlık görüşmelerinde olduğu gibi görüşmeler gizlilik ilkesi altında gerçekleştirilir. #online terapi#klinik psikolog#Utku Türkmeneri

  • AİLE VE ÇİFT TERAPİSİ

    Aile içinde ve evlilikte yaşanan sorunlar, aile içindeki bireylerin birbirinden uzaklaşması, iletişim problemleri yaşamaları, birbirlerine kızgın veya kırgın olmaları, aile içinde anlaşılmadıklarını ve değer görmediklerini hissetmeleri gibi pek çok sebepten kaynaklanabilmektedir. Aile içi sorunların uzun süre görmezden gelinmesi aile içi gerginliklere sebep olur ve bireyleri birbirinden uzaklaştırabilir. Aile anlaşmazlıkları bazen eşler arasında, bazen ise baba ile çocuklar arasında olabilmektedir. Özellikle çocukların büyümesi ile aile içinde dengeler değişmekte, anne babalar ve çocuklar arasında soğukluklar veya tartışmalar yaşanabilmektedir. İflaslar, büyük kayıplar veya kazalar da aile dinamiklerini etkilemektedir. Aile bireylerinden birinin kumar, alkol veya uyuşturucu bağımlısı olması, aileyi yıpratan bir süreçtir ve diğer fertlerin de olumsuz etkilenmesine yol açmaktadır. Aile içindeki mutsuzluklar, bireylerin iş- okul hayatına ve sosyal hayatına da büyük oranda yansımaktadır. Aile danışmanlığı, aileyi oluşturan bireylerin bir araya gelmesi ve sorun yaratan konularla ilgili uzman aile danışmanları veya psikologlarımız ile birlikte çözüm yolları bulması, her ferdin kendi sorumluluğunu alması ve ihtiyaçlarını ortaya koyması üzerine kuruludur. Aile danışanlığı, çiftler arasındaki ilişkileri, ebeveynler ile çocuklar arasındaki ilişkileri düzenlemede fayda sağlarken, büyük aile fertleri ile dengeyi bulmakta da yardımcı olmaktadır. Danışmanlık hizmeti almak istediğiniz konuya göre, ailenizin ihtiyaçları netleştirilerek gerektiğinde anne, baba, çocuk ve ailenin diğer fertleri aynı görüşmede bir arada görülebilir veya bireyler ikişerli veya yalnız olarak danışmanlığa devam edebilirler. Çiftlerin ilişkilerinde yaşanan tüm tartışma ve problemlerden dolayı bu terapi yönteminden yararlanabilirler. Çift terapisinin çok geniş ve yaygın bir kullanım alanı vardır. Özellikle çocuk merkezli aile terapisi uygulamalarında, bazı durumlarda, çocukları öğretmenleri, okul rehberlik servisi ya da sosyal hizmet uzmanları ile görüşmeler söz konusu olabilmektedir. Nasıl gerçekleşir ? -Kişinin geliştirmek istediği ilişki alanlarını tespit eder, -Kişinin yaşamdaki rollerini ve hangi rollerde gelişmek istediğini belirler ( Yönetici, Anne-Baba, Eş, Sevgili vb.) -Ulaşmak istediği ilişki modeli ve ulaşmak istediği kendi kimliği üzerine çalışır, -Kişinin değerlerine ve bu değerleri yaşamına ne kadar yansıttığına bakar. -Mevcut durum değerlendirmesi yapar, -Kör alanları ve potansiyel alanları ortaya çıkarır ve bunlarla çalışır. -İşe yaramayan eski davranış alışkanlıklarını belirler ve bunların yerine yenilerini koyar. Tabii ki bu bir süreç işidir. Çalışma alanları -Geniş aile ile yaşanan gerilimler, anlaşmazlıklar -Aile içi iletişim problemleri -Aile içi yalanlar, gizlenen olaylar -Aile içinde birbirini anlamama -Aileye yeni birinin katılması -Hamilelik süreci -Ailede yaşanan kayıplar, ölümler -Aile içinde ekonomik dengenin değişmesi, iflas -Aile düzeninin şehir ve iş değişikliği vb. sebeplerle değişmesi -Ailedeki bir ferdin uyuşturucu madde kullanımı -Ekonomik problemler -Stres ve kaygılı ilişkiler -Travmatik geçmiş -Psikoseksüel zorluklar -Ebeveynlik becerileri -Anksiyeteyi ve depresyonu içeren duygusal bozukluklar -Çift ilişkileri -Boşanma -Kronik fiziksel rahatsızlıklar -Yas, kayıp ve travmalar -Yaş ile değişen psikolojik durumlar -Aldatma-aldatılma sürecinin ailenin fertlerine yansıması -Boşanma süreci -Duygusal istismar, ihmal ve şiddet -İkinci evlilikler ve beraberinde değişen dengeler -Aile üyelerinin birinin psikolojik sorular yaşaması, bu alanda tedavi görüyor olması -Aile fertleriden birinin kanser vb. bir hastalığa yakalanması -İletişimi güçlendirmek -Oluşabilecek çatışmaların önüne geçmek -Birbirini daha iyi tanımak ve anlamak -Kültür- yaş farklarından oluşabilecek sorunları öncesinde değerlendirmek -Evlilikten ve ilişkiden beklentileri netleştirmek -Eş rolüne hazır oluşu hızlandırmak -İlişkide güven ortamını güçlendirmek -Çift bağlılığını arttırmak -Evlilik öncesi aile içi uyuşmazlıkların çift olarak üstesinden gelebilmek -Uyumlu olmak için kişisel ihtiyaçları değerlendirmek -Birbirini daha iyi tanıma -İletişim kopukluğu -İlgisizlik -Anlaşılamama -Beklentilerin karşılanamaması -Uyum sorunları/ Uyumsuzluk -Cinsel uyumsuzluk -Tartışmalar/Kavgalar/Çatışmalar -Kıskançlık/Güvensizlik

  • ROMANTİK İLİŞKİDE NE ARARIZ?ÇİFT OLABİLMEK...

    ”… bir kadın ve erkek, birbirlerini çocukluktan itibaren tanıyabilirler, çok iyi arkadaş olabilirler, sevgili olabilirler hatta evlenebilirler ama yine de ”çift” olamayabilirler..” Otto F. KERNBERG Yukarıdaki paylaşımdan da anlaşılacağı üzere, yetişkin yetişkine çift olabilmenin önemine işaret ediyor Kernberg. Bir erkek romantik ilişkide, bilinçdışı olarak “ideal anne”yi; yani hem anne ile kurulan ilişkinin bir benzeri olarak duyarlı, şefkatli hem de cinsel arzuların doyum nesnesi olmasına izin veren kadını aramaktadır. Benzer bir şekilde kadın da, bilinçdışı olarak hem “baba figürü”nü temsil eden, hem de cinselliğini açabileceği, ensest olmayan erkeği aramaktadır. Buradaki dengeyi sağlamak çok önemlidir. Bazı ilişkilerde bu problem oluşturur, aşırı veya kıt şeklinde görülür. Tamamen ebeveyn çocuk ilişkisi yada merhametten yoksun bir cinsellik şeklinde vücut bulur. Geçmiş çocukluk yaşantılarının çözümlenemediği, kendisine ve ilişki yaşayacağı bir ötekine dair temsillerin sağlıklı bir şekilde gelişemediği bireylerde ise; romantik ilişki bir tür geçmiş aile çatışmalarının yeniden sahnelendiği bir alan yaratmaktadır. Yani patolojik ebeveyn ilişkileri olan bireyler, bu patolojik örüntüyü romantik ilişkilerinde de sürdürme eğiliminde olmakta ve her bir eş, yansıtmacı özdeşleşim yoluyla diğer eşte geçmiş ebeveyn rollerini canlandırmaktadır. Böylece kök ailesindeki çatışmanın bir benzeri şu an ki ilişkinin ana dinamiğini oluşturmaktadır. Örneğin; fobik bir adam, eşinin mazoşist karakter yapısını bağımlı bir ilişki kurmak için kullanabilir. Bu şekilde adam, eşinin varlığıyla çocuklukta olmasını arzu ettiği ideal annesini, ilişkide yaşatarak kaygısını azaltmakta, kadın ise çocukken engellenmiş bağımlılık ihtiyacını eşine yansıtarak bağımlı bir ilişkiye imkân veren bir rol üstlenmektedir. Bu tür danışıklı rol-canlandırma düzenlemeleri, her iki eşin de karşılıklı olarak bu iç içe geçmiş bağımlı ilişkiden tatmin oldukları sürece işlevini sürdürmektedir. Cinsel terapi ‘ye ben/biz cinsel isteksizlik yaşıyoruz diye gelirler. Tutku yoktur, şefkat vardır. Çünkü ilişkileri tıpkı ebeveyn-çocuk ilişkisine benzerdir. Yada tam aksidir, müthiş arzu, şehvet vardır ama zarar verici bir ilişkidir; şiddet, sevgi yoksunluğu vs. görülür. Sevgiyle Kalın..

  • Google Places
  • Instagram
  • Facebook
  • LinkedIn

©2022 DrSistem

bottom of page