Arama Sonuçları
Boş arama ile 1063 sonuç bulundu
- Manuel Terapi
Manuel terapi herhangi bir cihaz ya da makine kullanmaksızın, sadece elle uygulanan; kas spazmı, kas gerginliği ve eklem disfonksiyonunun neden olduğu ağrıları azaltmak için, bölgedeki eklemleri manipüle etme ve kas dokusuna baskı yapma şeklinde olan tedavi yöntemidir. Manuel fizik tedavi, hastanın acı çekmeden daha doğal hareket etmesini sağlamak için eklemlerin hareketliliği kuvvetlendirmek ve kas gerginliğini azaltmak için kullanılır. Manuel terapi; Bel fıtığı, bel kayması, boyun fıtığı, boyun düzleşmesi, donuk omuz, sakroilyak eklem disfonksiyonu, kronik bel ağrısı, yumuşak doku yaralanmalarından kaynaklanan akut sırt ağrısı, sırt kası gerginliği gibi eklem sorunları ve bağ çekilmelerinin tedavisinde kişilere rahatlama sağlayabilir.
- GÜNDE NE KADAR SU İÇMELİ?
Pek çok insan gün içinde yoğunluktan, unutkanlıktan ya da farklı sıvı içecekleri sık tükettiği için yeterli su tüketemiyor. Canlıların yaşayabilmesi için hayati öneme sahip olan su, bütün biyolojik yaşamı ve faaliyetleri ayakta tutmaktadır. Biyolojik bir çözücü olan su vitamin ve minerallerin vücutta taşınmasını ve çözülmesini sağlamaktadır. Yeterli ve sağlıklı su tüketilmemesi başta böbrekler olmak üzere, kalp, karaciğer gibi organlarda hayati olumsuzluklara yol açarken, vücut ısısında dengesizlikler, ciltte kuruluk, hazımsızlık, baş ağrısı ve unutkanlığa neden olabilmektedir. Su içerek idrarla yağ atma düşüncesi gerçeği yansıtmamaktadır. Ancak düzenli su tüketilmesi metabolizmayı hızlandırmaktadır. Sabah kalkınca ve akşam yatmadan su içmek tokluk hissi oluşturmakta ve dolaylı olarak kilo verilmesine yardımcı olabilmektedir. Günde 8-9 bardak veya 2-2,5 litre su tüketmek vücudun su ihtiyacını karşılamaktadır. Fiziksel aktivite sırasında kaybedilen suyun tamamlanabilmesi için sıvı alımını 3 zaman şeklinde açıklayabiliriz. Egzersize başlamadan yarım saat önce 2-3 bardak su tüketilmesi, egzersiz aralarında azar azar yudumlayarak su alınması, antrenman sonrasında da 2-3 bardak su tüketilmesi, kaybedilen sıvının tamamlanmasına yardımcı olacaktır. Suyun tadını sevmeyenler ya da mide bulantısı yaşayanlar; dilimlenmiş meyve dilimleri veya havuz, kereviz gibi sebzelerle suya aroma katabilirler. Çay, kahve gibi içecekler vücuttan su atılımını artırdığı için suyun yerine konmamalıdır.
- Bel Fıtığı
Bel fıtığı, omurların arasındaki yastıkcığın (intervertebral disk) ortasındaki sıvı kısmın (nükleus pulpozus) etrafını çevreleyen yapıda (anulus fibrozus) oluşan yırtıktan dışarı taşmasıdır. Bel fıtığı, bel ağrılarının ancak % 4'lük kısmından sorumludur. Bel ağrılarının büyük kısmı, yumuşak dokulardaki (örn. Kas) aşırı gerilme ve zorlanma (L Strain, sprain) sonucu gelişir (%70). Fıtıkların %90'ı bel bölgesinde görülür. Bel fıtıklarının %95'i L4-L5 ve L5-S1 omur aralıklarında oluşur. Nedeni bu bölgenin daha hareketli olması ve daha fazla yük taşımasıdır. En belirgin yakınma ağrıdır. Ağrı genellikle bel veya kalçadan başlayıp, bacak arkasından topuğa kadar yayılım gösterir ve siyatik ağrısı olarak adlandırılır. Ağrı yanında duyusal bozukluklar (yanma, keçeleşme, uyuşma) eşlik edebilir. Ağrı öksürmekle, ıkınmakla ve gülmekle artar. Ayakta durmak, oturmak ve öne eğilmekte ağrıyı arttırır. Fıtığın seviyesine bağlı olarak hastalarda kuvvet kaybı, refleks kaybı veya his kaybı gelişebilir. Bazı durumlarda idrar ve dışkılama kontrolünde bozukluk gelişebilir. Böyle durumlarda acil ameliyat yapılması gerekir. Bel fıtığında temel tanı yöntemi iyi bir öykü ve muayenedir. Kesin tanı manyetik rezonans görüntüleme (MR) ile konur. Tedavide istirahat, ilaç tedavisi, kas gevşeticiler, epidural steroid enjeksiyonları, lokal anestezikler, antidepresanlar, fizik tedavi yöntemleri, egzersiz, ameliyat gibi çok çeşitli yöntemler hastanın bulgularına göre uygulanabilmektedir. Sevgili dostlar, acil şifalar sağlıklı günler diliyorum.....
- Çocuklar her şeyi kendi kendine öğrenir
HEPİMİZ İNEK SÜTÜYLE BÜYÜDÜK Sezaryen ile doğum sonrasında bebeklerde süt alerjisi veya obsesifkompülsif bozukluğu çoğalıyor diye söylentiler var. Bu doğru mudur? Süt alerjisinin belirtileri nelerdir? Öyle bir veri yok tabii ki. Böyle bir verinin olması için yazılı dokümanlar olması lazım, araştırmalar yapılması lazım. Süt alerjisi değişik nedenlerden dolayı olur. Bunlardan bir tanesi, kakada kan görülmesi, fakat bu o kadar sık görülen bir durum değil. İlk 6 ay anne sütünü muhakkak öneriyorlar. İnek sütüne de 6 aydan sonra başlayabilir. Hepimiz inek sütüyle büyüdük, hepimizde obsesifkompülsif bozukluğu mu var. En ideali anne sütü, ben anne sütünün yerine başka bir şey tanımıyorum. Ama şöyle bir algı var, ‘inek sütü verilmez.’ Peki ne vereceksiniz. Mama vereceksiniz. Mamalar ne, inek sütü önce toz haline getiriliyor ve o toz paketlere konuluyor. O inek sütü tozlarını sulandırıp bebeğe veriyorsunuz. Yani inek sütü veriyorsun, ne fark etti. Ailelerin bütçesine ekonomik güç kesilmesinden başka bir yararı yok. DÜNYADA BÖYLE BİR ÇEŞME YOK Anneler bebeğin doyup doymadığını anlamıyorlar ve orada da telaşa kapılıyor. Bebeğin doyduğunu nasıl anlarız? Annelerde bir alışkanlık var, ‘benim sütüm bebeğe yetmiyor, bebek üç dakikaya bir bırakıyor, bebek emmiyor’ gibi. Hep bebek suçlu yani annelerde hiç suç yok. Bebeğin midesinin hacmi çok küçük ama Tanrı buna bir ayar yapmış. Başlangıçta sütü koyu gönderiyor, bebek büyüdükçe o sütün yoğunluğu azalıyor. İçindeki protein miktarı yüzde 10’dan yüzde 1’e düşüyor. Tanrı buna ayar yapmış, bebeğin ihtiyacına göre sütü az gönderiyor. Bebek büyüdükçe sütün miktarı artıyor. Dünyada böyle başka bir çeşme yok. Bebeğin ihtiyacına göre süt geliyor. Bebekler kırkı çıkana kadar günde 10’ar kere emer, daha sonra 8’e düşer. Çünkü gelen süt miktarı da 5 ml ile başlar 250 ml kadar çıkar. Başlangıçta bu kadar çok süt gelmemesinin sebebi, süt taşar ve bebek boğulma tehlikesi geçirebilir. Tanrı bunun ayarını yapmış. Başlangıçta bebeğin midesinin hacmine göre sütü az ama yoğun gönderiyor, daha çok ama yoğunluğu az gönderiyor. Anne sütünün yetip yetmediğinin kriterleri var. Nasıl ki arabaların yağ, su, benzin göstergesi var bizde de öyle. Bir bebeklerin göstergesi var bir de annelerin göstergesi var. Bebeklerin göstergesi şu, bebek kırkı çıkıncaya kadar günde 10’ar kere emmesi. Tanrı, anneler bebeklerine daha iyi baksın, bebeklerin mideleri gece dinlensin diye acıktırmaz. Gece yatar ve sabah ilk ışıklara kadar uyanmaz, daha sonra başlar ağlamaya. bebek kakasını çok yapıyorsa bu bebeğin iyi beslendiğinin göstergesidir. Günde 10’ar kere emen bebek, günde 5-6 kere de kaka yapar bu normal. HER ŞEYİN NORMALİ SAĞLIKLIDIR Siz bir çocuk doktoru olarak sezaryen doğumu öneriyor musunuz? Normal doğum mu sezaryen doğum mu? Her şeyin normali sağlıklıdır. Amerika’da, Avrupa’da insanlar artık normal doğum yapıyor. Bizde sezaryeni tercih etmelerinin sebebi, doğumdan kaçma, ağrıdan kaçma ve türlü sosyal nedenlerden dolayı tercih ediliyor ama doğru bir şey değil bu. Doğum öyle bir travma ki, normal doğum sırasında bebek kanaldan geçerken oradaki basınçtan dolayı akciğerleri sıkışır ve bu ve sıvı kolaylıkla atılır. Ama sezaryen da bu böyle değil. Akciğerdeki sıvıyı çocuk atamıyor ve solunum yetmezliği problemleri yaşayabiliyor. Hele bebek erken alınırsa bu çok sıkıntı yaratabiliyor. TOPLUMUMUZDAKİ ANNELERİN DEMİRİ DÜŞÜK Bizler kan ilacı içerek büyüdük ama şu anda çocukların kan depoları maalesef boş. Çocukların kan depoları neden bu şekilde? Çocukların kan depoları boş değil. Bundan 20 sene öncesini konuşayım ben. Demir eksikliği anemisi tedavi etmekten illallah etmiştim. ‘Çocuk gelişmiyor, soluk, çocuk öğrenmiyor, çocukta gelişme yok.’ Bakıyorsun, hepsinin demiri düşük. Çünkü bizim toplumumuzdaki annelerin yüzde 30’unun demiri düşük. Annede kansızlık var ve bebeğine de yeteri kadar demir geçiremiyor. İlk bir yıl beslenmemiz süt ağırlıklı, demir neyde var, dana etinde var, balıkta var, ciğerde var, sakatatta var gibi. Çocuk bunlardan hangisini yiyor, hiç birini. Bir tek sütle besleniyor. Zaten anneden yeteri kadar kan geçmemiş, demir geçmemiş. Bu yüzden çocukta demir eksikliği başlıyor. Huzursuzluk, iştahsızlık, öğrenememe, enfeksiyona meyil, bütün bunlar demir eksikliğinden oluyor. EMZİK KULLANILSIN AMA ERKEN YAŞTA BIRAKILSIN Çocukların emzik kullanmasını öneriyor musunuz, sakıncaları var mı? Ben belli bir dönem kullandırtıyorum, kendi çocuklarıma da kullandırttım. Kullanma demek olmuyor ama erken yaşta da bıraktırtmak lazım. Ağız yapısı, diş yapısı bozulmasın diye. ÇOCUKLAR HER ŞEYİ KENDİ KENDİNE ÖĞRENİR Kanguru ve yürüteç ile ilgili neler söylersiniz. Bunların zararı var mı? Ben yürüteci hiç kimseye tavsiye etmiyorum. Yürüteç alacağınıza mama sandalyesi alın. Darwin’in bir teorisi var, anne karnındayken bebek iki büklüm durur. Doğduktan sonra yavaş yavaş dik hale gelir, önce başı dikelir, oturur, ayağa kalkar, yürür. Çocuk bunların hepsini kendisi öğrenir. Ama yürütece konulduğu zaman oradan oraya kayıyor, bir de kaydığı vakit sağa sola çarpıyor, takla atıyor. Bunun için yürüteci kesinlikle tavsiye etmiyorum. Kanguru için aynı şeyi söyleyemem. Kanguru kullanılabilir. SÜNNET TEMİZLİKTİR Sünnet için sizce en uygun yaş kaçtır? Sünnet sakıncalı mıdır? Dini bir zorunluluk yoksa birinci aydan sonra sünnet yapılabilir. Bizler, ‘hele şu doğum telaşı falan kalksın’ diyoruz. Aslında doğduktan hemen sonra yaptırılması en uygunu ama ben birinci aydan sonra yaptırtıyorum. Ben diyorum ki, ya 1 yaşından önce yaptıracaksın ya da 5 yaşından sonra yaptıracaksın. Çünkü çocuk ya bilmeyecek neyin ne olduğunu ya da 5 yaşından sonra anlatacak herkese, farkında olacak ne yapıldığının. Aileler düğün yapmak istiyorlar, tören yapmak istiyorlar. Ben ailelere basit bir çözüm önereyim, ‘kardeşim yap şunu 1 yaşından önce, kimseye de söyleme. 5 yaşında da düğününü yap.’ Sünnet sakıncalı mıdır sorusuna gelecek olursak, sünnet temizliktir. Sünnet mikroplardan korur. Biz idrar yolu enfeksiyonlarını önlemek için özellikle sünneti öneriyoruz ki, temizlik olsun, hastalık olmasın.
- Kenelerle Bulaşan Hastalıklar
Kene, çoğunlukla konakçı seçiciliği göstermeksizin mutlaka bir canlıya tutunarak kan emmek zorunda olan bir dış parazittir. Ülkemizde kene halk arasında “sakırga”, “yavsı”, “kerni” gibi isimlerle de bilinmektedir. Türkiye, kene faunası yönünden çok zengin bir ülkedir. Dünyada bilinen yaklaşık 900 kene türünün pek çoğuna ülkemizde rastlanmaktadır. Kenelerin vücutları tek parçadan oluşur ve ön taraflarında ağız organelleri yer alır. Keneler konaklarına tutunup ağız organellerini deri içine sokarlar ve burada sabitlenip doyana kadar aynı yerden kan emerler. Bazı kene türleri çok kısa sürelerde çok miktarda kan emip doyarken, bazı kenelerin doyması için birkaç gün ile birkaç hafta arasında süre gerekmekte, bazıları bu süre içinde dönem değiştirip gelişmektedir. Kenelerin hayvanlardaki bazı hastalıklarla ilişkili olduğu uzun zamandır bilinmesine rağmen insanlarda görülen hastalıklarla ilişkisi 1980’li yıllarda ortaya konmuştur. Kenelerin farklı türleri insanlarda hastalık oluşturabilen bazı patojenleri bulaştırabilmektedir. Kenelerden insanlara bulaşan başlıca hastalıklar Kırım Kongo Kanamalı Ateşi (KKKA), Lyme hastalığı, Q ateşi, Kene kaynaklı ensefalit, Akdeniz benekli ateşi, Monositik erlihyoz, Granülositik erlihyoz, Babezyoz olarak sıralanabilir.
- Diyabetik Ayak Enfeksiyonları
Diyabetes Mellitus (DM), pankreasın yeterince insülin üretemediği veya vücudun üretilmiş insülini etkili şekilde kullanamadığı durumda oluşan kronik bir hastalıktır. Bu hastalıkta kan şeker düzeyi yükselir (hiperglisemi), başta kan damarları ve sinirler olmak üzere tüm dokular kronik ve ilerleyici şekilde zarar görür. Hastalarda tıkayıcı damar hastalığı (anjiyopati), sinirlerin tahribatı (nöropati), böbrek fonksiyon bozukluğu (nefropati), ve görme bozukluğu (retinopati) gelişir. Bu olumsuzluklar uzun sürede ortaya çıkar ve yavaş bir seyir izler. Diyabetin komplikasyonu olarak ortaya çıkan sinir tahribatı ve tıkayıcı damar hastalığı; birlikte etki ederek ayaklarda yara açılmasına neden olurlar. Nöropati (sinir tahribatı) diyabetik ayak yarasının başlamasında önde gelen nedendir. Hastaların çoğunda çarpma, vurma, batma, yanma vb. gibi farkına varamadıkları bir nedenin yarayı başlattığı gözlenmiştir. Genellikle duyu kaybı nedeniyle yaralanma erken dönemde fark edilemez, bu da ilerleyici doku hasarına yol açar. Anjiopatinin (tıkayıcı damar hastalığı) ayak yaralarının oluşumundaki sorumluluğu ise daha azdır. Hastaların ayak kan akımında azalma olduğundan temel maddeler, oksijen ve antibiyotiklerin yaralı bölgeye ulaşması kısıtlanır. Bu yüzden yara açılmış bölgede iyileşme olasılığı zorlaşır. Oluşan yaraya yerleşen bakteriler (enfeksiyon) hızlı bir şekilde derin dokulara ilerleyerek büyük çaplı doku ölümlerine (nekroz) yol açar. Bu sürece gangren adı verilir. Kısa sürede gelişen gangren çoğu zaman hastanın ayağını bazen de yaşamını kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya bırakabilir.
- HIV'de erken tedavi çok önemli
HIV'de erken tedavi çok önemli Özel Gürlife Hospital Hastanesi Enfeksiyon Hastalıkları ve Mibrobiyoloji Uzmanı Uzm. Dr. Tuğba Erdoğan "Erken başvuru tüm diğer hastalıklar gibi HIV/AIDS için de, hem erken tedavi başlanması ve hastalığın ilerlememesi, hem de bulaştırıcılığın önlenmesi açısından çok önemli" dedi. Erdoğan açıklamasında şu ifadelere yer verdi: Dünya Sağlık Örgütü tarafından HIV/AIDS farkındalığını artırmak için 1988 yılında 1 Aralık Dünya AIDS Günü olarak kabul edilmiştir. İlk çıkışı 1960’lı yıllara ve ilk tanısı da 1980’li yılların başına dayanan HIV enfeksiyonu, tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de ciddi bir halk sağlığı ve toplumsal sorundur. Ülkemiz HIV/AIDS açısından hastalığın az sıklıkla görüldüğü ülkeler arasında yer almakla birlikte, dünya genelinde düşme trendi gözlenmesine rağmen Türkiye, yeni vakaların “en hızlı arttığı” ülkelerden biridir. Ülkede son on yılda HIV vakalarında %465 artış olduğu tespit edildi. Üstelik yeni tanı alanların yüzde 49’u, 25-49 yaş aralığındaki genç insanlar. Bu veriler, bize HIV enfeksiyonunun yakın gelecekte de önemli bir halk sağlığı sorunu olmaya devam edeceğini ve bu zamana kadar yaptıklarımızdan daha fazlasını yapmamız gerektiğini gösteriyor. Öncelikle, HIV “artık korkulacak bir enfeksiyon değil”. Geçen yılllarda 21 binden fazla kişi ile yürütülen bir araştırma, katılımcıların yüzde 77.3’ünün HIV/AIDS ile ilgili “hiçbir bilgisi” olmadığını ortaya koydu. İnsan bilmediği şeyden korkar. HIV ile ilgili korkunun üretilmesinde sorun, bulaşma yollarının yanlış bilinmesinden kaynaklanıyor. HIV, korunmasız (kondomsuz) cinsel ilişki, test yapılmamış kan, doku ve organ nakilleri, damar-içi ortak kullanılan şırıngalar ve kesici/delici alet yaralanmaları ile bulaşır. Bir başka bulaşma yolu da anneden-bebeğe aktarılmasıdır. Doğru tedavi ile bu bulaşma yüzde yüz engellenebilmektedir. Bulaşma yollarının çeşitliliğine bağlı olarak HIV enfeksiyonu tüm yaş gruplarında görülebilmektedir. • HIV ile yaşayan insanlarla tokalaşmak, öpüşmek, kucaklaşmak veya onlara sarılmak; yani hiçbir sosyal temasla bulaşmaz. • HIV ile yaşayan insanlarla aynı okulda okumak,aynı iş yerinde çalışmak,aynı yerden yemek yemek,aynı havuzda /denizde yüzmek,aynı tuvaleti kullanmak; yani hava,su,gıda veya doğrudan temas yoluyla bulaşmaz. • Sinek veya böcek ısırması ile bulaşmaz. HIV’den korkmaya gerek yoktur. Bugünkü tedavi seçenekleri, kişinin yaşama kalitesi etkilenmeden sağlıklı yaşamasını mümkün kılmaktadır. Dolayısıyla bugün HIV ile yaşamak, diyabet veya hipertansiyon gibi bir kronik hastalık ile yaşamaktan farklı değildir. Elbette öncelik riskli davranışlardan kaçınmak, dolayısıyla korunmadır. Erken başvuru tüm diğer hastalıklar gibi HIV/AIDS için de, hem erken tedavi başlanması ve hastalığın ilerlememesi, hem de bulaştırıcılığın önlenmesi açısından çok önemli. Şüpheli teması ya da şikayeti olanları tarama testlerini mutlaka yaptırmalılar. Pozitif sonuç durumunda hasta isimleri gizli kalmaktadır ve hasta mahremiyetine dikkat edilerek özel kodlamalarla sonuç takibi yapıyoruz. Unutmayınız ki, gerek test ve tanı hizmetleri, gerekse tedavi hizmetleri ülke genelinde yaygındır. Biz de Özel Gürlife hastanesi olarak bu grup hastaların takibini özen ve hassasiyetle yapmaktayız. Bilmek, korkularımızla baş etmeyi sağlar….
- Enfeksiyonlardan Korunmanın Yolları
RİSK ARTIYOR Kış aylarında vücudumuzun direncini kıran birçok değişiklik hastalıkların artışına katkıda bulunur. Ayrıca cildimiz soğuğa bağlı olarak kurumakta ve bütünlüğü kolayca bozularak enfeksiyonlara ve alerjik reaksiyonlara eğilimi artmaktadır. İnsan vücudu doğadan etkilenmekte ve havanın soğumasıyla birlikte bir yorgunluk görülmekte, depresif bir mizaç hakim olmaktadır. Bu nedenle günlük enerji, vitamin ve mineral gereksiniminde artış olmaktadır. MİKROORGANİZMA Kışın en çok soğuk algınlığı ve grip hastalığı artış gösterdiğini söyleyen Uzm. Dr. Uygun "Her ikisi de virüs dediğimiz çok küçük mikroorganizmalarla bulaşmaktadır. Hastalık etkeni mikroorganizmaların bulaşmasında, hapşırma, öksürme yoluyla çevreye yayılan damlacıkların direkt solunum yoluyla alınması önemli bir faktördür. Gözden kaçan önemli bir bulaşma yolu da kirli ellerdir. Ağız ve burun salgılarının bulaştığı ellerle başka kişilere veya eşyalara temas sonucu mikrop kolayca bulaşır buna özellikle dikkat edilmeli'' dedi. NASIL KORUNURUZ? Kış hastalıklarından korunmanın yollarını anlatan Uzm. Dr. Bekir Uygun, "Kirli, kapalı ve soğuk ortamlarda uzun süre kalınmamalı, hava sıcaklığına uygun kıyafetler giyilmelidir. Solunum yolu hastalığı olanlar mümkünse bulaştırıcılığı geçene kadar diğer insanlarla temastan kaçınarak dinlenmeli, sık sık ellerini yıkamalı, hapşırma ve öksürme esnasında daha dikkatli olmalıdır. Beslenme programı gözden geçirilmeli, doğal yoldan veya ilaç şeklinde vitamin takviyeleri yapılmalıdır. Turunçgiller, havuç, brokoli, kabak, Brüksel lahanası, yeşilbiber, karnabahar, mandalina, maydanoz, roka, tere gibi sebzeler, vitaminler açısından zengin besinlerdir. Ayrıca çay ve kahve yerine bitki çayları veya C vitamini yönünden zengin olan kuşburnu, ekinezya ve ginseng gibi bitkisel çaylar ile taze meyve ve sebze sularının tüketilmesi gerekmektedir. Meyveler sıkıldıktan sonra hemen içilmeli. Salatalar ve meyve suları bekletildiğinde C vitamini kaybı olur. Çünkü bu vitamin; ısı, ışık gibi etmenlerden kolayca etkilenir. Doku yapımı ve onarımındaki güçlü etkileri nedeniyle proteinler, günlük beslenmeden eksik edilmemelidir. Enfeksiyon olduğu dönemlerde, protein kaynakları yeterli tüketilmeli. Özellikle süt, yoğurt, peynir, yumurta, et, tavuk ve balık gibi gıdalar proteinlerin en iyi kaynağıdır'' dedi.
- Viral Hepatitlere Dikkat!
Halsizlik, iştahsızlık, kusma belirtisine dikkat Hastalığın belirtileri virüsün tipinden çok karaciğerde yaptığı hasara göre değişiklik gösterir. Bazı hastalarda ise hiç belirti ve bulgu olmayabilir. Kimi hastalarda ise halsizlik, iştahsızlık, bulantı, kusma, eklem ağrıları, kaşıntı, göz aklarında ve ciltte sararma, ateş, dışkı renginde açılma, idrar renginde koyulaşma gibi bulgular oluşabilir. Kreş dönemindeki çocuklarda sık görülüyor Hepatit A'nın ülkemizde özellikle kreş dönemindeki çocuklarda sık görülmekte. Bu yaş grubunda hiç belirti vermemesi nedeniyle çoğu kez hastalığın tanısı konulmadan hastalar iyileşmektedir. Hepatit A, hasta kişilerin dışkılarıyla kirlenmiş yiyecek, su ve dışkıyla kirlenmiş eller ve yüzeylerden bulaşır. Duyarlı kişilerin çok olduğu kreş ve okullarda salgınlar yapabilir. Hastalık kronikleşmez, karaciğerde kalıcı hasar bırakmaz, erişkinlerde hastalık daha ağır seyreder. Hastanın özel eşyaları ayrılmalı Hepatit E'nin de Hepatit A gibi dışkıyla kirlenmiş su veya yiyeceklerle bulaşır. Hepatit A'ya göre daha az görülür, kronikleşmez ve kalıcı karaciğer hasarı yapmaz. Özellikle gebelerde ağır seyreder ve ölümcül olabilir. Korunmada, el yıkamaya özen gösterilmesi, tuvaletlerin, hastaların kullanımından sonra çamaşır suyuyla dezenfekte edilmesi, hasta çocukların iyileşene kadar okula gönderilmemesi, hastanın bardak, havlu vb. eşyalarının ayrılması gerekmektedir. Hepatit E^nin aşısı yoktur Hepati A'nın aşısı olduğunu söyleyen Uzm. Dr. Uygun, "Hepatit E'nin aşısı yoktur. Hepatit B ve C ise kronikleşme eğiliminde olması ve kalıcı karaciğer hasarına yol açabilmesi nedeniyle önemlidir. Her iki hastalık, kan yolu ve cinsel ilişkiyle bulaşabilmektedir. Hepatit B'yle erişkin yaşta karşılaşan hastaların yüzde 95'i, 6 ay içerisinde iyileşmesine rağmen hastalıkla küçük yaşta karşılaşanların ise yüzde 90'dan fazlası kronikleşmektedir. Hepatit C ise bütün hastaların yaklaşık yüzde 80'ninde kronikleşmektedir" dedi. Steril olmayan malzemeler riskli Hastalığın bulaşma yolları hakkında da konuşan Uzm. Dr. Uygun, "Enfekte kanla temas, manikür, pedikür malzemelerinin steril edilmeden kullanılması, toplu sünnet törenlerinde steriliteye ve hijyene dikkat edilmemesi, uyuşturucu ve ilaç enjeksiyonu esnasında mikroplu iğnelerin ortak kullanılması, steril edilmemiş malzemelerle yapılan diş tedavileri, korunmasız cinsel ilişki, sterilizasyona dikkat edilmeden yapılan dövme ya da piercing, mikrobu taşıyan gebeden çocuğa bulaşma olabilmektedir" dedi. Diyaliz tedavisi görenler tetkik yaptırmalı Hepatitli hastaların büyük bölümünde hastalarda belirgin bir belirti ve bulgu olmadığı için hastalığın tanısının ancak yapılacak kan testleriyle konulabildiğini belirten Uzm. Dr. Uygun, "Bu nedenle ailesinde veya birlikte yaşadığı kişilerde hepatit olanların, dövme, piercing yaptıranlar, yetkisiz ve kontrolsüz yerlerde diş tedavisi yaptıranlar, diyaliz tedavisi görenler, uzun süre hapiste kalanlar, sağlık personelleri gibi risk grubunda olanların bir sağlık kuruluşunda tetkik yaptırmaları gerekmektedir" diye konuştu.
- Tiroid Bezi
Tiroid bezi vücudun en büyük endokrin bezlerinden biridir ve iki bağlı parçadan (lob) oluşur. Bu bez nefes borusunun önünde adem elmasının altında bulunur. Tiroid bezi vücudun enerji döngüsünü düzenler, protein yapımını ve diğer hormonlara vücudun hassasiyetini kontrol eder. Aktif tiroid hormonları olarak tiroksin (T4) ve triiyodotironin (T3) üreterek bu süreçlere katılır. Bu hormonlar vücuttaki diğer sistemlerin işlevini, büyüme hızını düzenler. Tiroid hormon çıkışı hipotalamus tarafından üretilen tirotropin salıveren hormon (TRH) ile düzenlenir ön hipofiz dediğimiz organdan tiroit uyarıcı hormon (TSH)’ı artırarak bu işlevi düzenler. Tiroid Bezi hormonları, Graves hastalığı-otoimmün bir hastalıkda aşırı miktarda üretilir ve hipertiroidi (zehirli guvatr) oluşur. Buna karşılık, hipotiroidizm yetersiz tiroid hormon üretiminin olduğu bir durumdur. Dünya çapında en sık nedeni iyot eksikliğidir. Tiroid hormonları gelişimi için iyot önemlidir. İyot eksikliğine bağlı hipotiroidizm önlenebilir zihinsel gelişim yetmezliğinin en önde gelen nedenidir. İyot yeterli bölgelerde ise hipotiroidinin en sık nedeni Hashimoto tiroiditi ise otoimmün ) (vücudun kendi organlarını yabancı olarak gördüğü ve immun sistemdeki sorundan kaynaklanan bir hastalıktır. Buna ek olarak, tiroid bezinde aynı zamanda nodüller ve kanser çeşitli gelişebilir. Endokrinologlar ayrıca tiroid nodüllleri, tiroid kanseri ve büyümüş tiroid dokusunu (guatr) tedavi etmek için de eğitim alırlar. Birçok kişinin tiroid bezinde tiroid nodülü bulabilirsiniz. Bu tiroid nodülü çoğunluğu ( kanserli olmayan) , benign (iyi huyludur) ve onların varlığı mutlaka hastalık anlamına gelmez. Çoğu tiroid nodülleri herhangi bir belirtiye neden olmaz ve çoğu tesadüfen saptanır. Genellikle multinodüler guatr olarak adlandırılır ve bu durumda birçok nodül vardır . Doktorlar genellikle nodüllerin durumunu belirlemek için tiroid iğne aspirasyon biyopsi yaparlar. Nodül kanser şüphesi veya kanser görülmezse genellikle takip edilir. Nodül şüpheli ise o zaman ameliyat önerilir.
- Endokrinoloji ve Endokrin Sistem Nedir?
Endokrin (Endo-iç, krin-salgı) sistem vücudun iç salgı bezlerinden oluşur. İç salgı bezleri ise hormon yapıp bunların salgısını yapan organlardır. Bu salgılara hormon adı verilir. Hormonlar canlıların vücudunda farklı aktiviteleri ve fonksiyonları kontrol edip düzenler. Bu hormonlar üreme, çoğalma, vücudun metabolik aktiviteleri ve anne karnından canlının son nefesine kadar büyüme ve gelişmeyi kontrol eder. Aynı zamanda hormon sistemi bizim çevremize verdiğimiz tepkileri düzenler ve açlık, tokluk durumunda kararlı bir enerji düzeyi oluşturur. Endokrinolojide söz konusu salgı bezleri, hipotalamus,hipofiz (pitüiter),tiroid, paratiroid, pankreas,epifiz, kadında over, erkekte testis, böbreküstü bezi, vücudun çeşitli yerlerinde olan yağ dokusu ve kan damarlarının içini döşeyen hücrelerdir.
- İyotun Önemi
İyot eksik olan alanlarda tiroid bezi oldukça büyük olabilir, bu duruma endemik guvatr denir. Fiziksel büyüme ve gelişmenin yanı sıra beyin gelişimi (endemik kretinizm) sorunları oluşur, tiroid hormonu eksikliği (konjenital hipotiroidizm) bebekde ciddi sorunlar meydana gelebilir. Birçok gelişmiş ülkede, yenidoğan rutin yenidoğan taramasının bir parçası olarak konjenital hipotiroidi açısından test yapılmaktadır. Konjenital hipotiroidi olan çocukların normal büyüme ve gelişimi levotiroksin verilmesi ile kolaylaştırılır. Tiroksin insanlarda metabolizma ve büyüme düzenlenmesi için çok önemlidir. Kemik Kemik remodeling ( veya kemik metabolizması) olgun kemik dokusunun kemik erimesi ve bunun tekrar yapımı şeklinde bir döngüden oluşmaktadır.. Bu süreçler aynı zamanda normal insan aktiviteleri sırasında meydana yeniden değişimler veya kırık gibi yaralanmalarda hasarı yeniden yapılandırma şeklinde kontrol eder. Bu tadilat mekanik yüklenme ve fonksiyonel taleplere cevap verir. Yaşamın ilk yılında, iskeletin neredeyse tamamı değiştirilir. Yetişkinlerde bu yenilenme olayı yaklaşık % 10 geriler. Bazı hastalıklar kemik yapımını azaltırken bazı durumlar da yıkımını artırarak hem kemik iç yapısını hem de kemik kalitesini bozmaktadır.
















