top of page

Arama Sonuçları

Boş arama ile 1063 sonuç bulundu

  • KAHVE VE SAĞLIK

    Kahve; Türk toplumunun hayatına ilk 1500 lü yıllarda Kanuni Sultan Süleyman döneminde girmiş ve sonrasında kültürümüzde kendine has bir yer edinmiştir. Tarihçesi ise Afrika ve Arabistan’da 3. Yüzyıla kadar dayanmaktadır. Günümüzde çok fazla çeşidi bulunmasına rağmen, ‘Türk Kahvesi’ pişiriliş şekliyle diğer kahvelerden ayrılmış, zamanla hem toplumumuzda hem de Avrupa’da bu isimle tanınarak bir marka haline dönüşmüştür. Tüketimde filtre kahve, espresso, hazır kahve, cappucino ve kafeinsiz kahve gibi birçok çeşidi bulunan kahve; temelinde Coffea isimli tek bir ağacın meyve çekirdeklerinden elde edilmektedir. Bu tanelerin kavrulup öğütülmesi aşamasında farklı aroma ve tatta kahveler oluşmaktadır. “Coffea” Kahve ağacı; ani ısı değişikliklerinin olmadığı düzenli yağış alan tropikal bölgelerde yetişir. Bu sebeple ülkemizde denense de yetiştirilmesi pek mümkün değildir. Güney Amerika ve Güney Asya yetiştiği tropikal bölgelerdendir ve dünyada tüketilen kahvenin yarıdan fazlası Brezilya’da üretilmektedir. Pek çok çeşidi olmasına rağmen Coffea Arabica ve Coffea Caneford -diğer bir adıyla Robusta- kahve türlerinin tarımı yapılmaktadır. Ağacın yetiştiği bölge; toprak yapısı, suyun içeriği, havanın nemi ve güneşlenme süresi gibi pek çok faktör içilen kahvenin lezzetini etkilemektedir. Günlük hayatta “gold” olarak ticareti yapılan kahve ise “arabica” olan türüdür. Arabica ‘nın yetiştirmesi daha zordur ama lezzet kalitesi daha yüksektir. Kahve tüketime hazır hale gelmeden önce birtakım işlemlerden geçer. Özellikle kavurma işleminin az ya da çok oluşu lezzeti etkileyen önemli bir faktördür. İşlem esnasında oluşan karamelize karbonhidrat, kafeol, tanen, aromatik esanslar ve kafein kahveye özelliğini kazandırır. Kafeol ve kafein kahvenin özel lezzetini oluşturur. Kahvenin uyarıcı özelliği ise KAFEİNDEN kaynaklanır. Kahve dediğimizde elbette ilk akla gelen KAFEİN’dir ve kahve çekirdeğinin % 1.1-2.6 ‘sı olup, bu oran kahve çekirdekleri arasında bile farklılık gösterebilmektedir. Ancak bilinmelidir ki; kahve dışında çay, enerji içecekleri, kolalı içecekler gibi birçok besinde de kafein bulunmaktadır. KAHVENİN SAĞLIĞIMIZ ÜZERİNE ETKİLERİ Kahvenin içerisindeki etken madde kafein mide salgısını da artırmakta, mide salgısının aşırı artışı da mide mukozası zayıf olan kişilerde ağrı, yanma gibi şikayetlere neden olabilmektedir. Özellikle ülser, gastrit gibi sindirim sistemi rahatsızlıkları olan kişilerin kahveyi dikkatli tüketmesi gerekir. Reflü problemi olan kişilerin de kahve tüketimini azalttığı takdirde şikayetlerinde azalma olmaktadır ancak bilinmelidir ki tedavide tek başına yeterli değildir ve beslenmeyle ilgili diğer etmenlerin de düzeltilmesi gerekir. Yapılan bir çalışma; kahve içenlerde bağırsaklardan demir emiliminin % 24-73 azaldığını ve besinlerle alınan demirin bir kısmının emilemeden vücuttan atıldığını göstermektedir. Kahvenin kesilmesi ya da tüketilen miktarının azaltılması, demir eksikliği tedavisinin başarısını olumlu yönde etkiler. Farklı çalışmalarda kahve içmenin şeker hastalığı ile ilişkisi de incelendiğinde ise (klorojenik asit ve magnezyumun etkisi) kahve içenlerde erişkinlik çağı şeker hastalığının yani Tip 2 diyabetin görülme sıklığının azaldığı saptanmıştır. Aynı çalışmada kaynatarak kahve yapma ile filtre ederek kahve yapma arasında fark olup olmadığına bakılmış ve filtre kahve bazı çalışmalarda daha yararlı bulunmuştur. Kahve ve osteoporoz yani kemik erimesi ilişkisine bakıldığında; özellikle günlük kafein alımı 300 mg üzerinde olan ve yetersiz kalsiyum alan kadınlarda kemik mineral yoğunluğunun azalabileceği ve osteoporoz riskinin artabileceği bilinmektedir. Kahvenin böbrek fonksiyonları üzerindeki etkisine gelince; özellikle böbreğinde oksalat taşı olanların dikkat etmesi gerekir, çünkü besinle kazanılabilecek oksalat için en önemli kaynaklardan biridir kahve! Böbrek yetmezliği olan kişilerin kahve içerken biraz tedbirli olmaları tavsiye edilmektedir. Gebe kadınların da kahve tüketirken, günlük kafein tüketimlerini 200 mg’ ın altında tutmaları gerekiyor. Kahve tüketimi ve gebelerde erken doğum ya da bebeklerde oluşabilecek anomaliler incelendiğinde kesin bir ilişki bulunamamıştır. Ancak emzirme döneminde; annenin içtiği kahvenin içindeki kafein emzirdiği sütle bebeğe de geçiyor. Bu sebeple emzirme döneminde kahveyi sınırlamakta fayda var. Ayrıca süt veren annelerde kahveye bağlı uyku azalmaları ve huzursuzluk gibi işaretlere daha sık rastlanmaktadır. ** Kahvenin belki de en önemli özelliği kalori içermemesidir. İçerisine süt, şeker ya da krema ilave edilmediği takdirde kalorisi yoktur. Ayrıca metabolik hızı artırıcı etkisi de bulunmaktadır. Bir çalışmada; Kafein 8 mg/kg düzeyinde verildiğinde metabolik hızda %16 artış gözlenmiştir. Bu durumda aynı şekilde metabolik hızda artış olduğu gibi, yağ oksidasyonunda artış ve termik etkide artış olduğu da gözlenmiştir. Zayıflama diyeti yapan kişiler bu özelliklerinden dolayı kahveyi keyifle tüketilebilirler. Sağlıklı bir yetişkinin tüketebileceği kahve miktarına bakıldığında ise; günde kilosu başına maksimum 5 mg civarında kafeini tolere edebileceği hesaplanıyor bu da 60 kg standart bir yetişkin için yaklaşık “300 mg / gün” kadar kafeine denk geliyor.

  • SAĞLIĞIMIZA DOST BAKTERİLER – PROBİYOTİKLER

    İsmini Yunanca ‘YAŞAM İÇİN’ için anlamına gelen “pro bias”tan alır. Bağırsak florasını dengeleyerek insan sağlığını olumlu yönde etkileyen canlı mikroorganizmalardır. Bulundukları konakçı için faydalı olan (non-patojen) bakterilerdir. Son yıllarda sağlık otoritelerinin sıkça üzerinde durduğu probiyotiklerle ilgili pek çok çalışma literatürlere eklenmiştir. Vücudumuzdaki etkilerine genel olarak bakalım: · Probiyotik bakteriler (dost bakteriler) vücutta antimikrobiyal maddeler üreterek, bağırsaklarda istenmeyen mikroorganizmaların çoğalma hızını kontrol ederler ve doğal floranın denge içinde bulunmasını sağlarlar. · Probiyotikler immün sistemi destekler ve mikrobiyal patojenlere karşı direnci arttırırlar. Hastalık yapıcı bakterilerin etkinliğini azaltırlar · İshal ve kabızlık durumunda etkilidirler, tedavi aşamasında sıkça başvurulan takviyelerdir. · Bağırsaklarda B grubu vitaminlerin üretilmesinde görevlidirler. · Kansere neden olan maddelerin zararlarını azaltırlar. · Serotonin maddesinin salınımına yardımcı olarak depresyon ve stres üzerinde olumlu etki gösterirler. · Kolesterol seviyesinin dengede tutulmasına yardımcı olurlar. · Antibiyotik kullanımı sırasında ve sonrasında düzenli olarak kullanılan probiyotikler bozulan bağırsak florasını düzenler. Bu sebeple antibiyotik kullanımı esnasında probiyotik özellikteki besinler sıklıkla tüketilmelidir, ayrıca probiyotik takviyelere yer verilmesi önerilmektedir. (Hekim ve Diyetisyen Kontrolünde)

  • KURUMSAL DANIŞMANLIK

    Şirketler son yıllarda artan iş yoğunluğu ve stresin etkilerini çalışanlarının performanslarının düşmesiyle fark etmektedirler. Kendine daha az vakit ayırabilen çalışanlar giderek daha sağlıksız olmaya başlamaktadır. Bunun sonucu şirketlere daha fazla maliyet olarak dönmektedir çünkü çalışanın sağlığı kötüleşmeye başladığı zaman verimlilik düşecektir. Çalışan bireylerin sağlık problemleri; ✔İnsanların işlerinde çok vakit geçirmesi ✔Spor yapacak zaman bulamamaları ✔Hızlı pişirilen besin değeri düşük beslenme ✔Sağlıksız alışkanlıklar (sigara, yağlı yemek, v.b.) ✔Sağlık denetimlerinin sık yapılamaması ✔Aşırı stres ✔Sağlıksız çalışma koşulları ✔Duygusal beslenme (sinirlenince bilinçsiz yemek gibi) Merkezimiz şirketler için hazırladığı programlarla şirketinize beslenme koçluğu yaparak bu problemleri çözmenize yardımcı olacaktır.

  • ZAYIFLAMA VE KİLO YÖNETİMİ

    Her insanın hayatında mutlaka kilo sorunu olduğu bir dönem vardır. Kişinin “ideal” kilosunda olması sadece fiziksel güzellik vermez ayrıca sağlık risklerini de azaltır. Merkezimizde size özel olarak hazırlanan “kilo yönetimi” programıyla sizin beklentileriniz doğrultusunda mantıklı hedefler belirlenir. Kilo alma, verme ve koruma programları ile ideal kiloya ulaşılmasının sağlanması hedefimizdir. Kilo verme ve alma programlarımız kişiye özeldir ve süresi kişinin metabolizmasına, beslenme programına adaptasyonuna ve ideal kilosuna göre değişmektedir. Beslenme alışkanlıklarınız tahlil sonuçlarınız ve yaşam tarzınıza uygun beslenme listeleri hazırlanır. Haftalık görüşmeleriniz yapılır, her hafta beslenme alışkanlıklarınız ve kilo durumunuz değerlendirilir. Kişi ideal kilosuna ulaştıktan sonra bu kiloya vücudunun adapte olması için 6-12 ay süresince bu kiloyu korumalıdır.Bunun için kilo koruma programlarına geçilir kilo koruma programında ayda bir veya iki kez metabolizma hızına ve kişinin aktivite derecesine uygun beslenme listeleri hazırlanır.

  • Yaz Döneminde Yanlış Beslenme

    Yaz aylarında yanlış beslenme ve yanlış sporların kalp krizi riskini artırır. Özellikle geç saatlere kadar süren akşam yemeği sırasında alkol alınması, yağlı ve ağır yemekler yenmesi vücut dengesini zorlayabilir. Katı yağların kalp krizi riskini artırdığını hepimiz biliyoruz ve kalp krizi yaz döneminde daha fazla oluyor. Bu nedenle sıvı yağ tercih edilmelidir. Özellikle yaz döneminde diyet yapanlar kesinlikle sıcakta spor yapmamalı. Özellikle Antalya gibi sıcak yerlerde yürüyüş, koşu gibi sporlardan uzak durmalı. Fazla sıvı kaybı nedeniyle elektrolit dengesi bozulur ve bilinçsiz yapılan bu sporlar kalp krizine davetiye çıkarır. Yazın en ideal spor, sabahın erken saatlerinde yüzmektir. Bunun dışında klimalı spor salonlarında ya da evdeki koşu bandında spor yapılabilir Alkollü ve asitli içeceklerden yaz aylarında sakınmak gerekir. Bunun yerine soda, ayran ve bol su tüketilmesi gerekir. Özellikle ayran en önemli içecek. Çünkü ayran hem tuzdan dolayı kaybolan suyu telafi ediyor, hem de zehirlenmelere karşı koruyucu özelliği var. Ayranda günde 5-6 bardak ayran içilebilir. Bunun yanı sıra soda da içilebilir. Soda, terle birlikte yok olan elektrolitleri yerine koyuyor. Ancak tansiyon sorunu olanlar sodayı sınırlı içmeli. Kırmızı etin yağ oranı yüksek olduğu için bol balık ve tavuk yenmeli.Balık ve tavuğun ızgarada pişirilmesinin doğrudur. Kızartmalardan uzak durulması gerekmektedir. Yaz döneminde en çok tüketilen dondurmada yağ oranının yüksektir, dondurmanın sınırlı tüketilmesinin doğru olacaktır. Beyaz ekmek yerine kepekli ekmek tercih edilmeli. Kepekli ekmeğin posa oranı yüksek olduğu için açlık kan şekerini dengeliyor. Aslında sadece yazın değil, genel olarak kepekli ekmek en doğru seçimdir. Tatlıdan vazgeçemeyenler yaz aylarında hamurlu tatlı yerine sütlü tatlıları tüketebilirler. Kuruyemişte aşırıya kaçmamak şartı ile yenebilir.

  • C Vitamini ile Tanışalım :)

    C Vitamini ile Tanışalım :) Mevsimlerden kış ve doğal olarak enerjimizin çekildiği bağışıklık sistemimizin çöktüğü aylara merhaba dedik. Enerji artırmak ve bağışıklık sistemi güçlendirmek için bol bol C Vitamini tüketmeli depolanmadığı içinde bunu sürekli hale getirmeliyiz. Fakat gereğinden fazla tüketmek sanılanın aksine çok daha fazla koruma sağlamamakta o nedenle günlük tüketim miktarını ve vücut ihtiyacına göre nasıl tüketeceğinizi bilmekte önemlidir :) Peki bu C Vitamini hangi besinlerde bulunur bir bakalım ; Portakal ( orda kal 🙈) ilk akla gelen meyvelerden biridir 😇 Limon, mandalina, greyfurt, biber, kara lahana, tere, roka, taze fasulye,soğan,brokoli, karnabahar, bezelye, ananas, taze rezene... 📌Günlük tüketim miktarı kişiye göre değişiklik göstereceği gibi hamilelik, yaşanılan fiziksel rahatsızlık, yapılan spor ve tüketilen sigara miktarına göre de değişiklik gösterebiliyor. 📌Doğru miktar için beslenme danışmanınızdan yardım alabilirsiniz :) sağlıkla kalın.

  • Hep Aç Hissediyorum

    Kimyasal kullanmadan sadece bir kaç doğal bitki ile yapılan çay ile bunun mümkün olduğunu biliyor muydunuz :) 1 litre ( 5 su bardağı kadar su) kaynamış beklemiş suya birer çay kaşığı ; Biberiye Kekik Mate yaprağı Rezene Zencefil Papatya kurutulmuş bitkilerimizden koyuyor 3 dakika kadar demliyor gün içerisinde 2 - 3 kupa içiyoruz hem arınıyor hemen tok hissediyor yemek yeme krizi ve abur cubur yeme krizlerinden kendimizi koruyoruz. Sağlıkla kalın :)

  • Mutluluk Veren Mucizevi 10 Besin :)

    İş hayatı, iş hayatının stresi, yoğunluğu ve yorgunluğu bir araya gelince yenilenebilmek ve oluşan stresi azaltmak için çoğumuz çözümü sağlıksız yiyeceklerde, atıştırmalıklarda arıyoruz. Çiğneme refleksi ile rahatlamak için kuruyemişlere, anlık mutluluk verecek dopamin salgısı için de bol kalorili sağlıksız tatlılara ve paket yiyeceklere yöneliyoruz. Bu yeme refleksleri mutsuzluğunuza geçici çözüm olacaktır ama artan kilolarla da kalıcı mutsuzluğa dönüşecektir. Bazı besinlerin mutlulukla ilgisi olduğu bedene ve beyne hormonlar ile uyarı gönderildiği bilinmektedir. Mutluluk hormonu olarak bilinen serotonin ve dopamin salgılanmasına yardımcı sağlıklı kabul ettiğimiz 10 besin ; 1.Ispanak 2.Bezelye 3.Somon balığı 4.Bitter çikolata 5.Kuru incir 6.Ay çekirdeği 7.Acı biber 8.Bal 9.Peynir 10.Muz

  • ZAYIF OLMAK MI FİT OLMAK MI ?

    Formda olmak pek çok kişi için farklı anlamlara geliyor olabilir. Bazılarımız formda olmayı düzenli fiziksel aktivite ile ilişkilendirirken bazılarımız da kaslı ve düşük yağlı bir vücut yapısı olarak tanımlamaktadır. Yaşınıza göre daha az aktifseniz, kas oranınız azalırken yağ oranınız artar. Vücut yağındaki fazladan bir artış, bazı sağlık problemlerinin görülme riskini artırır. Bu durumu doğru besin tercihleri ve kişiye özel planlanmış beslenme programına ılımlı fiziksel aktivitenin entegrasyonu ile önlemek mümkündür. Tüm bunların sonucunda kas gücü ve dayanıklılıkta artış beklenir. Kısacası “FORMDA OLMAK” terimi kişiye göre değişmektedir. Ve bu, kişilerde optimal ağırlık ve iyi olma duygusudur. Aslında sağlıklı olmak ile oldukça yakındır. Sağlıklı olmak sadece hastalık ve sakatlığın olmayışı değil, bedenen, ruhen ve sosyal yönden tam bir iyilik halidir. Formda Olduğunuzda; Hayata pozitif bir açıdan bakarsınız Yaşam kalitenizi artırırsınız Kalp hastalıkları, kanser, diyabet, tansiyon gibi pek çok hastalığa karşı düşük risk taşırsınız Fiziksel olarak güçlü ve dayanıklı olursunuz FORMDA OLMANIN yaşı yoktur. Her yaş aralığında düzenli fiziksel aktivite ile birlikte yeterli ve dengeli beslenme formda kalmaya yardımcı olacak anahtar – kilit ilişkisini oluşturmaktadır. Bunun için en başta kötü beslenme alışkanlıklarının değiştirilmesi ve bunun sürekliliğinin sağlanması gerekmektedir. Aksi taktirde düzensiz beslenme kilo alıp vermeye ve bunun bir döngü haline dönüşmesine neden olacaktır. Peki SAĞLIKLI BESLENME nedir? Sağlıklı beslenme yeterli ve dengeli beslenmedir. Vücudumuzu oluşturan hücrelerin düzenli ve dengeli çalışması için besin öğelerinden yani yağlar, karbonhidratlar, proteinler, vitaminler ve minerallerden yeterli miktarda almalıyız. Vücudumuzun tüm besin maddelerine ihtiyacı vardır. Tek taraflı beslenmek yani sadece protein veya karbonhidratla beslenmek yanlıştır. Dengeli beslenerek vitaminler, mineraller ve lifler gibi önemli besin maddelerinden de almış oluruz. Dengeli beslenmek için bazı alışkanlıklarımızı düzeltmek bile çok büyük farklar yaratabilir; Doymuş yağ (tere yağ, kuyruk yağı) oranı yüksek besinleri daha az tüketin. Yeterli miktarda doymamış yağ (ay çiçek, mısırözü, soya, fındık, zeytin yağı) almaya dikkat edin. Yarım yağlı süt, yağsız yoğurt tüketin. Yağlı kırmızı et yerine yağsız et, kuru baklagiller (nohut, mercimek, fasulye gibi) balık ve tavuk tercih edin. Süt ve süt ürünleri de (yoğurt, peynir vb.) tüketilmeli fakat bunlarında az yağlı olmalarına dikkat edilmeli. Yemeklerinizi haşlama, fırında pişirme veya ızgarada pişirme yöntemleriyle pişirirseniz yemeğe eklenecek yağıda azaltmış olursunuz. Gıdalardan aldığımız günlük tuz miktarı 6 gr.ı (bir tatlı kaşığı) geçmemelidir. Bu miktara yemeklerden, ekmekten, içeceklerden aldığımız tuz miktarı dahildir. Tuz tüketimi ile yüksek tansiyon arasında ilişki bulunmaktadır. Yüksek tansiyonu olanlar doktorlarının tavsiyesine göre ya hiç tuz kullanmamalı yada miktarını azaltmalıdır. Güne kahvaltınızı yaparak başlayın. Gece boyu gıda alımı olmadığından beyninizin sabah kalkınca enerjiye ihtiyacı vardır. Daha sonra gıda alımınızı kahvaltıdan başlayarak gün içine yaymanız daha etkin kalori yakmanıza neden olur. Öğünlerinizi önceden belirleyiniz .Mümkünse yediklerinizi 3 ana öğün, 3ara öğüne bölün az ve sık beslenin.Bol su için, yiyecekleri iyice çiğneyin. Her yemek yediğinizde midenin 1/3’ünü boş bırakın. Aşırı şekerli gıdalardan kaçınmalı ve hatta çay, kahve gibi içecekler şekersiz içilmeli veya şeker miktarı azaltılmalıdır.

  • SELÜLİTE SAVAŞ AÇAN BESLENME İÇİN HAREKETE GEÇİN

    Deri altı yağ dokusunda fazla miktarda yağ birikmesinden dolayı oluşan selülit, hastalık değil estetik bir sorundur. Düzensiz beslenme, hareketsiz yaşam ve hormonların da etkisiyle kan dolaşımının yetersiz hale gelmesi, dokulara yeteri kadar oksijen taşınamamasına neden olmaktadır. Oksijenden yoksun kalan dokuların zamanla elastikiyetini kaybetmesi, cilt yüzeyinin bozulması ve pürüzleşmesine yol açmaktadır. Östrojen hormonundan dolayı daha çok kadınlarda görülen selülit, zayıflarda da görülmekle birlikte kilolu kişilerde daha belirgin bir hal almaktadır. Selülitlerden tamamen kurtulmak ya da gözle görülmez hale gelmesi için öncelik beslenme alışkanlıklarını değiştirilmesidir. Selülit tedavisinde uygulanan diyetin amacı selülit oluşumu ve ilerlemesine karşı önlemdir. Diyet yağ depolarını boşaltan, zararlı toksinlerin vücuttan atılmasını sağlayan bir beslenme programını esas alır. Selülit diyeti, selüliti yok etmek için uygulanacak özel tedavinin bir parçasıdır Selülitle savaşan gıdalara; Keten Tohumu: Östrojen ve Omega 3 yağ asitleri içeriğiyle selülit tedavisinde kullanılır. Fitoöstrojenler, kolajen dokunun yıkılmasını önler. Omega 3 yağ asitleri ise kan dolaşımını rahatlatır. Yeşil Çay: İçerdiği kateşin nedeniyle yağ yakımını hızlandırır. Ayrıca ödem oluşmasını engeller. Ananas: Ananas, içeriğinde bulunan, sindirime ve enflamasyonun giderilmesine yardımcı olan bromelain enzimi sayesinde yağ hücrelerinin çevresini saran deforme olmuş dokuyu parçalar ve yağların depolanmasını önler Zencefil Acı kırmızı biber Lahana ve kereviz Balık Kakao Kuşkonmaz Ay çekirdeği Küçük değişikliklerle selüliti önlemeniz mümkün! Şeker ve şekerli içecekleri azaltın. Bol bol su için. Rafine edilmiş karbonhidrat yerine tam tahıllı ürünler, sebze ve salata grubu, kurubaklagiller gibi kompleks karbonhidratları tercih edin. Tuzu olabildiğince az tüketin. Yağlı, ağır, soslu besinlerden uzak durmaya çalışın. Sigara içiyorsanız mutlaka bırakın, alkolden uzak durun. Her gün mutlaka C vitamini içeren besinlerden tüketin. Kafeinden uzak durun. Keten tohumu ve balık tüketimine özen gösterin. Düzenli egzersiz yapın. Sık sık ve az az beslenmeye dikkat edin. Selülitten korunmak için örnek menü; Sabah: yumurta Yağsız peynir Zencefilli Yeşil çay Tam tahıllı ekmek Kırmızı biber- roka-maydanoz Ara: zencefilli yeşil çay Kuru üzüm Öğlen: ızgara balık Kırmızı acı biber-yeşillik ve limonlu salata Tam buğday ekmeği Ara: 2 dilim ananas Zencefilli yeşil çay Akşam: zeytinyağlı kereviz (içine keten tohumu) Light sarmısaklı naneli yoğurt/cacık Tam buğday ekmeği

  • OMEGA-3 VE OMEGA-3 TAKVİYESİ SEÇERKEN DİKKAT!

    Sağlıklı beslenme kavramı içerisinde omega 3, -6 ve -9 yağ asitleri son derece önemli bir yere sahiptir. Omega, Yunan alfabesinin son harfidir ve ”son” anlamına gelmektedir. Omega-3 (alfa-linoleik asit), omega-6 (linoleik asit) ve omega-9’dan (oleik asit) oluşan omega yağ asitlerinin genel olarak beyin gelişimi, bağışıklık sisteminin güçlenmesi, koroner kalp hastalıklarının önlenmesi gibi fonksiyonları bulunmaktadır. Omega-3 yağ asitlerinin sağlık üzerine etkilerine bakıldığında, genel olarak anti-enflamatuar, analjezik (ağrı azaltıcı), antitrombotik (pıhtı önleyici), antimitojenik (kanser önleyici) etkilerinin olduğu söylenebilir. Omega-3 yağ asitleri, koroner kalp hastalığından enflamasyona kadar birçok hastalığın önlenmesinde ve tedavisinde gerekli olan önemli bir yağ asididir. Sağlıklı yetişkin bireyler için; haftada en az iki kez balık tüketimi ile haftada 2-3 kez yağlı balık tüketerek günde 0.5-1 g kadar omega-3 alınabilir. Kardiyovasküler hastalık öyküsü olan bireyler için; 1 g EPA+DHA ve hipertrigliseridemisi olan bireyler için; 2-4 g EPA+DHA tüketimi önerilmektedir. Doğal kaynaklardan yeteri kadar omega-3 alamayan kişilere balık yağı takviyesi önerilebilir. Balık yağı preparatları kullanan kişiler bazı önemli noktalara dikkat etmek zorundadır: • Balık yağı tüketirken öncelikle alınan balık yağının ne kadar aktif madde (EPA+DHA) içerdiğine bakılmalıdır. Örneğin kapsül 500 mg’dır; ancak 100 mg aktif madde içeriyor olabilir. Sıvı preparatlar kapsüllere oranla çok daha fazla aktif madde içerirler. 1 balık yağı kapsülü ≈10 kkal enerji içermektedir. 1 balık yağı tabletinde; en az 300 mg EPA, 150 mg DHA bulunmalıdır. EPA/ DHA oranı %60 olmalıdır. Saflaştırılmamış/yoğunlaştırılmamış balık yağlarında toksik öğeler bulunabileceğinden dolayı; etiketinde “Ulusal ve Uluslararası Sağlık Kurumlarından Onaylı” olduğu ibaresi bulunanların tercih edilmesi gereklidir. Kullanılan balık yağının ağır metal taramasından geçirilip geçirilmediği mutlaka sorgulanmalıdır. Balık yağı preparatları sıcak ve ışık gören yerlerde tutulmamalıdır. Yağların opak şişelerde saklanması, ısı ve güneşe maruz bırakılmamaları gerekir. Fazla miktarda poliansatüre (çoklu-doymamış) yağ asidi tüketimi serbest radikalleri artırır. Bu nedenle, balık yağı alanların beraberinde mutlaka E vitamini gibi bir antioksidan alması önerilmektedir. Piyasadaki balık yağı preparatlarında hepsinde antioksidan olarak E vitamini mevcuttur. Omega-3 yağ asidi tüketimini takiben bireylerde hafif düzeyde bazı yan etkiler gözlenebilmektedir. Örneğin gastrointestinal rahatsızlık durumu oluşturan miktar 1-3 g; ağızda balık tadı hissi bırakan miktar 1-3 g, bozulmuş glikoz toleransı ve diyabeti olan bireylerde glisemi düzeylerinin kötü seyretmesine neden olan miktar >3 g, hipertrigliseridemisi olan hastalarda LDL tipi kolesterol artışına neden olan miktar 3 g,>3 g/gün dozda omega-3 yağ asidi alınmasının, klinik olarak kanama riskini artırma ihtimali azalmaktadır. Kan sulandırıcı ilaçların (aspirin, kumadin) kullanımı, Ginkgo biloba ve E vitamini desteği tüketenlerin balık yağı takviyesine hekim kontrolünde başlamaları önerilmektedir. Balık yağı takviyesine başlamadan önce mutlaka diyetisyen veya hekime danışılmalıdır. Omega 3 takviyeleri fosfolipid ,trigliserit veya etil ester formda olabilir. Emilim olarak değerlendirildiğinde fosfolipid form ( krill yağlarındaki form) emilim seviyesi en yüksek olandır. Sonra trigliserit form gelmektedir. Emilimi en düşük olan etil ester form olanlardır.

  • BARİATRİK CERRAHİ SONRASI BESLENME REHBERİ !

    Obezite (Bariatrik) Cerrahisi Obez hastalarının kilo vermelerine yardımcı olmak amaçlı gıda alımlarının veya besin emilimlerinin ya da her ikisinin birden azaltılması amacıyla sindirim sistemlerine cerrahi müdahalede bulunulmasına “obezite cerrahisi” ya da “bariatrik cerrahi” denilmektedir. Obezite cerrahisinin kilo verme konusunda kesin ve kalıcı bir etki sağlaması için kişinin önemli bir operasyon geçirdiğinin bilincinde olması, ameliyat sonrasında beslenmesine ve egzersizlerine devam etmesi gerekir. Obezite cerrahisi ile tedavi olan hastaların kilo verme hızları çok yüksektir ancak kilonun korunması için kişinin yaşam tarzını kalıcı olarak değiştirmesi ameliyatlardan sonraki dönem için de oldukça önemlidir. Obezite hastası bireyler için tüp mide ameliyatı bireye verilmiş bir fırsattır. Ameliyat sonrası midenin hacim olarak küçük kalması ve açlık hormonlarının da azalmasıyla; birey az miktarda besin tüketerek doygunluk hissini erken alır. Erken dönemde beslenme ve diyet uzmanının görevi hastanın yeni mideye uygun beslenmesinin sağlanmasıdır

  • Google Places
  • Instagram
  • Facebook
  • LinkedIn

©2022 DrSistem

bottom of page