top of page

Arama Sonuçları

Boş arama ile 1063 sonuç bulundu

  • YAĞ YAKIMINDA YENİ BİR ANAHTAR: BAKIR!

    Yoğun kardiyo programları, yüksek miktarda su tüketimi ve protein tüketimini arttırmak metabolizma hızını arttırmaktadır. Fakat ‘bakır’ ın da metabolizma hızını arttırıcı etkisi olduğunu biliyor muydunuz? Kaliforniya Üniversitesi, Berkeley’ de ve Ulusal Berkeley Lawrence Laboratuvar’ ı Enerji bölümünde yürütülen araştırmada ‘bakır’ ın yağ metabolizmasında önemli bir rol oynadığını belirlenmiştir. Berkeley Laboratuvar’ ında araştırmayı yöneten bilim adamı Chris Chang; yağ hücrelerinin enerji olarak kullanılmak üzere yağ dokusundan ayrılmasında bakır’ ın oldukça etkin olduğunu belirlediklerini, bakırın bir regülatör olduğunu, ortamda ne kadar bakır varsa o kadar fazla yağ kütlesinin parçalandığını belirtmiştir. Peki besinleri kullanarak ‘bakır’ alımını nasıl arttırabiliriz??? Diyetinize ekleyebileceğiniz bakır içeriği zengin gıdalar: İSTİRİDYE Amerika Tarım Bakanlığı Besin Öğesi Veri tabanına göre istiridye doğal yapısında çinko ve bakır içeriği en yüksek olan gıdadır, 85 gramında 4,851 mikrogram bakır içerir. KUŞKONMAZ Kuşkonmaz; kalsiyum, magnezyum ve K vitamini içeriğinin yanı sıra, bakırdan da oldukça zengindir. Glisemik indeksi ve kalorisi oldukça düşüktür. KIVIRCIK LAHANA (KALE BİTKİSİ) Kale bitkisi; K ve C vitamininden zengindir. Ayrıca 1 kâsesi 1,004 mikrogram bakır içerir. BİTTER ÇİKOLATA % 70 oranında kakao içeren 30 gramlık bitter çikolata; % 25 oranında günlük ‘bakır’ gereksiniminizi karşılar. Aşırı çikolata tüketimi yağ yakımı arttırıcı etkinin tersine yağ kütlesi arttırıcı etki gösterebilir. Dolayısıyla tüketilen miktarlara dikkat edilmelidir.

  • FİZİKSEL AKTİVİTE YAPAN BİREYLER İÇİN SU TÜKETİM ÖNERİLERİ

    Su vücutta en çok bulunan besin ögesidir. Vücut ağırlığının % 60′ ının oluşturur. Dolayısıyla su kaybı hayati açıdan önemlidir ve dikkat edilmesi gereken en önemli konulardan biridir. Aktivite esnasındaki su kaybı fiziksel aktivitenin şiddetine, süresine ve hava sıcaklığı gibi çevresel etmenlere bağlı olarak farklılık gösterir. Yapılan araştırmalarda su kaybının (dehidrasyon) aerobik performansı olumsuz yönde etkilediği belirlenmiştir. Vücut ağırlığının % 2′ si kadar olan su kaybı performansı olumsuz yönde etkiler. Örneğin 60.0 kg’ daki bir birey egzersiz sonrası tartıldığında 58.8 kg gelmiş ise yani 1.2 kg sıvı kaybı yaşamış ise performansı olumsuz yönde etkilenmiş olabilir. Egzersiz sonrası her yarım kilo vücut ağırlığı kaybı için 2 su bardağı su içilmeli ve idrar renginin açık sarı olacak şekilde izlenmesi gerekmektedir. Özellikle düzenli fiziksel aktivite yapanlar için vücudunuzda su kaybı (dehidrasyon) olup olmadığına karar vermenin en basit yolu: Aşağıdaki sorulardan herhangi birinin cevabı evet ise dehidrate olma ihtimaliniz mevcut; İkisini cevabı evet ise dehidrate olmanız mümkün, Üçünün cevabı evet ise kesin olarak dehidratesiniz! Sabah ki vücut ağırlığımı bir önceki gün ile karşılaştırdığımda fark edilebilir oranda azalmış mı? Susadım mı? Sabah ilk idrar koyu sarı renk mi? Egzersizden 2-3 saat önce 500-550 mL, egzersizden 15-20 dakika önce ise 200-300 mL su tüketimi egzersiz esnasında hidrasyonu sağlar. Aşırı tüketimden kaçınılmalıdır.

  • SAĞLIKLI GEBELİK İÇİN EN İYİ BESİN SEÇİMLERİ

    Hamile olmak ben 2 kişilik besleniyorum bahanesi ile daha çok yemeyi değil fakat daha kaliteli beslenmeyi gerektirir. Yiyecekleri kalori bazında değerlendirmek doğru değildir. Yiyeceklerin besin ögesi içerikleri bakımından değerlendirilmesi anne sağlığının korunması ve sürdürülebilmesi için aynı zamanda bebeğin gelişimi için gerekli besin öğelerinin diyet ile sağlanması oldukça önemlidir. Dengeli Beslenme Gebelik esnasında dengeli beslenme besin çeşitliliğinin sağlanması açısından oldukça önemlidir. Diyette mutlaka meyve, sebze, tahıl ürünleri, protein ve süt ürünleri yer almalıdır. Sebze ve meyveler aynı zamanda tam tahıllı yiyecekler diyetin temelini oluşturmalıdır. Sebze ve meyveler gebelik süresince oldukça önemli olan vitamin, mineral ve fitokimyasalları içerirler. Ayrıca bu yiyecekler gebelik esnasında sağlıklı bir sindirim fonksiyonu sağlayan posadan da zengindir. Proteinler vücudun yapıtaşlarıdır ve fetüsün büyüme ve gelişmesi için gerekli olduğundan gebelik boyunca yeterli miktarlarda tüketilmelidir. RDA gebeler için günlük olarak 60 gram protein alımını tavsiye etmektedir fakat vejetaryen anneler ve protein ihtiyacını yüksek oranda bitkisel kaynaklardan karşılayan anneler için 20 gram ek yapılmalıdır. Yumurta, yağsız et çeşitleri(kırmızı et, tavuk), süt, yoğurt, peynir, kuru baklagiller, yağlı tohumlar iyi protein kaynaklarıdır. Uskumru, köpek balığı, kılıç balığı balıkları yüksek civa içeriklerinden dolayı gebelik esnasında tüketilmemelidirler. Somon, alabalık, hamsi beyin gelişimi içine önemli olan omega-3 yağ asidi açısından sağlıklı kaynaklardır. Gebelikte haftada 200-350 gram balık tüketimi önerilmektedir. Gebelikte Esnasında Ortaya Çıkan Olumsuz Durumlar ve Beslenme Yeterli ve dengeli beslenme ideal olsa da her zaman gerçekçi olmayabilir. Her kadın gebelik esnasında farklı derecelerde bulantı, bazı yiyecek ve içeceklere karşı tiksinti, kabızlık, şişkinlik durumları ile karşılaşır. Beslenme ile ilgili stratejilerde bu durumların nasıl üstesinden gelineceği üzerine odaklanmalıdır. Bu öneriler semptomları azaltabilir. Bulantı Kan şekerinizi sabit tutmak ve bulantı oluşumunu engellemek için küçük porsiyonlarda ve sık tüketim yapınız. Yeterli miktarda su tüketimi kaybedilen suyun yerine konması için oldukça önemlidir. Zencefil mide hassasiyetini azaltabilir. Gaz, Şişkinlik, Kabızlık Sebze, meyve ve tam tahıllı yiyeceklerin posası kabızlık oluşumunu engeller. Gaz ve şişkinlik şikâyetiniz var ise kuru baklagillerden uzak durunuz. Mide yanması, Hazımsızlık Baharatlı yiyeceklerden uzak durunuz.

  • Yanlış Beslenmeniz Sevdiklerinize Neler Yapar?

    Bu seferki yazımı bir diyetisyen olarak değil, babasını yanlış beslenme yüzünden çok küçük yaşta kaybetmiş bir çocuk olarak yazıyorum. Babam et ağırlıklı beslenen, fazla yağlı yemekler seven bir adamdı. Annem evde sebze pişirince ‘’ bu ne böyle ot mu yiyeceğiz ?’’ diye tepki verirdi. Ve o zeytinyağlı yemeğin bile üzerine tabağına alınca ekstra zeytinyağı eklerdi. Evde annem onun sağlığına iyi gelecek yemekleri yapıyor diye dışarıda yağlı yemekler yemeye devam ediyormuş. Biz bunu çevre esnaftan babam öldükten sonra duyduk maalesef. Düşündüğünüzün aksine babam kilolu birisi değildi. Yıllarca ipek boyacılığı yapmasından kaynaklanan sağlam bir kas yapısı vardı. Emekli olduktan sonra hareket azalmasından dolayı biraz, gerçekten çok az göbek yapmıştı. Şu an bana gelen çoğu danışanımdan çok çok daha zayıftı ama damarlarda tıkanıklık vardı işte. Ömrü yetseydi bu tarz beslenmeye devam ettiği için sanırım daha fazla kilo alırdı. Ama maalesef bazen hayatımız, daha kötü duruma gelebileceğimiz kadar bile sürmez. Babama damar tıkanıklığı teşhisi konulduktan ( çok net hatırlamasam da ) 2 – 3 yıl sonra, gözümüzün önünde bir akşam yemeği sonrası kalp krizi geçirip hayata veda etti. Peki onunla birlikte ben nelere veda ettim? Babam vefat ettiği zaman ben sadece 12 yaşındaydım. Babamla çok iyi anlaşırdım, çok eğlenirdik. Çok güzel bir baba-kız ilişkimiz vardı. Ve bir anda o gitti… yaşadığım acıyı, kızgınlığı, üzüntüyü anlatamam. Yıllar sonra diyetisyen olduktan sonra, kendimi birilerinin babalarını, annelerini, ablalarını, abilerini, çocuklarını…. Sevdiklerinden erken yaşta ayrılmasınlar diye, sağlıklarına kavuşturmayı amaç edindim. Çünkü geride kalan olmak çok zor, çok kötü. Ve sağlığınız olmazsa, ne kilonuzun ideal olması, ne işinizin çok iyi olması, ne kazancınızın çok yüksek olması, ne de evinizin çok lüks olmasının bir anlamı olmuyor. Ama çoğu insan bu saydıklarımı elde etmek uğruna sağlığını hiçe sayıyor. Bir düşünün içinizden kaç kişi kilo vereyim de nasıl olursa olsun deyip sağlıksız diyetler, ölüm oruçları, zayıflama çayları, zayıflama ilaçları, garip karışımlar, zayıflama ameliyatları vs gibi yöntemler deneyip sağlığını kaybetti. Hatta daha ileri gidip ölenler oldu. İçinizden kaç kişi işini ilerletmek için zamanının çoğunu çalışmaya vererek, zamansızlıktan dolayı sağlığını hiçe sayarak kendini sağlıksız beslenmenin kucağına attı. Bu yazı bu konulara dikkat etmeyen herkesi ilgilendiriyor. Acı ama gerçekleri size göstermek için bunları yazıyorum. Çünkü ben sağlıksız beslenip beni çocukken yalnız bırakan bir babanın şanssız çocuğuyum. Bu durumun acısını yaşayan biriyim. İnanın tarif edilmesi imkansız bir acı bu ve hiçbir zaman küllenmiyor. Babam benim orta okul mezuniyetimde yoktu, lise mezuniyetimde de yoktu, üniversite mezuniyetimde de yoktu, kız isteme merasimimde de yoktu, nişanımda, kınamda ve düğünümde de yoktu. Onsuz 25 yıl geçirdim. 25 yılbaşını, 50 bayramı, 25 tatili babasız geçirdim. Hayatımdaki en mutlu anlarımda içimde bir yerlerde hep bir hüzün var. Hep eksiğim, hep yarımım ve hiçbir zaman da tamamlanmayacağım. Bu sabah, babamı kaybetmemin üzerinden 25 yıl geçmiş olmasına rağmen, rüyamda babamı gördüm. Artık eskisi kadar sık göremediğim için çok sevindim ve ona o kadar güzel sarıldım ki. Ama maalesef içimdeki acı ağır bastı ve ağlayarak uyandım. Sarılmam yarım kaldığı için daha çok ağladım, özlediğim için daha çok ağladım. Onun yokluğunun verdiği acı, özlemenin verdiği acı asla azalmayacak bunu anladım. Ve ona bir kez daha kızdım. Ne için erkenden çekip gitmişti? Neden kendine dikkat etmemişti ? Bugün ofisime gelen danışanlarımla konuşurken tek düşündüğüm sağlıklarını geri kazanmalarını sağlamak. Çünkü her şeyden önce sağlıklı olmalısınız. Benim babam kilolu değildi , yanlış beslenme yüzünden damar tıkanıklığı olmuştu. Babam, yanlış beslenmesinin ona kilo aldıracağı zamanları görebilecek kadar bile yaşayamadı. Çoğu kişi yanlış beslenmesi kilo sorununu doğurmadığı sürece durumun yanlış olduğunun farkında olmuyor. Zayıfsanız istediğinizi yiyebilirmişsiniz gibi düşünülüyor. Bu düşünce kesinlikle yanlış. Yanlış beslenme yüzünden damar tıkanıklığı, yüksek tansiyon, diyabet, kalp hastalıkları, karaciğer yağlanması, kanser, böbrek yetmezliği, gut gibi pek çok kronik hastalığa yakalanabilirsiniz. Obezite bunlardan sadece biri. Obezite sizi fiziksel olarak rahatsız ettiği için kilolu kişilerin diyetisyene başvurma ve beslenme şekillerini değiştirme yüzdesi, kilosuz kişilere göre çok daha fazladır. Obezite görsel olarak kendini belli eder oysa ki yanlış beslenme kaynaklı yıpranma ve oluşturduğu hastalıklar daha sinsidir, belli bir doza gelene kadar kendini belli etmez. Ama ordadır işte. Hangi vücudun bu konuda daha dayanıklı, hangisinin dayanıksız olduğunu bilemezsiniz. Yani sizin vücudunuz yanlış beslenmenin oluşturduğu deformasyonlara 5 sene mi dayanır, 25 sene mi dayanır bilemezsiniz. Adeta içinizde bir saatli bombayla yaşamak gibi bir şey. Ve sonuçta geriye ne kalır biliyor musunuz ? siz gittikten sonra ardınızdan acınızla ve özleminizle baş etmek zorunda kalan sevdikleriniz kalır. Sağlıksız beslenirken lütfen meseleye bir de sizi sevenlerin tarafından bakmaya çalışın. Gerçekten o yediğiniz besin, sevdiklerinizi bir ömür boyu üzmeye değer mi?

  • Hamilelik Döneminde Beslenme

    Sevgili anne adayı, Öncelikle hamile kalmadan önce beslenmene ve davranışlarına dikkat etmeye başlaman lazım. Planlı gebeliklerde, gebelikten 6 ay önce, varsa fazla kiloların verilmesi, düzenli ilaç kullanılıyorsa doktor tarafından ilaçların dozunun ayarlanması, sigara kullanılıyorsa bırakılması, sağlıksız beslenme davranışları varsa düzeltilmesi, kan testleri yapılarak eksik vitamin ve mineral seviyeleri varsa takviyelerle yükseltilmesi, stres seviyesi yüksekse stres azaltıcı terapilerin hayatına eklenmesi hamile kalmanı kolaylaştıracak ve daha sağlıklı bir bebek dünyaya getirmene yardımcı olacaktır. Hamileliğin başladığı andan itibaren nasıl beslenmeli ve neler yapmalı, neler yapmamalısın bunları anlatacağım. Hamileliğin ilk 3 ayında beklentimiz kilo alınmaması yönündedir. O yüzden ben hamileyim çok yemeliyim mantığını bir kenara atmanı tavsiye ederim. Hamilelik sürecinde kilo alımı anne adayının başlangıç kilosuna göre değişiklik göstermektedir o yüzden bu bilgiyi en doğru olarak kadın doğum uzmanından almalısın. Kadın doğum uzmanın her ay ne kadar kilo alman gerektiğini sana özel olarak söyleyecektir. Genele hitap ettiğim bu yazıda benim rakam telaffuz etmem yanıltıcı olacaktır. Hamileliğin ilk 3 aylık dönemi yani 1. Trimester dediğimiz dönemde genelde kilo artışı beklemeyiz. Çoğu hamilenin yükselen beta hcg değerleri yüzünden fazlaca mide bulantısı ve halsizlik hissettiği bir dönemdir. Mide bulantısı, kokulara karşı hassasiyet ve mide rahatsızlıkları yüzünden besin alımlarının dengesiz olduğu bir dönemdir. Dolayısıyla zaten kilo artışı fazla gözlenmez. Fakat bazı gebelerde hamileliğin başından itibaren iştah artışı başladığı için ilk trimesterda bile kilo artışı görülebilmektedir. Hamilelik döneminde en önemli vitaminlerden biri folik asittir. Folik asit kullanımı gebeliğin düşünülmeye başlandığı aylardan itibaren başlanmalıdır. Tabiki planlı bir gebelik söz konusuysa. Hamilelik öncesi kan değerlerine bakılarak anne adayının folat düzeyine göre folik asit kullanımına ne zaman başlaması gerektiği doktoru tarafından belirlenmelidir. Bir diğer önemli vitamin D vitaminidir. Yine anne adayının hamilelik öncesi kan değerlerine bakılarak D vitamini seviyesi 40 – 100 ng/mL seviyelerinde olması sağlanmalıdır. Gebe kadınların beslenme durumu ve doğan çocuğun sağlığı üzerine etkisini inceleyen bir araştırmada; yeterli ve dengeli beslenen kadınlardan doğan çocukların % 94’ ünün sağlık durumu iyi, % 3’ ünün orta ve % 3’ ünün kötü olduğu görülmüştür. Bunun aksine yetersiz ve dengesiz beslenen kadın grubundan doğan çocukların % 67’ sinin kötü, % 25’ inin orta, % 8’ inin iyi sağlık koşullarında olduğu saptanmıştır. Minerallerin ve vitaminlerin gebelik üzerine olumlu ve olumsuz etkilerine bakacak olursak: A vitamini : yetersizliği gebe kadında kansızlık, enfeksiyon ve ölüm riskini arttır. Ancak A vitaminin eksikliği kadar fazla alımının da doğacak çocuk üzerine olumsuz etkileri sebebiyle, gebe annenin A vitamini gereksinimini suplement almak yerine iyi düzenlenmiş bir diyetle karşılaması sağlanmalıdır. A vitamininin kaynakları; karaciğer, balık, süt, tereyağı, yumurta sarısı, ıspanak, havuç, domates ve yeşil yapraklı sebzeler, turuncu meyveler. D vitamini : yetersizliği yeni doğan bebekte kalsiyum düşüklüğüne neden olur. Ayrıca annede ve babada D vitamini düşüklüğü ile otizm arasında ilişki olduğu yönünde yapılan araştırmalar da mevcuttur. Gebelikte ve emziklilikte D vitamini ihtiyacı artmaktadır, bu ihtiyacı karşılayabilmek adına günlük 400 IU D vitamini takviyesi yapılmalıdır. D vitamini kaynakları; güneş, serbest gezen tavukların yumurtası, doğal beslenen hayvanların sütü, deniz balığı, balık yağı. Ne kadar takviye alırsanız alın yeterli miktar güneşlenmedikçe D vitamini aktifleşemez. O yüzden haftada 3 – 4 gün 15 dk lık saat 11.00 – 13.00 arasında kol ve bacaklar açık olacak şekilde, güneş koruyucu kullanmadan ve cam arkasından olmamak şartıyla güneşlenmelisiniz. K vitamini : yetersizliği bebekte, başta göbekte olmak üzere kanamalara sebep olur. K vitamini koyu yeşil yapraklı sebzelerde, karaciğerde ve organ etlerinde bulunur. Folik asit : yetersizliği nöral tüp defekti denilen bebekte sinir sisteminin yapısal bozukluğu hastalıkları, down sendromu riskinde artışa sebep olur. Planlı gebeliklerde gebelikten 3 ay önce ek alınmasına başlanmalıdır. Kaynakları; karaciğer, koyu yeşil yapraklı sebzeler, et, yumurta, kurubaklagiller, süt ve süt ürünleri ile tam tahıllardır. Günlük alınması gereken miktar 400 mikrogram dır. Aslında bulunduğu kaynaklar itibariyle vücuda bol miktarda alınan bir vitamindir, fakat ülkemizde çoğu kişide folik asidi aktif form olan folata çeviren enzimde defektler olduğu için vücutta folat eksikliği oluşabilir. Hamilelik öncesinde folat seviyenize kandan baktırarak durumunuzu anlamanızda fayda vardır. Folat eksikliği var ise takviye kullanmanız kesinlikle gerekir. Yeterli ve dengeli beslendiğiniz halde folat eksikliği varsa, sizde de enzim yetersizliği olma ihtimali yüksektir. Kullanacağınız takviyenin de aktif form olan folat içermesine dikkat ediniz. Demir : yetersizliğinde annede anemi oluşur. Gebelikte şiddetli anemi, düşük doğum ağırlığı, prematüre doğum, gebeliğin son 3 ayı ve yeni doğan döneminde bebek ölüm riskini tetikler. Demir eksikliği anemisi bizim gibi gelişmekte olan ülkelerde en yaygın beslenme yetersizliği sorunudur. Demir , et ve et ürünleri, sakatatlar, koyu yeşil yapraklı sebzeler, kurubaklagiller, kuru üzüm ve incir gibi besinlerde bulunur. Gebelerde artan kan hacmi, fetüs için gereken demir ihtiyacının artması, günlük diyetin tahıla dayalı olması, bağırsak parazitleri, kötü çevre ve yaşam koşulları, sık doğumlar, yetersiz beslenme, aşırı çay kahve tüketimi kansızlığa neden olmaktadır. Gebelerde günlük demir gereksinimi 30 mg dır, özellikle demir içeren besinlerin yanında emilimi arttırmak için C vitaminli sebze ve meyvelerin tüketilmesi tavsiye edilir. Kalsiyum : yetersizliği hipertansiyon, preeklampsi denilen gebelik zehirlenmesinin gelişimini hızlandırır. Kaynakları ; süt, yoğurt, peynir, kefir, çökelek, kaşar, pekmez, fındık, kurubaklagiller, yeşil yapraklı sebzelerdir. Diyetle yeteri kadar kalsiyum alınmazsa fetüs gereksinimini annenin kemiklerinden kalsiyum çekerek karşılar. Bu da ilerleyen yaşlarda diş çürüklerine ve kemik erimesine neden olur. Gebelerde günlük kalsiyum ihtiyacı 1300 mg dır. Özellikle kalsiyumdan zenginleştirilmiş sütler tercih edilirse 2 su bardağı kalsiyumdan zenginleştirilmiş süt günlük ihtiyacı karşılar. Çinko : yetersizliği anemi, nöral tüp defektleri, düşük doğum ağırlığına yol açar. Tahıllarda ve sert kabuklu yemişlerde bulunan fitatlar demir, kalsiyum ve çinko gibi minerallerin emilimini olumsuz etkiler. O yüzden beslenmeniz tahıl ağırlıklı olmamalıdır. Ayrıca sert kabuklu yemişleri de yemeden önce 12 – 24 saat arası peynir altı suyunda bekleterek fitatlardan arındırabilirsiniz. Gebelikteki günlük çinko ihtiyacı 15 mg dır. Kaynakları ; kırmızı et, deniz ürünleri, süt ve süt ürünleri, yumurta, kepek ve özü ayrılmamış undan mayalandırarak yapılan ekmek. İyot : yetersizliğinde hipotroidi gelişirken, fazlalığında da bebekte troid fonksiyonları baskılanır ve guatr gelişir. Gebelerde iyotlu tuz kullanılarak iyot ihtiyacı karşılanabilmektedir. Eğer iyot eksikliği olan bölgede yaşanıyorsa ek olarak iyot takviyesi alınabilir. Selenyum : yetersizliği nöral tüp defektleri, düşük doğum ağırlığı, beyin ve kalp damarlarında fonksiyon bozukluğuna neden olur. Kaynakları ; ton balığı, ay çekirdeği, tavuk eti, yumurta, peynir, yulaf, kırmızı ettir. Yeterli ve dengeli beslenmeyle yeterli miktarda selenyum alınabilmektedir. Magnezyum : yetersizliği preeklampsi, kanda pıhtılaşma eğiliminde artış ve prematüre doğumu hızlandırır. Birçok besin maddesinde bulunduğu için eksikliğine yeterli ve dengeli beslenme ile rastlanmaz. Magnezyum pişirme esnasında bozulduğu için çiğ tüketilebilecek sebze ve meyveleri çiğ tüketmekte fayda vardır. B 12 vitamini : yetersizliğinde hızla büyüyen dokularda DNA sentezi yapılamaz. Sonuçta anemi , doğumsal anomaliler ve sinir sistemi bozuklukları oluşmaktadır. Hayvansal kaynaklı besinlerde bulunur, bunun için vejetaryen ve vegan annelerde dışarıdan preparat olarak alınması şarttır. Aksi takdirde bebeklerde nörolojik bozukluklar görülebilir. C vitamini : gebelikteki en önemli görevi vücudu enfeksiyonlara karşı korumaktır. Gebelikteki günlük gereksinimi 90 mg dır. Kaynakları turunçgiller, çilek, patates, yeşil yapraklı sebzeler, ahududu, böğürtlen, kızılcık, kuşburnu, üzüm, kayısı, elma, havuç, domates gibi sebze ve meyvelerdir. Sebze ve meyvelerde bol miktarda bulunduğu için günlük sebze ve meyve tüketen kişilerde eksikliğine rastlanmaz. Gebelik döneminde alkol ve sigaradan kesinlikle uzak durmanız gerekir. Ayrıca kimyasal ilaçlar, gıda ömrünü uzatmak için kullanılan katkı maddeleri, koruyucular, kıvam arttırıcılar, boyalar vs gibi kimyasal maddeler ne yazıkki göbek bağı vasıtasıyla bebeğinize geçmektedir. Yeni doğan bebeklerin kordon kanının incelendiği bir araştırmada, bebeklerin kordon kanında 287 adet toksik maddeye rastlanmıştır. Bebeğinizi doğmadan önce korumak istiyorsanız hazır gıdalardan, paketli ürünlerden, asitli ve gazlı, boyalı içeceklerden, abur cuburlardan, fast foodlardan, kokoreçten, midyeden , sigaradan ve sigara içilen ortamlardan, alkolden uzak durmanız gerekir. Çünkü siz bu toksik maddelerle ortalama 60 – 70 kiloluk bir vücut olarak baş edebilirsiniz belki ama bebeğiniz daha çok küçük ve bu toksik yük daha gelişmemiş olan böbreklerine ve karaciğerine çok fazla zarar verebilir. Özellikle beyin gelişiminin 2/3’ ünün anne karnında gerçekleştiğini, kalan 1/3’ününde yaşamın ilk 3 yılında gerçekleştiğini düşünürsek ve ağır metallerin, toksik kimyasalların en çok yağlı doku olan beyin ve sinir sisteminde yerleştiğini göz önüne alırsak hamilelik döneminde kendi beslenmenize ve bebeğinizin ilk 3 yılında da bebeğinizin beslenmesine çok önem vermelisiniz. Yapılan araştırmalar nikotinin ve katkı maddelerinin anne sütünden bebeğinize geçtiği yönünde. O zaman sigara içen ve emziren bir annenin sütü vasıtasıyla bebeğine nikotin geçirdiğini, bebeğin bu kadar küçük yaşta nikotin bağımlısı olduğunu, ara sıra yaptığı sebepsiz ağlama ve huysuzluklarının yoksunluk krizleri olduğunu söylemek hiç de yanlış olmayacaktır. Aynı şey sigara içen hamileler için de geçerlidir. Çünkü nikotin kordon kanı yoluyla minik bebeğinize de geçiyor maalesef. Gebelik döneminde daha çok kendi besininizi kendiniz yapmalı, katkısız ve doğal besinleri kullanmalı, mevsiminde sebze ve meyve tüketmeli, sebze ve meyveleri iyice yıkamalısınız. Etleri ve sebzeleri kestiğiniz kesme tahtalarını ayırmalısınız. Yemek yapmadan önce ellerinizi yıkamalısınız. Hamilelik dönemi hijyenik açıdan ekstra dikkat etmeniz gereken bir dönem çünkü geçirdiğiniz her hangi bir enfeksiyon yüzünden ilaç kullanımınız kısıtlı olacak veya olmayacaktır. Burda bağışıklık sisteminizin enfeksiyonlarla baş edebilecek güçte olması gerekir. Çoğu antibiyotik bebek gelişimine zarar verecek yapıdadır. Kesinlikle doktorunuza danışmadan ilaç kullanmayın. Gebelik döneminde doktorunuza danışarak ne kadar egzersiz yapabileceğinizi öğrenebilirsiniz. Herhangi bir sorun yoksa gebeyi zorlamayacak bir şiddette hafif – orta tempo yürüyüş şeklinde egzersizler kas sisteminizi korumaya ve sizi normal doğuma hazırlamaya yardımcı olacaktır. Gebelik öncesinde aşırı ve hızlı kilo kaybından kaçınmalısınız çünkü bu durum muhtemelen yetersiz beslenme ile oluşacağından vitamin ve mineral yetersizliklerine sebep olacaktır. Özellikle ayrıntılı bir şekilde önemli olan vitamin ve minerallerin eksikliğinde neler olacağını, kaynaklarını ve ne kadar almanız gerektiğini yazdım. Bu durumda kendi beslenmenizle kıyaslayabilir, eksikleriniz veya hatalarınız varsa düzeltebilirsiniz. Ya da kendi başınıza uğraşamam diyorsanız diyetisyen gözetiminde hamilelik döneminizdeki beslenmenizi düzenletebilirsiniz. Bazı kişiler hamilelik döneminde ne yaparsa yapsınlar kaderde sağlıklı bir çocuk doğurmak varsa doğuracaklarını düşünmektedir. Oysa ki gerçek kesinlikle böyle değil. Hamilelik dönemi bir kadının hayatındaki en önemli dönemdir. Başından sonuna kadar yediğine, içtiğine, yaptığına dikkat etmesi gereken en önemli dönemdir. Yapılan yanlışlar, bazen hamile kalamama, bazen düşük veya erken doğum yapma, bazen düşük doğum ağırlıklı bebek doğurma, bazen doğumsal anomaliler, bazense hayatın ilerleyen dönemlerinde ortaya çıkacak olan ama aslında kökeni intra uterin hayatta atılan hastalıklara neden olmaktadır. Bebeğinizin sağlıklı doğması ve hayatına sağlıklı bir şekilde devam etmesi için üzerinize düşeni mutlaka yapın. Özellikle örnek bir menü paylaşmıyorum çünkü hamilelik dönemi her anneye göre farklı olup, kişinin yaşına, kilosuna, beslenme durumuna, kan değerlerine, yaşadığı çevreye, iş durumuna ve sosyo ekonomik düzeyine göre bir beslenme programı ayarlanmalıdır. Hepinize sağlıklı bir gebelik dönemi ve bebeğinizi kucağınıza sağlıkla almanızı dilerim.

  • KİLO ALAMAMA SEBEPLERİ NELERDİR ?

    Çağımızın en büyük problemi obezite olmasına rağmen yine de kilo alamama ile ilgili sıkıntı çekenler de var. Hem de gözardı edilemeyecek ölçüde. kilo alamama problemi bazen beraberinde seyreden bir psikolojik hastalık yüzünden olabilmekte. Bazen de fizyolojik olarak vücuttaki bazı sorunlar yüzünden kilo alamama gerçekleşmektedir. Öncelikle sorunun neden kaynaklandığını öğrenmeliyiz ki çözümü bulabilelim. Fizyolojik temelli zayıflık sorunu ile psikolojik temelli zayıflık sorunun tedavi şekli tamamen birbirinden farklıdır. Halk arasında zayıflamak için söylenen az ye spor yap gibi klişeler kilo almak isteyenler için de yemezsen kilo alamazsın tabii şeklinde tekrarlanır. Şimdi bu kilo alamama sorununun içeriğine bir bakalım. Kilo alamıyorsunuz peki ama neden ? onu bir tespit edelim mi? Anoreksia nevroza ya da blumia nevroza yüzünden kilo alamayan kişi sayısı medyanın etkisiyle artış göstermektedir. Değişen güzellik kriterleri özellikle genç kızlarımızı ve erkek çocuklarımızı hastalıklı derecede zayıf olmanın daha güzel olduğuna inandırmakta, sonuçta gençlerimiz sağlıksız diyetler ve ilaçlarla zayıf olmaya itilmektedir. Daha çocukluk döneminde aslında masumane duygularla kızların ellerine verdiğimiz barby ve cindy bebekler onların beden algısını zayıflık güzeldir yönünde değiştirmek için ilk adım olmaktadır. Aynı şekilde ken bebekler de erkek çocuklara yetişkin erkek idolü olarak kavratılmaktadır. çocukluktan beri, ilk önce bebeklerle güzel olmanın nasıl olduğunu kafasında yanlış şekillendiren çocuk, ergenlik döneminde ya yediklerini kusarak ( blumia ) ya da daha disiplinli olanlar da az yiyerek (anoreksia) zayıf kalmaya çalışmaktadır. Sonuçta çocuklar, vücudun ihtiyacı olan besin öğelerini alamadığı için zayıf olmanın yanı sıra psikolojik, mental, fizyolojik ve hormonal gelişimini de tam olarak tamamlayamazlar. İlerleyen dönemlerde kalıcı olabilen hastalıklara yakalanma riskleri artar. İlk önce çocuklara bu açıdan dikkat etmeli ve güzellik ve sağlık kavramlarını, sağlıklı beslenmenin neden önemli olduğunu anlatmalıyız. Anoreksia ve blumia psikolojik temelli kilo alamama sorunlarıdır ve tedavisi ancak psikoterapi eşliğinde beslenme tedavisi ile kilo alımı sağlanmasından geçer. Fizyolojik temelli kilo alamama sorunlarından en çok bilineni, troid bezinin çok çalışması sonucu, troid hormonlarının fazla salgılanması ile vücut hızının artmasını sağlayan ve hastanın kilo almasına engel olan hipertroidi hastalığıdır. Tek etkisi kilo alamama olmayıp taşikardi, sinirlilik, ani öfke nöbetleri ve ilerleyen durumlarda göz küresinin dışarı bombelenmesi ile karakterize bir hastalıktır. Tedavisi bir endokrin uzmanı kontrolünde ilaç tedavisi ve beslenme tedavisi ile olur. Fizyolojik temelli kilo alamama problemlerinden biri de bağırsak parazitidir. Gaitada 3 hafta üst üste parazit yumurtası bakılarak kolayca tespit edilebilir. Tedavisi bir dahiliye uzmanı eşliğinde ilaç tedavisi ve beslenme tedavisi ile olur. Beslenme davranışı bozukluğundan kaynaklanan kilo alamama problemi ise kalıcı davranış değişikliği ve beslenme tedavisi ile tedavi edilir. Eğer ki iştahsızsanız, sinirlenince ya da üzülünce yemek yiyemiyorsanız, bütün gün işte veya yoğun olduğunuzda yemek yemiyor akşam eve gelince de çok az yiyip hemen doyuyorsanız vücudunuzun yavaş yavaş doğru beslenmeye alıştırılması gerekmektedir. Bunun için yine size uygun bir beslenme programı diyetisyen tarafından belirlenir ve yavaş yavaş sağlıklı bir şekilde kilo alımınız gerçekleştirilir. Duygusal açlık dediğimiz sinirlenince yeme probleminin tam tersi duygusal tokluk hissiniz varsa, yani sinirlenince, üzülünce ya da çok sevinince iştahınız kesiliyorsa yine bu durumda bir psikoloğa gidip duygu durumunuzla baş etmenin doğru yollarını öğrenmenizde fayda var. Tedavi ancak istikrarlı olursa başarı sağlanır. Kısa sürede kilo veremeyeceğiniz gibi kısa sürede kilo almayı beklemek de yanlış bir tutumdur. Halk arasında tatlı ve yağlı besinler yiyerek kilo alımı olacağı düşüncesini uygularsanız , bu yanlış beslenme sizin başka hastalıklarla uğraşmanıza sebep olur. Sağlıklı kilo artışı yağ ve kas dokusunun her ikisinden de olmalıdır. Bunu da ancak vücut analizinizi yaptırarak anlayabilirsiniz. Kilo almak için bol şekerli, bol yağlı ve basit karbonhidratlardan zengin bir beslenme ile ancak dengesiz yağ dokusu artışı ve diyabet hastalığına sahip olursunuz. Kilo alma programına başlamadan önce gerekli kan testlerinizin yapılması gerekir. Çıkan sonuçlara göre kilo almanıza engel bir durum olup olmadığı anlaşılır. Eğer var ise doktor tedavisi de almanız gerekir. Diyetisyeniniz çıkan kan testi sonuçlarınıza göre eksiklik durumunuzun olup olmadığına göre, günü kullandığınız saatlere, çalışıp çalışmadığınıza, spor yapıp yapmadığınıza, fiziki olarak hareketli olup olmadığınıza, sevdiğiniz ve sevmediğiniz besinlere, yaşınıza, cinsiyetinize, alışkanlıklarınıza ve sosyo ekonomik durumunuza göre bir beslenme programı oluşturacaktır. Bu beslenme programına uyarak sağlıklı bir şekilde ve sağlıklı bir sürede kilo alımınız gerçekleşecektir.

  • Diksiyon Eğitimleri

    Diksiyon eğitiminin amacı dilin kurallarına uygun düzgün, anlaşılır ve akıcı konuşma becerisini bireye kazandırmaktır. Böylece birey kendisini daha etkili bir biçimde ifade edebilme becerisine sahip olur. Eğitimin bir diğer amacı topluluk önünde konuşurken kişinin heyecanını kontrol edebilmesi; sesletim açısından tüm sesleri doğru ve güzel söyleyebilmesi, sesini etkili bir biçimde kullanabilmesidir. Ayrıca beden dilinin kullanımı da eğitimlerin bir diğer parçasıdır. Diksiyon eğitimi ile kişiler aksan ve şiveden kaynaklı konuşma problemlerinin de önüne geçebilir. Güçlendirdiği iletişim becerileri hem iş hem de sosyal hayatında hayatının kalitesini arttırabilir. Eğitimin içeriği bireysel olarak bireyin ihtiyacına göre planlanmakla birlikte genel olarak şu şekilde özetlenebilir: Nefes kontrolü Sesin etkili kullanımı, ses eğitimi Doğru sesletim çalışmaları Ünlü seslerin doğru sesletimi Ünsüz seslerin doğru sesletimi ‘’Ğ’’ kuralı Ulama kuralı Yazım dili ve konuşma dili arasındaki ayrımlar İstanbul ağzı kuralları Konuşma organları için oral-motor egzersizler Akıcı ve anlaşılır konuşma çalışmaları Süre, Tonlama, Ezgi, Vurgu, Ulama, Kavşak, Durak vb. Kurallar Hitabet Doğaçlama Beden Dilinin Etkili Kullanımı

  • Gecikmiş Dil ve Konuşma

    Gecikmiş dil ve konuşma günümüzde sıklıkla karşılaşılan bir durumdur. Normal dil ve konuşma gelişim basamaklarına göre 3 yaşına gelmiş bir çocuk anlaşılır bir şekilde yetişkin gibi cümle kurabilir ve isteklerini ifade edebilir. Ancak gecikmiş dil ve konuşma problemi yaşayan bir çocuk dilin alt bileşenlerinden hangilerinde sorun yaşadığına bağlı olarak söylenileni anlamakta da ya da kendini ve isteklerini ifade etmede güçlük yaşabilir. Örneğin 3 yaşında bir çocuk konuşulanları anlıyor, kavramları, kategorileri, nesleri vs biliyor ancak bunları sözel olarak ifade edemiyor olabilir. Cümle kurmak yerine işaretlerle iletişime geçebilir ya da kelime haznesi çok az olduğu için kullandığı bazı kelimeler ile tüm iletişimi gerçekleştirmeye çalışıyor olabilir. Bu durum çocukta ifade edici dilde bir gerilik olduğunu göstermektedir. Öte yandan bir çocuğun kelime çıktısı yeterli olabilir ve bu kelimeler ile cümle de kuruyor olabilir. Ancak cümledeki eklerde hata yapıyor, devrik cümleler kuruyor, bazı ekleri hiç kullanmıyor ise bu da ifade edici dilde bir geriliktir. ( istemiyorum yerine ben yok, bebek geliyor yerine bebek gel, yapmak istemiyorum yerine yap ben yok vb ) Bazı çocuklar ise hem ifade edici dilde hem de alıcı dilde ( kavram-kategori bilgisi, söylenileni anlama, komut alma, göz teması kurma, dinleme becerileri vs) sorun yaşıyor olabilir. Böyle bir durumda dilin alt bileşenlerinden bir çoğunda gerilik mevcuttur ve terapi süreci daha uzun olacaktır. Gecikmiş dil ve konuşma problemleri çok yaygın olarak görülmesine rağmen halk arasında dayısı da geç konuştu, erkek çocuklar geç konuşur gibi hatalı yönlendirmeler ile müdahale edilmediğinde ileri de fonolojik bozukluklara, artikülasyon bozukluklarına, okul döneminde okuma-yazma güçlüğüne, davranış problemlerine sebep olabilmektedir. Erken dönemde tanı ve tedavi süreci ileride yaşanacak olan olumsuz durumların önüne geçmek amacı ile oldukça önemlidir.

  • Afazi

    Afazi, genellikle bir inme ya da kafa travması sonucunda aniden ortaya çıkan ve beynin dilden sorumlu alanlarının hasarlanmasından kaynaklanan bir dil bozukluğudur. Çoğu insanda dil alanları beynin sol yarı küresinde yer almaktadır. Dolayısıyla, afazide beynin sol yarısındaki dil alanları hasarlanırken, kişinin de sağ tarafına inme inebilir/felç gelebilir. Bu bozukluk dili ifade etme ve anlamanın yanı sıra, okuma ve yazmayı da etkileyebilmektedir. Afaziye dizartri ya da konuşma apraksisi gibi nörolojik konuşma bozuklukları da eşlik edebilmektedir. Afazi beynin dil alanlarından bir ya da daha fazlasının hasarından kaynaklanmaktadır. Çoğu zaman beyin hasarının nedeni inmedir. İnme, beynin bir bölgesinin kansız kalması durumunda ortaya çıkar. Beyin hücreleri oksijen ve önemli besinleri taşıyan normal kan desteğini alamadığında ölürler. Beyin hasarının diğer nedenleri arasında kafaya alınan şiddetli darbeler, beyin tümörleri, beyin enfeksiyonları ve beyni etkileyen diğer durumlar yer almaktadır. Çocuklar da dâhil olmak üzere herkes afazi olabilir. Ancak, afazi daha çok orta ve ileri yaşlarda daha sık görülür. Erkekler ve kadınlar eşit olarak etkilenmektedir. ABD’de Ulusal Afazi Derneği’ne göre her yıl inme nedeniyle yaklaşık 80.000 kişi afaziye maruz kalmaktadır. Amerika Birleşik Devletleri’nde yaklaşık bir milyon afazili birey bulunmaktadır. Türkiye’de afazinin yaygınlığı hakkında saptanmış bir orana ulaşılmamıştır. Afazi genellikle ilk olarak beyin hasarı geçiren kişiyi tedavi eden doktor (nörolog) tarafından fark edilir. Doktor kısa bir yatak başı değerlendirme sonrası afaziden şüphelenirse hastayı iletişim becerilerini daha ayrıntılı değerlendirmek için bir dil ve konuşma terapistine yönlendirir. Dil ve Konuşma terapisti bireyin “komutları yerine getirme, soruları yanıtlama, nesne adlandırma ve sohbeti sürdürme becerilerini ayrıntılı değerlendirip, uygun bir terapi programı hazırlamak için afazi testi uygular. Değerlendirmeler afazili bireyin motor konuşma bozukluklarını, dili anlama, okuma, yazma, yutma yeterliliğini ve alternatif ve destekleyici iletişimi sistemlerini kullanabilme yeterliliklerini içermelidir. Türkiye’de afazili bireyler için hazırlanmış GAT (Gülhane Afazi Testi: Tanrıdağ, 1993), GAT-2 (Tanrıdağ, Maviş, Topbaş, 2011), EAT (Atamaz, Yağız On, Durmaz, 2007) ve ADD (Maviş ve Toğram, 2007) değerlendirme testleri mevcuttur.

  • Otizm-Zihin Engeli-Down Sendromu

    Otizm, zihin engeli, down sendromu gibi ikincil bir engele bağlı olarak ortaya çıka dil ve konuşma problemleri dil ve konuşma terapistlerinin aktif olarak çalıştığı alanlardan biridir. Dil ve konuşma üst bilişsel bir beceri olduğu için zihin engeli gibi bir durumda dil ve konuşma gecikmesi sıklıkla görülür ve dilin alt bileşenlerinin birçoğunda sorun yaşanır. Zihin engeli olan zihin engelinin derecesine bağlı olarak konuşmaya geç başlayabilir, konuşmaya başladıktan sonra ise dilin alt bileşeni olan alanlarda sorun yaşayabilir. Benzer şekilde zihin engeli olan bireylerde sıklıkla sesleri edinme de güçlük yaşandığı için konuşmada anlaşılırlık problemleri meydana gelir. Otizm gibi yaygın gelişimsel bozukluklarda da dil ve konuşma bireyde en çok etkilenen alandır. Birey iletişime geçmek de isteksidir, göz teması kısıtlıdır, komut alma ve dinleme becerilerinde sıkıntı yaşamaktadır. Genellikle alıcı dil becerileri normal düzeyde olmasına rağmen ifade edici dil de ciddi sıkıntılar gözlenir. Yaygın gelişimsel bozukluklarda sıklıkla gördüğümüz bir başka problemde pragmatik alanda yaşanılan sorunlardır. Pragmatik düzeyde bozukluk yaşayan kişiler başkalarının söylediklerinin anlamını kavramada zorluk yaşarlar; kendi ihtiyaçlarını karşılamak ve iletişime geçmek için dili doğru bir şekilde; ortama-duruma uygun olarak kullanamazlar. Bu alanda sorun yaşayan bireylerde genellikle dil ve konuşma gecikmesi, sözcük bulmada zorluk, sözcükleri anlamsız şekilde tekrar etme davranışı sıklıkla gözlemlenir. Ayrıca bu bireyler genellikle sözcükleri cümle içinde kullanırken sözdiziminde ve eklerde hata yapma, zamirleri anlamada ve kullanmada zorluk, soruları anlamakta ve soruya uygun cevap vermekte zorluk, soyut kavramları anlamakta zorluk, şakaları; jest ve mimikleri anlamada zorluk, iletişimi sürdürmede zorluk yaşarlar. Benzer bir şekilde down sendromlu bireyler de yaygın gelişimsel bozuklukta ve zihin engeli olan bireylerde olduğu gibi dil ve konuşmada gecikme, dilin alt bileşenlerinde çeşitli problemler, konuşma da artikülasyon hataları sıklıkla görülmektedir.

  • Siğil Tedavisi

    Siğil nedir? Siğil derinin üst tabakasının, virüs enfeksiyonu sonucu aşırı gelişimi ile karakterli kanser dışı oluşumudur. Siğile sebep olan virüs Human Papilloma virüs (HPV) dür. Siğiller genellikle deri rengindedir, dokunmakla yüzeyleri pürüzlüdür, fakat bazen düz ve pürüzsüz yüzeyli olabilir. Siğillerin şekilleri bulundukları bölgeye göre değişebilir. Kaç tip siğil vardır? Birkaç tip siğil vardır: Klasik siğiller Ayak tabanındaki siğiller Düz siğiller Klasik siğiller - genellikle parmaklarda, tırnakların kenarında ve el sırtlarında görülürler. Derideki küçük bir sıyrıktan virüs girebilir. Siğillerin üzerinde kan damarlarından oluşmuş siyah noktacıklar bulunur. Ayak tabanındaki siğiller - Bu tip siğiller genellikle ayak tabanında görülürler. Grup halinde bir araya gelerek mozaik görüntüsü oluşturabilirler. Bu bölgedeki siğiller basınç yüzünden derinin dış yüzeyine doğru büyüyemediklerinden derinin derinliklerine doğru iner. Klasik siğillerde olduğu gibi bu siğillerde de siyah noktacıklar vardır. Ayak tabanındaki siğiller rahatsız edicidirler, tıpkı ayakkabının içine bir taş kaçmış gibi ağrı verir. Düz siğiller - diğer siğillere göre küçük ve üzerleri düzdür. Bu siğiller çok sayıda 20-100 adete kadar olabilirler. Vücudun herhangi bir yerinde görülebilmekle beraber, çocuklarda sıklıkla yüzde görülürler. Erişkin erkeklerde sakal bölgesinde, kadınlarda ise bacaklarda görülürler. Muhtemelen tıraşlama ile olan tahriş virüsün girişi için ortam oluşturmaktadır. Siğiller nasıl oluşurlar? Siğiller insandan insan bulaşabilirken bazen direk olmayan temasla da bulaşabilir. Virüsün bulaşmasından sonra siğilin gelişmesi arasında birkaç aylık bir süre vardır. El sıkmakla virüs bulaşması ve düz siğillerden virüs bulaşması zordur. Neden bazı kişiler siğil gelişirken bazılarında gelişmez? Bazı kişilerde siğiller hangi sıklıkla virüsle karşılaşıldığına bağlı olarak çıkar. Virüs derideki herhangi bir hasarlanma sonucunda deriye girer ve tırnaklarını yiyen çocuklar bu nedenle risk altındadır. Bazı kişiler nasıl sık uçuk geçiriyorsa, bazı insanlar da siğile daha sık yakalanır. Bağışıklık sistemi baskılanmış kişilerde siğil görülme olasılığı daha yüksektir. Siğiller tedavi edilmeli midir? Çocuklarda siğiller tedavi edilmezlerse birkaç ay veya yılda geriler. Bununla beraber ağrılı olan ve hızla yayılan siğiller tedavi edilmelidir. Erişkinlerdeki siğiller çocuklardaki gibi çabuk iyileşmezler. Dermatoloji Uzmanları siğilleri nasıl tedavi ederler? Dermatoloji Uzmanları hastanın yaşı ve de siğilin tipine göre değişik tedavi yöntemleri uygularlar. Klasik siğiller - Bu tip siğilleri olan çocuklar salisilik asit içeren jel, solüsyon veya plasterlerle tedavi edilebilirler. Bu tedavi biraz rahatsız edici olup, etkili sonuç almak için birkaç hafta düzenli uygulanması gerekir. Eğer siğil tedavi edilirken yara gelişirse tedavi birkaç gün durdurulmalıdır. Erişkinlerde ve büyük çocuklarda genellikle kriyoterapi (dondurma tedavisi) tercih edilir. Bu tedavi çok ağrılı değildir ve nadiren iz bırakır. Bununla birlikte iki üç haftalık aralarla bir kaç tedavi gereklidir. Elektro cerrahi denen elektrik akımı ile yakma yöntemi, diğer bir alternatif tedavi yöntemidir. Laser tedavisi diğer tedavilere dirençli olgularda uygulanmalıdır. Diğer bazı tedavi yöntemleri nelerdir? Siğillerin tedavisinde bir çok farklı laser kullanılabilir.laser tedavisi siğili harap eder. Bu yöntem çok pahalıdır ve lokal anestezi gerektirir. Diğer bir tedavi yöntemi kansere karşı kullanılan bleomisin denen ilacın siğil içine enjekte edilmesidir. Fakat enjeksiyon ağrılıdır ve bir çok yan etkisi vardır. İmmunoterapi denen bir diğer yöntem vücudun kendi bağışıklık sistemini harekete geçirir. Bir çok farklı immunoterapi yöntemi vardır. Bir immunoterapi yönteminde vücudun allerjik olduğu bir madde, siğilin üzerine sürülür ve böylece siğile karşı hafif bir allerjik reaksiyon gelişir ve siğilin yok olur. Tekrar eden siğillere ne yapılmalıdır? Bazen eski bir siğil ortadan kaldırıldıktan kısa bir süre sonra yeni bir tanesi ortaya çıkabilir. Bunun nedeni eski siğile tedavi yapılmadan evvel etrafa virüsü yaymış olmasıdır. Bu yavru siğiller anne siğilin etrafında gelişirler. Bu yavru siğillerin oluşumunu anne siğilin erken tedavisi engeller, erken yapılan tedavi ile etrafa daha az virüs yayılması sağlanmış olur.

  • KULAK ESTETİĞİ

    Duyma fonksiyonunun yanında kulaklarımız görselliğimizin de önemli bir parçasıdır. Yüzümüzün simetrisini sağladığı gibi, küpe gibi aksesuarlarla veya saç modellerimizde ön plana çıkan bir organımızdır. Vücudumuzda önemli fonksiyonlar kafa çifti denilen 12 çift özel sinirle yönetilir (innerve edilir). Bu sinirler diğer sinirler gibi omurilikten çıkmaz, direk beyinden çıkarlar. Dış kulak 5,7,9 ve 10 numaralı kafa çiftleri ve normal sinirler tarafından innerve edilmektedir. Dış kulak bu anlamda hatrı sayılır bir konumdadır. Bu nedenle yapılacak cerrahi ve cerrahi dışı girişimlerde anatominin iyi bilinmesi en temel kuraldır. Ancak kulağın estetik bir ünite olduğu da gözden kaçırılmamalıdır. Estetik bakış açısı ve eğitimi olmaksızın kulak üzerinde yapılacak her işlem hastayı ve yapan hekimi mutsuz edecektir., İnsanoğlu her zaman yeni olana ilgi duyduğu için bazı kesimler tarafından bu durum suistimal edilebilmektedir. Genel kabul görmemiş ve uzun dönem sonuçları tam olarak anlaşılmamış teknikleri "yenilik" maskesi altında halka yayarak menfaat elde edilmesi mümkündür. Belirtmek gerekir ki her yenilik iyi sonuçlar getirmemektedir. Kulak estetiği denilince kepçe kulak dışında kulak kepçesinin asimetrileri, kulak memesinin asimetrisi ve şekil bozuklukları, kulak gelişimsel bozuklukları aklımıza gelmektedir. Gelişimsel bozukluklar ve gelişmeme veya kaybedilmesi ile ilgili bilgiler Onarım&Yara başlığı altında anlatılmıştır. Kepçe kulak erkeklerde daha göz önünde buunmakta, bayanlarda ise saçlar marifeti ile kapatılabilmektedir. Günlük pratiğimizde kamufle edilebilmesine rağmen bayanların kepçe kulak rahatsızlığından daha fazla şikayetçi oldukları ve ameliyat talep ettikleri görülmektedir. Özellikle özel günlerde saç modelleri seçerken kulaklarından dolayı kısıtlandıkları düşünüldüğünde, bu sonuç hiç de tesadüf değildir. Çocukluktan beri bu sıkıntıyı yaşamayan birinin bunu anlaması gerçekten çok zor. Neyse ki insanlar plastik cerrahlara daha rahat ulaşabilmekte ve bunun tıbbi bir sorun olduğu daha net kavranmaktadır. Eskiden baba, ağabey, koca veya mahalle baskısı sebebi ile ameliyatı dile getiremeyen hastalarımız şimdi ailelerinin desteğini alarak ameliyat talep edebiliyorlar. Çeşitli yöntemlerle operasyon mümkündür. Ancak benim kendi deneyimlerime göre kepçe kulak amaliyatı öncelikle genel anestezi ile olmalıdır. Çünkü bir saatten fazla süren ameliyat için kişilerin hareketsiz ve yüzleri örtülü bir biçimde durmaları pek mümkün olmamaktadır. İlk ameliyatlarımda hastalarımın taleplerine göre lokal anestezi ile de bu tür ameliyatları yapmış olsam da artık genel anestezi olmadan ameliyat kabul etmemekteyim. İlave olarak ameliyatı kulak arka katlantısından açık teknikle yapmayı tercih etmekteyim. Ameliyatlarımda standart cerrahi iplikler yerine kıkırdağa zarar vermeyen, vücutta alerjik reaksiyon yaratmayacak, yabancı cisim reaksiyonuna sebep olmayacak, cilt altından görünmeyecek, erimeyen ve örgülü yapıda olmayan cerrahi iplikleri yeğlemekteyim. Marka ve model belirtemeyeceğim ancak titanyum iğneli, yuvarlak kesimli, atravmatik, monoflament, renksiz iplikler benim için olmazsa olmaz şartlardandır. Ameliyat sonrası bir gün bandajlı kalan hastanın ikinci günden itibaren bir hafta süre ile özel bir bandana kullanması önerilmekte ve ikinci hafta sadece geceleri bandana kullanılması yeterli olmaktadır. İkinci hafta dolduğunda dikişleri alınarak normal hayatına dönmesi planlanmaktadır.

  • Google Places
  • Instagram
  • Facebook
  • LinkedIn

©2022 DrSistem

bottom of page