Arama Sonuçları
Boş arama ile 1063 sonuç bulundu
- Örnek aldığı doktor hayatını kurtardı!
Beyin Cerrahı olmak isteyen 17 yaşındaki Mustafa Mert Eskici 2 yıl önce ailesiyle birlikte Prof. Dr. Aslan Güzel ile tanışmıştı. İdealinin beyin cerrahı olması üzerine konuşmuşlardı. Prof. Dr. Aslan Güzel’in başarılı ameliyatlara imza attığını, araştıran Mustafa Mert Eskici, aynı zamanda davranışlarını ve görüşlerini örnek aldığını annesi Aysel söyledi. 2 yıl sonra 28 Mart 2018’de okul pikniği sırasında şiddetli baş ağrısı, dil uyuşması, gözlerde geçici görme kaybı ve sağ tarafında tutmama şikayetleriyle yere düşen Mustafa Mert Eskici, Medical Park Gaziantep Hastanesi’ne getirildi. Beyin kanaması ön tanısı ile MR ve Tomogrofisi çekilen hastada doğuştan arteriovenöz malformasyon (beyin damar yumağı ) kanayan yumağın beyine ciddi baskı yaptığı saptandı. Prof. Dr. Aslan Güzel tarafından hasta ameliyata alındı. Başarılı bir ameliyat sonrası 13 gün yoğun bakımda kalan Mustafa Mert Eskici, reanimasyon, anestezi ve FTR (fizyoterapi) desteğiyle vücudunun tutmayan sağ tarafını hareket ettirmeye ve ameliyat öncesi konuşma güçlüğü çeken Mert konuşmaya başladı. Taburcu olacağı gün arkadaşlarıyla satranç oynayarak Nöroşirürji Kliniği de bu mutluluğa ortak oldu. 4 hafta sonraki kontrolünde yürüyerek gelen 17 yaşındaki Mert Eskici, sağlık kontrollerinde daha iyi olduğu gözlemlendi. Prof. Dr. Aslan Güzel’e tuttuğu takımın formasına Aslan Mert ve Aslan isimli formayı armağan etti. Bu başarılı operasyondan dolayı Mustafa Mert Eskici ve ailesi, tekrar sağlığına kavuşmasında yardımcı olan başta Prof. Dr. Aslana Güzel’e, ameliyathane ve anestezi ekibine, yoğun bakımı ekibine, nöroşirüji çalışanlarına, FTR, Psikolog ve Medical Park Gaziantep Hastanesi’ne desteklerinden dolayı teşekkür etti.
- Vertigo Nedir?
Vertigo; kelime anlamı olarak baş dönmesi anlamına gelmektedir ve bir hareket illüzyonudur. Baş dönmesi dendiğinde hastanın dengesini sağlamadaki her türlü problem anlaşılır. Bu durum hastayı yatağa düşürüp gözlerini dahi açamayacağı şiddetten, sadece zaman zaman bir kayma hissine kadar değişebilir. Hatta sadece bir göz kararması şeklinde ortaya çıkabilir. Vertigo oluşturan nedene göre şikayetler değişebilmektedir. Her taraf dönüyor, yer ayağımın altından kayıyor, bir yana doğru kayıyorum, kafamın içi boşalıyor, gözlerim kararıyor şeklinde açıklamalar sık duyulur. Vertigo çok şiddetli olduğunda hastalarda gözlerde sıçrayıcı hareket, bulantı ve kusma, ayakta duramama şeklinde belirtiler de olabilir. Kulak hastalıklarına bağlı baş dönmelerinde beraberinde kulak çınlaması, işitme azlığı, kulakta basınç hissi, bulantı-kusma, kulak akıntısı gibi şikayetler eklenebilir. Nörolojik hastalıklara bağlı baş dönmelerinde ise baş ağrısı, uyuşmalar, felçler, göz hareketlerinde anormallikler olabilir. Vertigo ile bulunabilecek diğer şikayetler çok değişken olabilir. Ancak birçok hastada sadece baş dönmesi mevcuttur. VERTİGO’ NUN BELİRTİLERİ NELERDİR? Hareket yanılsamasının, olmayan bir hareketi oluyormuş gibi algılamamızın sebebi her iki iç kulağımızdaki vestibüler sistemden beynimize o anki dengemizle ilgili sürekli olarak gönderilen bilgilerde bir uyumsuzluğun ortaya çıkmasıdır. Gerçek vertigonun nedenleri arasında en sık görülenler vestibüler sistemin yerleştiği iç kulak ile ilgilidir, örneğin BPPV ( Benign Paroksismal Pozisyonel Vertigo), Menier Hastalığı, Vestibüler nörinit vertigoya neden olan en sık görülen hastalıklardandır. Bunun yanı sıra vestibüler sistemin merkezinin yerleştiği beyin sapını etkileyen hastalıklar da vertigo nedenleri arasındadır. Akut ve kronik orta kulak iltihaplarının seyri sırasında da iç kulağın ilthaptan etkilenmesi sonucu vertigo ortaya çıkabilir, etkin bir şekilde müdahale edilmesi gerekir. VERTİGO’NUN NEDENLERİ NELERDİR? Başta boşluk hissi, yürürken sendeleme, ayakta durmakta zorluk da baş dönmesi olarak tarif edilebilir. Ancak gerçek vertigo genellikle rotasyonel niteliktedir , çevrenin dönmesi veya kişinin kendisinin dönmesi şeklinde olur. Vertigo sübjektif bir duygu olduğu için vertigo sebebinin araştırılmasında en önemli adım hastanın yakınmasının değerlendirildiği , özelliklerinin not edildiği öykünün alınmasıdır. Burada vertigonun süresi, baş pozisyonu ile ilgisinin olup olmadığı, eşlik eden başka yakınmalar, bilinç kaybının olup olmadığı sorgulanır. Daha sonraki adım fizik muayenedir ayrıca yardımcı tanı testleri kullanılabilir. Testler arasında , odyolojik testler , videonistagmografi, kalorik testler pozisyonel testler sayılabilir. NASIL TEDAVİ EDİLİR? Vertigo hastalık değil, bir hastalığın belirtisi olduğu için teşhis edilen hastalığın tedavi edilmesi gerekir. Örneğin en sık görülen Benign Paroksismal Pozisyonel Vertigo ‘nun tedavisi,ilk aşamada vertigoya iç kulaktaki hangi bölümün sebep olduğunun tespit edilmesinden sonra bu bölüme uygun manevralar ile yapılır. Vestibüler Nörinit hastalığında ise ilaç tedavisi uygulanır. Baş dönmesine Menier Hastalığı neden oluyorsa bu hastalığa özel farklı tedavi yöntemleri uygulanır. Vertigo sebebi olarak bir akut orta kulak iltihabı saptanmışsa ilaç tedavisiyle birlikte miringotomi işlemi ile orta kulaktaki iltihabi birikimin boşaltılması gerekir. Kronik bir orta kulak iltihabı söz konusu ise kulak kemiğine yerleşmiş enfeksiyon cerrahi girişimle temizlenmeli iç kulağın iltihaptan etkilenmiş bölümü onarılmalıdır.
- Burun Estetiği - Rinoplasti
Burun yüzümüzün ortasında bulunan ve bize bakıldığında dikkati en çok çeken yapıdır. Bu yüzden güzel ve doğal bir burun yüz güzelliği için vazgeçilmezdir. Aynı zamanda nefes alma , koku alma,havanın nemlendirilmesi ,ısıtılması ve sesimizin bize özel olmasını sağlar. Yani estetik açıdan yüzümüze çok şey katar aynı zamanda insan sağlığı açısından çok önemli görevleri vardır. Burundaki şekil bozuklukları yüzünüzün kendi içindeki ahengini bozarak dış görünümünüzü etkiler, burun tıkanıklığına neden olarak sağlığınızı etkiler ve tüm bunların sonucu olarak psikolojinizi, insan ilişkilerindeki özgüveninizi etkileyebilir. İşte estetik burun ameliyatları tüm bu problemleri çözmek amacıyla yapılır. ESTETİK BURUN AMELİYATI İLE NELER YAPABİLİYORUZ? Estetik burun ameliyatı ile burun kemerli ise bu kemeri alabiliyor, burun ucu düşüklüğü varsa burun ucunu kaldırabiliyor, burun ucu çok kalkıksa normal konuma getirebiliyor, burun kökü gerideyse burun kökü ile alın arasındaki bölge doldurularak normalden kısa görünen burunu uzatabiliyor ve gözlerin birbirinden ayrık görümünü düzeltebiliyoruz .Burun ile üst dudak arası mesafe uzunsa kısaltabiliyor, kısaysa uzatabiliyoruz. Eğri burunları orta hatta alabiliyoruz.Burun delikleri ve kanatlarını küçültebilyoruz. Burun ucu top gibi ve kalın görünümlüyse inceltebiliyor yada sıkılmış gibiyse genişletebilyoruz. Ameliyat öncesinde hastanın bu değişikliklerden hangisine ne kadar ihtiyaç duyduğu planlanarak ameliyata ne yapılması gerektiğini bilerek giriyoruz. Planlama her hastaya özeldir. Her hasta için ayrı ayrı ve üzerinde bazen saatlerce çalışmayı gerektirecek kadar önemlidir. BURUN ŞEKLİNİ DÜZELTMENİN FONKSİYONA POZİTİF ETKİSİ OLUR MU? Yapı olarak kötü olan burunun fonksiyonları da kötüdür.Yani burnu eğik veya çarpık olan , veya yan duvarları içe çökük sıkılmış gibi olan, iç kemiğinde eğrilik olan bir hasta nefes alamaz ve burun tıkanıklığı gelişir.Bu hastalarda burnun hem içi hem dışı birarada düzeltilmediği taktirde ne fonksiyonda iyileşme olur ne de estetik görünümde. Günümüzde burnun içi ve dışını bir bütün olarak ele almaktayız. Bunun sonucu olarak nefes almayı engelleyen burun kemiği eğriliği estetik burun ameliyatından önce değerlendirilmeli ve eğrilik varlığında mutlaka aynı ameliyatta düzeltilmelidir. Bu bozukluğun giderilmesi sadece fonksiyon açısından değil estetik açıdan da çok önemlidir. ESTETİK BURUN AMELİYATLARINDAKİ GELİŞMELER SONUCUNDA AMELİYAT FELSEFESİNDEKİ DEĞİŞİKLİKLER Burun ameliyat teknikleri de bilimin ve tıbbın ilerlemesi ve kazanılan tecrübe sonucunda 2000 li yıllardan sonra konsept değiştirmiştir. Burun anatomisinin daha iyi anlaşılması , estetik görüşün gelişmesi ve bu iki faktörün kombine edilmesi sonucunda, cerrahi bakış açısı ve düşünce yapısı değişmiştir.Bunun sonucunda doğal ve armonik estetik sonuçlar amaçlanırken , burun fonksyonlarını korumanın önemi anlaşılmıştır. 1960 lı yıllarda estetik görüş ve burun anatomik bilgi ve ameliyat tekniklerinin yetersiz olduğu zamanlardaki moda burunlar, sırtı çok oyulmuş (kayık burun) ve domuz burnu olarak tanımlanan aşırı kalkık burunlar idi. Bu burunlar doğal olmayan ve ameliyatlı görünüme sahip burunlardı.Bu burunlar genellikle aşırı kıkırdak ve kemik çıkarılmasının estetik burun ameliyatlarının normu olduğu zamanlardaki teknikle yapılmış burunlardır.Günümüzde bu tarz burunlar istenmeyen ve “aşırı ameliyat kokan” burunlar olarak nitelenmektedir. Bu tarz ameliyatlar sonucunda ortaya çıkan aşırı küçültülmüş , kaldırılmış ,gözlerin birbirinden ayrı ve tabiri caizse “ablak” durmasına sebep olan burunlar günümüz estetik anlayışı ile uyuşmamaktadır. Günümüzde başarılı bir estetik burun ameliyatı dikkati buruna değil kişinin gözlerine yönelten, ameliyat olduğu belli olmayan( doğal) ve fonksyonlarını tam olarak yapabilen, uzun yıllar boyunca yaşlanma etkilerine karşı dayanıklı (çökme , eğrilme olmayan) burun yapmayı amaçlamaktadır. Benim de dikkatimi çeken artık estetik burun ameliyatı için başvuran hastaların hemen hepsinin doğal , göze çarpmayan, dikkat çekmeyen burun istedikleridir. Estetik burun ameliyatlarında amaç yüzün diğer bölümleri ile uyumlu ve nefes alma problemi olmayan bir burun yapmaktır. Burun kendi içinde de denge içinde olmalıdır. Yani burunun sırtı, ucu, yüzle birleştiği bölümleri birbiri ile uyumlu olmalıdır. Doğallık bozulduğunda sanat devreye girer. Marc Chagall PEKİ GÜZEL BURUNDAN NE ANLAMALIYIZ? Bize göre güzel burun eşitir doğal burundur. Burun sırtının aşırı oyulduğu ve burun ucunun çok kaldırıldığı burunlar doğal olmakan çok uzaktır.Çevrenizde bu şekide buruna sahip “ameliyatlı” olduğu belli olan birçok hasta Estetik ameliyat olmuş bir burun sadece tek bir yönden bakıldığında değil her yönden güzel ve dengeli olmalıdır. En çok önem verdiğimiz ise burnun önden güzel olmasıdır.Çünkü tüm hayatımız boyunca insanlarla olan ilişkilerimizde yüz yüze iletişim kurarız ve insanlar yüzümüzü her zaman ön cepheden hatırlarlar. Her hastaya standart burun ameliyatı yapılmamalı, kişiye özel planlama ve kişiye özel ,tabiri caizse “terzi işi” burun ameliyatı yapılmalıdır. İYİ YAPILMIŞ BİR BURUN Doğal görünmeli kendi içinde ve yüzün diğer yapıları ile uyumlu olmalı. Ameliyatlı bir burun görünümü olmamalı. İnsanların dikkati burnunuzdan çok gözlerinize yöneltmeli. Burun tıkanıklıkları aynı ameliyatta düzeltilmeli ve ameliyat sonrası nefes alıp verme daha iyi olmalı #burun#burunestetiği#kbb
- Akupunktur Tedavisi
Akupunktur Nedir? Akupunktur; vücudun belirli noktalarına altın ve gümüş gibi çeşitli metallerden yapılmış iğnelerin batırılması ile uygulanan, çok eski, doğru uygulandığında hiçbir yan etkisi bulunmayan bir tedavi yöntemidir. Geçmişi 5000 yıla dayanan ve Çin’de uygulanmaya başlayan akupunktur bugün birçok doğudan batıya, dünyanın neredeyse tüm ülkelerinde geleneksel ve tamamlayıcı tıp kapsamında yapılmaktadır. Yaygın olarak kulak ve vücutta uygulandığı bilinse de, akupunktur tedavisi bölgesel sağlık sorunlarının tedavisi için el, saçlı deri, ağız, ayak ve benzeri bölgelerde uygulanabilmektedir. Adale ağrıları (miyaljiler) El Bileği Ağrısı (Karpal Tünel Sendromu) Bel, boyun ve sırt fıtıkları Tenişçi Dirseği Migren ve diğer baş ağrıları Huzursuz bacak sendromu Stres, anksiyete, panik atak, uyku bozuklukları Şişmanlık ve obezite Alerjik hastalıklar Trigeminal Nevralji Menopozal Sendrom Akupunktur ile sigarayı bırakma tedavisi Akupunktur aynı zamanda sigara bağımlığının sona erdirilmesinde tercih edilen başlıca yöntemler biridir. Akupunktur ile yoksunluk sendromları ortadan kaldırılmakta ve sigaraya karşı tiksinti hissi uyandırılmaktadır. Tedavi genellikle 48 saat ara ile uygulanan iki seansta tamamlanmaktadır.
- Ozon Terapi
Ozon Tedavisi Nedir? Ozon üç oksijen atomundan oluşan gaz halinde bir moleküldür. Oksijen molekülünün (O²) kararlı haline karşın, ozon (O³), kararsız bir moleküldür. Ozon gazını Alman kimyacı Christian Friedrich Schönbein 1839 yılında keşfetmiştir. Keşfinden sonraki ilk yıllarda dezenfeksiyon amacıyla kullanılmıştır. 1860 yılında Monako şehrinin su arıtma tesislerinde dezenfeksiyon amacıyla ozon kullanılmaya başlanmıştır. Ozonun bu dezenfekte edici etkisi güçlü okside edici özelliğinden kaynaklanmaktadır. Sadece virüs ve bakterileri öldürmekle kalmaz tüm mikroorganizmalar ve toksinlerini de okside edebilir
- Bütüncül Tıp
Tıbbi bilgi ve tecrübeleri bütüncül bakış açısını benimseyerek uygulayan hekimin tıbbi yaklaşımına bütüncül tıp denir. aslında bütüncül yaklaşım, yaşamın her alanının çıkmazlarında bize farklı çözüm yollarını gösterir. bütüncül tıbbı tanımlamadan önce bütüncül yada holistik bakışı tanımlamak daha doğru olacak. Ayrıntılara boğulup gerçek tabloyu görememek yani bütünü kaçırmak birçok araştırmacıyı yanılgıya düşürür. ayrıca bütüncül tanımında gizli bir anlam daha vardır ki evrenin büyüsü burada saklıdır. evrendeki her parça ,kendisini oluşturan küçük parçalarının toplamından daha büyüktür ve her parça bütünün bilgisini ve değerini taşır. aynı insan vücudunun her organın toplamından , her oraganın hücrelerinin toplamından , her hücrenin organellerinin toplamından ve organeli oluşturan yapıtaşlarının atomların toplamından fazla olması gibi. parçayı bütünde anlamlı kılan sadece o bütün içinde var olması değil her parça ile olan iletişimidir. bütünden o parçanın eksilmesi sadece hacimsel bir değişilik değil bütünün tamımında muazzam etkiler yaratır. Parçanın bütüne etkisi bu denli güçlü iken insanın beden ,zihin ve ruhsal sorunlarında problemi salt bir organın yetersizliğine, bir resptörün direncine, otoantikorların varlığına, bakterilerin istilasına ve hormon-mineral eksikliğine bağlayarak tedaviye girişmek yetersiz kalır. bu sonuçlara kitlenip kök nedenlere inmezsek geçici çözüm ve tedavilere bel bağlarız. sonuçlarda takılır nedenlere inemeyiz. Basit bir örneklerle anlatılacak olursam, çağımızda en sık görülen obezite sorununa salt bir yağ dokusu birikimi ve estetiik problem bakış açısı ve tedavinin bir an önce sorunun asıl kaynağı olduğunu düşündüğümüz yağlardan kurtulmak olduğunu düşünmek bütüncül bakış açısına oldukça ters olur. bu bakış açısı mantıken doğru olduğunu düşündüğümüz ; kalori hesabı yapılan diyetler, yağ alımının kısıtlanması veya cerrahi operasyonlar ile yağların vücuttan hızlıca uzaklaştırılması, yemeyi engelleyecek sindirim sistemi manüplasyonları gibi tedavileri kabul edilebilir kılacak. ancak obeziteye tıbbi açıdan bütüncül bakıcak olursak temeldeki inflamasyonu, oksidatif stresi, kronik toksin birikimlerini , kimyasal bir çok döngüyü, hormonal ritimleri ve bunları yöneten sinir sitemini değerlendirmeden ani tedavi planları çizemeyiz. hatta bütüncül tıbbın ötesinde gerçek bir bütüncül bakış ile hastanın bulunduğu sosyoekonomik koşulları, kültürel kodlamaları, bilinçaltı çatışmaları, kendisinin sahip olduğu bakış açılarını göz önünüde bulundurmadan doğru kararlar alamayız. Obezite ile verilen bu örneği kronik hastalıkların tümüne uyarlayabiliriz. hipertansiyon kan basıncının artmasıdır ve tedavisi kan basıncını düşürmektir yaklaşımı bize kısıtlı faydalar sağlar. kan basıncındaki artışa neden olabilecek tüm kimyasal ve fiziksel etkileri aynı bir detektif gibi sorgulamalıyız ki ilaçlar ile baskıladığımız mekanizmaların arkasında bıraktığı yüklerin, diğer hastalıkları doğurmasına izin vermeyelim. Bütüncül bakışı açısıyla hastaya yaklaşım, hekimin kendini sadece tıbbı bilgisindeki değil tüm bilimsel metodlardaki eksiğini farketmesini sağlayarak daha çok pencereden bakıp araştırmasını derinleştirmesini sağlıyor.
- Tıbbi Beslenme
Bedenin denge içinde çalışması dışarıdan ve içeriden gelen uyaranlara ve bu uyaranların kontrolüne bağlıdır. şöyle bir düşünün; bedeninizin yakıtını, yapı taşlarını oluşturan besinlerin çalışma dengesinde az bir önemi olabilir mi? diyetlerin önemi sadece kilo vermek için önem kazanırken çok önemli bir noktayı kaçırıyoruz; kilo salt bir irade problemi değildir. kilo metabolik bir sendrom sonucu oluşan yine bedenin iç dengesinin bozulma halidir. kilo problemi daha önceki yazımda bahsettiğim gibi kronik inflamatuar, oksidatif ve toksin birikim süreçlerinin sonucu gelişmiş bir beden denge sorunudur. beslenme yönetimi diğer tüm hastalıklarda olduğu gibi burada da en önemli terapi yöntemidir. beslenme, beden dengesinin sağlanmasında ve tüm hastalıkların iyileşme serüveninde hekim için mükemmel bir terapi yöntemidir. modern tıbbın bilgi yükünün çok ağır olması maalesef hekimlerin beslenme konusundaki bilimsel gelişmeleri takip etmesini zorlaştırıyor. ve çoğumuz iyi bilmediğimiz bir terapi yöntemini kullanmaktan korkuyoruz. tanımadığımız, bilmediğimiz, benimseyemediğimiz tedavi yöntemlerini hastaya zarar vermemek adına red ediyoruz ve işin kötüsü yeterli fayda sağlanamayacağı algısına varıyoruz. bu durum hastalık süreçlerindeki beslenme planlamalarını kontrolsüz bir alanda uygulanmasına neden oluyor. beslenmenin bilimsel temellere dayanmadan üstün körü planlanması en iyi ihtimal ile olumlu yanıt izlenemediği için beslenmenin önemsiz olduğu fikrini uyandırıyor. Besin maddelerini, kapsül ,tablet veya farklı formlarda aldığımız ilaçlardan farklı kılan; ait oldukları sektör , tabi tutuldukları denetim mekanizmaları ve bilimsel çalışmalardır. yoksa ağza alındıktan sonra sindirim sistemi, karaciğer ve dolaşım sisteminde aynı süreçlerden geçmektedir. hem beslenmenin hem ilaçların hedefi hücrelerimizin ihtiyaçlarını doğru biçimde karşılamaktır. hiç bir Arge çalışması yapılmadı, laboratuvara uğramadı, üretimi için her hangi bir çalışana sigorta ödenmedi, pazarlama stratejileri belirlenmedi diye yerde biten semizotunun ilaç olmadığını söyleyemeyiz.
- Ozon Terapi
Oksijenin soluduğumuz havada bulunan kararlı hali o2, ozon ise oksijenin kararsız olan o3 halidir. yüksek enerjiye maruz kalan o2, 03 e dönüşür ve kararsız, saldırgan oldukça toksin bir formda bir çok molekül ile hızlıca reaksiyona girer. böylesine toksik bir molekülün iyileştireceğine inanmadığınız biliyorum o nedenledir ki ozonunun faydaları zararları, kimyasal karakteri, girdiği metabolik süreçleri ,hangi hastalıklarlarda kullanılır gibi ders kitabı niteliğindeki bilgileri adet yerini bulsun diye sonraki yazıma saklayıp, her zamanki gibi işin önce felsefesine giriyorum. Ozon tedavilerini bu kadar etkili kılan onun saldırgan ve karasız hali yani yarattığı stres. evet yanlış okumadınız yarattığı organik stres. çünkü kontrollü stres canlılığın devamı için olmazsa olmazdır. stresin varlığı değil yokluğudur asıl problem. ve yaşamın dengesini stres ve anti stres mekanizmalarının dengesi belirler. tüm olgunlaşma ve iyileşme süreçleri stresin kontrollü uygulanması ile sağlanır. çocuk yetiştirmek, iyi bir meslek edinmek, sosyal sorunlardaki tartışamalar gibi bir çok örnek bize stresin aslında olgunlaştırıcı, güzelleştirici, iyileştirici etkisini ispatlar.Burdan yola çıkarak şu sonuca varmanızı istiyorum hastalıkları sadece anti oksidanlar veya diğer hasar unsurlarının antisi ile tedavi etmek denge prensibine ters. hekimin öncelilkli hedefi denge halini sağlamaktır. bilimsel çalışmalar ve klinik tecrübeler de bunu destekliyor. bir çok kadim öğreti ve felsefenin aktarmaya çalıştığı ve yaşamı huzurlu kılan da denge prensibidir. ozon bu dengeyi sağlamak için kullanılan tıbbı yöntemlerden biri. ozon terapi ile ilgili şüphe getirmeyecek kadar çok bilimsel literatür ve olumlu sonucu mevcut. 1960 yılından buyana dünyanın bir çok ülkesinde oldukça yaygın kullanılıyor. ancak bu tedavi yöntemi hakettiği itibarı elde edemiyor. bunun bir nedeni ilaçlar ve hızlı tedavi protokollerinin kemikleşmiş yaygınlığı , ozon tedavisi planı yaparken bir çok paremetreyi değerlendirmenin güçlüğü, kronik hastalıkların kalıcı tedavilerinin zaman alması. bir diğer nedeni de ozon gazının tıp ekonomisi çarkını döndürecek üretim süreçlerinden geçmeden çok basit yöntemlerle elde ediliyor olması ve tedavideki etkinliğin , sadece hekimin ve hastanın mücadeledeki başarısına bağlı olması. büyük sağlık kuruluşlarına ve teknolojik yatırımlara gerek olmayan bir tedavi yöntemi. OZONUN ETKİ MEKANİZMASI gelişmiş canlıların en önemli üstünlüğü; oksijen ile sağlıdığı enerjinin yıkım ürünleriyle mücadele kapasitesidir. arabanın pistonlarını veya fırını düşünün, işlevlerinin sonucunda yanma ürünleri ile karşılaşıyoruz. ve makinanın çalışabilirliği yanma ürünlerinin miktarına ve temizlenebilme kapasitesine bağlı. gelişmiş canlıların da fonksiyonel çalışabilirliği oksijeni kullanma ve enerji elde edildikten sonraki oksijen radikallerini temizleme yeteneğine bağlı. işte hastalıklarda bu denge bozulur. her hastalığın temelinde az veya çok oksidatif stres bozukluğu vardır. kanser, otoimmün hastalıklar, enfeksiyon hastalıkları, alerjik reaksiyonlar, şeker hastalığı , hipertansiyon, migren, hormonal düzensizlikler, alzheimer, parkinson ve daha bir çok hastalığın kendisi bir sorunla karşı karşıya kalmış vücutta oksidatif stresi arttırır. ve eğer vücut bu stres ile mücedele yeteniğinde sınıra gelirse hastalık ya ağır forma dönüşür yada başka bir sistem üzerinden yani hastalıkları doğurur. kaldı ki bu hastalıkların ortaya çıkması da en başından farklı yükler ile karşı karşıya kalan bedenimizin oksidatif stresinin artmasından kaynaklanmıştır. o nedenledir ki ozon tedavisi birçok hastalıkla mücadeleyi kolaylaştırır. burada tedavi etkinliğini hastanın oksidatif stresini değerlendirip ona uygun dozda uyarıcı minik dozlarda organik stres yaratarak vücut kimyasını dengeye getirerek sağlıyoruz. verdiğimiz dozlar oldukça düşük o nedenle ozon terapinin ozona bağlı bir yan etkisi gelişmiyor. ancak bu düşük dozlar anti oksidan mekanizmalarımızı harekete geçiriyor. günümüz koşullarında karşılaştığınız fiziksel, kimyasal ve duygusal toksin miktarı öyle fazla ki toksinsiz bir dünya yaratamayacağımıza göre toksinler ve stresle mücadele yeteneğimizi olgunlaştıracak tedavileri kullanmak en akılcısı. işte ozon terapi, yoğun karşılaştığımız stres faktörlerine adaptasyon mekanizmalarımızı devreye sokuyor. bu alana da paraselsus’un : herşey zehirdir mühim olan dozdur sözü kanabilir. KİMLERE OZON TERAPİ UYGULANIR sağlıklı beden, fonksiyonel bozukluklar veya ağır hastalıklar olmak üzere doz ve sıklık ayarlamaları ile ozondan herkes fayda görebilir. ayrıca bir çok ülkede sporcu performansını arttırmak için sık başvurulan bir yöntem. KİMLERE OZON TERAPİ UYGULANMAZ *organ nakil hastaları *graves hastalığının tiroksikoz dönemi * gebeliğin ilk 3 ayı ( ancak fayda görüldüğü bir çok literatür mevcut) * kalp krizinin akut dönemi OZON TERAPİ UYGULAMA YÖNTEMLERİ KRONİK TOKSİTE BİOREZONANS
- Basında Biz
Hastanemizde Kapalı Yöntem Kasık Fıtığı Ameliyatı (Laparoskopik Ameliyat) Op. Dr. Veli Çağatay EREN öncülüğünde başarıyla gerçekleştirilmiştir. Yaptığı kapalı fıtık ameliyatıyla İlçede bir ilke imza atan Genel Cerrahi Uzmanı Op. Dr. Veli Çağatay EREN, “Kapalı ameliyatların avantajları arasında özellikle fıtık ameliyatlarında hastalığın tekrar etme ihtimali en aza iniyor. Bunun yanı sıra hastada Ağrı azalıyor, yara izi yok, ameliyat dışında hastanede yatış daha kısa oluyor ve günlük işlere daha erken dönülebiliniyor” dedi. Ameliyatların dünyada artık standart hale geldiğini, Türkiye’de ise özellikle büyük hastanelerde çok sık uygulandığını ve yavaş yavaş yaygınlaştığını, devlet hastanelerinde de yaygınlaşmasını dilediklerini belirten Doktor Eren, Hastanemizin imkanları dahilinde idarecilerimizin desteği ve gerekli malzemelerin teminiyle ameliyatı kapalı yöntemle gerçekleştirdik. Bu İlçemizde ve hastanemizde ilk kez yapılan bir yöntemdir. Bu yöntemin avantajı, ameliyattan sonra fıtığın tekrar etme ihtimalinin en aza indirilmesidir diyerek hastamıza acil şifalar diledi.
- BİOENERJİ-ENERJİ TIBBI NEDİR?
Biyoenerjiyi kısaca bizde mevcut olan doğal enerjimiz olarak tarif ve kabul edebiliriz. Bilimsel çalışmalar sonucunda insan yapısının sadece moleküllerden oluşan, fiziksel bir yapıya sahip olmadığını yaşadığımız ortamda aura adını verdiğimiz bir enerji alanına da sahip olduğunu doğrulamıştır. İnsanın doğal yapısı içerisinde süreklilik arzeden titreşim ve elektromanyetik bir akım vardır. Vücudumuz da bulunan elektromanyetik alan sadece fiziksel bedenimizle sınırlı değildir. Bunun sonucunda bir bedenden başka bir bedene bu akım ve hareketlilik sayesinde enerji akışı sağlanabilmektedir. Bioenerjideki temel mekanizma bu şekilde özetlenebilmekte ve mevcut negatif enerji bu şekilde ortamdan uzaklaştırılabilmektedir. Dolayısı ile bu olumsuz enerjinin yaratmış olduğu sağlık sorunları ve sıkıntılardan kurtulma yolu açılabilmekte ve yeniden şifa ile yaşama tutunabilme olanağı gerçekleşmektedir.
- Deri Yama Testi Nedir?
Deri yama testi nedir?; Skin patch test yada deri patch testi olarakta bilinir. Kimyasal madde alerjisini değerlendirir bu nedenle alerjik kontakt dermatit tanısında kullanılır. Yama testi materyali üretici firmaya göre değişen, ortalama 10-12 kimyasal alerjen içeren dikdörtgen yapışkan bant şeklindedir (fotoğraf). Deri yama testi nasıl yapılır?; Test yapılacak kişinin sırtına bu bantlar yapıştırılır ve üçüncü gün (48 saat sonra) bantlar yerinden çıkarılır. Böylece hastanın kimyasala 48 saat boyunca maruz kalması sağlanmış olur. Test 3. ve 4. Gün (72 saat sonra) değerlendirilir. Test süresi boyunca bantların yerinden çıkmasını engellemek için terlemeyi arttıracak fiziksel aktiviteler sınırlanır ve banyo yapılması engellenir. Yama testi öncesi alerji ilaçları ve kortizonlu ilaçlar en az 1 hafta önce kesilmelidir. Deri yama testi nasıl yorumlanır?; Test pozitif ise (kimyasal alerjisi varsa) alerjenin deriyle temas ettiği alanlarda kızarıklık, küçük ya da büyük sıvı kabarcıkları ve kaşıntı gelişir. Negatif ise (kimyasal alerjisi yoksa) deride hiçbir reaksiyon izlenmez. Pozitif sonuçlar +1, +2, +3 olarak değerlendirilir (fotoğraf; nikel alerjisi ,test değerlendirme cetveli).
- Alerji nedir? Kimlerde görülür?
Alerji nedir? Vicudumuzun alerjenlere normalde göstermemesi gereken aşırı ve anormal tepki durumudur (aşırı duyarlılık reaksiyonu). Gündelik yaşamımızda hergün alerjenlere her gün ve gün boyunca maruz kalırız. Sağlıklı bir birey alerjenlere hiçbir tepki vermezken alerjik birey tepki verir. Burada bilinenin aksine bizi zararlı mikrop (mikro organizma), kimyasal veya alerjenlere karşı koruyan bağışıklık sistemimizde (immün sistem) zayıflık yada eksiklik söz konusu değildir. Aksine hayatımızın bir parçası olan alerjenlere abartılı ve anormal yanıt gelişir. Bu gelişen abartılı yanıt alerji belirtilerine yol açar. Alerji belirtileri ortaya çıkan alerjik hastalık türüne göre değişkenlik gösterir. Alerji nasıl gelişir? Alerji alerjenlere karşı immün sistem tarafından alerji antikoru immünglobülin E (IgE) yada T lensosit üretilmesi sonucunda ortaya çıkar. Alerjik hastalık alerjene özgü IgE yada alerjene spesifik IgE yada Tlenfosit üretildiği gün başlar.Alerjene karşı üretilen IgE (spesifik IgE) alerji gelişiminden sorumlu alerji hücresi (mast hücresi) yüzeyine bağlanır ve orada bağlı kalmaya devam eder. Spesifik IgE sentezinden sonraki alerjenle ilk karşılaşmada vicudumuza giren alerjen mast hücresi yüzeyindeki IgE antikorlarına bağlanır yada yapişır. Bu bağlanmadan sonra alerji hücresi parçalanır başta histamin olmak üzere prostaglandin, lökotrien gibi bir çok madde ortaya çıkar ve bu maddeler açığa çıktığı organa alerji belirtilerine yol açar. Mast hücresi deri, solunum sistemi, ağız boşluğu, mide barsak sistemi, kalp ve damar sistemi gibi bir çok organda bulunur. alerjen spesifik Ig E sentezine bağlı gelişen başlıca alerjik hastalıklar; alerjik rinit, alerjik astım, göz alerjisi, besin, gıda,ilaç alerjisi, arı alerjisi, ürtiker, Benzer şekilde alerjene karşı T lenfosit üretildiğinde de farklı bir mekanizmayla daha farklı alerjik hastalıkların tetiği çekilmiş olur. Alerjene karşı üretilen T lenfositler (alerjene özgü T lenfosit=alerjen spesifik T lenfosit) genellikle deri ve mukozaya göç ederek hastalık belirtilerine yol açar. Alerjene özgü T lenfositlerin neden olduğu başlıca hastalıklar; atopik dermatit, alerjik kontakt dematit, ilaç alerjisi'dir. Alerji kimlerde görülür? Bir bireyde alerjik hastalık gelişmesi için öncelikle genetik olarak yatkın olması gerekir. Alerjiye genetik olarak yatkın olma durumuna atopi denir. Alerjik yatkın bireylere de atopik denir. Günümüzün bilgileri ışığında alerji kimlerde olur ? ne zaman olur? ve ne tür bir alerjik hastalık gelişir ? önceden bilmek mümkün değildir. Fakat bazı bireyler alerjik hastalıklara yakalanma açısından risk taşır. Örneğin ailesinde alerjik hastalık olanlarda alerji gelişme riskini artar fakat şart değildir. Ailesinde hiçbir alerjik hastalık olmayanlarda hayatının her hangi bir döneminde alerjik bir hastalığa yakalanabilir. Örnek verecek olursak; anne yada babasında alerjik rinit (bahar alerjisi, polen alerjisi, saman nezlesi, alerjik nezle) olan bir çocuk hayatının herhangi bir döneminde alerjik rinite yakalanma riski % 30’dur. Anne ve babada polen alerjisi yada alerjik rinit varsa bu risk %70’e yükselir. Ailesinde alerjik nezle olmayanlarda alerjik nezle gelişme riski toplumlara göre değişmekle birlikte %10-15’tir. Bazı hastalıklara sahip olmak gelecekte alerji gelişme riskini arttırmaktadır. Örneğin bebeklik çağında alerjik egzeması (atopik dermatit) olanlar, olmayanlara kıyasla gıda alerjisi, alerjik rinit, alerjik astım gelişimi açısından risk altındadır. Yukarıdaki risk faktörlerine sahip olmayan bireylerde ise gelecekte kimde alerji gelişeceğini belirleyen bir tanısal laboratuvar yöntemi yoktur. Genetik olarak yatkın olan yada risk faktörlerine sahip bireylerde alerji gelişmesi için önce alerji yapan şeylere (alerjen) maruz kalması gerekir. Unutmayınız ki vücudumuz daha önceden maruz kaldığı ( polenlere, ev tozu akarlarına, hayvan epitellerine, küf mantarına solunum yolu ile) yada temas ettiği (özellikle imitasyon takılar, saç boyaları, makyaj malzemeleri, dövme ve kına, arılara deri teması ile) yada tükettiği bir gıdaya (et, süt, yumuta gibi) alerji geliştirebilir. Yine örnek vermek gerekirse hiç kedi beslemeyen yada kedi fobisi nedeni ile kediler ile hiç yakınlık kurmayan bir bireyde asla kedi alerjisi yada daha önce hiç sokulmamış bir kişide arı alerjisi gelişemez. Alerji gelişimi alerjenle ilk karşılaşmada olabileceği gibi defalarca maruziyet sonrasında da gelişebilir. Buna örnek olarak defalarca içtiğimiz antibiyotiğin bize haftalar, aylar, yıllar sonra aynı antibiyotiğin alerji yapması gibi.
















