top of page

Arama Sonuçları

Boş arama ile 1063 sonuç bulundu

  • AĞRI TEDAVİLERİ

    Algoloji uzmanları vücutta geçmeyen kronik ağrıları radyofrekans, enjeksiyon ve lazer gibi teknikler kullanarak tedavi ediyor. Algoloji, ağrı bilimi anlamına gelmektedir. Bu bilim dalında ihtisas yapanlara Algoloji (ağrı) uzmanı denilmektedir. Ülkemizde Algoloji yan dal ihtisası yapmak için fizik tedavi nöroloji veya anestezi uzmanı olma zorunluluğu vardır. Bu üç ihtisas dalında uzman olanlar devletin açmış bulunduğu sınava girerler, kazandıkları takdirde yaklaşık 3 yıl uzmanlık eğitimi alırlar. Buradan anlaşılacağı gibi algoloji uzmanlığı bir üst ihtisas dalıdır. Ağrı, akut ve kronik olarak ikiye ayrılmaktadır. Ağrı uzmanları genellikle kronik (geçmeyen) ağrıların tedavisi ile ilgilenirler. HASTANIN PSİKOLOJİSİ DE BOZULUR Kronik Ağrı: Herhangi bir neden ile insan vücudunda ortaya çıkan, konservatif yani ilaç ve fizik tedavi gibi yöntemlerin uygulanmasına rağmen geçmeyen ağrı anlamına gelmektedir. Genellikle bir ağrı 3 aydan fazla sürüyorsa artık kronik ağrı kapsamında değerlendirilmektedir. Kronik ağrı sadece ağrı ile kendini göstermez hastanın psikolojisini de bozarak günlük yaşam kalitesini düşürür ve aile fertlerini de rahatsız eden bir konuma dönüşür. UYKU DÜZENİ BOZULABİLİR Ağrılarının ne yapılırsa yapılsın geçmeyeceğini düşünen hasta demoralize olur, uyku düzeni bozulur, sürekli yakınmaları olur. Bu süreçler devam ederse beyinde bir ağrı hafızası oluşur ve tedavisi güç durumlar ortaya çıkabilir. Kronik ağrının tedavisi için her zaman üzerinden üç ay geçmesi beklenmemelidir. Kronikleşme ihtimali olan her ağrı başından itibaren ağrı uzmanlarınca değerlendirilip tedavi edilmelidir. YAŞAM KALİTESİNİ BOZAN DURUMLAR Kronik ağrıya neden olan ve tedavi ettiğimiz ağrı ile kendini belli eden yaşam kalitemizi bozan rahatsızlıklardan belli başlıcaları şunlardır; Migren ve diğer baş ağrıları, kireçlenmelere (Artrozlar) bağlı ağrılar (omuz, kalça, boyun, diz, bel de), kemik erimesine bağlı ağrılar, kanser ağrıları, felçlere bağlı ağrılar, zona, Fıtık ameliyatı olmalarına rağmen geçmeyen ağrılar, Bel –Boyun fıtıkları, Diskojenik ağrılar, Bel-boyun ağrıları, diz ağrıları, sinir ağrıları, omurilik kanalının daralmasına bağlı ağrılar, adale kökenli ağrılar, damarsal-dolaşım bozukluğuna bağlı ağrılar, nöropatik ağrılar, şeker hastalığına bağlı Polinöropatiler. KULLANILAN TEKNİKLER - Ağrı uzmanları geleneksel ve tamamlayıcı tıp bağlamında ağrı tedavisi ile ilgili tüm yöntemleri kullanmakla beraber modern ağrı tedavisinde kullanılan bir çok yöntemi de uygulamaktadırlar. - Sinir blokları, ağrı sinirini tahrip edici yöntemler, lazer tedavileri, radyofrekans tedavileri, enjeksiyon tedavileri, vücuda takılan sinir sitimülatörleri, ağrı pili ve ağrı kateterleri takılması gibi yöntemler ağrı uzmanlarınca rutin olarak uygulanmaktadır.

  • Lazer İle Bel Boyun Fıtığı Tedavisi

    Lazer ışınları kullanılarak bel ve boyun fıtıklarını dekompres etme girişimidir. Küçük fıtıkların tedavisinde altın standart olarak kullanılmaktadır. Ameliyathane koşularında tamamen steril şartlarda hazırlanan hasta görüntüleme cihazları eşliğinde fıtığa neden olan disk dokusu içerisine öncül ince bir iğne ile girilerek lezyon yapılacak bölge doğrulanır. Bu kılavuz iğnenin içerisinden LASER ışınlarını disk içerisine ulaştıran kabloların montajı tamamlanır ve işlem başlar, yaklaşık 2 dakikada tamamlanır. Acısız ve neştersiz, narkozsuz olan bu uygulama etkin bir yöntem olup fıtık dokusunun bir kısmı buharlaştırılarak eritilmiş olur. Küçülen disk sayesinde hastalar fıtıktan kurtulur. Bu girişimden 1 saat sonra hastaları evine gönderiyoruz. 2 gün yatak istirahati ve özellikle ilk hafta ayakta fazla kalmaması ve ağır kaldırmaması önerileri ile taburcu edilir. Belirli koşullarda oldukça etkin bir yöntem olup başarı oranı %90’lar civarındadır.

  • KURU İĞNE TEDAVİSİ

    Kuru İğne Tedavisi (Dry Needling) Nedir ? Şekil olarak akupunktura çok benzeyen ama uygulamalarda farklılıklar gösteren, kaslara iğne yapılmasıyla uygulanan bir tedavi yöntemidir. Kas-iskelet sistemi ağrılarının en önemli nedeni kas spazmıdır. Kas spazmı birçok ağrı sendromu olarak kendini gösterir. Bunlar; baş ağrısı, boyun ağrısı, omuz ağrısı, sırt ağrısı, bel ağrısı, tendinitler (tendon yıpranması), entesopatiler (tendonun kemiklere yapışma yerinde yıpranma, yozlaşma), ligamentitler (kemikleri ve eklemleri bir arada tutan bağlardaki yıpranma) vs. Kaslardaki ağrılı spazmlar (kasılmalar) kaslara ve tendonlara (kiriş, kasın kemiğe yapışan uzantısı) baskı yaparak, eklem aralığını daraltarak eklemlere binen yükü artırır. Disklere (omurlar arasında bulunun ve omurganın esnekliğini sağlayan yastıkçıklar) baskı yaparak fıtıklaşmalara, omurga osteoartritine (kireçlenme), ağrılı omurga sendromlarına yol açar. Spazm damarsal yapıları da sıkıştırarak ekstremitelerde (kollar, bacaklar) soğukluk, üşüme, ağrı, ödem gibi belirtilere yol açar. Ayrıca sinirlere olan baskılar sonucu siyatalji (bacak ağrısı), brakialji (kol ağrısı) gibi radikülopatiler (yayılıcı sinir ağrıları) oluşturur. İntramusküler stimülasyon (İMS) ağrılı kas spazmlarının tedavisinde kullanılan önemli bir tedavi metodudur. Kuru iğne metodu olarakta adlandırılır. İMS çeşitli uzunluklardaki çok ince iğnelerin spazm olan kaslara batırılarak spazmın çözülmesi esasına dayanır. İMS; tek başına birçok ağrılı hastalığı tedavi etmede yeterlidir. İMS; ilaç tedavisi, fizik tedavi, kaplıca tedavileri, kinezyoterapi (hastalıkların egzersizle tedavisi) gibi tedavi metotları ile kombine edilebilir. İMS; ABD Li Dr Gunn Tarafından Geliştirilmiş Bir Ağrı Tedavi Metodudur. İMS de kasılmış ve kısalmış kasa bir iğne batırılarak bu spazm çözülmeye çalışılır. Bir kasta çoğu zaman çok sayıda ağrılı kasılmış ve kısalmış kas demetleri olduğundan çoğu kez, çok sayıda iğneleme yapmak gerekebilir. Tekrarlayan veya kronikleşmiş ağrıda spazmla birlikte fibroz doku gelişimi de varsa iğne sayısının ve iğneleme sıklığının arttırılması gerekir. Ancak fibrotik kaslarda olumlu sonuç her zaman mümkün olmayabilir. İMS Bir Akupunktur Yöntemi Midir? İMS ile akupunkturun benzerliği, ikisinde de iğne kullanılmasıdır. Akupunkturda iğne belli noktalara yapılır ve 20 dk kadar beklenir. İMS de ise iğne spazm olan ve olması muhtemel kaslara yapılır ve hemen çıkarılır. Etkisini hemen gösterir. İMS de iğne nöroanatomik yapıya göre çeşitli doku derinliklerine yapılır. Kronik kas iskelet sistemi bozuklukları ve bu bozukluklara bağlı ağrıların tedavisinde İMS oldukça etkili bir yöntemdir. İMS Hangi Hastalıklarda Kullanılır? İMS nin kullanım alanı oldukça geniştir. İMS aşağıdaki tabloda gösterilen hastalıkların tedavisinde tek başına ya da diğer tedavilerle kombine edilerek başarı ile kullanılmaktadır. İMS (Kuru İğne Tedavisi) Hangi Ağrılar İçin Kullanılır ? Baş ağrıları, Boyun ve sırt ağrıları, Donuk omuz (omuzun hareket kısıtlılığı) ve diğer omuz ağrıları, Bel ağrısı, Tenisçi dirseği ve golfçü dirseği, Ağrılı kas spazmları, Repetitif strain injurileri (Bilgisayar kullanımına bağlı ağrılar), Duruş bozukluğuna bağlı ağrılar, Fibromiyaljide kısmen etkilidir, Miyofasial ağrı sendromları, Adduktor tendinit (Kasık çekmesi), Tendinitler (el, dirsek, omuz, topuk, kasık), Diz ağrısı (Kondromalazi patella), Kalça ağrıları (Adduktor spazm, kapsülit), Topuk ağrıları, Siyataljiler, Spor yaralanmaları ve rehabilitasyonu, Çene eklemi ağrısı, Whiplash yaralanmaları, (Travma sonrası omurga ağrıları), Disk hastalıkları (bel, boyun, sırt)

  • Akupunkturla zayıflama

    Akupunktur ile zayıflamanın en sağlıklı yöntem olduğunun kanıtlanmıştır. Akupunktur ve lazer tedavisi ile fazla kilo ve yağ gibi genel ve bölgesel zayıflamanın yanında, bel ve boyun fıtığı, migren, romatizma, kireçleme, sinüzit ve siyatik gibi hastalık ile sigara bıraktırma tedavisi uygulanabilmektedir. Özellikle zayıflamak isteyenler buna ruhen inanmalıdır. Akupunktur sistemi ile bir haftada 17 kilo veren bir hastam olmuştu. Önemli olan zayıflamak ve yağlardan kurtulmak değil, yakalamış olduğunuz formu korumaktır. Bu da biz uzmanların verdiği tedavi yöntemine beslenme aşamasında uyulmasıdır. Halk arasında 'akupunkturu bıraktıktan sonra tekrar şişmanlıyorum' yakınmaları, belli bir formu yakalayan kişinin tekrar eski günlerdeki gibi dengesiz beslenmesi sonucu ortaya çıkmasından kaynaklanmaktadır.

  • Hipnozun Uygulama Alanları

    Depresyon, • Panik atak, • Uyku bozukluğu, • Migren ve gerilim tipi baş ağrıları, • Trigeminal Nevralji • Psikolojik nedenlere bağlı ağrılar, • Kekemelik gibi Konuşma bozuklukları, • Trikotilomani • Vajinismus, • Konversiyon bozukluğu, • Stres, travma sonrası stres bozukluğu… vb durumlarda • Ergenlik sorunları • Çocuklarda gece altını ıslatma, • Tırnak yeme, • Parmak emme vb. • Dikkat – konsantrasyon geliştirme • Bilinç altını yeniden yapılandırma • Özgüven – öz saygı sorunu, • Takıntılar, Tikler • Sigara bağımlılığı. vb. • Yeme bozuklukları, obezite, • Doğuma hazırlık, • Ağrısız Doğum, •Ağrısız Diş Çekme ve Diş Eti Rezeksiyonlarında. • Cerrahide Ameliyatlarda Anestezi Olarak, • Kanser Ağrıları Gibi Ağrılı Durumlarda, • Ülser, Ülseratif Kolit, İrritabl Kolon Gibi Sindirim Sistemi Rahatsızlıkları, • Siğil Tedavisinde • Her türlü korkularda Fobilerde (yükseklikten,karanlıktan, uçağa binmekten, kalabalıktan, başarısızlıktan, yangından,denizden, hayvanlardan vb.korkma) sosyal fobilerde, • Sınav kaygısı ve diğer her türlü kaygılar, • Sokağa çıkamama (agorafobi), • Sporcu performansını artırma, • Öğrenme güçlüğü, • Okul başarısızlığı, • Yanlış Alışkanlıkların Değiştirilmesi, • Kronik Fiziksel Ağrılı Hastalıklar •Yakının Ölümü, Boşanma, Deprem, Yangın Gibi Travmalar • Psikosomatik Hastalıklarda; •Ruhsal Kökenli Allerji, •Psöriazis vb Cilt Hastalıkları •Astım, •Esansiyel Hipertansiyon,

  • Akupunktur ile Astım Tedavisi..

    ASTIM NEDİR? Astım bronş dediğimiz akciğer içi hava yollarının müzmin iltihabi bir hastalığıdır. Bu iltihap alerjiye veya sık geçirilen enfeksiyonlara bağlı gelişebilir. Astımda: -Havayolları iltihaplı, şiş ve kızarıktır -Havayolları iltihaba bağlı daralmıştır -Havayollarında aşırı duyarlık vardır. Hava Yollarında Aşırı Duyarlılık nedir? Hava yollarında aşırı duyarlılık normal bir insanın hava yollarının karşılaştığı zaman herhangi bir kasılmaya yol açmayan sigara dumanı, parfüm, yemek ve bazı diğer kokulara karşı aşırı bir tepki vererek bronşların daralması halidir Bu temas sonucu hastalarda öksürük krizi ve nefes darlığı ortaya çıkabilir. Astım, tüm dünyada yaklaşık 300 milyon kişiyi etkilediği tahmin edilen ciddi bir halk sağlığı sorunudur. Ülkemizde yaklaşık her 100 erişkinden 5-7'sinde, her 100 çocuktan 13-15'inde görülmektedir. Her yaştan bireyi etkileyebilen, doğru tedavi ile kontrol altına alınabilen, kontrol altına alınamadığında ise günlük aktiviteleri ciddi olarak kısıtlayabilen kronik (müzmin) bir hastalıktır. Astım, hava yollarının daralması ile kendini gösteren ve ataklar (krizler) halinde gelen bir hastalıktır. Hastalar ataklar arasında kendilerini iyi hissederler. ASTIM BELİRTİLERİ NELERDİR ? • Hava yollarında daralma olduğunda; • öksürük (genellikle kuru), • nefes darlığı, • göğüste baskı hissi ve • hırıltı-hışıltılı solunum gibi belirtiler meydana gelir. Bu belirtilerden herhangi biri veya birkaçı bir arada bulunabilir. Bu belirtiler sadece astıma özgü değiştir, başka hastalıklarda da olabilir. Ancak aşağıda sayılan özelliklerle birlikte olduklarında astım açısından önem taşımaktadırlar: Belirtiler; • Tekrarlayıcı olup nöbetler halinde gelirler, • Genellikle gece veya sabaha karşı ortaya çıkarlar, • Kendiliğinden veya ilaçlar ile düzelirler, • Mevsimsel değişiklik gösterebilirler. AKUPUNKTUR İLE ASTIM TEDAVİSİ Akupunktur tedavisi yan etkisi olmayan bir tedavidir. Tedavide herhangi bir ilaç kullanılmamaktadır.Hasta iyileştikçe kullanmış olduğu steroid ve diğer ilaçları zamanla bırakmaktadır. Tedaviye öncelikle hastanın alerji yapan uyaranlarla temasının kesilmesi veya azaltılması ile başlanmalıdır. Hastanın ilk aşamada hangi maddeye karşı alerjisi varsa o maddeden nasıl kaçınacağını öğrenmesi ve maske gibi koruyucu önlemleri alması gerekir. Tedavinin etkili olabilmesi için en önemli kural budur. Bazı hastalarda yapılan tüm allerji testlerine rağmen herhangi bir alerjen bulunamamaktadır. Ancak tedaviye başlandıktan sonra hastalar zamanla hangi maddelere karşı alerjisi olduğunu tesbit edebilmektedir. Son yıllarda Dünya’da ve Türkiye’de akupunktur ile astım tedavisi sıkça uygulanan tedavi yöntemleri arasına girmiştir. Akupunktur interferon salınımını artırarak vücudun bağışıklık sistemini güçlendirmekte, dolayısıyla vücud direncini arttırmaktadır. Hastalar gerek viral gerekse bakteriyal enfeksiyonlara daha az yakalanmaktadır. Daha az enfeksiyon daha az kriz demektir. Akupunktur vücudumuzda bulunan doğal kendi ödem çözücü maddeleri harekete geçirir. Akupunktur iğnesi ile Kulak kepçesinde bulunan hipofizin temsili noktasında bulunan ACTH noktasının uyarılması ACTH salınımı artmakta yine böbrek üstü bezi temsili noktasında bulunan Kortikosteroid noktasının uyarılması ile de kortizon salgılanmaktadır. Kortizonun ödem çözücü etkisi vardır.Özellikle Akçiğer ve burundaki ödemin çözülmesi hastanın daha rahat nefes alıp vermesini sağlayacaktır.Ayrıca Kulakta Akçiğer temsil noktalarının uyarılması ile de Akçiğer de iyileşme süreçi hızlanmakta Solunum kapasitesi artmaktadır.. Akupunktur serotonin ve endorfin miktarını artırarak tedavi sırasında kişiye huzur verir ve rahatlama sağlar. Akupunktur iğnesi ile anti alerji noktaların uyarılmasıyla Alerjik reaksiyonları oluşturan salgıların azaldığı tespit edilmiştir. Alerjik reaksiyonda en önemli rolü üstlenen immünglobülin E’nin akupunktur tedavisi sonunda azaldığı tespit edilmiştir. Bütün bunlarla beraber akupunktur ile alerjik nezle ve astım tedavisiyle vücudun genel dengesi düzelmekte, diğer hastalıklarla beraber alerjik rahatsızlık görülme oranı da azalmaktadır. Akupunktur ile alerjik nezle ve astım tedavisi hastadan hastaya göre değişmekle birlikte ortalama 20 – 30 seans sürmektedir. Akupunktur ile alerjik nezle ve astım tedavisi yan etkisizdir. Nadir de olsa hastalığın klinik seyrine göre tedavi senede 1 defa tekrarlanabilir.

  • BÖLGESEL İNCELME TEDAVİLERİ

    Kişinin doğuştan genetik olarak anne, baba, dayı, amca, hala gibi akrabalığa bağlı soy karekteri olarak atalarından aldığı konstütisyonel (yapısal) şekilleri değiştirilemez; Ancak bu yapısal vücut karekterinin üzerine doğuştan olmayıpta çeşitli nedenlerden dolayı sonradan eklenmiş deformasyonlar kısmen veya tümüyle değiştirilebilir. Hiçbir yöntem kilo verme kadar insanı inceltmez. Aynı cinste, aynı yapıda ve aynı boydaki bir insanın aldığı veya verdiği her bir kilo için 0.5 ile 2 cm. arasında bel, kalça, göğüs, basen gibi kısımlarda incelme ve genişleme olabilir. Bölgesel tedaviler insana kilo verdirmez. Kilo kaybı yalnızca kişinin günlük aldığı ile harcanan kalori arasındaki fark oranında olur. Bölgesel tedavilerin buradaki rolü kilo verdirmeye katkıda bulunmasada kilo verilirken incelecek hedef vücut uzuvlarının lokal metabolizmalarını kısmende olsa artırarak bu bölgelerde kaybedilen her bir kilo başına olabilecek incelmeyi maksimeze eder. Aynı zamanda cilt çatlaklarından ve / veya bağ dokusu zayıflıklarından kaynaklanan pörsümeyi azaltır. Yine lokal yağ dokusu birikmesine bağlı gelişen dolaşım bozuklukları ve bağ dokusu zayıflıklarından oluşabilecek selülitleri azaltır. Bölgesel İncelme Tedavilerinde Amaçlanan Ne Olmalı ve Ne Tür Bİr Tedavi Uygulanmalı? Bölgesel İncelme Tedavilerinde Amaçlanan; 1. Göbek alt kısmı, bel, basen, bacak iç kısımları, kol arka ve iç kısımları gibi dolaşımın kısmen azaldığı bölgelerde kan dolaşımını artırarak ve aynı zamanda yağ metabolizmasını kısmen de olsa artırarak kilo kaybedilirken uygulama yapılan bölgelerden daha fazla yağ kaybettirmeyi sağlamak, 2. Kilo verilirken oluşabilecek veya eski doğum vs. gibi nedenlerden dolayı oluşmuş gevşeklik ve pörsümeleri cilt altı bağ dokusu yapımı ve onarımını hızlandırarak azaltmak, 3. Cilt altı yağlanma, genetik ve hormonal nedenler ve dolaşım bozukluğuna bağlı gelişen selüliti, dolaşım ve lenf direnajını artırarak azaltmak olmalıdır. Bölgesel İncelme Tedavileri Çeşitleri; - Elektroterapi (galvanik akımlı pasif jimnastik cihazları), - Mezoterapi (metabolizma artırıcı, damarsal dolaşımı artırıcı, lenf sistemi çalışmasını hızlandırıcı, bölgesel ödem çözücü ilaçların hastanın selülitinin yerine ve derecesine bağlı olarak karışım hazırlanıp küçük iğnelerle cilt altına uygulanması), - Lipoliz (soya lesitini veya L-karnitin gibi yağ metabolizmasını hızlandıran ilaçların iğne aracılığı ile uygulanması), - Karboksiterapi (akım hızı ve volümü önceden ayarlanabilen cihaz yardımı ile yağ dokusu içine veya cilt altına iğne yardımıyla gaz uygulanması), - Kavitasyon (gücü ayarlanabilen ultrasonik ses dalgaları aracılığı ile yağ metabolizmasının hızlandırılması), - Radyo Frekans (RF) (cilt üzerinden uygulanan radyo dalgaları yoluyla cilt altındaki fibroblastlardan cildin dayanıklılığını artırıp, sarkmasını azaltan kollejen ve fibroelastin gibi bağ dokusu sentezini hızlandırmak), - Pressoterapi ( - Lenf drenajı) (aralıklı ve sırasıyla değişen bölgelere ayaklara, bacaklara ve göbeğe uygulanabilen basınçlı tulum). Hangi Bölgesel Tedavi Daha Etkili? Bu tür tedavilerin tüm çeşitleri, kısmen de olsa amaçların hepsini karşılayabilir, ama tedavilerin bazıları 1. amaçta daha başarılı iken, bir diğeri 2. ve 3. amaçta daha baskın başarısı vardır. Örneğin; Lipoliz ve Kavitasyon, uygulanan bölgede yağ metabolizmasını artırırken, Mezoterapi ve Radyo Frekans gevşeklik ve pörsümeye daha çok etkilidir. Elektroterapi, Mezoterapi ve pressoterapi lenf drenajını artırırken, Karboksiterapi tüm amaçlarda etkilidir. KARBOKSİTERAPİ Tarihçe: 1930 yılında bir grup kardiyolog periferik arter hastalıklarında uygulaması ile başlamıştır. 1992 yılında İtalya, Fransa’da 2003’den beri de Türkiye’de lokal incelme tedavilerinde kullanılmaya başlanmıştır. Karboksiterapi; akımı, basıncı ve miktarı kontrol edilebilen bir cihaz aracılığı ile çok küçük iğneler 30 G (0.3 – 13 mm.) yardımın ile yapılış amacına göre yağ dokusu içine, deri altına veya deri içine CO2 verilmesi ile yapılan bir tedavidir. Yağ dokusuna içine verilen gaz karboksi asit oluşturarak mevcut PH’yı düşürür. Düşen PH’yı düzeltmek için vücut o bölgedeki kan dolaşımı ve oksijenizasyonu hızlandırır, dolayısı ile o bölgenin metabolizması hızlanır. Aynı zamanda gazın mekanik etkisi ile lipoliz ve lenf drenajı hızlanır. Deri altına verilen CO2 gazı biyolojik olarak oksijen ayrışma eğrisinde bir miktar değişiklik yapar (Bohr Etkisi). Deri altı PH’nın düşmesi ve karboksi asit oluşması, uygulama bölgede kas gevşemesine ve kan dolaşımında artışa neden olur. Bu yolla yağ hücrelerinde yağ oksidasyonu ve metabolizması kısmen hızlanmış olur. Aynı zamanda mekanik etkisiyle çevreleri bağ doku ile kaplanmış selülit yapan yağ hücrelerini parçalamaktadır. Seans sayısı yapılış amacına göre değişir. Eğer kilo verirken sarkmanın azalması amacıyla yapılıyorsa 2 haftada 1 seans veya verilen her 1 – 2 kg. için 1 seans yeterli olabilir. Böylelikle sarkmalar minimize edilirken verilen kilo başına incelme oranı da maksimize edilmiş olur. Eğer kişinin fazla kilosu yok yalnızca eskiden verilmiş kilolara bağlı sarkma, pörsüme varsa veya selülitleri varsa haftada 1 veya 2 seans uygulanır. 5. seanstan sonra etkisini göstermeye başlar. 8 – 10 seanstan sonra deri altı dokusu daha sıkışmış olarak hissedilir. Ortalama 15 – 20 seansa yakın uygulama yapılabilir. Çatlaklarda ( Varyetür ) Karboksiterapi: Eskiden oluşmuş ve tamamen iyileşmiş beyaz, sedef rengi almış çatlaklara etkisi azdır; Ama doğum sonrasında olduğu gibi yeni oluşmuş ve iyileşme süreci tamamlanmamış kızarık çatlaklarda son derece yararlıdır. Bu aşamada çatlaklar bir hayli azalıp, çoğu kezde tamamen yok olabilirler.Bu tür tedavide haftada 1 veya 2 kez uygulanabilir. CO2 vücutta belirli oranda bulunan, doku metabolizması sonucu çıkan fizyolojik bir gazdır. Laparoskopik cerrahi işlemlerinde karboksiterapide verilen dozun 15 – 20 katı verildiği halde binlerce insanda güvenli bir şekilde uygulanmaktadır. Karboksi uygulamadan 1 gün önce aspirin gibi kanama diatezi yapabilecek ilaçların içilmemesi oluşabilecek morartıları azaltacaktır veya yok edecektir. Eğer içilmişsede morartı artmasından başka bir sorun yaratmaz.

  • KOZMETİK AKUPUNKTUR

    Deri yaşlanmasında en önemli etken güneştir. Güneşe direkt maruz kalmak cilt yapısını yıpratır ve yaşlandırır. Önemli bir etken de sigara gibi zararlı yiyecek ve içeceklerden aldığımız ve yeterince metabolize edemediğimiz toksinlerdir. Toksinler vücudun bir çok yerinde olduğu gibi cilt altında da birikir. Ama özellikle yüz, boyun gibi cildin ince olduğu bölgelerde cildin berraklığı azalır, matlaşır. Deri yaşlanmasında diğer önemli bir etkende özellikle 30'lu yaşlarda başlayıp, 40'lı yaşlarda belirginleşen ve 65 yaş sonrasıda hızlanan cilde dayanıklılık ve esneklik veren kollojen ve fibroelastin gibi bağ dokularının üretiminin yavaşlaması, bozulan ve yıkılan bağ dokularının yeterince onarılamamasıdır. Vücudun en büyük organı olan deri yaş ilerledikçe esnekliğini, doğal yağ ve nemini kaybedip incelir. Bu güneş ve dış etkenlere daha çok maruz kalan yüz, boyun gibi yerlerde daha belirgindir. Mei Zen Akupunktur da denen Kozmetik Akupunktur uzun yıllardan beri uygulanmaktadır. ''Mei Zen'' iyi insan, güzel insan anlamına gelmektedir. Kozmetik Akupunkturda; cilt ve cilt altına hiç bir ilaç vermeksizin yaklaşık 0,7 cm. uzunlukta ve çok ince iğnelerin yüz ve boyunun özel seçilmiş akupunktur noktalarına uygulanmaktadır. Bu sayede bir yandan cildin lenf drenajı hızlandırılarak, yıllardan beri birikmiş cilt altı toksinlerden arındırılması hızlandırılırken, bir yandan da cildin kan dolaşımı hızlandırılarak, beslenmesi ve oksijenleşmesi artırılır. Bu sayede cilde esneklik ve sağlamlık veren doku oluşumu hızlanır ve desteklenir. Haftada iki kez olarak toplam 10 seanslık bir kür sonucunda; kişinin genetik ve cilt yapısına göre değişen düzelmeler olur. Daha sonra ayda 1 seans olarak 2 kez ve sonrasında da 4 - 6 ay aralarla 2'şer kez tekrarlanan seanslarla da cildin yenilenmesi ( Rejuvenasyonu ) kalıcılığı sağlanmış olur.

  • NÖRAL TERAPİ

    Nöral Terapi vejetatif diğer bir adıyla otonom sinir sistemine etki ederek vücudun iç dengesine kavuşmasını sağlayan lokal (bölgesel) bir enjeksiyon yöntemidir. Aynı zamanda vücudun tamir sistemlerini de harekete geçirerek bedenin kendi kendisini tedavi etmesine izin verir. Bu nedenle de etkileri kalıcıdır. Bozulmuş olan sinir sisteminin düzenlenmesi üzerinde en etkin tedavi şeklidir. Almanya başta olmak üzere çok yaygın kullanılan bir tedavi şeklidir. Uygulama sırasında yapılan enjeksiyonlar direk sinirler içine değil, sinirlerin en yoğun bulunduğu cilt altı bölgelerine yapılmaktadır. Bu nedenle yan etkisi yok denecek kadar azdır. Cilt altındaki bu sinirler bir bilgi ağı (network) gibi tüm bedeni kapladığı için uyarının iletiminde bir sorun yaşanmamaktadır. Böylece vücudun iç dengesi sağlanmakta, hücreler üzerindeki olumsuz etki kaldırılmakta ve hücrelerin normal çalışması sağlanmaktadır. Nöralterapinin Tarihçesi: 1940 yılında Ferdinand Huneke tarafından Almanya'da keşfedilen nöralterapi buradan tüm Avrupa'ya yayılmıştır. Şu an birçok üniversitede ders olarak okutulmakta ve ağrı kliniklerinde aktif olarak kullanılmaktadır. Bu bilimsel yöntemin ülkemizdeki öncüsü, Almanya’da Tamamlayıcı Tıp Doçenti olmuş ve ülkemize bu yöntemi taşımaya çalışan hocam Prof. Dr. Hüseyin Nazlıkul’dur. 2008 Haziran ayında 26 doktor Almanya Greifwald sempozyumunu katıldığımızda, Hüseyin hocanın nöralterapiye katkısının Türkiye ile sınırlı olmadığını hepimiz gördük ve tanık olduk. Nöralterapinin Kullanıldığı Hastalıklar: 1-Migren ve baş ağrılarını tedavisi 2-Boyun, sırt ve bel ağrıları gibi kas kökenli ağrıların tedavisi 3-Bel ve boyun fıtıklarında ağrının giderilmesi 4-Eklem hastalıkları (menisküs yırtılması, eklem içindeki sıvının azaltılması, sporcu yaralanmaları) 5-Sinir basısına bağlı oluşan ağrıların tedavisi 6-Romatizmal hastalıkların tedavisi 7-Allerjik astım ve allerjik rinit gibi allerjik kökenli hastalıkların tedavisi (bağışıklık sistemindeki denge bozukluğu) 8-Tiroid hastalıklarının tedavisi 9-Menapoz sıkıntılarının giderilmesi 10- Adetr düzensizlikleri ve şiddetli adet sancılarının tedavisi 11-Hormonal bozukluğa bağlı üreme sorunları 12-Kronik tonsillit (geçmeyen boğaz iltihabı) tedavisi 13-Kronik sinüzit tedavisi 14- Fibromyalji (yaygın kas ağrıları), devamlı yorgunluk hissi ve halsizlik tedavisi 15-Depresyon ve panik atak gibi ruhsal hastalıkların tedavisi 16-Kronik kabızlık tedavisi 17- Bağırsak hastalıklarını tedavisi (irrtabl kolon sendromu, ülseratif kolit ve crohn) 18-Yüz felci tedavisi 19-Trigeminal nevralji tedavisi 20-Spor yaralanmaları tedavisi 21-Vücudun toksinlerden arındırılması 22-Anti-aging (yaşlanmanın önlenmesi)

  • Çocuklarda Korku

    Çocuğun korkusu normal bir duygudur. Fakat bu korku; çocuğun gündelik yaşamını engellemeye başladıysa, yaşına ve karakterine uygun olmayan davranışlar gösteriyorsa, bazı yerler, kişiler ve durumlardan kaçınmaya başladıysa, fiziksel nedeni belli olmayan, ısrarcı bedensel şikayetleri varsa, korkutucu kabuslar, korkusundan dolayı uyuyamaması, odasına girmemek için ağlama nöbetleri geçirmesi gibi boyutlara geldiyse artık normal bir korku olmaktan çıkar. Çocukta korku neden oluşur? Korkuların çoğu çocuğun yaşadığı olumsuz bir deneyimden sonra ortaya çıkmaktadır. Beklenmedik olumsuz bir durum, bir kaza, gürültü, karanlık, okul, yalnız kalma, terkedilme, ölüm, aile içinde şiddet, kabuslar, otorite, zorbalık gibi durumlar korkulara neden olabilir. Korku öğrenilmş bir davranıştır. Çocuk örümcekten korkan annesini görür ve tepkisine şahit olur. Daha sonra “Örümceklerden korkmalıyım!” algısını oluşturur. Korku Türleri Alay edilme korkusu Ayrılma korkusu Banyo korkusu Başarısızlık korkusu Bilinmeyen korkusu Böceklerden korkma Doğal olaylardan korkma Eleştirilme korkusu Fantastik varlıklardan korkma(canavarlar, hayaletler, devler) Fiziki şiddet korkusu Hayvanlardan korkma İletişim korkusu Karanlık korkusu Kaybolma korkusu Okul korkusu Ölüm korkusu Sınav korkusu Terkedilme korkusu Yalnızlık korkusu 3-6 yaş arası çocuklarda en çok dile getirilen korku türü fantastik varlıklardan korkmadır. Bunun sebebi bu yaş grubu çocukların hayal ile gerçeği henüz ayırt edememesidir. Bu yüzden çocukların izlediği ÇİZGİ filmler ebeveynlerin kontrolü altında olmalıdır.

  • Madde bağımlılığı ve Ergenlik

    Madde bağımlılığı, tüm dünya ülkelerinin karşı karşıya olduğu, gün geçtikçe artarak devam eden ve toplumsal düzene ağır hasar veren en önemli sorunların başında gelmektedir. Bağımlılık yapıcı - uyuşturucu maddeler başta kişinin kendisinde olmak üzere, ailesinde ve toplumda ciddi yaralar oluşturmaktadır. Bağımlılık yapan madde; sorunlu bir çocuk ve ergenlik dönemi, başarısız bir öğrenim hayatı, düzensiz bir iş hayatı, sorunlu bir evlilik ve aile hayatı gibi birçok toplumsal yaşamı olumsuz etkileyecek duruma sebep olmaktadır (Ünal, 1991). Dünya uyuşturucu raporlarına göre 2016 yılında 29,5 milyon olan madde bağımlısı birey sayısının 2018 yılında ise 31 milyona yükseldiği raporlanmıştır. Bununla birlikte 2016 yılında dünya genelinde 250 milyon insanın bağımlılık yapıcı maddeler kullandığı, 2018 yılında ise bu sayının 275 milyona ulaştığı görülmektedir İki yılda dünya genelinde madde kullanan insan sayısının 25 milyon gibi ciddi bir artış gösterdiği gözlemlenmiştir (Yeşilay, 2018). Türkiye’deki durum incelendiğinde ise 1990 yılında 381.200 kişi madde kullanırken bu rakam 2016’da 664.906 kişi olarak tespit edilmiştir. Nüfusa oranladığımızda 1990 yılında 0,007 olan oran, 2016 yılında 0,0082 ye kadar yükselmiştir. Dünya genelinde 1990 yılında 46,5 milyon insan madde bağımlısı iken, 2016 da bu rakam 63,7 milyona çıkmıştır. 1990 yılında dünya nüfusu 5 milyar 288 milyon iken 2016 da 7 milyar 444 milyon olmuştur. Dünya genelinde madde kullanan kişi sayısı artarken nüfusa oranladığımızda düşüş olduğu görülmüştür (Kurt, 2018). Bağımlılık yapan maddeler geçmişte doğada bulunan ve doğal birer kaynak oldukları için insanlık tarihi boyunca birçok coğrafyada farklı sebeplerle kullanılmıştır. İlk olarak sağlık alanında tedavi amaçla kullanılan bu maddeler, ilerleyen zamanlarda farklı özelliklerinim keşfedilmesi ile birlikte kötüye kullanılmaya başlanmıştır. Madde kullanımının bağımlılık şekline dönüşmesi ile birlikte toplumsal sorun olmaya başlamış ve tedaviye ihtiyaç duyulan bir ruhsal hastalığa dönüşmüştür (Uzbay, 2009). Gelişimsel açıdan ele alındığında bireylerin 12-18 yaş aralığında madde deneme davranışlarının artış gösterdiği dönem olarak ergenlik dönemi madde kullanımı ve madde bağımlılığı açısından riskli dönem olarak görülmektedir (Arslan, 2016). Bu dönemde ergenler yoğun fizyolojik, duygusal ve ahlaki birçok değişimlerle birlikte sosyal etkileşim ve toplumsal etkilere maruz kalmaktadır (Koç, 2004). Ergenlik döneminde yaşanan bu gelişim ve değişimlerle birlikte, hormon salgılamasında hızlanma, soyut kavramlara yönelim ve zihinsel kapasitesinde ki değişim, gençliğe adım atmaya çalışan çocukların toplumsal hayata ve benlik algısına karşı bakış açısını etkilemektedir. Sosyal ve ailesel destekte yetersizlik, kişisel anlamda başarısızlıkların artması farklı sorunların oluşmasına zemin hazırlamaktadır. Bazı çocuklarda, öğrenmede güçlük, içe kapanma, amaçsızlık gibi geçici problemler oluştururken, bazılarında ise evden kaçma, sürekli cinsel ilişkiye girme, alkol ve madde kullanma gibi çok ciddi toplumsal sorunlara yol açabilmektedir (Tamar vd., 2005). Bu açıdan ele alındığında ergenlik dönemi ile birlikte bireylerim bağımsızlaşma sürecinde ailelerinden uzaklaşmaya ve yeni deneyimler edinmek için çevredeki diğer akranları ile birlikte daha çok zaman geçirmeye başladıklarını, bu durumun da onları daha riskli bir yaşama sürüklediğini göstermektedir. Madde bağımlılığının ortaya çıkmasında kişisel, çevresel ve ailesel birçok faktör bazen tek başına bazen de birlikte etkili olabilmektedir (Albayrak ve Balcı, 2014). Kişinin madde ile tanışması aile ortamında olacağı gibi, kişinin sonradan kurabileceği ailesi içinde de oluşabilir veya kişinin madde kullanırken evlenmesiyle bağımlı bir aile oluşabilir. Aile bağımlılık sürecinin her aşamasında olduğu için “bir aile hastalığı” denilebilir (Ögel, 2018a). Ailelerin çocuk yetiştirme tutumu, kişilerin bağımlılık davranışı edinmesinde önemli bir etkiye sahip olduğu görülmüştür. Aile içinde etkileşimin en az inmesi, sürekli çatışma ortamının olması, anne babanın çocuklara verdiği mesajların farklı ve süreklilikten yoksun olması bireylerin bağımlılık yapan maddeye yönelmesini sebep olmaktadır (Doğan 1996). Aile yapısında olumsuz bir değişiklik, sistemin bozulması durumunda ise aile üyelerinde özellikler ergenlerde madde kullanımı gibi olumsuz davranışların sergilemesinde ki en önemli risk faktörü olabilir (Çetin, 2013). Aile içi sevgi ve bağlanmanın karşılıklı olması, ebeveynlerin iyi bir eğitimi almış olması, aile ortamının huzurlu olması aile üyelerinin maddeye yönelimini azaltacağından dolayı, ailenin koruyucu özelliğini göstermektedir (Ögel 2018a). Madde bağımlısı olan insanlar madde kullanımı sonucunda ortaya çıkan birçok olumsuz durumdan kurtulmak için tek başlarına madde kullanımını bırakma girişiminde bulunurlar. Ancak bağımlı bireyler kendi başına üstesinden gelebilme düşüncesi, bağımlılık iyileşme sürecinde maddenin bulunduğu ortamdan uzaklaşamama, madde kullanımı ve tedavisi hakkında yeterli bilginin olmaması, tedaviye karşı isteksiz tutumlarının ortaya çıkması gibi birçok sıkıntı ile karşılaşmaktadır (Arıkan, 2011). Yaşanan bu durum madde karşısında başarısız olmasına neden olmaktadır. Bu açıdan bakıldığında bağımlı kişilerin madde bağımlılığından kurtulması için profesyonel tedavi merkezlerinde bireysel ihtiyaçlarını karşılayabilecekleri tedavi programları ile maddeden kurtulmaları mümkün olabilecektir (Ögel, 2018b). Bağımlılık tedavisinde ilk ve en önemli adım, bağımlı kişinin kullandığı maddeden uzak durması ya da hiç başlamamasıdır (Yeşilay, 2018). Gelişimsel açıdan birçok riskli davranışa açık olduğu ergenlik döneminde kişinin maddeden uzak kalmasını ve maddeye bulaşmamasını sağlayabilecek en temel faktör sağlıklı bir yapısı, güçlü bağları, etkili iletişim örüntüleri ve problem çözme becerileri olan bir aileye sahip olmak olacaktır. Bu açıdan bakıldığında madde bağımlılığı tedavi sürecinde bireyin bağımlılık davranışlarının yanında birçok çevresel ve aile faktörlerinin birlikte ele alınması daha etkili sonuçların ortaya çıkmasına ve bireyin temiz bir yaşam sürdürmesine olanak sağlayabilecektir. Madde bağımlısı ergenlere yönelik geliştirilecek olan tedavi ve rehabilitasyon süreçlerinde, özellikle aile yapısı ve aile içi sağlıklı ve güçlü ilişkilerin olunması, tedavi sürecinin daha etkili ve kolay olmasını sağlayacaktır (Yaman, 2014). Aile bireylerinin tedavi sürecinde madde bağımlısı aile üyesinin yanında olup ve destekleyici tutumlar sergilemesi tedavinin daha etkili sonuçlara ulaşmasını sağlayacaktır (Cepello vd., 2005). Aile içi bağların güçlenmesi ve iletişimin daha sağlıklı hale gelmesi madde bağımlılığına karşı bireyin sahip olduğu en güçlü koruyucu faktör olarak görülmektedir. Yani aile, madde bağımlılığına karşı koruyucu bir faktör, tedavi sürecinde tedavinin başarılı olmasında ve bağımlı bireyin iyileşmesinde destekleyici ve güçlendirici bir faktör, tedavi sonrasında ise tekrar madde kullanım riskini ortadan kaldıran koruyucu bir özelliğe sahiptir (Küçükşen vd., 2016). 2017 istatistiklerine göre madde bağımlılığı tedavi sürecinde ailelerin sürece dahil olması ile birlikte tedavide elde edilen başarı oranın % 41 daha etkili olduğu görülmektedir. Madde bağımlısı olan bir ergenin temiz kalma süresini etkileyen ve başarı oranını yükselten en büyük etken ailedir (Yeşilay, 2017). Aile, toplumsal gelişmelerden fazlası ile etkilenen, bu gelişmelere kendi yapısında değişiklik göstererek toplumsal devamlılığı ve uyumu sağlayan evrensel bir kurumdur. Aile, karı-kocanın yasal ve kültürel bağlara uyarak kurdukları, aynı çatı altında yaşayan ve toplumun üreme, çoğalma, sevme- sevilme, ait olma, kendini geliştirme ve gerçekleştirme, sosyal huzuru sağlama gibi birçok biyolojik, psikolojik ve sosyal ihtiyacını karşılayan en küçük “birlik” olarak tanımlanmaktadır (Özgüven, 2000). Aile, aile içi iletişimini ve etkileşimini düzeltmek, ekonomik bağlamda kendisine yeterek topluma katkıda bulunmak, kendi iç dünyasında ve dış dünyaya karşı ise uyumlu olmak zorundadır. Bu mücadeleler sonucunda birçok risk faktörü ve kriz durumları oluşmaktadır. Aile içindeki üyelerden biri veya bir kaçı, olumsuz davranışlarla veya dış baskılarla karşılaşmaktadır. İşlevsel aileler değişen durumlara uyum sağlayarak durumun üstesinde gelmeye çalışırken, uyum ve mücadele yeteneği az olan aileler ise işlevsel olmayan bir yapıya bürünmektedir (Nicholas, 2013). Bağımlı çocuklara sahip ailelerde sorunun kaynağı olarak ailenin işlevsel olup olmadığı önemli bir etkendir. Sorunlu ve suç davranışı olan madde bağımlılığının derecesini, aile içi ilişkilerin niteliği ve tarzı belirler. Bağımlılık, başta çocukların çocukluk rolünü etkiler, sonraki süreçte aile içinde aileyi maddi ve manevi birçok güç duruma sokarak aile düzenini hızlı bir şekilde bozmaya başlar. Bu sebeple çocuğun aileye bakış açısı, ailenin de bağımlı çocuğa karşı tutumu bağımlılık davranışının devam edip etmemesini, aile düzenini etkileyen en önemli etkenlerden biridir (Ögel, 2010).

  • Parçalanmış Aile

    PARÇALANMIŞ AİLELERDEKİ ÇOCUKLARA YÖNELİK YAPILABİLECEKLER I. GİRİŞ Aile, kadın ve erkeğin hukuki birleşmeleri sonucu yaptıkları evlilikle kurulan ve kadın ve erkekten oluşan bir beraberliktir. Aile daha sonradan çocukların olmasıyla genişler. Bu yapısıdan dolayı aile toplumun çekirdeğini oluşturur (Özgüven, 2000). Toplum insanlardan meydana gelir. İnsanlar ise aileler halinde yaşamaktadır. Bu yönüyle aile toplumun temelidir. Toplumun temelinde aile olduğu gibi ailenin temelinde de evlilik vardır. Dengeli, uyumlu ve sağlıklı bir evlilikten sağlıklı huzurlu mutlu nesiller ortaya çıkar. Bu şekilde ortaya çıkan nesiller ise sağlıklı ve güçlü bir topluma zemin hazırlar (Bulut, 1993). Bütün bunlar göz önüne alındığında toplumların düzenli, barış içerisinde ve sevgi dolu olmalarında aile temel fonksiyonu üstlenmektedir. Sağlıklı bir evlilik yapmanın ön şartı yaşça, fiziki ve zihinsel olarak evliliğe hazır olmaktır. Evlilik yapacak bireylerin yaşlarının evliliğe uygun, fiziki durumlarının evliliğin gereklerine yeterli, zihinsel yapılarının ise evliliğin temel felsefesine uygun ve sorumluluklarını karşılayabilecek düzeyde olması gereklidir. Yine yapılacak evlilikte eşlerin kültürel düzeyleri, birbirleriyle uyum düzeyleri, cinsel uyumları ve ekonomik durumları göz önüne alınıp incelenmesi gereken önemli unsurlardır (Nicholes, 2013). Hiç istemesek de boşanma hayatın bir gerçeği olarak sıkça karşımıza çıkan bir durumdur. Eşlerin birbirlerine sevgilerinin, tahammüllerinin, saygı ve iletişimlerinin tamamıyla kaybolduğu evliliklerde boşanma kaçınılmaz hale gelebilir. Ancak bu tür durumlarda da eşlerin dikkat etmeleri ve üzerinde anlaşmaları gereken bir husus vardır. Bu da çocuklarının bu durumdan en az düzeyde olumsuz etkilenmeleri için neler yapılacağıdır. Çünkü boşanma çocuklar için bir yıkımdır. Her gün kavga edilen anne baba arasında şiddetin sıkça sergilendiği, küfürlerin, kişisel hakaretlerin had safhaya çıktığı bir evde sağlıklı çocuk yetiştirmek zaten mümkün değildir. Bazen çocuğu bu şekilde zedeleyici ve ruh sağlığını iyiden iyiye bozmaktansa boşanmak daha iyidir. Cüceloğlu’na göre ‘’kendi sorunlarını çözmek durumunda olan ana-babalar, çocuklarının da sorunları olduğunu düşünmeli ve boşanma kaçınılmaz ise bu süreci çocuklar en acısız hale getirmeye dikkat göstermelidir.’’ ‘’Ne pahasına olursa olsun boşanmamak gerekir’’ anlayışı ne kadar yanlış ise ‘’evlilikte mutsuz olduğun zaman hemen ilk fırsatta boşan’’ anlayışı da o derece yanlıştır. Acele verilmiş sağlıksız kararların acısını hem yetişkinler hem de belki daha büyük derecede çocuklar çekmektedir. Bu nedenle boşanma gibi hassas bir konuda anne-babaların çok daha dikkatli olmaları büyük önem taşımaktadır (Cüceloğlu, 2014). II. BOŞANMANIN NEDENLERİ, ÇOCUĞA ANLATILMASI ve ÇOCUK TEPKİLERİ Türk medeni kanunu’na göre boşanma sebepleri; · Zina, · Cana kast ve kötü muamele, · Suç ve onur kırıcı davranışlar, · Terk, · Ruh hastalığı, · Sürekli geçimsizlik halleri Boşanma sebeplerinden ilk 5’i özel, sonuncu ise genel boşanma sebebi olarak nitelendirilmiştir. Bu sebeplerden bir ya da birkaçından ötürü boşanma durumunda olan ailelerin gerek boşanma öncesi ve gerekse boşanma sonrasında dikkat etmeleri gereken hususlara değinmek istiyorum. v Çocukta görülecek ruhsal bozuklukların yoğunluğu boşanma öncesi, boşanma sırası ve boşanma sonrası eşler arası ve aile içi ilişkilere bağlıdır. Eşlerin birbirleriyle her ne kadar anlaşamaz olsalar da çocuklarının durumlarını göz önüne almaları ve kavga gibi anlaşmazlık anlarına onları şahit etmemeye çalışmaları gerekir. v Anne babaların boşanmanın ne olduğunu ve neden boşanmaları gerektiğini çocuğa uygun bir dille ve açık olarak anlatmalıdırlar. Her şeye rağmen tarafların anlaşamadığı ve bu şekilde süren bir evliliğin hem kendilerini hem de çocuklarını mutsuz ve huzursuz etmekte olduğunu ifade etmelidirler. Neill’e göre anne babalar her ne kadar sorunlarını çocuğa belli etmemeye çalışsalar da çocuk evdeki olumsuz havayı sezer, duyduklarından çok gördüklerini yargılar. v Boşanma olayında çocuğun hiçbir suçu olmadığı çocuğa anlatılmalıdır. Bu konuda ayrı bir dikkat ve özen göstermek gerekmektedir. Çünkü boşanmayı duyan çocuk hemen kendini suçlayacaktır. Ben onların sözünü dinlemedim ondan boşanıyorlar gibi düşünceler içersine girebilmektedir. v Anne babalardan biri ya da her ikisi çocuklarını kendi saflarına çekme çabası içinde olmamalıdırlar. Annenin sürekli babayı kötülemesi ya da babanın anne hakkındaki olumsuz ifadeleri çocuğu sıkıntıya sokmaktan başka bir işe yaramayacaktır. Ne yazık ki boşanmak üzere olan ailelerde çocuğu yalnız bulan taraf fırsatı derhal değerlendirmekte ve karşı tarafı şiddetle eleştirerek ve hatta çocuklarına kendilerini acındıracak kadar mağdur oldukları görüntüsü vererek karalamaya çalışmaktadırlar. Unutulmamalıdır ki kötülenen taraf o çocuğun annesi ya da babasıdır. v Eğer gerçekten öyle bir ihtimal yoksa çocuğa şaka yollu bile olsa ‘’sen istersen barışırız’’, ‘’ne dersin, tekrar bir araya gelmek ister misin’’ gibi ümitlendirici sözler söylememek ve gerçekçi olmak gerekir. v Çocuğa, karşı tarafla görüşmemesi gibi bir baskı yapmamak, çocuğu diğer eşten kaçırmamak ve görüşmelerine engel olmamak gerekir. Bu tür baskı ve uygulamalar çocuğun dengesini daha da bozacaktır. Bundan dolayı boşanma sonrası tarafların mümkün olduğunca bir araya gelmeye çalışmaları en azından çocuğun her iki tarafı da mümkün olduğunca sık görmesine olanak tanıması önemlidir (Cüceloğlu, 2016). Tüm bu unsurlara azami dikkat edilse dahi çocukta yaşına ve gelişimine göre bazı tepkiler oluşacaktır. Bu tepkileri anlayışla karşılayıp çocuğa doğru geri dönütler verilmelidir. Aksi takdirde sorun daha da büyüyerek başka problemlere de yol açabilir. Yavuzer anne babanın ayrılması sonucu çocuklarda görülen kısa süreli etkileri aşağıdaki tablodaki gibi özetlemektedir: ÇOCUĞUN YAŞI ANNE BABASI BOŞANMIŞ ÇOCUĞUN TEPKİLERİ Okul Öncesi Dönem Çocuklarında · Daha önceki ilkel davranış biçimlerine dönüş. · Aşırı ilgi ve yardım isteği. · Ayrılıktan dolayı kendini suçlaması. · Güvensizliğin başlaması, benlik saygısında azalma, bunalım görüntüsü. · Öğrenme problemleri. 6-10 Yaşlarındaki Çocuklarda · Anne babaya karşı öfkeli tavırlar. · Anne baba tarafından unutulma endişesi. · Cinsellik ve bağımsızlık konularında olgunlaşmamış ergenlik ilgileri. · Düşük okul başarısı(özellikle matematikte). · Düşük zeka bölümü(IQ). Ergenlik Dönemindeki Gençlerde · Anne babaya karşı düşmanca tavırlar. · Bunalım görüntüsü. · Düşük okul başarısı(özellikle matematik). · Utanma. · Gelecekteki ekonomik durumlardan endişe. ÖNERİLER Aslında burada anne babalara verilecek en güzel öneri boşanmış da ailesi parçalanmış olsa da pozitif etkiletişim ve iletişim içinde olmaları gerektiğidir. Şimdi akıllara güçlü iletişim içinde olsalar aile zaten parçalanmaz ve sorunsuz devam edebilir sorusu gelebilir. Burada bunu söylemekteki kastım ayrılmış olsalar dahi çocuklarının mutluluğu, huzuru, geleceği ve özgüvenleri için sağlıklı bir iletişim içinde olmaları zorunluluğudur. Bu araştırmayı yaparken 7 Temmuz 2003 tarihli bir gazetenin haberine denk geldim. Bu haberde evliliği çatırdayan çiftlerden bu iş daha bitmedi diyenler soluğu Evlilik Danışma Merkezi’in de alıyor ve evliliklerini kurtarma adına bir çaba içersine girdikleri yazıyordu. Bu da anne babalara verilecek güzel bir öneri olabilir. Bazen tartışmalar içinde o kadar çok boğuluyorlar ki bir uzman tarafından destek verilmesi durumunda aslında o zorlayıcı durumdan çıkabilecekler. Evlilikte sorunların olması kaçınılmazdır fakat bu sorunları konuşurken tarafların birbirine zarar vermeden çözüm yoluna yönelmesi gerekmektedir. Aksi takdirde içine girilen çatışmayı da sorunların çözülmediği gibi aşılmaz bir duruma getirmiş olunur. Evlendiğiniz kişinin değişeceğini düşünmek doğru bir tutum değildir. Bir kişiyi değiştirmeye çalışmak çatışmalara neden olabilir. Özellikle çocuklar içinde alışır kabul eder mantığı ile hareket etmek doğru bir tercih olmayabilir. Tüm bunlara rağmen boşanma gerçekleşmişse elbette yapacak şeyler bitmiş demek değildir. Boşanma çocuklara zarar vermez. Boşanma, sevgiyle başlayan bir evlilik sonrasında biten üzücü bir şey olsa da, boşanmanın çocuklara zarar vermesi gerekmez. Boşanmış ebeveynlerin bu şiddetli, fırtınalı denizlerde çocuklarına yardımcı olmak için yapabilecekleri bir sürü davranış yöntemleri vardır. Bunları madde madde sıralamak gerekirse; 1. Çocuğunuzun anne-baba arasında tercihte bulunmasına müsaade etmeyin. 2. Anne baba olarak çocuğunuza karşı tutarlı davranışlarda bulunun. Farklı tepkiler çocuklarda değişik tutarsız durumlara sebep olabilir. 3. Boşanmadan sonra sağlıklı bir ebeveynlik ilişkisi devam ettirmeye çalışın, Her ne kadar eş olmasanız da ebeveynlik rolleriniz devam etmektedir. 4. Eski eşinizi çocuğunuzun önünde kötülemeyin. Hatta, çocuğunuza diğer ebeveyn hakkında iyi şeyler söyleyin. 5. Çocuklarınızla ilgili tüm kurallar değiştirmek zorunda olmadan eski eşinizle aynı tutumda olun. Örneğin; yatma-kalkma zamanı, ödev yapma, oyun zamanı, vb. 6. Çocuğunuzla ilgili koyulan kurallar ve bu kuralların sonucunda doğabilecek sorunlar için uzman desteği almak faydalı olacaktır. 7. Çocuğunuza karşı eski eşinizi ve ailesini eleştirmeyin, aile birlikteliğinin devam etmesi çocuk için önemli olacaktır. 8. Çocuğunuza boşanma durumunun kendisi ile ilgili olmadığının güvenini verin. Genelde boşanma sonrasında çocuklarda suçluluk psikoloji gösterebilir. 9. Anne baba olarak çocuğunuzun her zaman yanında olacağını söyleyin ve her zaman seveceğinizi söyleyin. 10. Çocuğunuza, onun kendisini iyi ve mutlu hissetmeye devam etmesini beklediğinizi söyleyin.

  • Google Places
  • Instagram
  • Facebook
  • LinkedIn

©2022 DrSistem

bottom of page