top of page

Arama Sonuçları

Boş arama ile 1063 sonuç bulundu

  • Aşırı Yorgunluk Kalp Yetmezliği Habercisi Olabilir

    Nefes darlığı, çarpıntı, depresyon gibi belirtilerle kendini gösterebilen kalp yetersizliği, tek başına bir hastalık olarak değil; kalp krizi, yüksek tansiyon, kalp kapağı ve kalp kası hastalıkları, diyabet, kronik böbrek yetersizliği ve akciğer hastalıkları gibi farklı rahatsızlıklar sonucu olarak ortaya çıkabiliyor. Yaşam kalitesi ve süresini kısaltan bu tablonun yakın takip ve düzenli tedavi ile vakit kaybedilmeden kontrol altına alınması gerekiyor. Fazla kilolara dikkat! Yaşla birlikte kalp kasında güç azalması olabildiği için, kalp yetersizliği en sık 65 ve yaş ve üzeri kişilerde görülmektedir. Yine aşırı kilolu bireyler, Tip 2 diyabet hastaları ve daha önce kalp krizi geçirmiş olan kişiler de risk altındadır. Kalp yetersizliğinin başlıca belirtisi, nefes darlığıdır. Diğer belirtiler yorgunluk, çarpıntı, geceleri sık idrara çıkma, bacaklarda şişme, karın şişliği ve boyun toplardamarlarında belirginleşmedir. Şikayetlerin günlük yaşama yansıması, kalp yetersizliğinin ilerlemiş olduğunu gösterebilir. Merdiven çıkarken veya günlük işleri yaparken daha önce olmayan nefes darlığı ve yorgunluk hissi dikkate alınmalıdır. Şikayetlerin erken tanınması ve tedavi edilmesi önemlidir. Kalp yetersizliğinin başlıca nedenleri Kalbi besleyen koroner arterlerin tıkanması Diyabet yani şeker hastalığı Hipertansiyon Kalp ritm problemleri Doğumdan itibaren kalp kasının etkilenmesi Kalp kapak hastalıkları Öncelikle altta yatan neden belirlenip tedavi edilmeli Özellikle ailesinde doğumsal kalp kası hastalıkları olanlar kalp yetersizliği açısından kontrol edilmelidir. Kalp yetersizliği tanısı; detaylı bir kalp muayenesi ve sonrasında kalp yetersizliği nedenlerine göre yapılacak elektrokardiyogram, akciğer filmi, ekokardiyografi ve labaratuvar testleri ile konmaktadır. Aritmi şüphesi varsa hastaya 24 saatlik ritm izleme araçları takılarak takip yapılablir. Kalp yetersizliği tedavisinde en önemli amaç, altta yatan nedenin belirlenerek tedavi edilmesidir. Tedavi; yaşam tarzının değiştirilmesi, ilaç ve girişimsel tedavileri içerir. Kalp damarlarında problem varsa bu durumun düzeltilmesi, kan basıncı ve kan şekeri kontrolü önemlidir. Risk faktörlerini azaltmak için 6 öneri 1-Hipertansiyon ve diyabet tedavinizi aksatmayın 2-Tuzu azaltın 3-Yeşil sebze - meyve tüketin 4-Et yerine balık yiyin 5-Sigara içmeyin 6-Özellikle açık havada düzenli yürüyüş yapın Kişiye özel tedavi planlaması yapılıyor İlaç tedavileri kardiyoloji uzmanı takibinde ve belirli aralıklarda kişiye özel olarak yapılmaktadır. Kalp yetersizliğinde ilaçlara rağmen şikayetler devam ederse, uygun hastalarda kalp pili tedavisi ve kalp destek cihazları takılabilir. Hastalarda tüm önlemlere rağmen hastalık ilerlerse kalp nakli planlanabilir. Kalp yetersizliği gelişmeden, nedenlerin belirlenmesi ve önlem alınması en etkin tedavi yöntemidir.

  • Sağlıklı Kalp İçin Sıcak Soğuk Dengesini Koruyun

    Yüksek sıcaklıklar nedeniyle kalp ve damarlar üzerindeki yük de artıyor. Hava sıcaklıklarına bağlı olarak değişen kan basıncı, kalp krizi riskini tetikleyebiliyor. Özellikle çok sıcak havalarda serinlemek için ani bir şekilde aşırı soğuk ortamlara geçmek de kalp damarlarında şok etkisi oluşturarak, kriz riskine yol açabiliyor. Bu nedenle serinleme ihtiyacı duyulan sıcak havalarda ısı dengesine dikkat edilmesi gerekiyor. Aşırı sıcak da riskli soğuk da… Aşırı sıcaklar kan basıncı seviyelerinde ani artış ya da düşüşlerle birlikte kalp krizi riskine yol açabilir. Sıcak havanın kalbin yükünü artırıcı etkisi de vardır ve bu nedenle sıcağa kontrolsüz maruziyet kalp sağlığı için tehlike oluşturmaktadır. Özellikle yaz sıcaklarında serinlemek için gerek duyulan klimaları ortamlar, eğer ısı düzeyi kontrol altına alınmazsa, kalp için aynı oranda risk oluşturmaktadır. Çünkü ani sıcak-soğuk geçişleri şok etkisine sahiptir ve ısı dengesinin iyi kurulması gerekir. Klimanın derecesi 22’nin altında olmamalı Özellikle Akdeniz Bölgesi gibi hava sıcaklıklarının yüksek seviyelerde olduğu yerlerde klima kullanımına özellikle dikkat edilmelidir. Sıcak bir ortamdan bir anda klima tarafından aşırı derecede soğutulmuş başka bir ortama geçiş, özellikle kalp hastaları için sakıncalı olduğu gibi ani kalp sorunlarına da yol açabilir. Soğuk odada klimadan gelen hava akımının da yüksek olması, nabız hızını artırır ve solunum yolları ile ilgili problemler yaşanmasına neden olabilir. Klimalı ortamda uzun vakit geçirilecekse, ideal ortam ısısının 22 derecenin üzerinde ve hava akımının hissedilmeyecek derecede olması önemlidir. Klimalı ortam soğuk değil serin olmalıdır. Soğuk suya dikkat! Sıcak havalarda kalp hastalarını bekleyen en önemli tehlikelerden biri de sıcak altında uzun süre kaldıktan sonra bir anda soğuk bir havuza ya da denize girmektir. Çünkü soğuk su, kalp ve damar sağlığı açısından risk oluşturarak, kalp damarlarında büzüşme ve kan akımını bozucu etki yapabilir. Görünen herhangi bir kalp sorunu olmasa bile altta yatan bir neden varsa, sağlıklı kişilerde de kalp sorunlarını ortaya çıkabilir. Güneşlenirken ve denize girerken sıcaklığın uygun olduğu saatler tercih edilmeli, tıpkı klimalı ortamlar gibi soğuk su ile maruziyet de ısı dengesine göre sağlanmalıdır. Güneşle temas 15 dakikayı geçmemeli Kalp sağlığını korumak ve güneşten kaliteli bir şekilde yararlanmak için ışınlara uzun süreyle maruz kalmak yerine 15’er dakikalık zaman dilimlerinde güneşlenme, gölgede ya da şemsiye altında vakit geçirme, güneşin zararlı ışınlarının dik gelmediği saatleri tercih etme gibi kullara özen gösterilmelidir. Yüzme, çok sağlıklı bir egzersiz olsa da havanın çok sıcak olduğu saatlerde sakıncalı olacağından, sabah ya da akşamüzeri saatlerinde tercih edilmesi gerekir. Yazın kalp sağlığınız için… -Gün içinde özellikle öğle ve öğleden sonra saat 15.00’e kadar olan sürede açık havada bulunmamaya çalışın. -Gününüzü açık havada geçirecekseniz mutlaka yeterli miktarda su içmeye dikkat edin. -Yorucu fizik aktivitelerden kaçının. -Aşırı sıcak veya soğuk ortamlarda bulunmamaya, ani ısı geçişleri yapmamaya özen gösterin. -Sıcaktan korunmak ve sıvı kaybını azaltmak için pamuklu, açık renkli giysiler giyin, şapka ve gözlük kullanın.

  • Kalp Hastalıkları Gebeliği Riskli Hale Getirebilir

    Kalp hastalıkları, bir kadın için anne olmayı riskli hale getirebiliyor. Bu risklerin gebe kalmadan önce farkında olmak ve gerekli önlemleri almak, büyük önem taşıyor. Kalpteki bazı sorunlar gebelik sırasında anne ve bebeğin sağlığını riske attığından, bu kişilerde gebeliğe izin verilmiyor. Kalpteki bazı değişiklikler gebelik döneminde normal Gebeliğin 5’ten 8’inci haftasına kadar süren döneminde, kalp damar sisteminde olması gereken normal değişimler başlamaktadır. Gebelikle birlikte kalp atım hızı bir miktar artar. Kalbe gelen yük fazlalaşırken, kan basıncı % 10 düşmektedir. Hormonal değişimlerden dolayı damar duvarları zayıflamaktadır. Doğum sonrası erken dönemde de bebeğin ana atar damara olan baskısı ortadan kalktığı için annenin dolaşım sisteminde bir takım değişimler olur. Gebelik sonrası erken dönemde aynı gebelik dönemi gibi dikkat gerektirir. Gebelik döneminde hafif nefes darlığı, yorgunluk, şiddetli olmayan çarpıntı, yol yürüme mesafesinde kısalma, bacaklarda ciddi olmayan şişlikler, sırt üstü yatıldığında oluşan nefes darlığı normal değişimler olarak kabul edilebilir. Gebelik öncesi koruyucu önlemler alınmalı Gebe kalmadan önce bilinen kalp hastalığı olan ya da 35 yaş üzerinde ileri yaş gebelik planlayan, ailesinde ciddi kalp hastalığı öyküsü olan ve kalp hastalıkları risk faktörleri olan kişiler mutlaka kardiyolojik muayene olmalıdır.Bilinen kalp hastalığı olan gebe takibi öncelikle kardiyolog, kadın doğum uzmanı ve anne adayının dahil olduğu takım çalışması prensibiyle yapılmalıdır. Gebelik öncesi planlama, koruyucu önlemler alınması temel esastır. Bazı kalp sorunları gebelik için risklidir Belirli bir grup kalp hastalığı olan kişilerin gebe kalması, anne ve bebek sağlığı için riskli olabilir. Bu nedenle öncesinde psikolojik destek ve detaylı diyalog ile kişiye bu bilgiler verilmeli, gebelikten vazgeçirilmelidir. Çiftler, ileriye yönelik korunma yöntemleri hakkında da bilgilendirilmedir. Gebeliğe engel teşkil eden kalp hastalıkları, doğumsal olan ve morarmanın eşlik ettiği kalp hastalıkları yani “siyanotik konjenital kalp hastalıkları”dır. Bunlar; cerrahi müdahalenin mümkün olmadığı ileri kapak hastaları, akciğer basıncının ileri derecede artmış olduğu kalp hastalıkları, ileri evre kalp yetersizliği ve kapak darlığı sorunlarıdır. Kalp kapakçıklarında ileri derecede darlık veya yetersizliği bulunan, gündelik efor kapasitesi istirahat sırasında bile nefes darlığı çekecek kadar düşmüş olanlar ile ciddi kalp yetersizliği hastalarının gebe kalmaları sakıncalıdır. Özel takip gerektiren kalp hastalıkları gebeliğe engel değil Kalbinde delik olan kişiler, muayenelerinde kalp ve akciğere hayati önem taşıyan bir yük oluşturmadığı ispatlanmışsa, gebe kalabilir. Kalp deliği geniş hastaların ameliyat sonrası gerekli önlemler alınarak gebe kalmalarına izin verilebilir. Kalp ameliyatı olarak kalp kapakçığı değişmiş veya kalp kapağı tamiri yapılmış olan hastalar ise gebelik öncesi detaylı bir kontrol ve takiplerle, belirli bir risk altında gebe kalabilir. Tedavi edilebilir ritim problemi olan hastaların gebelik öncesi ablasyon işlemi yapıldıktan sonra normal bir şekilde gebe kalma engelleri yoktur. Gebelik döneminde ilaç kullanımı gerektiren ritim problemlerinde, detaylı bir muayene ve risk analizi önemlidir. Yüksek kan basıncı yani hipertansiyon sorunu olan hastalar gebelik dönemince sıkı takip ile gebe kalabilir. Gebelik dönemi tansiyonu olan anne adaylarının ise bu dönemde kendilerine ve bebeğe zarar vermeyen ilaçları kullanarak takip edilmeleri halinde gebe kalmalarına bir engel bulunmamaktadır.

  • KALP VE DAMAR SAĞLIĞINDA BESLENMENİN ÖNEMİ

    Sağlıklı bir diyet ve yaşam tarzı, kalpdamar hastalıklarıyla savaşmak için en önemli silahımızdır. Bununla birlikte, sağlıklı bir diyetin bileşenlerinin tanımı konusunda anlaşmazlıklar vardır. Bazı gıdalar testi geçmiş ve diyet kılavuzlarına kabul edilmiştir. Bu listede başlangıçta meyveler, sebzeler ve kepekli tahıllar bulunurken, yakın zamanda zeytinyağı, balık ve fındık gibi ürünler ilave edilmişlerdir. Bu makalemizde, günümüzün “sağlıklı” gıdaları (örneğin, meyve ve sebzeler) ve besinler (örneğin, lif, omega-3) ile ilgili en son kanıtların değerlendirilecektir. Ayrıca hakkında en fazla olumsuz konuşulan gıdalar (yumurta, süt, et ve tuz) ile kalp damar hastalıkları arasındaki ilişki de değerlendirilecektir. KALP VE DAMAR SAĞLIĞI AÇISINDAN FAYDALI GIDALAR Meyve ve Sebzeler Meyve ve sebzeler her zaman sağlığı geliştirici gıdalar olarak kabul edilir. Prospektif yapılan çok sayıda çalışmada, meyve /sebze alımı ile koroner kalp hastalığı (KKH) ve inme riskinin azalttığı gösterilmiştir. Bu nedenle, mevcut diyet kılavuzları, meyve/sebze alımını günde 5 porsiyona çıkarmayı önermiştir. Bununla birlikte, meyve/sebze alımındaki artış ile kan basıncında ve mikrovasküler fonksiyondaki iyileşmeler gösterilirken, plazma lipit seviyeleri, diyabetes mellitus (DM) ve kilo alımı arasında kesin ilişki netleşmemiştir. İngilterede yapılan bir çalışmada, 2001-13 yılları arasında 65.226 kişinin yeme alışkanlıkları incelendi. Çalışmada, günde yaklaşık 7 porsiyon üzerinde meyve/sebze yemenin, kanser ve kalp hastalığı nedeniyle ölüm risklerini % 25-31 gibi önemli ölçüde azalttığı gösterildi. Bu araştırmada, meyve suyu tüketiminin önemli bir fayda sağlamadığı da gösterildi. Paradoksal olarak, konserve ve dondurulmuş meyvelerin ölüm riskini % 17 artırdığı gösterilmiştir. Sonuç olarak, gözlemsel çalışmalarda, meyve ve sebze alımındaki artış ile sürekli bir risk azalması sağlandığı, en büyük faydanın ise meyveden ziyade sebze alımından kaynaklandığı ve konserve veya dondurulmuş meyveleren uzak durulması gerektiği gösterilmiştir. Lifli besinler ve kalp damar sağlığı "Diyet lifi" terimi, yapısal ve fonksiyonel özellikleri büyük ölçüde değişebilen çok çeşitli molekülleri kapsar. Lifler çözünür ve çözünmez olarak sınıflandırılır. Çözünür lifler; selüloz, pektin, inulin, veya B-glukan gibi maddeler olup, midede hidrolize olmazlar, ancak bağırsak mikroflorası tarafından fermente edilirler. Çözünür liflerin ana fizikokimyasal özellikleri; viskozite, jel oluşturma kapasitesi ve fermente edilebilirliktir. Viskozitenin artırılması, mide boşalmasını (tokluğu arttırır) ve geçiş süresini yavaşlatır. Glikoz ve insülin yanıtının stabilizasyonuna katkıda bulunur ve diyet kolesterolünün emilimini azaltır. Üçüncü önemli özellik ise fermantasyon olup, fiberi fermente edebilen kolonik bakteriler tarafından üretilen kısa zincirli yağ asitleri, HMG-CoA redüktazını inhibe ederek karaciğerdeki kolesterol sentezini azaltır. Böylece diyet lifi kandaki düşük yoğunluklu lipoprotein seviyelerini azaltmaya yardımcı olur. Çözünmeyen lif alımıyla ilişkili ana fizyolojik etki ise, bağırsak geçiş süresinin azaltılmasıdır: hacim ve su tutma yetenekleri, dışkı kütlesinin artmasını teşvik eder ve bağırsak duvarlarının mekanik uyarımı nedeniyle gıdaların bağırsaktan hareketini kolaylaştırır. Bağırsaklardaki gerginlik tokluk hissini arttırır ve kalori alımının azalmasına katkıda bulunabilir. Ek olarak, bağırsak geçişinin hızlandırılması, bağırsak epiteliyle potansiyel kanserojen ajanlar arasındaki etkileşimi en aza indirerek özellikle kolorektal kanser gelişme riskini azaltır. Fermente edilebilir liflerin mikrobiyal büyüme için bir substrat işlevinin yanısıra, bağırsak pH'ını değiştirerek laktobasil gibi faydalı bakterilerin büyümesini destekleyecek şekilde prebiyotik etkisi de bulunmaktadır. Bu mevcut mekanizmalardan dolayı, lif bakımından zengin diyetlerin inme ve kadiyovasküler hastalık riskini azalttığı sonucuna varılmaktadır. Lifli yiyecekler; Brokoli Brüksel lahanası Kuşkonmaz Enginar Meşe palamutu Yeşil bezelye Şalgam yeşili Havurç Karnıbahar Meyveler Avakado Elma Çilek Muz Ahududu Badem Ceviz Fıstık Kuru fasülye Barbunya Mercimek Arpa Yulaf Mısır Yeşil Çay, Kahve ve Alkollü İçecekler Yeşil çay binlerce yıldır sağlıklı bir içecek olarak kabul edilmektedir. Çinliler hayatı uzatabileceğine ve zihinsel işlevi geliştirebileceğine inanıyorlardı. Günümüzde, yeşil çay tüm dünyada tüketilmekte ve belirli kanser türlerinden bunamaya ve obeziteye kadar çeşitli hastalık riskini azalttığı düşünülmektedir. Kardiyovasküler hastalıklar ile ilgili olarak, düzenli olarak yeşil çay içmek, klinik olarak anlamlı olabilecek düşük yoğunluklu lipoprotein kolesterol (LDL) ve kan basıncındaki azalmalar ile ilişkilendirilmiştir. Bununla birlikte, yeşil çay alımının uzun vadeli etkilerini değerlendirmek için uzun süreli takiplere gereksinim vardır. Şarap ve kahve de yeşil çaya benzer şekilde, kalp hastalıklarına karşı koruyucu bir fitokimyasallar içeren içecektir. Son çalışmalar, bira ve özellikle kırmızı şarabın yüksek polifenol içeriği nedeniyle kardiyovasküler hastalık riskinde azalma sağladığı gösterilmiştir. Genel olarak, orta derecede alkol alımı (örneğin günde 2 bardak şarap), yüksek yoğunluklu lipoprotein seviyelerinde (HDL:iyi kolestrol) önemli bir artışa ve kalp hastalığı riskinde azalmaya neden olduğu gösterilmiştir. Ancak daha fazla miktarlardaki alkol alımı ise kardiyovasküler hastalık riskini iki misli artırdığı da gösterilmiştir. Kahve alımının faydalı etkileri ise kafeine atfedilmektedir. Kahvenin kardiyovasküler hastalıklara karşı koruyucu etkileri net değildir. Orta derecede kahve alımı (günde 2 ila 4 fincan) uzun süreli olumsuz etkiler göstermemiştir. Ancak, aşırı kafein tüketiminin hipertansiyona yol açtığı ve özellikle filtrelenmemiş kahvenin, serum düşük yoğunluklu lipoprotein (LDL), toplam kolesterol ve trigliserit seviyelerinin yükseltilmesine katkıda bulunduğu iyi bilinmektedir. Önemli olarak, yukarıda belirtilen etkiler genetik etkilerden dolayı kişilerarası farklılıklara tabidir. Balık yağı Geçmiş yıllarda, yağlı balıklar ve zeytinyağı da dahil olmak üzere diğer yağlar açısından zengin gıdalar "sağlıksız gıdalar" listesinde yer alıyordu. Bununla birlikte, 1970'lerin başında yapılan araştırmalar, yağlı balıklardan elde edilen omega-3 yağları açısından zengin bir diyetin özellikle kalp damar sağlığına yararlı olduğunu öne sürüldü. Bu etkiler son 50 yılda binlerce çalışmada analiz edilmiş, sonuçları kapsamlı şekilde gözden geçirilmiş ve meta-analizler yayınlanmıştır. Randomize klinik çalışmalardan elde edilen bulgular (36.913 denek dahil n = 48 çalışma), ek omega-3 yağları alan kişilerde toplam mortalite veya kombine kardiyovasküler olay riskinde azalma olmadığı gösterilmiştir. Bu nedenle, omega-3'ün plazma trigliserit konsantrasyonları üzerindeki bilinen olumlu etkisine rağmen, diyet veya ek omega-3 yağlarının genel veya yüksek riskli popülasyonlarda toplam mortalite ve kardiyovasküler hadiseleri değiştirdiğini gösteren kesin bir kanıt yoktur. Kalp ve damar sağlığı açısından risk teşkil ettiği düşünülen gıdalar Kırmızı et, yumurta sarısı, yüksek yağlı süt ürünleri gibi doymuş yağlar ve kolesterolden zengin gıdaların tüketimi kalp damar hastalık riskini artırdığı kabul edilmektedir. Bu yargı bilimsel literatürde yıllarca neredeyse hiç değişmedi. Genel bilgi; doymuş yağlar kan kolesterol seviyelerini arttırır; kolesterol arterlerde birikir ve hastalığa neden olur. Bununla birlikte, bu genel inanca rağmen, bu hipotez en yüksek bilimsel kanıt düzeyinde kanıtlanmamıştır. Ancak yine de çalışmalar, belirtilen gıdaların aterojenik (damar sertliğine yol açan) olarak bilinmesi ile sonuçlanmıştır. Yumurta Yumurtalar; proteinler, doymamış yağlar, yağda çözünen vitaminler, folat, kolin ve minerallerin önemli bir kaynağıdır. Olumsuz bakış açısı, yumurtanın ortalama 200 mg kolesterol içerdiği gerçeğinden kaynaklanmaktadır. Yumurta yazılı kayıtlarda gösterildiği gibi binlerce yıl arzu edilen bir yiyecek olarak kabul edilmesine rağmen, kaderi son yıllarda değişmiştir. Hem Amerikan Kalp Derneği beslenme kılavuzları, kan kolesterolünü düşürmek ve KKH riskini azaltmak için günlük diyet kolesterol alımının 300 mg'ın altında tutulmasını önermektedir. Yumurta tüketiminin doğrudan kalp-damar hastalığı riski ile ilişkili olduğunu gösteren sağlam bir bilimsel kanıt olmamasına rağmen, sınırlı tüketimi önerilmektedir. Aksine, epidemiyolojik kanıtlar sürekli olarak günde 1 yumurta tüketiminin sağlıklı insanlarda KVH riski üzerinde olumsuz bir etkisi olmayacağını göstermiştir. Genel olarak, mevcut gözlemler yumurta tüketiminin genel popülasyonda kardiyak mortalite riski ile ilişkili olmadığını, aksine hemorajik inme için bile koruyucu olabileceğini desteklemektedir. Buna karşılık, yumurta tüketimi genel popülasyonda tip 2 DM insidansında artış ve diyabetik hastalarda CVD komorbiditesi ile ilişkili olabilir. Yumurta tüketimi ile tip 2 DM arasındaki pozitif ilişki, özellikle dünya çapında tahmin edilen tip 2 DM'nin yaygınlığının artması bağlamında daha etkili araştırmayı gerektirmektedir. Özetle, en güncel kanıt yumurtaların sağlıklı bir diyetin parçası olabileceğini göstermektedir. Bununla birlikte, diğer yiyeceklerde olduğu gibi, aşırılıklardan kaçınmak sağlıklı bireyler için en makul tavsiye olabilir. Kanıtın, yumurta tüketimini sınırlayan mevcut kılavuzları desteklediği tip 2 DM'li bireyler için endişe devam etmektedir. Yumurta tüketiminin KVH ile ilgili zararları veya yararları ile ilgili açıklama yapmak için iyi tasarlanmış randomize klinik çalışmalara ihtiyaç duyulmaktadır. Kırmızı et Kalp hastalıklarına yönelik diyetler, doymuş yağ ve kolesterol içeriğinden dolayı et kısıtlamasını içerirler. Et tüketiminin KVH riski ile ilişkili olduğu düşüncesi, yağsız etlerin seçilmesini vurgulayan diyetler kılavuzlara yansımıştır. Et tüketimi ile kronik hastalık ve mortalite insidansı arasındaki ilişki, son yıllarda yüzlerce gözlemsel epidemiyolojik çalışmada değerlendirilmiştir. Bu veri zenginliğine rağmen, belirli et gruplarının daha yüksek alımlarının veya tek tek etlerin bağımsız olarak hastalık riskine katkıda bulunup bulunmadığı netlik kazanmamıştır. Bu tartışmaya diyet ve kronik hastalıkların gözlemsel çalışmalarındaki tutarsızlıklar ve belirsizlikler de eklenmiştir. Diyet eti, KVH ve toplam mortalite arasındaki ilişkiye odaklanan birkaç çalışma ve meta-analiz gerçekleştirilmiştir. Bu analizler, kırmızı et tüketimi ile toplam mortalite, KVH ile ilişkili ölümler, iskemik inme ve tip 2 DM riski arasındaki ilişkiyi desteklemektedir. Bununla birlikte, bu ilişki birçok durumda taze kırmızı etten ziyade işlenmiş etlerin tüketilmesinden kaynaklanmıştır. Bu nedenle, bazı araştırmacılar gıda işlemede kullanılan koruyucuların zararlı etkileri tetikleyebileceğini öne sürmektedir. Örneğin, işlenmiş gıdalarda bulunan yüksek sodyum ile ilişkili kan basıncı yükseltme etkileri, tuza duyarlı kişilerde daha yüksek riski açıklayabilir. Yeni kanıtlar, fosfatidilkolin, kolin ve L-karnitin dahil TMA (trimetilamin) içeren besinlerin kalp damar hastalıklarını tetiklediklerini düşündürmektedir. Bu yolun merkezinde yeralan TMA’nın bağırsak mikrobiyotasına bağımlı sentezi ve daha sonra TMA'nın TMAO'ya (trimetilamin-N-oksit) dönüşümü vardır. TMAO üretimi, farelerde aterosklerozu, insanlarda ise önemli kardiyovasküler olaylarda artma riski ile ilişkilidir. Genel bulgular, klinik ve halk sağlığı rehberliğinin özellikle işlenmiş et tüketimini azaltmaya öncelik vermesi gerektiğini göstermektedir. Süt ürünleri, doğal formlarında, nispeten yüksek miktarda doymuş yağ ve kolesterol içerir. Bu nedenle, özellikle çocuklar ve ergenler için, on yıllar boyunca önerilen gıdalar arasında yeraldıktan sonra, kolestrol ile mücadeleye bağlı bakış açısı değişti. Bununla birlikte, bu gıda grubunun nispeten kolay bir çıkış yolu vardı ve düşük yağlı süt ürünleri üretilmeye başladı. Bu ürünler, kendilerine özgü KVH yararları açısından ve daha geleneksel çeşitlere kıyasla değerlendirilmeleri için piyasada yeterince uzun zamandır yer almaktadır. İlk olarak, tüm yağların aynı olmadığı ve bu nedenle yağların iyi (yani doymamış) ve kötü (doymuş) olarak sınıflandırıldığı anlaşıldı. Daha sonra, daha önce iyi olarak kabul edilen bazı yağların o kadar sağlıklı olamayacağı (yani omega-6 çoklu doymamış yağlar) ve tersine, bazı kötü yağların sağlıklı (yani sütlü gıdalardan doymuş yağlar) olabileceği anlaşıldı. İkincisi, diyetteki doymuş yağların basit karbonhidratlarla değiştirilmesi, obezitenin artmasına ve bununla ilişkili sağlık sorunlarına neden olmuştur. Doymuş yağlarla ilişkili olumsuz etkilerin bazıları, doymuş yağ asitleri dışındaki faktörlerden kaynaklandığı saptanmıştır. Bu nedenle, son zamanlarda süt ürünleri ile KVH riski arasındaki ilişki birçok kez yeniden gözden geçirilmiştir. Çok sayıda gözlemsel çalışmada miktardan bağımsız süt ürünleri alımı KVH ve inme riski arasında bir ilişki bulamadığını gösterilmiştir. Doymuş yağın daha yüksek olduğu tam yağlı süt ve tereyağından oluşan bir diyetin, karbonhidratlar veya doymamış yağ asitleri ile karşılaştırıldığında düşük yoğunluklu lipoprotein-kolesterolü (LDL) artırdığı gösterilmiştir. Ancak bu sonuçlarla birlikte yüksek yoğunluklu lipoproteini artırabilirler (HDL). Bu nedenle toplam kolesterol / yüksek yoğunluklu lipoprotein-kolesterol oranını etkilemeyebilir veya hatta düşürebilirler. İlginç bir şekilde, peynir alımının, eşit süt yağı içeriğine sahip tereyağı ile karşılaştırıldığında düşük yoğunluklu lipoprotein-kolesterolü (LDL) düşürdüğünü göstermektedir. Genel olarak, süt ürünleri tüketiminin KVH’lara karşı koruyucu olduğu veya herhangi bir yan etkisi olmadığı sonucuna varılabilir. Çalışmalardaki son veriler az yağlı sütün hipertansiyonun önlenmesine katkıda bulunabileceği, inme ve KVH riskini azaltabileceği desteklemektedir. Kratzet ve ark., yüksek yağlı süt tüketimi ile metabolik sağlık arasında olumsuz ilişki olmadığını rapor etmiştir. Yüksek yağlı süt alımı ile DM veya KVH insidansı arasındaki bağlantıyı araştıran çalışmaların sonuçları tutarsızdı. Bu sonuçlar süt yağı veya yüksek yağlı süt içeren gıdalarının obezite veya kardiyometabolik riske katkıda bulunmadığını vurgulamaktadır. Bazı araştırmacılar, fazla süt ürünü tüketmenin gelişmiş kemik sağlığı ve daha düşük kan basıncı, düşük KVH ve düşük tip 2 DM riski ile ilişkili olduğunu ileri sürmüşlerdir. Tuz Daha düşük tuz alımıyla ilişkili kan basıncını düşürücü etkinin KVH riskini azalttığı fikri, sodyum alımının yaklaşık 5 g tuz / günden 2 g sodyum / gün düşürülmesi önerisini desteklemek için kullanılmıştır. Bu kısıtlama, çoğu gelişmiş ülkede tuz tüketiminin yarı yarıya (veya daha fazla) azaltılması anlamına gelecektir. Bununla birlikte, bu öneri, atıştırmalıklar, işlenmiş gıdalar ve et tüketiminin artması nedeniyle son birkaç yılda gözlenen sodyum alımındaki artışı engellememiştir. Hipertansiyon, KVH gelişimine büyük katkıda bulunur. Bu nedenle yüksek tuz alımı ile yüksek sistolik kan basıncı arasındaki ilişki, tuz tüketiminde azalma ile kardiyovasküler riskte azalma arasındaki bağlantıyı açıklar. Ancak tuz alımında önerilen azalmanın hem normotansif hem de hipertansif katılımcılarda kardiyovasküler sağlık üzerindeki uzun vadeli etkisini değerlendirmek için ek araştırmalar gereklidir. Sonuç olarak; Her türlü işlenmeden tüketilen doğal besinin, ölçülü kullanıldığı taktirde kalp ve damar sağlığı açısından risk teşkil etmediği kanısı oluşmuştur. Ancak obezite ve kalp damar hastalıkları gibi problemlerin diyetle önlenmesi gündeme gelmiştir. Kalp damar hastalığı yönünden riskli bireyler için tavsiye edilen beslenme şekli ise Akdeniz diyeti modelidir. Beslenmede bir sonraki adım, kişiselleştirilmiş beslenmedir. Bu kavram nadir metabolik bozukluklara (yani fenilketonüri) uygulanmıştır. Yeni genomik teknolojiler ile, nutrigenomik ve nutrigenetik alanların sağladığı destek ile kişiselleştirilmiş diyet ve yaşam tarzı oluşturulabilir.

  • Aort anevrizması ve hipertansiyon

    Kalbimizin gönderdiği temiz kanı taşıyan ana atardamarımıza aort damarı denilmektedir. Vücudumuzda yeralan doku ve organlarımızın tamamının beslenmesi aort damarından gelen atardamarlar ile sağlanmaktadır. Bundan dolayı, aort damarında gelişen problemlerde bütün organlarımız, yani hayatımız tehlikeye girmektedir. Kalp krizinden hayatını kaybettiği düşünülen hastaların yapılan otopsilerinde kalp krizinden değil, aort damar yırtılmalarından kaynaklandığı görülmüştür. Aort anevrizması olarak nitelendirilen aort damarındaki balonlaşmalar toplumda oldukça sık görülen sağlık problemidir. Bu problemin en önemli özelliği, hastalar tarafından fark edilmemesidir. Bu kimselerde balonlaşmış damarın aniden yırtılması ile hastaların %90’ kaybedilmektedir. Çok nadir olarak acil cerrahi tedavi ile kurtulmaktadır. Bazı şanslı hastalarda ise yapılan tetkikler esnasında tesadüfen hastalık saptanmakta ve bu kişilerin tamamına yakını cerrahi tedavi ile düzemektedir. Hem damar genişlemesinde hemde yırtılmasında en önemli faktörlerin başında yüksek tansiyon gelmektedir. Tansiyon hastaları aort damarı genişlemesi yönünden takibe alınmalıdır. Hipertansiyon bütün dünyada ve ülkemizde önemli sağlık sorunlarının başında gelmektedir. Genel olarak hipertansiyon erişkin nüfusun yaklaşık %40-50’sini etkilemektedir, fakat hastaların yarısı tansiyonlarının yüksekliğinden habersizdir. Ancak, haberdar olan hastaların yarısına yakın kısmı ilaç kullanmamaktadır. İlaç kullanan hastaların ise yine yarısına yakın kısmında kullanılan ilaç tedavisi yetersizdir. Bundan dolayı hipertansiyonlu hastaların tansiyonları ve aort damarı takibe alınmalıdır. Aort damarında genişleme saptanan fakat cerrahi tedavi gerektirecek sınıra gelmemişse belirli periyodik takibe alınır. Hastanın durumuna göre bazen 3, bazen 6 bazen de yıllık tomografiler çekilir. Takibe alınan bir hasta aynı zamanda sigara kullanıyorlar ise genişleme hızı içmeyenlere göre 6-8 misli artış göstermektedir. Kısa sürede ameliyat gerektirecek boyuta ulaşır. Çap artışı cerrahi sınıra ulaştığı taktirde ameliyat ile balonlaşmış bölüm çıkarılarak yerine suni damar takılmaktadır. Yaşları 60 üzerinde sigara kullanan hipertansiyonlu hastalarda aort damarının karın içerisindeki bölümündeki anevrizmalar oldukça sık olarak görülmektedir. Bu grup hastalarda periyodik olarak taramalar yapılmalıdır. Aort damar balonlaşmaları tıpkı saatli bombalara benzemektedirler. Bombanın zaman ayarının fark edilerek durdurulması nasıl patlamayı önlerse, aort balonlaşmaları da önceden fark edilirse yapılan tedaviler ile patlaması önlenir. Aksi taktirde herhangi bir heyecan veya tansiyon yükselmesinde patlar ve bir hayat havaya uçar. Bundan dolayı, özellikle yüksek tansiyonu olan, 60 yaş üzerinde uzun yıllar sigara kullanan kimseler, ailesinde damar genişlemesi bulunan kimseler mutlaka damar genişlemesi yönünden değerlendirilmelidir. Genişleme saptanan ve takibe alınan hastalarda ise saatli bombanın durdurulması için tansiyona gerekli özeni göstermeli ve sigara kullanıyorsa mutlaka kesmelidir.

  • Mitral kapak tamiri değişime göre niçin çok avantajlıdır?

    Mitral yetmezliğine yönelik olarak iki türlü cerrahi girişim uygulanmaktadır. Bunlar; kapak replasmanı ve onarımı yöntemleridir. Kapak replasmanı: mitral kapakçığın çıkarılarak yerine biyolojik veya mekanik bir kapağın takılmasıdır. Biyolojik kapakçıkların ömürlerinin 10-15 yılla sınırlı olması nedeniyle genellikle 65 yaş üzerinde tercih edilmektedir. Mekanik kapakçıkların ömür sınırlamaması söz konusu değildir. Bu kapakçık takılan hastalarda ise ömür boyu kan sulandırıcı, pıhtı önleyici ilaç kullanımı gerekmektedir. Bu ilaç kullanımında ise sürekli kan düzeyi takipleri yapılmalıdır. İlacın yetersiz kullanımında pıhtı oluşurken, fazla kullanımında ise kanamalar gündeme gelmektedir. onarımında ise kapak yapısı düzeltilerek kaçak ortadan kaldırılır. Kapakçığı tutan adeleler yerinde kaldığı için kalp fonksiyonları daha iyi korunur. Tamir sonrası kapak değiştirilen hastalarda kullanılan kan sulandırıcı ilaçlara ihtiyaç duyulmaz. Ülkemizde mitral yetmezliği bulunan hastaların %30-40’ı tamire uygun bulunmamaktadır. Bu hastaların önemli kısmında romatizmal tutuluma bağlı gelişen kaçaklardır. Bunlarda kapakçıklardaki kalınlaşma ve kireçlenmelere bağlı kapak onarımı başarılı olmamaktadır. Ancak geri kalan dejeneratif mitral yetmezliklerinde tamirlerin başarı oranı oldukça yüksek olmaktadır. Dejeneratif mitral yetmezliğinin önemli kısmında mitral arka yaprakçığın orta kısmındaki sarkmalar neden olmaktadır. Buna yönelik yapılan cerrehi onarımlarda başarı oranı %90-100’e yakındır. Ancak hem ön hemde arka yaprakçığı içine alan ve mitral halkanın çok genişlemiş olduğu sarkmalarda başarı oranı düşmektedir. Mitral yetersizliğin önemli nedenlerinden birisi de kapakçıkları tutan adeleyi besleyen damarlardaki daralma veya tıkanıklıklara bağlı yetmezliklerde de kapak onarımları faydalı olabilmektedir. Mitral kapak onarımları sağ meme altından 3-5cm’lik küçük kesilerle minimal invaziv cerrahi teknikle yapılmaktadır. Yine meme altından robot yardımı ile küçük kesilerden kapak onarımı yapılmaktadır. Kapak onarımları ciddi cerrahi maharet ve tecrübe gerektirmekte olup, aynı kapak problemini pek çok cerrah farklı cerrahi teknik ile çözmektedir. Cerrahi tekniklerdeki farklılıklara ragmen sonuçları benzerlik göstermektedir. Önemli olan onarılabilecek kapakların değiştirilmeden onarılmasıdır.

  • Karpal Tünel Sendromu Tedavisi

    Karpal Tünel Sendromu Karpal tünel; el bilek hizasında bulunan bir kanaldır. İçinden median geçer. Bu tüneli oluşturan yapılar kalınlaşırsa sinir karpal tünelde sıkışır. Karpal tünel sendromu, işyerlerinde yaralanma ve hastalıkların arasında en yüksek ortalama işe gelmeme nedeni olan hastalıktır. Karpal Tünel Sendromu Kimlerde Görülür Karpal tünel sendromu kadınlarda daha sık görülür. Özellikle ellerini kullanarak iş yapan kişilerde sık rastlamaktadır. Bilgisayar başında uzun süre vakit geçiren kişilerde, temizlik işinde çalışanlarda, aşcılarda, örgü-nakış işi yapanlard daha çok görülür. Ayrıca; gut, aşırı şişmanlık, şeker hastalığı, romatoid artrit, hipotroidi gibi hastalıkları olan kişilerde ve hamilelerde sık görülür. Karpal Tünel Sendromu Bulguları Parmaklarda yanma, iğne batması, karıncalanma ve uyuşukluk görülür. Belirtiler başparmak, işaret parmağı, orta parmakta ile yüzük parmağının dış yarısında ve avuç içinde hissedilir. Gece ağrısı ve uyuşmalar çok sıktır. Gece hastalar uykularından uyanarak rahatlamak için el silkeleme hareketi yaparlar. Daha sonraları ağrılar gün boyu devam eder ve kaslar zayıflamaya başlar. Karpal Tünel Sendromunun Teşhisi Karpal Tünel Sendromu’nun teşhisi ayrıntılı hikaye ve fizik muayene ile konulur. EMG testi ile sinirin hasar durumu tespit edilir. Karpal Tünel Sendromunun tedavisi Karpal Tünel Sendromu’nun erken dönemde tedavisi; atel kullanımı, ağrı kesici ve kas gevşeticiler başlangıçta önerilen tedavidir. El bileğine şişliği azaltmak için kortizon enjeksiyonu yapılabilir. Cerrahi tedavi genellikle konservatif tedaviye göre daha iyi bir sonuç sunar. Sinir sıkışması orta ve ileri düzeyde ise ameliyat ile sinir rahatlatılmalıdır. Aksi takdirde oluşan hasar kalıcı olur. Ameliyat yöntemleri arasında standart açık insizyon, orta hat distal palmar mini insizyon ve orta hat palmar proksimal mini insizyon, endoskopik yöntemler sayılabilir. Bütün ameliyat teknikleri arasından orta hat distal palmar mini insizyon tekniği ile yapılan karpal tünel cerrahisi, diğer tekniklere göre daha erken işe geri dönüş sağlamaktadır.

  • TORASİK OUTLET SENDROMU (TOS)

    TORASİK OUTLET SENDROMU (TOS) Torasik outlet (çıkış) sendromu tanısı zor konulan bir hastalıktır. Göğüs kafesinin üst kısmında sinirlerin ve kan damarlarının sıkışması sonucunda gelişir. Torasik outlet sendromu türleri nelerdir? TOS'un üç farklı klinik çeşidi vardır: 1. Nörojenik TOS. En çok görülen türüdür (yaklaşık %95-98). Boyundan çıkan sinirler etkilenir ve semptomlar sinir sıkışmasına bağlıdır. 2. Venöz TOS. Çok daha az görülen (%3-4). Subklavian ven(toplardamar) etkilenir ve semptomlar, etkilenen koldan yetersiz kan dönüşüne bağlıdır. 3. Arteriyel TOS. En az görülen tipdir (%1-2). Subklavyen arter(atardamar) sıkışmıştır ve semptomlar, etkilenen kola yetersiz akıştan kaynaklanmaktadır. Torasik outlet sendromunun nedenleri nelerdir? Kadınlar erkeklerden 3-4 kat daha sık görülür. Sıkışmanın birkaç nedeni olabilir. Ekstra boyun kaburgası. Anormal birinci kaburga. Sinirlerin ve/veya kan damarların etrafındaki kalın fibromüsküler bantlar. Bazı durumlarda aşırı gelişmiş (hipertrofik) skalen kasları sıkışmaya neden olabilir. İş ve spor için kollarını ve ellerini yoğun şekilde kullanan kişiler özellikle TOS'a eğilimlidir. Torasik outlet sendromunun bulguları nelerdir? Torasik outlet (çıkış) sendromunun semptomları etkilenen yapılara bağlıdır. Nörojenik TOS. Omuz, baş, boyun, sırt, koltuk altı, göğüs, kol, el ve parmaklara yayılan ağrı. Ağrı sürekli veya aralıklı olabilir. Bazen göğüs ağrısı kalp krizini taklit edebilir. Ağrı, fiziksel aktivite ve etkilenen kol kaldırıldığında şiddetlenir. Tipik bulgulardan biri, erken kol yorgunluğu ve ağrı nedeniyle etkilenen tarafta telefon görüşmelerinden kaçınmaktır. Ağrının yanı sıra hastalarda uyuşma ve güç kaybı geliştirir. Uyuşukluk sürekli veya aralıklı olabilir. Sık görülen bir başka belirti de sabah uyanınca uyuşmadır. Zayıflık başlangıçta erken yorgunluk olarak ortaya çıkar, ancak daha sonra özellikle etkilenen elde önemli derecede kas kaybına kadar ilerleyebilir. Venöz TOS. Ağrı. Siyanoz (mavimsi renk değişikliği). Ödem (sıvı birikmesi). Kol kaldırıldığında kan kolayca geri akabildiğinden semptomlar azalabilir. Arteriyel TOS. Ağrı Solgunluk Erken yorgunluk Çabuk üşüme. Torasik outlet sendromunun tanısı nasıl konulur? Hastanın öyküsü ve fizik muayene, torasik çıkış sendromundan şüphelenmek için temel anahtarlardır. Zorlayıcı testlerle yapılan muayene hasta değerlendirmesinin önemli bir parçasıdır. Boyun fıtığı ve sinir kökü sıkışmasını dışlamak için servikal MRG çekilmelidir. Servikal aksesuar kaburga varsa röntgen ve tomografi incelemesi çok faydalıdır. Doppler USG subklavyen damarlardaki kan akışını değerlendirmek için yararlıdır ve özellikle provokatif kol konumlandırma ile birleştirildiğinde çok yararlıdır. EMG ve ENG gibi sinir iletim çalışmaları yardımcı olabilir, ancak vakaların çoğunda kesin tanı sağlamaz. Bu nedenle, teşhis esas olarak dikkatli klinik muayene ile konur. Torasik outlet sendromunun tedavisi nedir? Hafif vakalar tıbbi tedavi ile kontrol altına alınır. Genellikle kol dinlendirme, fizik tedavi, ağrı kesiciler ve germe egzersizleri kullanılır. Bazı hastalarda lokal anestezik veya Botoks enjeksiyonları geçici yardım sağlayabilir. Şiddetli vakalar ameliyatla tedavi edilir. Ameliyat sırasında sinirlerin, atardamarın ve toplardamarın tamamen sıkışmadan kurtarılması gerekir. Bu amaca ulaşmak için cerrahın birinci kaburganın önemli bir kısmını çıkarması, sinirleri, atardamarları vetoplardamarları bulup onları geren tüm bantları keserek serbest bırakması gerekir. 1. kaburga çıkarma (rezeksiyon) işlemi uzun vadeli başarıyı etkileyen tek önemli faktör olduğunu gösteren çok sayıda bilimsel ve klinik kanıt vardır. Ön yaklaşım Genelde 1. kaburga tam çıkarılamaz ve tekrarlama oranı yüksektir. Yan yaklaşım Vasküler TOS (arteriyel ve venöz) etkili bir şekilde tedavi edilebilir. İlk kaburganın arka bölümüne bu yaklaşımla ulaşmak çok zordur ve bu nedenle nörojenik TOS da tekrarlama oranı yüksektir. PURE prosedürü Birinci kaburganın tamamen çıkarılmasına ve tüm sinirlerin ve damarların serbestleştirilmesine olanak sağlayan benzersiz bir ameliyattır. PURE tekniğinin bir diğer önemli avantajı da sinir ve damarlar hasarı için düşük risk içermesidir. Diğer tekniklerle karşılaştırıldığında en az riskli olma gibi benzersiz bir özelliğe sahiptir. Dr. Kamran AGHAYEV tarafından geliştirilen ve sadece birkaç kişi tarafından bilinen bu teknik ile yaklaşık 70 hasta bu teknikle tedavi edildi ve şu ana kadar tekrarlama gözlenmedi. PURE tekniğimiz ile 1. kaburganın tamamı çıkarılır ve tüm sinirler ile damarlar sıkışmadan kurtarılır. Bu nedenle hastalarımız asla nüks yaşamaz. Başka merkezlerde ameliyat olan ve tekrarlayan TOS hastaları da PURE tekniği ile başarılı bir şekilde tedavi edilmektedir.

  • Epidural Sinir Blokajı

    Epidural sinir blokajı; omurga kanalının içerisinde kemik ile sinir arasındaki alana ilaç verilmesini sağlayan bir tekniktir. Amaç ameliyatsız ağrı tedavisidir. Şikayetleri yeni başlamış olan hastalarda işlem sonrasında %90’ın üzerinde, uzun süredir rahatsızlığı olan hastalarda ise %50-70 oranından rahatlama sağlanır. Epidural Sinir Blokajı Hangi Hastalıklarda Kullanılır Bel omurga eklemi, bel fıtığı, bel kayması, kanal daralması gibi hastalıkların tedavisi için geliştirilmiş bir yöntemdir. Güvenlidir ve kolaylıkla uygulanır. Epidural Sinir Blokajı Nasıl Yapılır? İşlem genel anesteziye gerek duyulmadan lokal anestezi ile yapılır. Yani hasta uyutulmaz. Hasta yüzüstü yatırılır. Kuyruk sokumundan omurga kanalına giriş yapılarak işlem gerçekleştirilir. Ortalama 15-30 dakika süren bir işlemdir. Epidural Sinir Blokajı Sonrası İşlemden sonra hastanede yatmaya gerek yoktur. Ortalama 30 dakika sonra hasta rahatlıkla evine gidebilir. İsterse ertesi gün işine gidebilir, günlük hayatına kaldığı yerden devam edebilir.

  • Ağrı pili (omurilik pili)

    Maximum tedavi yöntemlerinin (ameliyat ve ağrı kesici ilaçlar dahil) uygulanmasından sonra sonra ağrılar ortadan kalkmazsa ağrı pili uygulaması ile ağrının kalıcı olarak azalması sağlanabilir. Hangi hastalarda ağrı pili gereklidir 1- Omurga kırıklarına bağlı omurilik hasarlarında 2- Tedavi edilmemiş yada uygunsuz ameliyat sonrası ağrısı devam eden fıtıklarda 3- Şeker hastalığına bağlı nöropatik ağrılarda 4- Kanser haslarına bağlı omurilik hasarı ve ödeminde Tedavi ayrıntıları Tedavi süresi: test stimülasyonu 1- 2 saat, Yerleştirme 30 dakika Tedavi seyri Minimal invazif bir uygulama ile omurgaya doğrudan hassas bir elektrot yerleştiriyoruz. Lokal anestezi altında sizinle sürekli iletişimde kalarak elektrotu tam doğru bölgeye konumlandırıyoruz. Ayrıca elektrotların konumunu röntgen ile kontrol ediyoruz. Omurilikten başlayarak sinirler impulsları (uyarıları) beyne iletir ve böylece ağrıların yayılmasını engeller. Genelde impulslar, kalp piline benzeyen bir impuls jeneratörü vasıtasıyla bu elektrotlardan üretilir. Sonuç olarak ağrılar kaybolur ve ağrı bölgesinde hafif bir karıncalanma hissedersiniz. Ancak bizim kullandığımız yöntemde cilt altında bir pil veya kablo yoktur. Böylece hasta cilt altında bir rahatsızlık hissiyatı yaşamamakta ve pili biten cihaz için için tekrar ameliyat olması gerekmemektedir.

  • Omurga kırıklarının ameliyatsız ve bıçaksız tedavisi

    Vertebroplasti omurganın ön kısmında bulunan gövde bölümünün kırılması, kanser nedeni ile hasara uğraması ya da doğuştan gelen bazı damar hastalıklarının tedavisi için kullanılan özel bir girişimsel tedavi yöntemidir. Vertebroplasti işlemi sırasında, lokal anestezi altında ve radyolojik kontrol ile, hasara uğramış olan omurga kemiği içerisine özel bir kimyasal madde ( kemik çimentosu ) enjeksiyonu yapılır ve kemik sağlam hale getirilir. Hangi durumlarda vertebroplasti yapılır? Vertebroplasti en sık olarak osteoporoza bağlı omurga kırıklarında uygulanır. Halk arasında kemik erimesi olarak tanınan osteoporoz, kemik yoğunluğunu azaltır, kemiklerin sertliklerini azaltıp daha dirençsiz ve kolay kırılabilir hale gelmelerine yol açar. İleri yaştaki hastalarda basit düşmeler, çarpmalar, ağır kaldırmalar omurga kemiklerinde kompresyon kırığı olarak adlandırdığımız kırıklara yol açabilirler. Aynı biçimde kemikte erimeye neden olan kanser metastazları, hemanjiom, myelom olarak adlandırılan hastalıklarda da vertebroplasti yöntemleri kullanılır. Vertebroplasti nasıl yapılır? Her iki işlem de genel anestezi uygulaması gerektiren işlemler değildir, lokal anestezi ve damardan uygulanan sakinleştirici ilaçlar yardımı ile yapılabilirler. Yüzüstü pozisyonda, hastanın kırığının bulunduğu seviye steril olacak şekilde temizlenir, fluoroskopi adını verdiğimiz özel bir görüntüleme sistemi ile kırık kemik görüntülenir. İşlem sırasında sürekli olarak radyolojik kontrol yapılır. Cildin kesilmesi gerekmez, sadece özel iğnenin geçebileceği kadar birkaç milimetre uzunluğunda bir cilt kesisi yeterlidir. Sürekli olarak radyolojik kontrol altında iğne kemiğin kırık bölgesine kadar uzatılır ve daha sonra iğnenin içinden kemik çimentosu enjekte edilir. İşlem yapılacak uygulamanın çeşidine göre, 15 dakika ile 30 dakika arasında sürer. Birkaç dakika içinde, enjekte edilen kemik çimentosu kemiğin içinde sertleşmeye başlar ve bir saat içinde tamamen donar. Ağrı ne zaman geçer? Vertebroplasti ve kifoplasti işleminden hemen sonra ağrı kaybolur. İşlem ertesinde çoğu hastada ağrı kesici ilaçları kullanmaya dahi gerek kalmaz. Avantajları nelerdir? Özellikle ileri yaştaki hastalarda haftalar ya da aylar süren yatak istirahati, korse gibi uygulamaların zorluğu ve ortaya çıkardığı diğer sağlık sorunları, uzun süre devam eden ağrının kontrolündeki güçlük gibi sıkıntılardan hastayı kurtardığı için bu tedavi yöntemleri son derece önemli avantajlara sahiplerdir. Vertebroplasti yöntemleri ile tedavi edilen hastaların neredeyse tamamı, ağrının % 90 ının bıçak gibi kesildiğini ifade ederler.

  • TİROİD BEZİ HASTALIKLARI VE TEDAVİSİ

    TİROİD AMELİYATI HANGİ HASTALARDA YAPILIR? · Tiroid kanseri olan hastalara. · Tiroid kanser şüphesi olan hastalara. · Kanser olmadan da tiroit ameliyatı olabilir Tiroid bezinin ileri derecede büyüdüğü ve çevre yapılara baskı yaptığı zaman Tiroid bezi ileri derecede büyüyüp dışarıdan şekilsel olarak rahatsız edecek düzeye ulaştığı durumlarda. Graves hastalığı denen tiroit bezinin çok çalıştığı hastalarda da bez büyükse tiroit ameliyatı yapılabilir. TİROİD AMELİYATINDA BEZİNİN NE KADARI ALINIR? Ameliyatta bezin ne kadarının alınacağı, tamamının mı yoksa bir kesiminin mi alınacağı hastalığın durumuna göre ameliyat öncesinde hastaya bilgi verilerek karar verilir. Tiroit kanserlerinde, graves hastalığında ve her iki lopta çok sayıda nodül varlığında genellikle tiroit dokusunun tamamı alınır. Tek taraflı yerleşmiş tiroit nodüllerinde ameliyat esnasında kanser olmadığını kanıtladıktan sonra tek taraflı tiroidektomi yapılıp sağlam olan tiroit lobu geride bırakılabilir. Bütün bu olasılıklar ameliyat öncesinde hasta ile detaylı bir şekilde konuşulur ve kararlar bu şekilde alınır. Ameliyat öncesi nasıl bir hazırlık yapılır? Ameliyattan önce birçok tetkik yapılmıştır ve bu tetkikler doğrultusunda ameliyat kararı verilmiştir. Tiroit ameliyatı öncesi yapılan tetkikler: Tiroid Kan tetkikleri Tiroid ultrasonografisi (USG) Tiroid sintigrafi USG eşliğinde Tiroid nodülünden ince iğne ile parça alınması. Yapılan bu tetkikler ile ameliyat kararı verildikten sonra hastanın genel durumuna bakılır, tansiyonu ve kalbi nasıl, başka bir hastalığı var mı diye bakılır ve varsa bu hastalıklar ameliyat öncesinde mümkünse düzeltilmeye çalışılır. Düzeltilemezse bu ameliyata engel teşkil eder mi diye bakılır. Ameliyat kararından sonra yapılması gereken başlıca tetkikler Kan testler (tiroit hormonları, şeker, üre ve karaciğer testleri ile kan sayımı, kanama zamanı, hepatit markerları gibi) Kalp grafisi Akciğer filmi Ameliyat öncesinde hastanın ses tellerinde bir sorun var mı diye kontrol edilebilir. Ameliyatta hastayı uyutacak olan anestezi doktoru tüm bu tetkiklerle ve dosyası ile birlikte hastayı ameliyattan önce görür. Bu esnada var olan tüm hastalıklarınızı, kullanmakta olduğunuz ilaçları ve var olan alerjilerinizi mutlaka doktorunuza söyleyiniz. TİROİD AMELİYATI ÖNCESİ YAPILMASI GEREKENLER 1-Sıgara, alkol veya bağımlılık yapan ilaçların hepsi kesilmelidir. 2-Genel anestezi altında ameliyat yapılacağı için gece saat 12 den sonra tamamen aç kalınmalı sıvılar dahil ağızdan hiçbir şey alınmamalı. 3-Kullanmakta olduğumuz ilaçları doktorumuza danışmalıyız ve bunların içerisinde kan sulandırıcı ilaçlar var ise bunlar genelde 5-7 gün öncesinden kesilmeli ve bunun yerine cilt altına yapılan bir iğne formuna geçilmeli. Şeker hastalığınız var ise şeker ilaçlarınızın kesilmesi ve kısa etkili insülin ile tedavi edilmeniz gerekmektedir. Sadece tansiyon ilaçlarını ameliyat olacağınız günün sabahında çok az bir su ile içilmesi gerekmektedir. 4-Ameliyat olacağınız günün sabahında duşunuzu alınız ve kişisel temizliğinizi yapınız. 5- Ameliyat ile ilgili yeterli bilgilendirildikten sonra onam formunu imzalamalısınız. Anlamadığınız veya kafanıza takılan bir nokta varsa cerrahınıza tekrar tekrar sormalısınız. TİROİD AMELİYATINI YAPACAK CERRAHIN ÖZELLİKLERİ NELERDİR? Tiroit ameliyatı gerçekten çok ince bir cerrahi işçilik isteyen bir ameliyattır. Tiroit bezi insan boynunda bir sürü hayati organın çok yanında yerleşmiş durumda olması nedeni ile ameliyat esnasında bu organlara zarar verilmemesi için çok iyi bir cerrahi işçilik ister. Tiroit ameliyatını yapacak doktorun bu ameliyattan çok fazla sayda yapmış olması gerekmektedir. Sadece çok sayıda bu ameliyattan yapmış olması da yetmez; yapmış olduğu ameliyatların kaçında başarısızlık olduğu da önemlidir. TİROİD AMELİYATI NE KADAR SÜRER? Ameliyat, ameliyat hanede, genellikle genel anestezi, çok nadiren de lokal anestezi ile yapılır. Ameliyat süresi yapılacak ameliyat tipine göre değişmekle birlikte genellikle 1,5-2.5 saat sürer. Boyunda kolye şeklinde bir kesi yapılarak tiroit bezinin bir kısmı veya tamamı alınır. Ameliyat salonundan çıktıktan sonra bir saat kadar uyanma odasında kalırlar. AMELİYAT İÇİN HASTANEDE NE KADAR SÜRE KALINIR? Eğer sadece tiroit ameliyatı yapılmışsa genellikle 1-2 gün kalınır. Ameliyattan Sonra Ne Zaman İşime Başlarım? Ameliyatta veya sonrasında ekstra bir sorun olmadı ise ortalama 15-20 gün içerisinde iyileşir ve normal yaşantınıza devam edersiniz. AMELİYATTAN HEMEN SONRA NE GİBİ ŞİKAYETLER OLABİLİR? Genellikle genel anestezi altında ameliyat yapıldığı için hastalar genellikle ameliyat haneyi ve uyanma odasını pek hatırlamazlar. Kendi odasına geldikten sonrasını hatırlarlar. Bu esnada genel anestezinin vermiş olduğu bir yorgunluk ve bitkinlik olur. Bunun dışında ameliyat yerinde ağrı olabilir. Bunun dışında tiroit ameliyat pozisyonuna bağlı kolunuzda ve belimizde bir miktar ağrı olabilir. Bu ağrılar ağrı kesicilerle giderilir. Genel anestezi verebilmek için ağıza bir tüp takılır bu tüpe bağlı bir miktar larenjit gibi bir tablo oluşabilir fakat gargaralar ile geçer. Ameliyattan yaklaşık 5-6 saat sonrasında hasta yataktan kaldırılır yürütülür ve ağızdan gıda almaya başlatılır. Ameliyattan sonra boyunda bir şişlik ve nefes alamama gibi durum varsa derhal zaman kaybetmeden doktorunuza haber vermelisiniz. Derhal müdahale edilmesi gerekebilir. Ameliyattan sonraki ilk günler özellikle 1. Gün de en çok bu sorunlar oluşabilmektedir. Bu nedenle ameliyat sonrası bir gün hastanede takip edilmesi daha doğrudur. El ve yüzde karıncalanma, uyuşma ve kasılma oluşabilir. İnsanlarda tiroit bezi ile paratiroit bezi yan yanadır bu nedenle bazen paratiroit bezi zarar görebilir. Bu durumda geçici veya kalıcı paratiroit hasarı oluşabilir. Tiroit ameliyatlarından sonra en çok görülen sorunlardan birisidir. Bunun tedavisi için ilaç tedavisi yapılır. Bu tedavi genellikle geçici olmakla birlikte bazen de kalıcı olabilir. Tiroit kanseri değilseniz ve ameliyatla tiroit bezinizin hepsi alınmışsa tiroit hormon ilaçları başlanabilir. Ameliyattan sonra özellikle ilk yıl ameliyat yerinde renk değişikliği olmaması için güneş ışığından boynunuzu korumalısınız. Tiroit dokusunun hemen arkasında ses tellerini uyaran sinir geçtiği için bu sinirler çok nadirende olsa hasarlanabilir bunun sonucunda da ses kısıklığı gelişir. Bu ses kısıklığı çoğunlukla geçicidir ve 6 ay içerisinde düzelir. Çok çok nadiren de kalıcı olabilir. Ameliyattan 2-3 gün sonrasında ekstra bir sorun yoksa duş alınabilir. TİROİD AMELİYATININ YAN ETKİLERİ (KOMPLİKASYONLARI) NELERDİR? Tiroit bezi boyundaki çok önemli damar ve sinirlerle komşuluk içindedir. Sinirlerin ameliyat sırasında kesilmesi ses kısıklığı yapabilir. Paratiroid bezi denen ve kan kalsiyumunu ayarlayan bezlerin ameliyat sırasında hasar görmesi veya kanlanmasının azalması nedeniyle kan kalsiyum düşüklüğü gelişebilir. Ameliyat ile ilgili yan etkiler (komplikasyonlar) aşağıda verilmiştir. Bu komplikasyonlar çok nadir görülür. Bu nedenle korkmayınız. Önemli olan iyi ameliyat yapan bir cerrah bulmanızdır. Ameliyat yerinde kanama: Çok nadiren olabilir. Bazen acilen tekrar ameliyat haneye alınarak kanamanın durdurulması gerekebilir. Dikiş yerinden dışarıya olan kanamalardan ziyade içeriye olan ve sürekli büyüyen ve boyun bölgesine baskı yapan kanamalar daha tehlikelidir. Ses kısıklığı: Nadiren de olsa gelişebilir. Genellikle birkaç gün sürebilir sonra düzelir. Ses kısıklığının 6 aya kadar düzelebildiği bildirilmiştir ama 6 aydan daha uzun sürmüş ise buna kalıcı sinir hasarına bağlı kalıcı ses kısıklığı denir. Kalsiyumda düşme: İnsanlarda tiroit bezinin hemen yanında 2 sağda 2 solda 4 adet mercimek büyüklüğünde toplam 4 adet paratiroit bezi bulunmaktadır. Ve bu bezleri besleyen damarlar tiroidin damarlarından beslenmektedir ve bu bezler korunsa bile beslenmesi bozulabilmektedir. Bu bezdeki hasarlanma sonucunda kandaki kalsiyum seviyesi düşer. Ameliyat sonrası el ve ayaklarda uyuşma, karıncalanma ve kasılma gibi şikayetleriniz varsa kan kalsiyumu düşük demektir. Bu durumda kalsiyum almak gerekir. Kalsiyum düşüklüğü bazen geçici olur ve 6 ay içinde düzelir. 6 ay içinde kalsiyum düşüklüğü düzelmezse ömür boyu devam eder. Bu tür hastaların ömür boyu kalsiyum ve D vitamini almaları gerekir. Tiroit hormon yetersizliği (hipotiroidi): Tiroit bezinden alınan parçanın miktarına göre tiroit hormon yetmezliği gelişir. Bezin yarısı alınan hastalarda da tiroit hormon ilacı almak gerekebilir. Bezin tamamı alınanlarda ömür boyu tiroit hormon ilacı kullanmak gerekir. Yara yerinde enfeksiyon Hava yolunun delinmesi Yemek borusunun yaralanması Lenfatik duktusların yaralanması Yutma güçlüğü. Süperior laringial sinir zedelenmelerinde oluşabilir. AMELİYAT SONRASI YAPILMASI GEREKENLER: Diyet: Ameliyattan sonraki ilk hafta biraz sulu yumuşak gıdaların tüketilmesi dışında tamamen normal gıda alımına devam edebilir ve özel bir beslenmesi ve uyulması gereken diyeti yoktur. Ameliyattan 7-10 gün sonra ilk kontrolünüze geleceksiniz ve ameliyat yeri kontrolü yapılacak ve olası sorunlar kontrol edilecek. Hastaya yapılan işlemlerin ve takiplerin hepsini içeren bir epikriz verilir. Hastada şüphelenilen bir sorun varsa kan testleri ile doğrulanması sağlanır. Ameliyattan 3 hafta sonra Ameliyatınızın tipine göre kanda tiroit hormonları düzeyine bakılır ve buna göre tiroit ilaçları ayarlanır. Hastada paratiroit ile alakalı bir sorun varsa kan kalsiyum ve parat hormon düzeyi de çalışılır ve eksikliklerine göre tedavide ayarlama yapılır. Bu esnada patoloji sonucu da çıkmış olur ve buna göre başka bir tedavi alıp almayacağı konuşulur. Sonuç tiroit kanseri çıkmışsa patoloji sonucuna göre, radyoaktif iyot tedavisi ve vücut taraması yapılması için hasta nükleer tıp uzmanına gönderebilir. Ameliyat sonrası hormonlarınız ve kalsiyumunuz normal olsa bile belirli aralıklarla kontrole gidiniz ve hormon ve kalsiyum tetkiklerinizi yaptırınız.

  • Google Places
  • Instagram
  • Facebook
  • LinkedIn

©2022 DrSistem

bottom of page