Arama Sonuçları
Boş arama ile 1063 sonuç bulundu
- Karaciğer Kisti
Karaciğer Kisti Karaciğer kist hidatiği nedir? Hayvancılığın yaygın ve hijyen koşullarının yeterli olmaması nedeni ile Türkiye'de sık rastlanan hidatik kist hastalığına özellikle vurgu yapılması gerektiğini kaydeden Genel cerrahi uzmanı ve Organ Nakli Merkezi sorumlusu Doç. Dr. Fahri Yetişir, hastaların ölümüne neden olabilen karaciğer kist hidatiği hakkında bilgi verdi. Halk arasında köpek kisti olarak bilinen karaciğer kist hidatiği, hayvandan insana geçen bir parazit tarafından oluşturulur. İnsandan insana bulaşmayan bir hastalıktır. Bu hastalık aslında parazite bağlı oluşan, tamamen iyi huylu bir hastalıktır. Kansere zemin oluşturmaz ve kanserleşmez. Karaciğer kist hidatiği uzun süre hiç belirti vermeden gidebileceği gibi karaciğer içinde bulunduğu yere ve büyüklüğüne göre belirti ve bulgu veren sarılıktan ölümcül alerjik reaksiyonlara kadar birçok sorunu da beraberinde getirebilir. Parazit kendine nasıl bir üreme alanı bulur? Karaciğer kist hidatiğine neden olan parazitin yaşam döngüsü içinde köpek, çakal ve kurt gibi yırtıcı hayvanlar ve ot otobud dediğimiz küçükbaş ve büyükbaş hayvanlara ihtiyacı vardır. Olgun parazit; kurt, çakal, köpek gibi hayvanların bağırsaklarında yaşar. Parazitin yumurtası bu yırtıcı hayvanların dışkısı ile dışarıya atılır. Küçükbaş ve büyükbaş hayvanlar bu parazit yumurtası bulaşık gıdaları (ot,su..) yiyince yumurta onların bağırsaklarına geçer ve bağırsakta kurtçuk açığa çıkarak, kan dolaşımına karışır ve vücudun değişik yerlerinde, en sık da karaciğerde yerleşirler ve giderek büyüyen kistler meydana getirirler. Bu kistlerin içinde binlerce parazit oluşturacak kurtçuklar mevcuttur. Daha sonra hastalıklı (bu kistlerden içeren) organların kurt, çakal ve köpek gibi hayvanlar tarafından yenmesi ile parazit tekrar bunların bağırsağına ulaşır ve burada gelişerek erişkin parazit haline gelir. Başka bir deyişle parazitin üremesi için böylesine bir döngüye ihtiyacı vardır. İnsanda nasıl ortaya çıkar? Eğer, parazitin yumurtasının bulaştığı maddeler (gıda,su…) ağız yolu ile insanlar tarafından alınırsa, yumurtalar bağırsakta açılır ve içinden çıkan parazit aynı şekilde sıklıkla karaciğerde yerleşmek üzere insanda da kistler oluşturur. Karaciğer kist hidatiği, insandan insana bulaşabilir mi? Karaciğer kist hidatiği insandan insana bulaşmaz. İnsan dışkısında parazit veya yumurtası bulunmaz. Hastalık nasıl bir gelişim gösterir? Bu hastalık insan vücudunun her yerinde görülebilir olmakla birlikte %75-80 karaciğerde yerleşir. Olay nerede olursa olsun , parazitin yerleştiği yerde giderek büyüyen içi basınçlı bir sıvı ile dolu kist oluşur. Hastalık karaciğerde hasar oluşturur mu? Genellikle karaciğer dokusunu iterek kendine yer açtığından karaciğer hücreleri fonksiyonlarına devam ederler fakat karaciğer içinde yerleştiği yere ve boyutuna bağlı olarak karaciğer fonksiyonlarını bozabilir. Karaciğer kist hidatiği ne gibi şikayetlere neden olur? Kendini nasıl belli eder? Kist karaciğerde bir ya da birden fazla olabilir. Küçük kistler genellikle şikayet nedeni olmaz. Hastalık genellikle başka nedenlerle yapılan ultrason ve tomografilerde ortaya çıkar. Daha büyük kistler ise sağ tarafta ağrı dolgunluk hissi gibi şikâyetler ile ortaya çıkarır. Bazen de kistler safra kanallarına bası yaparak sarılık ile gelebilirler veya bu kistler enfekte olursa ateş karın ağrısı gibi şikâyetlere de neden olabilir. Kist kendi haline bırakılırsa ne olur? Genellikle giderek büyür ve komşu organlara yayılabilir. Karaciğerde ve diğer komşu organlarda tıkanma delinme ve yapısal defarmosyonlara neden olabilir. Bunların ortaya çıkması, hastalıkla mücadeleyi güçleştiren riskleri artırır. Bu nedenle bu hastalığı saptayınca hemen tedavi programını yapmalıyız. Hidatik kist hastalığının tedavi edilmezse ciddi sorunlara yol açabilir "Kistin herhangi bir darbe ile yırtılması halinde solunum durmasına kadar gidebilecek şiddetli alerjik reaksiyonlar oluşabilir. Yine kistin yırtılması ile parazit tüm karın zarına yayılıp, bazen tam tedavisi mümkün olmayan abdominal hidatitoz durumuna yol açabilir. Kist içeriği enfeksiyon kaparak apselleşebilir ve acil ameliyat gerekliliği doğurabilir. Bu durum özellikle yaşlı hastalarda ölümcül olabilir. Kist ana safra yollarından birine açılarak genç ve sağlıklı bireylerde dahi ölümcül olabilecek safra yolu enfeksiyonlarında veya safra yollarını tıkayarak sarılığa neden olabilir. Son olarak kist, karaciğerin girişindeki ana damarsal yapılara baskı yaparak hayatı tehdit edici sorunlar doğurabilir Karaciğer kisthidatiğinin tedavisi Karaciğer kist hidatiğinin tedavisi bir ekip işidir. Bu hastalar tedaviye başlamadan çok iyi değerlendirmek gerekmektedir. Hastalığın standart tedavisi cerrahidir. Cerrahi yöntem ise, kistin büyüklüğü, karaciğerdeki yeri, sayısı, komplikasyon olup olmaması gibi değişkenlere göre belirlenir. Bu tedavi seçeneklerini seçerken kistin evresi de çok önemlidir. Uygun vakalarda iğne ile aspirasyon, laparoskopik (kapı ameliyatlar) başarılı bir şekilde uygulanabilmektedir. Eğer minimal invaziv yöntemler başarısız olursa açık cerrahi yöntem ile tedavi edilir. Tek başına ilaçla karaciğer kist hidatiğinin kesin tedavisi yoktur ama parazite etkili olduğu bilinen ve diğer tedavi yöntemlerine yardımcı ilaçlar mevcuttur.
- Paratiroid Bezi Hastalıkları
Paratiroid Bezi Nerde Bulunur ve Ne Fonksiyonu Vardır? Paratiroid bezleri boyunda, tiroid bezine yakın komşulukta boyunun her iki tarafında ikişer tane olmak üzere genellikle 4 bezden ibarettir. Boyutları genellikle 3-4 mm yanı mercimek büyüklüğündedir. Tiroidin arka tarafında genellikle tiroidi besleyen damara ve ses tellerini uyaran sinirin yakınında bulunurlar. Bazen de göğüs kafesi içerisine kadar ilerleyebilirler. Paratiroid bezleri paratiroid hormonu denilen vücut için çok gerekli olan bir hormon üretirler. Bu hormonunda ana görevlerinden birisi vücuttaki kalsiyum minarelinin dengeli bir şekilde dağılmasını sağlamaktır. Paratiroit homonnun görevi: Paratiroid bezlerinden salgılanan paratiroit hormon sayesinde kan kalsiyum düzeyinin belirli sınırlarda tutulmasını ve dolayısıyla sinirlerin ve kasların, kalbin, böbreklerin ve kemiklerin normal işlev görmesini sağlar. Bunu gerçekleştirebilmek için D vitaminini aktive ederek barsaklardan kalsiyum emilimini, kemikten kalsiyumun açığa çıkmasını ve böbreklerden kalsiyumun tutulmasını sağlar. Paratiroid bezinin hastalıkları Paratiroit hormonun fazla salgılanmasına hiperparatiroidi denir. Bunlar: Primer hiperparatiroidi, sekonder hiperparatiroidi ersiyer hiperparatiroidi olarak sınıflandırılır. Primer Hiperparatiroidi: En çok karşılaşılan paratiroid hastalığıdır. Primer hiper paratiroidinin de en sık nedeni paratiroit adenomu %80 civarında ikinci sıklıkta paratiroit hiperplazisi çok nadirende paratiroit bezinin kanseridir. (Paratiroid Adenomu): Paratiroid bezlerden genellikle birinin veya nadir durumlarda birden fazla bezin büyüyerek gereğinden fazla çalışmasıdır. Yaklaşık %85 ve daha fazla olguda tek bezde hastalık varken, %15 olguda da birden çok bezde adenom ya da dört bezde birden büyüme bulunabilir. Kadınlarda erkeklere göre 2 kat daha sık görülür. Paratiroid bezi fazla çalışarak fazlaca paratiroit hormonu salgılanınca kemikten kalsiyum çözülmesi artar ve kandaki kalsiyum miktarı da artar. Fazla salgılanan paratiroit hormonu sonucunda kemiklerdeki kalsiyum çözülerek kana verildiği için kemik erimesi olur, kemik ağrıları ve giderek kemiklerde “kahverengi tümörler” denilen içi kanla dolmuş kemik boşlukları ve sonunda patolojik yani bir darbe olmadan kendiliğinden basit hareketlerde dahi kemik kırıkları oluşur. Kan kalsiyum düzeyinin fazla olması sonucunda böbreklerde çökerek böbrek taşlarına ve böbrek hasarına neden olur. Yine kan kalsiyum seviyesindeki yükseklik mide ve 12 parmak bağırsağında ülser ve gastrite, kabızlık ve bulantıya, kas güçsüzlüğü, hipertansiyon ve psikiyatrik bozukluklara (depresyon, duygu durum bozuklukları gibi) yol açar. Paratiroid bezi hiperplazisi: genellikle böbrek hastalarında görülen ve 4 bezin dördününde çok çalıştığı bir durumdur. Bunun tedavisinde 4 bezde ortaya konulur ve ya üçbuçuk bez çıkarılır bir bezin yarısı korunur veya 4 bez çıkarılır ve bezin birisinin yarısı geri ekilir. Paratiroid bezi kanseri: Çok nadir bir hastalıktır, tedavisi çevre gözeli dokular ile birlikte paratiroid dokusununda çıkarıldığı boyun diseksiyonudur. Klinik Belirtiler: Kemiklerde ağrı, osteoporoz (kemik erimesi) ve kırıklar, Tekrarlayan böbrek taşları, çok idrar yapma Mide ve barsak sisteminde bulantı, iştahsızlık, ülser, kabızlık ve pankreatit Kaslarda güçsüzlük, erken yorulma Halsizlik, yoğunlaşma güçlüğü, hafıza sorunları görülür. Kardiyak belirtiler hipertansiyon, bradikardi (nabız sayısında azalma), QT aralığında azalma ve sol ventrikül hipertrofisidir. Bu belirtilerin bir kısmı hasta tarafından bile fark edilmemiş olabilir, ya da başka nedenlere bağlı olduğu düşünülmüş olabilir; ayrıntılı sorgulama yapılınca ortaya çıkar. Tanı için gereken testler: Kan kalsiyum düzeyi: Hastada kan kalsiyum düzeyi ve albümin düzeyi birlikte bakılır ya da iyonize kalsiyum düzeyi bakılır. Kan kalsiyumu en az iki kez yüksek çıkınca hiperkalsemi tanısı konulur (Çünkü kan alınırken yapılan teknik hatalarda kalsiyum yüksek çıkabilir). Kan kalsiyumu normal değeri laboratuvardan laboratuvar değişmekle birlikte genellikle 8.5-10.5 mg/dl ve iyonize kalsiyum da 1.13-1.32 mmol/L arasındadır. Kan kalsiyum (Ca) düzeyi albümin düzeyiyle ilişkilidir. Düzeltilmiş kalsiyum düzeyi= Ölçülen total Ca + [0.8 x (4.0 – albümin düzeyi)] Kalsiyum düzeyi en az iki kez yüksek bulunduğunda, diğer tetkiklerin de yapılması gerekir. İlk tetkik paratiroit hormon düzeyinin ölçülmesidir (intakt PTH). Serum kalsiyum yüksek ve paratiroit hormon düzeyi yüksekse primer hiperparatiroidi tanısı konulur. İdrarda 24 saatlik idrar atılımına mutlaka bakılması gerekir çünkü ailesel benign hiperkalsemi hastalığının tanıda elenmesi gerekir. Bu hastalarda 24 saatlik idrarda kalsiyum atılımı normalden düşüktür. Bu FHH hastalığı çok çok nadirdir. Lityuma (genellikle manik depresif hastalıkta verilen bir ilaç) bağlı hiperkalsemi de ayırıcı tanıda düşünülmelidir. Kanda D vitamini değerleri de bakılmalıdır. D vitamini düşük olduğunda bunu yükseltmek için parathormon fazla salgılanıyor olabilir. Kanda D vitamini değeri 30-75 nmol/L'dir. Kalsiyum yüksekliğinde kanda D vitamini (25 (OH) D Vit) değerinin 50 ile 75 nmol/L aralığında olup olmadığı kontrol edilmeli, düşük olan hastalarda Vitamin D tedavisi verildikten sonra tekrar parathormon ve kalsiyum bakılmalıdır. Kan kalsiyumunun artması ve parathormonun fazla salgılanmasıyla ayrıca, serum fosfat düzeyleri azalır, serum klor değerleri normal ya da yüksek olabilir, nadiren üre, kreatinin ve kemik erimesine bağlı olarak serum alkalen fosfataz değerleri yüksek olabilir. Görüntüleme Yöntemleri: Yukarıdaki laboratuvar değerleri hastalığın tanısını koymak için yeterlidir. Görüntüleme yöntemleri bezin yerini ve boyutunu belirlemek için kullanılır. Boyun Ultrasonografisi: Paratiroid bezi adenomları %75-80 oranında ultrasonografi ile teşhis edilir. Paratiroid Sintigrafisi: Tc-99 MIBI (sestamibi) denilen bir radyoaktif madde verilerek yapılır. Bu madde hem tiroid hem de paratiroid dokularında tutulur. Tiroiddeki tutulum madde verildikten 1 saat sonra kaybolmaya başlar, geç dönemde çekilen filmde yalnızca paratiroid dokularında görülür. Böylece büyümüş ve daha çok işlev gören paratiroid bezinin görülmesi mümkün olur. Ultrason ile tanı konulamayan veya yeri belirlenemeyen olgularda faydalı olabilir. Paratiroid sintigrafisinin paratiroid adenomlarını tanımadaki duyarlılığı %60-90 arasındadı. Bilgisayarlı tomografi (BT) veya Manyetik rezonans görüntülemesi (MRG); Yukarıdaki iki yöntemle de adenom görülemeyen olgularda yapılabilir. CERRAHİ TEDAVİ: Amerikan Klinik Endokrinologlar Birliği ve Amerikan Endokrin Cerrahlar Birliği 2005 yılında ortak bir bildiri yayınlayarak primer hiperparatiroidide tedavinin ameliyat olması gerektiğini kabul etmişlerdir. Cerrahi olarak çok çalışan paratiroid adenomunun çıkarılmasının tek kalıcı tedavi yöntem olduğunu bildirmişlerdir. Klinik olarak bir şikâyeti olmayan(asemptomatik) tesadüfen bulunan hastalarda ameliyata karar verirken, aşağıdaki özellikleri olanlarda cerrahi tedaviye öncelik verilmelidir: 1. 50 yaşından genç hastalar 2. Uzun dönem doktor kontrolüne gelemeyecek hastalar 3. Serum kalsiyumu normalden 1 mg/dl'den fazla yüksek olanlar 4. İdrarda kalsiyum değerleri 24 saatte 400'dan fazla olanlar 5. Böbrek fonksiyonlarında en az %30 azalma bulunanlar 6.Primer hiperparatiroidi komplikasyonları oluşanlarda (böbrek taşları, kemik erimesi ve ciddi psikonörolojik bozukluk gibi) Deneyimli cerrahlarca yapıldığında, başarı oranı % 95 ve üzerindedir. Cerrahi tedavinin komplikasyonları: Kanama; Nadirde olsa bu ameliyat sonrasında veya ameliyat anında kanama olabilir bu ameliyat anındaki kanama ameliyat alanındaki görüntü kalitesini bozması nedeni ile diğer komplikasyonlarada neden olabilir. En önemli komplikasyonlarından bir: rekürren sinir yaralanması sonrasında ses kalınlaşması, nefes almada güçlük ve ses kısıklığı. Devam eden veya tekrarlayan hiperparatiroidi; genelde çok çalışan bezin çıkarılamadığı durumlarda olur. Hipoparatiroidi (paratiroid bezlerin az çalışması) Ancak bunlar düşük oranda görülür. Ameliyat bölgesinde iltihap Verilen anesteziye bağlı komplikasyonlar Paratiroit bezini ameliyatı öncesi yapılması gerekenler; Sigara, alkol veya bağımlılık yapan ilaçların hepsi haftalar öncesinden kesilmelidir. Genel anestezi altında ameliyat yapılacağı için gece saat 12 den sonra tamamen aç kalınmalı sıvılar dahil ağızdan hiçbir şey alınmamalı. Kullanmakta olduğumuz ilaçları doktorumuza danışmalıyız ve bunların içerisinde kan sulandırıcı ilaçlar var ise bunlar genelde 5-7 gün öncesinden kesilmeli ve bunun yerine cilt altına yapılan bir iğne formuna geçilmeli. Şeker hastalığınız var ise şeker ilaçlarınızın kesilmesi ve kısa etkili insülin ile tedavi edilmeniz gerekmektedir. Sadece tansiyon ilaçlarını ameliyat olacağınız günün sabahında çok az bir su ile içilmesi gerekmektedir. Ameliyat olacağınız günün sabahında duşunuzu alınız ve kişisel temizliğinizi yapınız. Ameliyat ile ilgili yeterli bilgilendirildikten sonra onam formunu imzalamalısınız. Anlamadığınız veya kafanıza takılan bir nokta varsa cerrahınıza tekrar tekrar sormalısınız. Paratiroid Adenomlarında Cerrahi Tedavi: Genel anestezi yani uyutularak veya sınırlı uyuşturma yanı sadece o bölge uyuşturularak yapılabilir. Paratiroid bezlerinin bulunduğu boynun bu bölgesinde çok hayati organların olması ve paratiroid bezine komşu olması ve paratiroid bezlerinin yerlerinin belli olmaması nedeni ile bu ameliyatları yapacak cerrahın teknik beceri ve tecrübesinin yeterli olması lazım. En ufak bir kanamada ameliyat sahasının değerlendirilmesi zorlaşır, bu bezleri bulmak bazen imkansız hale gelebilir, ya da paratiroid bezler aranırken damar ve sinir gibi istenmeyen yaralanmalar olabilir. Bu nedenle sabırlı bir şekilde ince diseksiyonlarla kanamaya neden olmadan yapılmalıdır. Klasik açık paratiroid ameliyatı: Boynun alt kesimine tiroit ameliyatındakine benzer şekilde kolye şeklinde bir kesi ile yapılır. Paratiroid bezlerinden birinin ya da bir kaçının boyundan yapılan bu keşiden çıkartılmasıdır. Adenomlar çoğunlukla bir bezde olmakla birlikte, bazı hastalarda %5-10 birden fazla bezde olabilir. Bu durumlarda hastalıklı olan bezlerin hepsinin çıkarılması gerekir. Eğer geride hastalıklı bez bırakılırsa ameliyat başarısız olur. Tüm bezlerin görülmesi ve çıkartılması altta yatan kronik böbrek yetmezliği gibi durumlar haricinde gerekli değildir. Mini-invaziv paratiroidektomiler: Kamera yardımı ile paratiroid bezinin çıkarılması: Boyundan ya da koltuk altı gibi gözükmeyen bir bölgeden çok küçük kesiler yaparak buralardan aletlerle girilerek paratiroid bezin çıkartılmasıdır. Yaygın kullanımı şu an için yoktur. Mini-invaziv (daha az zarar veren) paratiroid bezi ameliyatı: Görüntüleme yöntemleri ile (ultrasonografi ve sintigrafi ) ile yeri belirlenmiş olan hastalarda ameliyat esnasında da ultrason ve radioaktif madde yardımıyla, ya da her ikisi de kullanılarak yapılır. Daha öncesinde görüntüleme yöntemi ile yeri belirlenen paratiroit bezinin hemen üzerinden 1.5-2 cm. lik küçük bir kesi yapılır. Boyun katları uygun şekilde ayrılarak dokular ortaya konulur ve hastalıklı olan paratiroid bezi bulunur ve damarları bağlanarak çıkartılır. Bu ameliyatın yeterliliğini tayin etmek üzere radyoaktif maddeler, ameliyatta paratiroid hormon tayini ya da ikisi birden kullanılır. Daha sonra adenom çıktıktan sonra hastadan uzaklaşılarak çıkan paratiroid adenomu üzerinden radyoaktivite sayımı alınır. Daha sonra hastanın boynundan başka hastalıklı bir paratiroid bezi kalıp kalmadığı kontrol edilir Frozen inceleme (ameliyat sırasında patolojik inceleme): Ameliyat sırasında hızlı patolojik inceleme yapılarak çıkan dokunun paratiroid dokusu olup olmadığının anlaşılması gereksiz vakit kaybını önler.
- 2 YAŞ SENDROMU
2 yaş sendromu, bebeklikten çocukluğa geçiş sırasında karşılaşılan, bir takım sorunların yaşandığı özel bir dönemdir. Genelde 18 ay civarında başlar ki bu dönem genellikle bebeklerin yürümeye başlayıp bağımsız hareket ettikleri döneme denk gelir ve çocuk 3-3.5 yaş civarına gelene kadar devam eder. 2 yaş sendromu, ebeveynlerin çocuk gelişiminde en çok zorlandığı dönemlerden biridir. Bu dönemde karşılaşılan başlıca sorunlar: • "Ben yapacağım" tutturmaları, isteklerinde ısrarcı olmak, söz dinlememek, istenilenin aksini yapmak, kıskançlık, titizlik, takıntılar ve utangaçlık • İştah problemleri • Uyku düzeninde bozukluklar, yatmak istememek • Öfke nöbetleri; anne-baba- çocuklara vurmak, ısırmak, kendine zarar vermek; kafasını vurmak, kendini yere fırlatmak, durmadan ağlamak • Tuvalet sorunları Çocuğunda 2 yaş sendromu belirtileri gözlemleyen ebeveynlerin bilmesi gereken ilk şey, bu davranışların dönemsel bir tutum olduğu ve yaşanan sorunların çok uzamadan çözülebilecek olduğudur. Ebeveynlerin bu dönemde, dikkatli ve soğukkanlı bir şekilde hareket etmesi ve çatışma anlarında çocuğun dikkatini farklı yönlere çekmesi önerilir. Unutulmamalıdır ki, küçük yaşlardaki çocukların kendine ve çevreye zarar vermemek koşuluyla keşfetmesine, karıştırmasına, deneyimlemesine izin verilmelidir. Böyle yetiştirilen çocukların benlik ve kişilik oluşumları daha sağlıklıdır ve daha özgüvenli bireyler olabilirler.
- ENÜREZİS NOKTÜRNA (GECE ALT ISLATMA)
Doğuştan ya da kazanılmış santral sinir sistemi problemi olmayan 5 yaşın üzerindeki çocuklarda istemsiz olarak gece uykuda altını ıslatma Enürezis Noktürna olarak tanımlanır. Çocukluk çağının en sık üriner sistem problemlerinden biridir. Alt ıslatma Basit ve Komplike olarak iki gruba ayrılır. Basit alt ıslatmada gece yatağa idrar kaçırma dışında herhangi bir belirti yoktur. Komlike alt ıslatmada ise gece idrar kaçırma dışında gündüzleri ani sıkışma hissi, sık idrara gitme, gündüz de idrar kaçırma ve kronik kabızlık gibi bulgular eşik eder. Eğer doğumdan itibaren gece idrar kontrolü hiç sağlanamadıysa bu Primer Enürezis, 6 aydan uzun süreli kuru dönemden sonra tekrar başladıysa bu Sekonder Enürezis olarak tanımlanır. Çocuklar Neden Alt Islatır? Daha sık görülen Basit alt ıslatmada genetik faktörler, uyanma bozuklukları, hormonal faktörler ve mesane (idrar kesesi) ile ilgili faktörler sorumludur. Çocukluk döneminde hem anne hem babasında alt ıslatma problemi olan bir çocukta da bu sorunun görülme sıklığı %77 iken tek ebeveynde alt ıslatma olan bir çocukta bu sıklık %46 dır. -Uyanma Bozuklukları: Alt ıslatma problemi olan çocukların aileleri genelde çocuklarının zor uyandığından bahsederler. Fakat yapılan çalışmalar göstermiştir ki bu çocukların uyku derinliği diğer çocuklardan farklı değildir. Bu çocukların çoğu idrarını yaptıktan sonra uyanır. Fakat bu çocuklarda asıl problem idrar kesesinin dolduğunu algılamamalarıdır. Bu gelişimsel bir gecikmedir ve bu durum yaşla birlikte düzelir. -İdrar kesesi kapasitesinin düşük olması: Normalde gece artması gereken idrar kesesi kapasitesi alt ıslatan çocuklarda düşük bulunmuştur. Ayrıca bu çocukların bir kısmında idrar kesesi kasında istemsiz kasılmalar olduğu saptanmıştır. -Gece artan idrar miktarı: İdrar üretiminin düzenlenmesinden sorumlu Antidiüretik hormon (ADH) adı verilen hormonun yetersiz üretimi alt ıslatmaya sebep olabilir. -İdrar yolu enfeksiyonları: Bu çocuklarda sık idrara çıkma, idrar yaparken yanma gibi problemler de eşlik edebilir. -Şeker Hastalığı: Özellikle sekonder tipte muhakkak araştırılmalı. -Şekersiz Şeker Hastalığı: Diabetes İnsiputus adı verilen bu hastalıkta idrar üretimini kontrol eden hormonun eksikliği söz konusudur. -İdrar yollarının anatomik sorunları -Hipertiroidi -Uyku apnesi sendromu -Psikolojik nedenler -Genetik nedenler Tedavi Yöntemleri Nelerdir: 1. Destekleyici Tedavi : · Akşam yatmadan iki saat önce sıvı alımı kısıtlanmalı · Kabızlık problemi varsa çözülmeli · Gün içerisinde 2-3 saatte bir düzenli tuvalete gitmesi sağlanmalı. Tuvalette uygun pozisyonda oturması ve ayaklarının yere basması sağlanmalı. Gerekirse ayaklarının altına basamak konmalı. · Uykudan önce tuvalete gitmeli. Uyuduktan 2 saat sonra uyandırılarak idrar yapması sağlanmalı. · Bez kesinlikle bağlanmamalı · İdrar kaçırma sonrası üst değişirme, temizlenme ve çarşaf değişimine çocuk aktif olarak katılmalı · Ceza verilmemeli · Motivasyonu arttırmak için ıslak ve kuru geceler takvime not edilebilir. 2.Alarm Tedavisi: Özellikle uyanma sorunu olan çocuklarda etkili bir tedavidir. Çocuk idrar kaçırdığında alarm çalar ve o saatlerde uyanmaya alıştırır. Ailenin de uyumunu gerektiren ve başarısına karar vermek için en az 6-8 hafta uygulanması gereken bir yöntemdir. Cevap alınırsa 6 ay tedaviye devam edilmelidir. 3.İlaç Tedavisi: Gece idrar miktarını azaltan birtakım ilaçlar kullanılabilir. Muhakkak doktor kontrolünde ve kullanım kurallarına uyarak kullanılmalıdır.
- ÇOCUKLARDA H1N1-DOMUZ GRİBİ
Domuz gribi İnfluenza virüslerinden A tipinin neden olduğu, sıklıkla kış aylarında görülen ve mevsimsel grip hastalığı ile aynı belirtilerle kendini gösterebilen bir solunum yolu hastalığıdır. İnfluenza virüsleri antijenik yapılarına göre A, B, C tiplerine ayrılır. İnfluenza C virüsü daha çok üst solunum yolu hastalığına neden olan nadir bir etkendir. İnflenza A ve B ise salgınlardan sorumlu olan virüs tipleridir. Neden Domuz Gribi Deniyor? H1N1 in domuz gribi şeklinde adlandırılmasının nedeni virüsün domuzlarda görülen grip hastalığına neden olan virüsle büyük benzerlik göstermesi ve bu virüsün mutasyona uğramış şekli olmasıdır. Bu mutasyon sonucunda virüs domuzdan insana geçip hastalık yapma özelliği kazanmıştır. Nasıl Bulaşır? H1N1 virüsü kişiden kişiye damlacık yoluyla bulaşır ancak bulaşmada yüzeylerin rolü de ihmal edilmemelidir. Virüs vücut dışında 2 saat canlı kalabilmektedir. Kişi bol miktarda virüs barındıran masa, kapı kolu, oyuncak gibi yüzeylere temas ettikten sonra elini gözüne,burnuna ağzına değdirirse de bulaşma meydana gelebilir. Virüsün bulaş sonrası enfeksiyon yapma süresi (kuluçka süresi) 1-4 gündür. Hastalık başladıktan sonraki 24-48 saat bulaştırıcılığın en yüksek olduğu dönemdir, sonra azalarak bir hafta kadar sürebilir. Korunmak için neler yapılmalı? Hastalık en çok Ocak-Mart aylarında görülür. Bu yüzden Amerikan Pediatri derneği özellikle 6 ay-5 yaş arasındaki çocukların Ekim-Kasım aylarında aşılanmasını önermektedir. Risk faktörü olan hastaların (kreşe gitme, kreşe giden abi-abla olması, astım, kalp hastalığı, şeker hastalığı, kronik akciğer hastalığı, doğuştan bağışıklık sisteminde yetersizlik gibi hastalıklar olması ) özellikle aşılanması gerekmektedir. Aşı 6 ayın altındaki bebeklere uygulanmamaktadır. İlk kez yapılacaksa 1 ay arayla 2 kez yapılaması takip eden yıllarda tek doz olarak devam edilmesi önerilir. 3 yaşına kadar yarım doz, 3 yaş sonrası tam doz uygulanmaktadır. Aşı olmanın yanı sıra çocukların gribe yakalanmasını önlemek için bazı önlemler de alınmalıdır. · Çocukları hasta kişilerden uzak tutmak, · Öksürürken ya da hapşırırken yüzünüzü kolunuzun içiyle kapatmak, · Sık sık el yıkamak, · Gribin sık görüldüğü aylarda kapalı kalabalık ortamlarda bulunmamak, · Dengeli ve c vitamininden zengin beslenmek · Düzenli spor yapmak alınabilecek diğer önlemlerdir. H1N1 Gribinin tedavisi varmıdır? Grip tedavisinde antibiyotiklerin yeri yoktur. Hastalık süresince sıvı alımı çok önemlidir. Bu nedenle su, meyve suyu ve kafeinsiz içecekler tavsiye edilir. Yeteri kadar sıvı alınması sinüslerdeki ve göğsünüzdeki salgıların daha az birikmesine ve vücuttan daha kolay temizlenmesine yardım eder. Grip tedavisinde ateş, kas ağrısı gibi belirtileri rahatlatmak için ağrı kesici ilaçlar kullanılabilir, ciddi hastalık durumlarında doktorunuzun uygun gördüğü antiviral ilaçlar da kullanılabilir fakat özellikle 6 yaşın altındaki çocuklarda soğuk algınlığı ilaçları kullanılmamalıdır. Eğer grip semptomlarını takiben çocuğun durumu ağırlaşıyor, ateş, titreme, göğüs ağrısı, hızlı nefes alıp verme, terleme, yeşil ya da kanlı balgam, dudaklarda ya da tırnaklarda morarma oluyorsa en yakın sağlık kuruluşuna başvurulması gerekmektedir.
- KABIZLIK ve KAKA KAÇIRMADA PELVİK TABAN ETKİSİ
Kabızlık sadece kaka yapamama durumu değildir. Kakanın sert olması ya da kakanın tamamının boşaltılamaması da kabızlığın bir göstergesidir. Kabızlıkta rektumda sürekli kaka vardır. Biriken kaka ağırlık yapar, pelvik taban kasları bu yükü taşımak için daha fazla çalışır, yorulur. Sürekli kasılı kalan pelvik taban kasları bir süre sonra gevşeyemez. Gevşeyemeyen pelvik taban kasları da kakanın boşaltılmasını engeller. İçeride kalan kaka sertleşir, sonrasında çıkarmak daha da zorlaşır. Eğer kabızlıktan kurtulmak istiyorsak bu döngüyü kırmamız gerekir. Kaka kaçırmada ise pelvik tabanı etkileyen 3 senaryo olabilir. Birincisinde pelvik taban kasları çok güçsüzdür ve kakayı tutamazlar. İdrar kaçırma her zaman görülmeyebilir çünkü kaka idrara göre çok daha ağırdır, dolayısıyla tutmak için daha fazla kuvvet gerektirir. Bu durumda pelvik taban kaslarını güçlendirmek sorunu çözecektir. İkincisinde pelvik taban kasları aşırı aktiftir. Aşırı aktif pelvik taban kasları sürekli aktif olduğu için çok yorgundur. Bir süre sonra kakanın ağırlığını taşıyamaz hale gelir, kaka kaçırma gelişir. Üçüncüsünde ise pelvik taban kasları dissinerjiktir. Kakayı itmesi gerektiğinde itemez, kasılır. Bu da kakayı boşaltmayı engeller. Bağırsağın son bölümü olan rektumda biriken kaka sertleşir, sonradan gelen yumuşak kaka bu sert kakaların arasından sızar ve çocuk kaka kaçırır. Pelvik taban rehabilitasyonu ve sağlıklı mesane ve bağırsak eğitimi ile tüm bu pelvik taban bozuklukları düzeltilebilir, kabızlık ve kaka kaçırmanın önüne geçilebilir.
- ÇOCUĞUNUZUN RAHAT KAKA YAPMASI İÇİN NE YAPILABİLİR
Çocuğunuzun her kaka yapmak için gittiği tuvalet ziyaretinden en iyi şekilde yararlanmasına nasıl yardımcı olacaksınız? Çocuğunuza şunları yaptırın: Kahvaltı ve akşam yemeğinden sonra her gün kaka yaptırmayı deneyin. Özellikle sabahları yemek yedikten sonra kaka yapma isteği daha güçlüdür. Gastrokolik refleks, gastrointestinal sistemin hareketliliğini kontrol eden bir dizi fizyolojik refleksten biri olma özelliği taşır. Bu refleks, yemek yedikten sonra dışkılama dürtüsünün meydana gelmesini sağlar. İnce bağırsak da benzer bir hareketlilik tepkisi gösterir. Gastrokolik refleksin, sindirim sistemi yoluyla mevcut bağırsak içeriklerini gönderme fonksiyonu, sindirilen yiyeceklere yol açmasına yardımcı olur. Bu nedenle yemeklerden sonra oturup kaka yapmaya çalışma çabaları daha başarılı olabilecektir. Tam 5 dakika tuvalette oturtmayı deneyin. Çocuklar “Tuvalete gitmek zorunda değilim!” diyerek tuvalette oturmak istemezler. Bir zamanlayıcı ayarlayıp, çocuğunuzun 5 dakika durmasını sağlayabilirsiniz. Favori bir kitap veya oyuncakla oturmak ya da video izlemek motive olmalarına yardımcı olabilir. Çocuğunuz ilk başta çok az bir miktar kaka yapabilir. Ama buna rağmen 5 dakika boyunca oturmasını sağlayın. Zamanla daha fazla kaka yapacaklardır. Kaka yaparken öne eğilmesini sağlayın. Ayrıca çocuğun ayakları yere tam basmalı, dizleri poposundan daha yüksekte konumlandırılmalıdır. Çocuk hafifçe öne eğilmeli, dirseklerini dizlerine koymalı ve omuzları yuvarlak ama omurga düz olmalıdır. Uygun kaka pozisyonu oldukça basit ve büyük bir fark yaratabilir. Bu pozisyon rektumu dikey pozisyona getirerek çocuğunuza yerçekiminin yardım etmesini sağlayabilirsiniz. Bu durum karın boşluğunu gererek kolonun boşaltımı için rektuma pompalama etkisi yapmasını sağlar. Bir balonu şişiriyormuşçasına ellerinin içine üfleyin. Çocuk rahatlayacak ve daha rahat boşaltım yapabilecektir. Ayakların yere değmesi için tuvalet taburesi üzerine oturtun. İnsan vücudu çömelerek kaka yapma üzerine yaratılmıştır. Tuvalet pozisyonlayıcı tabure sayesinde olması gereken çömelme pozisyonu sağlanmış olur. Daha küçük çocuklar tuvalet koltuğuna oturmalıdır. Böylece daha rahat ve fazla boşaltım yapabilirler.
- MESANE EKSTROFİSİ
Ekstrofi-epispadias kompleksi pek çok çeşidi olan ciddi bir doğumsal anormalliktir. Doğumdan hemen sonra gözlenebilen, mesane ve ilgili yapıların vücudun içi yerine, karın duvarındaki bir açıklıktan dışarı çıkmış olması durumudur. Problemi oluşturan yapıların hangileri olduğuna bağlı olarak çeşitlilik gösterir. En şiddetli olanı üretra, mesane ve bağırsakların dahil olduğu kloakal ekstrofidir. Klasik mesane ekstrofisinde anormallik karın duvarı, mesane, cinsel organ ve idrar kanalı ile alakalıdır. En hafifi ise idrar kanalında bir açıklık olan epispadiastır (dış genital organ gelişim bozukluğu). Mesane ekstrofisinin gerçek sebebi henüz aydınlatılamamıştır. Belirleyici bir risk faktörü ya da bu duruma sebep olacak ajanların varlığı saptanamamıştır. Ekstrofi-epispadias kompleksli hastaların çocuklarında da bu problemin görülme sıklığı 70’de 1’dir. İkizlerde de ekstrofi gözlenmesi, genetik etkinin bir kanıtı olarak kabul edilmektedir. Ancak tek yumurta ikizlerinde birlikte görülme oranı % 100’den az olduğundan risk faktörleri arasında çevresel etkenlerin de olduğunu belirtir. Klasik mesane ekstrofisi 100.000 canlı doğumdan yaklaşık 4’ünde oluşur. Erkek epispadias vakası 117.000’de 1, kız epispadias vakası ise 484.000’de 1 görülür. Kloakal ekstrofi ise 200.000-400.000 doğumda bir görülen bir hastalıktır. Klasik mesane ekstrofisi veya epispadias vakaları nadiren ölüme yol açar. Cerrahi tedaviden sonra hayatta kalma oranları çok yüksektir. Ancak tek basamaklı tedavide idrar tutabilme oranı % 75-90’lardayken, birkaç basamaklı cerrahi tedavide bu oran % 25’lerden daha düşük olabilmektedir. Bu hastaların idrar tutma fonksiyonunu düzeltebilmek için birden fazla prosedür uygulanması gerekebilir. Hastaların pek çoğu temiz aralıklı kateterizasyon uygulama ihtiyacı hissedebilir. Erkeklerde başarılı cerrahi operasyonlardan sonra erişkin hayatlarında üreme fonksiyonu devam edebilir. Ancak yardımcı üreme teknikleri kullanımı gerekebilir. Ekstrofili kadınlarda da normal hamilelik süreci yaşanabilir. Ancak kadın hastaların doktorlarını ekstrofi tedavisi ile ilgili bilgilendirmesi ve pelvik taban travmalarından kaçınmak için doğumun sezeryanla olması gereklidir. Mesane ekstrofisi doğum öncesi ultrasonografi ile de tespit edilebilmektedir. Doğumda mesane özel malzemeler kullanılarak korunmalıdır. Çocuğun her altının değiştirildiğinde mesane dikkatlice özel solüsyonla yıkanmalıdır. Ve koruyucu malzeme tekrar değiştirilmelidir. Diğer doğumsal anormallikleri gözlemek için genel bir muayene yapılmalıdır. Fark edilememiş kadın epispadiası olabilir. Bu durum kendini çocukluk döneminde idrar kaçırma şeklinde de gösterebilir. Klasik mesane ekstrofisinin tedavisinde amaçlar; 1) Böbrek fonksiyonunu koruyacak ve idrar tutmayı sağlayacak şekilde mesanenin kapatılması gerekir. 2) Fonksiyonel ve kozmetik olarak kabul edilebilir bir cinsel organ oluşturmaktır. Klasik mesane ekstrofisinin cerrahi tedavisi iki ayrı yöntemle yapılabilmektedir. Birinci yöntem birkaç yıla yayılmış birden fazla cerrahi işlemden oluşur. İlk ameliyatta idrarı tutmasını sağlamak üzere mesane kapatılır. Ancak bu işlem mesane yeterli büyüklükte ise yapılabilir. Mesane pelvise yerleştirilir ve karın duvarı kapatılır. Ardından idrar yolu ve cinsel organın yeniden yapılandırılması için de bir dizi ameliyat gerekir. Bu ameliyatlar genellikle çocuk 2 yaşına gelmeden yapılır. Mesane boynunun yeniden yapılanması ise yaklaşık 5 yaş civarında gerçekleştirilir. Bu sayede çocuğun idrar kontrolünü yapabilmesine imkan sağlanır. İkinci yöntem, çocuk doğduktan sonra erken dönemde mesane, idrar yolu ve cinsel organ yeniden yapılandırılması işlemlerinin hepsinin tek seferde gerçekleştirilmesidir. Bu ameliyatlardan sonra genellikle böbrek fonksiyonları sağlanır. Ancak bazı vakalarda uzun dönemde böbrek taşı sorunu yaşanabilir. Ayrıca böbrek enfeksiyonu ve farklı derecelerde idrar kaçırma problemleri de yaşanabilir. Ekstrofi-epispadias sendromu kompleks bir anormalliktir. Cerrahi işlem ile tedavi gerçekleştirilirken, hayat boyu devam edecek bir takip süreci de başlar. Hasta ve hasta yakınları hastalığın tüm aşamalarıyla, tedavi prosedürüyle ve tedavi sonrası olası komplikasyonlar ve başarı yüzdeleriyle ilgili detaylı şekilde bilgilendirilmelidir. Hasta ameliyata alınmadan önce hasta yakınlarının yeniden yapılandırılacak idrar yolu, riskler ve ameliyatın sağlayacağı faydalardan haberdar olması önemlidir. Bununla birlikte hasta yakınlarının hastanın günlük bakımı konusunda sorumluluk alması gerektiğini bilmesi ve kabul etmesi de gereklidir.
- Cinsel İşlev Bozuklukları
Aslında bu sorun dünya çapında tahmin edilenden çok daha sık olarak görülmekte ve 40-70 yaş arası erkeklerin neredeyse yarısından fazlasını değişik oranlarda etkilemektedir. Erkeklerde en sık görülen cinsel işlev bozuklukları Erkeklerde cinsel işlev bozuklukları sıklıkla sertleşme sağlayamama ve erken boşalma problemi olarak görülmektedir. Bunun dışında penisin doğuştan olan bazı yapısal sorunlarının neden olduğu cinsel işlev bozukluklarıyla da karşılaşmaktayız. Sertleşme sorunu Ereksiyon dediğimiz penisin sertleşmesi, içinde damarsal, sinirsel, yapısal ve psikolojik birçok faktörün rol aldığı karmaşık bir olaydır. Ereksiyon olabilmesi için bu ana yapıların bütününün sağlıklı ve uyumlu çalışması gerekmektedir. Peniste ereksiyon sorununu, seksüel ilişkiyi sürdürecek düzeyde sertleşme sağlayamama olarak tarif edebiliriz. Tabi bu durumun süreklilik arz etmesi de gerekmektedir. Aslında bu sorun dünya çapında tahmin edilenden çok daha sık olarak görülmektedir ve 40-70 yaş arası erkeklerin neredeyse yarısından fazlasını değişik oranlarda etkilemektedir. Bu hastalığa yakalanma riskini artıran durumlar nelerdir? Aslında kardiyovasküler hastalıklara neden olan obezite, şeker hastalığı, kan yağ değerlerindeki bozukluklar, egzersiz eksikliği ve sigara en önemli nedenlerdir. Bunun dışında hormonal bozukluklar özellikle erkeklik hormonunun yaşla azalması, ilaçlar, psikolojik sorunlar, stres ve cerrahi müdahalelerin sonucu olarak da karşımıza çıkmaktadır. Bu hastalıkları olan erkeklerin zaman içinde ereksiyon sorunu ile karşılaşabileceklerini bilmeleri gerekmektedir. Tedavisi Tedavisi ve tedavi şeklini altta yatan hastalığın ortaya konulması sonrası hastalığın şiddeti belirlemektedir. Tedavisini ürologlar olarak genelde birkaç basamakta ele almaktayız. Kişi, durumu hakkında partneriyle birlikte bilgilendirilmelidir. Özellikle hormonal bozukluklar gibi düzeltilebilir durumlarda ereksiyon sorunu altta yatan hormonal dengesizliğin düzeltilmesi ile genellikle düzelmektedir. Kilo verme, sigarayı bırakma, düzenli egzersiz gibi yaşam tarzı değişiklikleri yapmak gereklidir. Daha sonra hastanın durumuna göre ilk basamakta medikal tedaviler denenmektedir. Burada toplumda da sıklıkla bilinen ve ağızdan alınan fosfodiesteraz inhibitörleri olan ilaçlar verilmektedir. Tedavi yanıtına göre ya bu ilaçların kullanılmasına devam ya da farklı ilaçların kullanılmasına karar verilir. Tedavinin ikinci basamağında vakum cihazları, penise ilaç enjeksiyonları veya idrar kanalı içine ve ya penis cildine sürülen ilaçlar denenmektedir. Bu yöntemlerden fayda görmeyen hastalarda artık cerrahi müdahale ile penil protez uygulamalarına geçmek gerekmektedir. Penil protezler İlaçlara yanıt vermeyen ve artık kalıcı bir tedavi isteyen hastalarda penil protez uygulamalarına geçilir. Genel itibarı ile iki çeşit penil protez bulunmaktadır. Bunlardan bir tanesi sürekli sert kalan bizim malleable penil protez diye adlandırdığımız protezler diğer grupta ise şişirilebilir parçalı (2 ya da 3 parçalı) penil protezler. Hangisi tercih edilmelidir? Bunu belirleyen birçok faktör vardır. Bunlar ekonomik nedenler, hasta tercihi ve hastanın durumu gibi. Şişirilebilir penil protezler aslında normale daha uygun protezlerdir. Ancak daha maliyetlidirler ve sağlıktaki ekonomik uygulamalar nedeniyle genellikle sigortalar tarafından karşılanmamaktadır. Bunun yanında hastanın mesela ellerini kullanamaması bu protezin uygulanmasına engel bir durumdur. Ayrıca bu ameliyat daha kompleks bir ameliyattır. Protezde mekanik bazı sorunlara ve cerrahiye bağlı komplikasyonlara daha sık rastlanmaktadır. Sürekli sert kalan protez uygulamaları çok daha basit bir uygulamadır. Ancak bu protezde kozmetik açıdan hastalarda sorunlar yaratabilmektedir. Hastanemiz hekim ve teknolojik altyapısı ile ülkemizin en büyük ve gelişmiş 3. basamak tedavi merkezlerinden bir tanesidir. Hastanemizde laparoskopik ve robotik her türlü minimal invaziv cerrahi yöntemleri yapılmaktadır. Kliniğimizde yetişkin ve çocuk ürolojisi ile ilgili her türlü ürolojik tanı ve tedavi işlemleri yapılmaktadır. Hastanemiz özellikle ülkemizin Da Vinci Robotik Sisteme sahip az sayıdaki merkezlerden bir tanesidir.
- Prostatım Var, Ne Yapmalıyım?
İnsanların belirli bir yaştan sonra en çok konuştukları konu, hastalıklar oluyor. Hastalık ve ilaçlar konusunda herkes, kendi deneyimini başkasına aktarmaya bayılır. Konuşulan konular arasında kalp ve damar hastalıkları birinci sırada. Bunu, kadınlarda rahim ve göğüs hastalıkları, erkeklerde ise "prostat hastalıkları" izliyor. 45 yaşını aşmış erkeklerde vücuttaki hormonla ilgili değişikliklere bağlı prostatta büyüme başlayıp, 60 yaşın üstündeki erkeklerin yüzde 50, 70–80 yaşlarındaki erkeklerin ise yüzde 80' inin prostat büyümesi(BPH – İyi Huylu Prostat büyümesi) problemi yaşamaktadır. Prostat, erkek üreme sisteminin bir parçası olup ceviz büyüklüğündedir. Yaklaşık 20 gr ağırlığında 3,5 x 2,5 cm ebatlarında olan bir salgı bezidir. Bu organ erkek üreme ve boşaltım sisteminin bir parçasıdır.. Prostat rektumun hemen önünde ve içinde idrarın biriktiği mesanenin alt kısmında bulunmaktadır. Prostat aynı zamanda idrarın içinden geçtiği kanal olan üretrayı sarar. Prostat, üreme olayına yardımcı olmaktadır. Meninin asit baz oranını ve sperm motilitesini ayarlar. Prostat büyümesi ile idrar kanalı daralmakta ve bunun sonucu çeşitli şikayetlere sebep olmaktadır. Prostat büyümesinin yol açtığı şikayetler: Sık idrara çıkmak, Geceleri idrara kalkma, Devamlı idrarı varmış gibi olmak, İdrar yaptıktan sonra bile tam olarak rahatlamama, İdrar yaparken yanma hissetmek, Kesik kesik işemek, Kanamalı idrar Dağılarak saçaklı-çatallı tarzda idrar yapma, İdrar yaparken zorlanma, İdrar akımının eskiye göre azalması İdrar tutmada güçlük, kaçırma Gerçekte 45 yaşını geçmiş bir erkeğin hiçbir yakınması olmasa dahi üroloji uzmanı tarafından yılda bir kez muayenesi gereklidir. Öncelikle hastanın şikayetleri dinlenerek prostat büyümesinden ne kadar etkilendiği tespit edilir. Beraberinde başka hastalıkların olup olmadığı belirlenmelidir. Daha sonra hastaya detaylı fizik muayene yapılır. Parmakla rektal muayene, srotal ve penil muayene ve tüm vücut fizik muayenesi yapılmalıdır. Prostatın büyüklüğü ile şikayetlerin orantısı yoktur. Yani küçük bir prostat çok şikayet oluşturacağı gibi, büyük prostat hastada sorun oluşturmayabilir. Sebebi prostatın enfekte olup-olmaması ve prostat orta lob varlığıdır. BPH tanısını koymak için hastadan hastaya değişen bir çok test uygulanmaktadır.,Tam idrar tetkiki , üriner sistem ultrasonografisi, Direkt üriner sistem grafisi, böbrek fonksiyonlarını da içeren biyokimya testleri ve idrar akış hızı testi en sık uygulanan testlerdir. İntravenöz pyelografi’nin(İVP) çok özel durumlarda yeri vardır. Artık eskisi gibi rutinde yeri yok. Prostat kanseri, üriner enfeksiyon, mesane disfonksiyonu , mesane kapasitesini azaltan hastalıklar, üretra darlıkları, üretrada sıkışmış taşlar ve mesane boynuna uzanan mesane tümörü varlıkları da işeme problemlerine neden olacağından, tanı koyarken dikkatli olunmalıdır. Prostat büyümesinin oluşturduğu şikayetleri ile karıştırılmamalıdır. • İlaç tedavisi • Kapalı Prostat Ameliyatı (TUR) • Açık prostat ameliyatı • PV Laser Sistemi (Prostatın Fotoselektif Vaporizasyonu Yöntemi) Tedavide her hasta için farklı yaklaşımlar söz konusudur. Bu tedavi seçeneklerinin hangisinin uygun olacağına hastanın yaşı, genel durumu, şikayetlerinin derecesi, laboratuar verileri göz önünde bulundurularak karar verilir. Tabi ki ilk seçenek medikal olmalıdır. Ancak medikal tedaviden tam yanıt alınamayan durumlarda, ya da ilaç kullanamayan (kullanmak istemeyen) hastalara cerrahi tedavi önerilir. Hastaya sonda takılmışsa, her iki böbrekte hidronefroz varsa, çok miktarda rezüdü idrarı varsa medikal tedavi başlanmadan ilk seçenek acil cerrahi önerilir. Gerek medikal gerek cerrahi tedavi planlanan bir hastada öncelikle prostat kanseri olmadığı ekarte edilmelidir. Bunun için mutlaka kanda prostat spesifik antijen (PSA) testi yapılmalıdır. Normal değerin üst sınırı olan 4 ng/ml den yüksek ise prostat iğne biyopsisi ile patolojik değerlendirme yapılmalıdır. Eğer organa sınırlı prostat adenocarsinomu saptanırsa radikal cerrahi ile tam tedavi sağlanacaktır. O nedenle erken tanı önemlidir. PSA yüksek ve patolojisi malign gelmez ise, ya prostat iltihabına bağlı, ya tümöre ulaşılamamıştır ya da prostat çok büyüktür. Henüz hiçbir medikal tedavi ile, cerrahi tedavi kadar başarı elde edilememiştir. Cerrahi tedaviler arasında bugün en sık kullanılan ve gold standart ameliyat kabul edilen teknik "transüretral prostatektomi" yani TUR-Pdir. Anestezi altında, üretradan bir cihazla girilerek idrar yolu çevresindeki tıkanma sebebi olan prostat dokusu, elektrik akımı kullanarak kesiyor ve parçalar halinde aynı kanaldan dışarı alınıyor. Küçük ve orta büyüklükteki prostatlarda çok etkili bir yöntemdir. Hasta genelde bir gün hastanede yatmakta, kan transfüzyonuna ihtiyaç olmamakta ve etkili sonuç vermektedir. Çok büyük prostatlarda açık ameliyat halen kullanılmaktadır. Açık cerrahinin komplikasyon oranı daha yüksektir. Son zamanlarda TUR- prostatın komplikasyonlarını azaltmak için ve ondan daha iyi bir alternatif geliştirmek için laser kullanılmaktadır. Lazer prostatektomisi ( GreenLight lazer cihazı ile prostatın buharlaştırılması işlemi) özel olarak tasarlanmış fiber optik alıcı bir sistem içinden laser ışını uyarıları göndermek için kullanılmaktadır. Bu alıcı cihaz endoskopik bir görüntü altında standart bir sistoskop içine yerleştirilerek kullanılır. Bu ışın uyarıları prostatın dokusuna yöneltilerek çabuk ve nazik bir biçimde prostat dokusunu buharlaştırarak yok eder. Bu laser fotoselektiftir ve hemoglobine yüksek ilgisi vardır ve bu nedenle kanama daha az gözlenir. Bu laser 1-2 mm derine etki ettiğinden, derinliği kontrol altındadır. Ayrıca değişik dalga boylarında laser ışını ile yine laser prostat ameliyatı (kırmızı ışık) kullanılmaktadır. Bunların FDA onayı olmadığı için çalışmaları ve deneyimleri yeterli değildir. Medyada reklam amaçlı bilgilendirmede greenligt prostat ameliyatını sanki çok farklı ve diğer ameliyat tekniklerinden çok üstün gibi gösterilmektedir. Ama sonuçta prostat dokusunu azaltan bir işlem olduğu için ameliyat sonrasın da görülen yanma, sık idrara çıkma, ani sıkışma gibi şikâyetler her türlü ameliyattan sonra görülebilmektedir.Bu nedenle Green Light prosedürü her türlü prostatata rahatça uygulanan bir yöntem değildir. Fazla büyümemiş prostatlarda iyi sonuç verirken, Prostat dokusu çok büyükse, çok vaskülerse ve fibrotik özellikte ise hem ameliyat zor oluyor hem iyileşme süreci uzuyor. 70 gramdan daha büyük, vasküler ve iltihaplı prostatlara Green Light uygulamamak lazım. Çünkü dokunun tamamı yok edilemediği için sonuç başarılı olmuyor. Son zamanlarda "Harika bir buluş" olarak tanıtılan "Green Light operasyonu"nu olsun, diğer tedavi seçenekleri olsun tüm tedavi seçeneklerinin amacı hastayı rahatlatmak olduğu bilinmelidir. Hastaya yapılacak tedavi şeklini belirlerken doktorun tecrübesine göre hastaya en uygun tedavi seçeneğini uygulaması esastır. Hastayı cihazın değil doktorun ameliyat ettiği unutulmamalıdır. Sağlıklı günler dilerim. Hastaların başka şikayetlerle doktora başvurduklarında bazen prostat tanısı da konulur. Bu durumda hastaların üroloğa başvurması önerilir. Her prostat büyümesinde tedaviye gerek olmayabilir. O nedenle kapsamlı bir değerlendirme şarttır. Ürolog hastanın şikayetleri, muayenesi ve labaratuar değerlendirmelerinin sonucuna göre karar verir. Tedavi seçeneklerini hastaya sunar. Bunu hastanın yaşı, başka hastalıklarının eşlik edip etmemesi, prostat büyümesinin hastanın hayat konforunu ne düzeyde olumsuz etkilediği, gelecekte çıkarması muhtemel problemler gibi birçok faktör tedavinin nasıl olacağını belirler. Her üroloğun yaklaşımı farklı olabileceği gibi, kendi yaklaşımımı paylaşmak istiyorum. Hasta işeme şikayetleri nedeniyle gündelik işlerini aksatıyorsa; Gece kalkmaları nedeniyle uyku problemi yaşıyorsa, Gündüz sık tuvalete gitmesi işini aksatıyorsa, Ani sıkıştırma nedeniyle uzun yolculuğa çıkamıyorsa, İdrar kaçırması nedeniyle temizlik problemi yaşıyorsa, Uzun süre tuvalette beklemek zorunda kalıyorsa Hastanın muayenesi ve labaratuar değerlendirmesi yapılır. Prostat ağırlığı fazla değil ve mesane ve böbreklere olumsuz etki yapmıyorsa önce medikal (ilaç) tedavi başlanır. Yukarıdaki şikayetleri büyük oranda rahatlar ve normal yaşantısını sürdürürse hastanın ilaç tedavisine devam edilir. İlaç tedavisi süresince rahat eden hasta 1 yıl sonra kontrole çağrılır ve şikayetlerinin düzeyi tekrar değerlendirilir. Labaratuar değerlendirmesi yapılır. Uygun görülürse ilaç tedavisine devam edilir. Şikayetleri ilaç alırken alevlenme gösterirse kontrol tarihini beklemeden doktora başvurması önerilir. Şikayetleri fazla ya da mesane ve böbreklere olumsuz etki başlamış ise ilaç tedavisini düşünmeden cerrahi tedavi hemen önerilir. Bu durumda ilaç tedavisi gidişatı daha kötüye götüreceğinden zaman kaybından başka bir işe yaramaz. Prostat şikayetleri fazla olmasa da beraberinde mesanede taş varsa, belirgin rezüdü idrar varsa, tekrarlayan enfeksiyona yol açıyorsa, kanama atakları oluşturuyorsa ve hasta ilaç kullanmak istemiyorsa (yan etkilerinden dolayı da olabilir) cerrahi tedavi önerilebilir. Cerrahi tedavi ile çok daha verimli sonuç alınabilecek hastalarda hangi cerrahi tedavi yöntemini seçeceğine doktor kendi tecrübesine göre karar verir.
- Böbrek Taşı Tedavi Yöntemleri
İnsanlar böbreklerinde oluşan 10 mmden küçük taşlar idrar kanalına düştüğünde şiddetli ağrı ile acile başvururken, bazen de müphem ağrılarla doktora başvurduğunda böbrek taşı olduğu saptanabilmektedir. Bu durumda gittiği doktor hastayı üroloji uzmanına yönlendirir. Üroloji uzmanı da hastaya çeşitli tedavi seçenekleri sunar. Hatta bu seçenekler her doktora göre değişebileceğinden kafası karışan hasta ne yapacağını şaşırır. Doktor tedavi seçeneği sunarken bilgisi, tecrübesi ve el becerisine göre önerilerde bulunur. Bu konuda ben de görüşlerimi paylaşmak istedim. 10 mm den küçük taşlar 10 mmden küçük taşlar idrar kanalına düştüğünde şiddetli ağrılar yaparak üreter alt ucuna ( idrar kesesine giriş kısmı ) kadar ilerler. Bu kısımın ortalama çapı 2 mm olduğundan 2-3 mmlik taşlar hafif ağrılarla düşerken, 4-5 mmlik taşlar bir kaç gün sürebilen şiddetli ağrılarla genelde düşer. 5 mmden büyük taşlar ise burada takılıp kalır. Hem şiddetli ağrılara yol açar hem de böbrek kanallarında genişleme oluşturur. Bu böbrek fonksiyonlarının olumsuz etkilenmesi demektir. Bu taşlara endoskopik yöntemle müdahele ( üreteroreneskopi ) edilmelidir. İnce fiberoptik cihazla idrar yolundan girilerek taşa ulaşılır ve kırılarak dışarı çıkartılır. Kolay ve zararsız bir yöntem olduğu için hastaların karar vermede tereddüt etmemelidir. 10-20 mm arasındaki taşlar Taş boyutu 10-20 mm ise taş düşme ihtimali olmadığı için bu hastalara vücut dışından ses dalgaları ile taş kırma yöntemi ( ESWL ) denenir. Ayrıca ESWL idrar kanalına düşen 5 mmden büyük taşlar için de kolay düşürmek için kolay bir seçenektir. Böylece büyük taşların bu yöntemle küçük parçalara ayrılarak daha kolay düşmesi sağlanabilir. Başarı oranı %80 oranındadır. 20 mm den büyük taşlar Eğer taş kırılamıyor ya da 20 mmden daha büyükse cerrahi planlamak gerekir. Önceleri tek seçenek klasik yöntemle böbrek bölgesinden 20-25 santimlik bir kesi ile girilip böbreğe ulaşılır ve böbreğin toplayıcı sisteminden taş çıkartılırdı. Kesilen bölgeler uygun iplerle dikilerek işlem sonlandırılırdı. Bu ameliyat sonrası hastanın iyileşmesi uzun ve komplikasyon oranı daha fazla idi. Teknolojinin ve bilimin ilerlemesini takiben son yıllarda yaygın olarak uygulanan cerrahi yöntem ise Perkütan nefrolitotripsi ( PNL ) dir. Bu yöntemle yapılan ameliyatda daha çabuk iyileşme ve komplikasyon oranı yönünden klasik cerrahiye göre daha avantajlıdır. PNL ameliyatında arka bölgeden böbrek toplayıcı sistemine 10 mm çapında bir kanül yerleştirilir. Kamera eşliğinde taş kırılarak çıkartılır.
- VARİKOSEL BELİRTİLERİ VE TEDAVİSİ
Varikosel testislerden kirli kan taşıyan damarların aşırı derecede genişlemesi sonucu, içindeki kanın geri kaçması demektir. Kirli kanı yeteri kadar boşaltamayan testislerde kan dolaşımının bozulması, ısı artımı ve biriken toksik maddeler nedeniyle sperm yapımı da bozularak kısırlık ortaya çıkabilir. Varikoselin nedeni, testisi drene eden damarların anormal genişlemesi ve içindeki kanın ters yönde geriye akmasıdır. Varikosel olan erkekte skrotum üzerinden genişlemiş damarları görmek mümkündür. Skrotumda bu şekilde kıvrıntılı ve geniş damarların görülmesi, varikoselden şüphelendirmelidir. Normalde tüm erkeklerin %12' sinde de varikosel bulunur. Bu erkeklerin evlendikten sonra %50 sinde hiçbir sıkıntı ve sorun olmadan çocuğu olurken , diğer %50 si kısırlık nedeniyle doktora başvururlar. Varikoselin büyüklüğü arttıkça tehlikesi de artar. Ayrıca, varikosel ne kadar uzun zamandan beri mevcut olursa, yapacağı hasar da o kadar fazladır. Bu nedenle ergenlik döneminde bile varikosele dikkat edilmesi, gerekiyorsa ameliyatı önerilir. Torbalarında bazen ağrı, şişlik bulunan ya da çocuğu olmadığından yakınan erkeklerde varikosel akla gelmelidir. Varikosel tanısı klinik muayene ile konur. Bazen muayenede tespit edilemeyebilir. Bu durumda ultrason veya Doppler tetkileri gerekir. Varikoselin tedavisi ameliyattır. Kasık bölgesinden yapılan küçük bir kesi ile girilerek, bozuk olan damar bağlanır. Küçük bir operasyon olup, çoğunlukla hasta aynı gün taburcu edilerek günlük aktivitelerine devam edebilir. Ameliyatta mikroskop kullanılması tercih edilmektedir. Varikosel ameliyatının önemli bir yan etkisi yoktur. Nadiren torbalarda su toplanmasına bağlı şişme görülürse de, dikkatli yapılan ameliyatlarda buna pek rastlanılmamaktadır. Testislerde bozulmuş olan hormon yapımını uyarmak amacıyla ameliyatı takiben 2-3 ay süreyle hastalara hormon ve/veya kan dolaşımını düzenleyici ilaçların verilmesi faydalı olabilir. En erken 3 ay sonra bir düzelme beklenmelidir. Daha sonra 6 ay aralıklarla kontrol gerekir. Kontrollerde sperm tahlili ve varikoselin nüks edip etmediği araştırılır. Nüks eden olgularda yeniden ameliyat yapılabilir. Sperm tahlilinde düzelme olmaması ameliyatın başarılı olmadığı anlamına gelmez. Yapılan çalışmalar sperm sayısı değişmese de kalitesinin düzeldiğini ortaya koymuştur. Tüp bebek uygulanacak çiftlerde önce erkeğin varikoselinin kontrol edilmesi ve eğer varikosel varsa ameliyat edildikten sonra tüp bebek uygulanması başarıyı daha da artırır. Varikosel ameliyatını takiben 1 yıl içerisinde hastaların 1/3ünün sperm değerlerinde önemli ölçüde düzelme görülür ve eşlerini gebe bırakabilirler. Yüzde doksanında ameliyat öncesi spermiyogram değerleri daha düzelirken, yüzde onunda hiç değişiklik olmayabilir. Çocuk olması erkek ve kadına ait çok sayıda faktöre bağlı olduğundan, varikosele eşlik eden diğer bozuklukların da iyice araştırılması ve tedavi edilmesi gerekir.
















