top of page

Arama Sonuçları

Boş arama ile 1063 sonuç bulundu

  • Geçmeyen Mide Ağrısı ve Hazımsızlığa Dikkat!

    Sağlıksız beslenme alışkanlıkları, sigara kullanımı ve bilinçsiz uygulamalar nedeniyle son yıllarda öne çıkan mide kanseri, ölümcül sonuçları ile de karşımıza çıkıyor. Ancak son yıllarda teknolojideki gelişmeler sayesinde erken teşhis edilip, doğru tedavi uygulamaları ile kontrol altına alınabiliyor. Mide kanseri tedavisinde “Hipertermi” adı verilen sıcak kemoterapi uygun hastalarda başarılı sonuçlar alınmasını sağlıyor. Önemsenmeyen sindirim sistemi sorunları mide kanserine kadar gidebiliyor Mide kanseri, pankreas ile birlikte hastaları en çok endişelendiren kanser türüdür. Mide ve pankreas kanserleri çok ileri evrelerde teşhis edildiği için hastaların yaşam beklentilerine çok fazla katkısı olamamaktadır. Günümüzdeki modern tedavilerin başarılı sonuçlarının en az yansıdığı tümör türleri, mide ve pankreas kanserleridir. Bu kanser türlerinde doktorların en büyük önceliği, mide kanserini daha erken evrede yakalayabilmek olmalıdır. Bu yüzden de sindirim bozukluğu yaşayan, mide bölgesinde ağrısı olan, hazımsızlık gibi şikayetleri bulunan kişilerin daha farkında olması gerekmektedir. Akdeniz tipi beslenme kanser oranını düşürüyor Mide kanseri sigara kullananlarda daha çok görülmektedir. Mide kanseri; midesinde polip bulunanlarda, helikobakter pilori enfeksiyonu olan veya tütsülenmiş gıda ve turşu gibi yiyecekleri çok fazla tüketen özellikle Asya toplumlarında daha sık görülen bir kanser türüdür. Ama taze sebze meyve tüketiminin olduğu bölgelerde mide kanserinin sıklığı düşmektedir. Mide kanseri belirtisi görüldüğünde mutlaka bir gastroenteroloji uzmanına başvurularak endoskopi yaptırılması gerekir. Mide kanserinin mevcut tedavi yöntemlerinin içerisinde, cerrahi ve kemoterapi ilk sıralarda başta gelmektedir. Özellikle ikinci evreden başlayan mide kanserinde operasyon öncesi verilen kemoterapi tedavisi, operasyon sonrasındaki etkinliği arttırmak için çok önemlidir. Sıcak kemoterapi ile tümöre doğrudan ulaşılıyor Ameliyat sırasında hastaya kemoterapi verilmesi, son dönemde başvurulan en önemli yöntemlerden biridir. Ameliyat öncesi ve sonrası verilen kemoterapinin tümörlü bölgeye ulaşma oranı yüzde 20 ila 30 oranındadır. Fakat ameliyat sırasında kemoterapi vererek bu oran yüzde 100’e çıkmaktadır. Hipertermi denilen sıcak kemoterapi aslında son 20-30 yıldır uygulanan bir tedavi yöntemidir. Sıcak kemoterapi geçmiş zamanda kadın hastalıkları tümörü olan ve kalın bağırsak kanserli hastalara uygulanan ve çok iyi sonuçlar alınan bir tedavi yöntemiyken, etkisi mide kanserinde de kanıtlanmıştır. Bu yöntemin kanser uzmanı ekipler tarafından, bu ameliyatın risklerini tolere edilebilecek seçilmiş hastalarda çok dikkatli bir şekilde kullanılması gerekmektedir. Ameliyat esnasında uygulanıyor Hipertermi adı verilen sıcak kemoterapi, ileri evre ameliyat edilemez tanısı konan kanser hastaları için bir umuttur. Sıcak kemoterapi; karın zarı ve karın içi organlara yayılan tümörlerde, bu organlar içinde uygun olanlar çıkarıldıktan sonra, özel araçlarla karın içinin 40-42 derecede kemoterapatik ajanlarla yıkanmasıdır. Bu sayede geride kalan tümör hücrelerinin mekanik temizliği gerçekleşirken, aynı zamanda kemoterapi ajanlarının direkt olarak tümör sahasına gitmesine ve yok edilmesine olanak sağlanır.

  • Diyabet Pankreas Kanserine Davetiye Çıkarabilir!

    Teşhisi ve tedavisi en zor kanser türlerinden biri olarak kabul edilen pankreas kanseri, yaşamı tehdit eden kanser nedenleri arasında dördüncü sırada yer alıyor. Hastalığın ortaya çıkmasına neden olarak ileri yaş olsa da obezite, sigara kullanımı ve genetik faktörlere bağlı olarak gençlerde de görülebiliyor. Pankreas kanserinin diyabet ile yakın bir ilişkisi var. Diyabet bazen pankreas kanserinin ilk belirtisi olabiliyor. Ailesel geçiş ve genetik faktörlere dikkat! Sigara kullanımı ve obezite, her tümörün oluşumunda olduğu gibi pankreas kanserinin ortaya çıkmasında da önemli rol oynar. Pankreas kanseri ile şeker hastalığı ilişkisi göz ardı edilmemelidir. Diyabet hastalığı ortaya çıktıktan sonra pankreasta hastalık gelişimi daha riskli hale gelmekte, pankreas kanseri diyabet ile belirti verebilmektedir. Bazı genetik faktörler de pankreas kanserinde etkindir ve ailesel geçiş söz konusudur. Bu açıdan aile fertlerinde pankreas kanseri olan kişilerin genellikle daha sık aralıklarla takip edilmesi gerekir. Bazı kanser türleri de pankreas kanserine eşlik edebilir ve pankreas kanserinin oluşumunu tetikleyebilir. Ailesinde kanser öyküsü olan kişilerin bu açından da değerlendirilmesi önemlidir. Pankreas kanserinin nedenlerini önemseyin! %30 oranında sigara kullanımı İleri yaş Daha çok protein ağırlıklı, meyve ve sebzeden yoksun beslenmek Obezite Petrol ve kimyasal maddelere maruz kalmak Uzun süre tedavi edilmeyen kronik pankreas iltihabı Diyabet Mide hastalığı ile karıştırılıyor Pankreas kanseri, erken evrede genellikle belirti vermeyen ve ilerlediğinde faklı şikayetlerle kendini gösteren bir hastalıktır. Özellikle sırta vuran ağrı, idrar ve deri renginin sararması ile sarılık gelişimi, tümör çok ilerlediğinde açığa çıkar. Pankreasın bulunduğu yer nedeniyle şikayetler de farklı hastalıklar ile benzerlik gösterebilir. Midenin arkasında yer alan bir organ olduğu için ağrı şikayeti, yine midenin arkasında gelişir ve pankreasta var olan bir sorunun da göz ardı edilmesine yol açar. Mide ağrısı şikayeti, asit salgısının azaltılmasına yönelik bir takım tedaviler ile giderilmeye çalışıldığında, pankreas kanseri tanının gecikmesine neden olabilir. Bu 8 belirtiye dikkat! -Yemek sonrası ya da yatay pozisyona geçince artan karın ağrısı -Gaz sancıları, şişkinlik -Kusma ve iştah kaybı -Koyu renkli ya da kanlı idrar -Genel halsizlik -Karaciğer ve safra kesesinde büyüme -Kaşıntı -Varis Endoskopik ultaronografi ile teşhis Tanı için iyi bir ultrason ile pankreastaki kitle görülebilmektedir. Bunun dışında tomografi, pet-CT ve en önemlisi endoskopik ultrasonografi, özellikle kitlelerin yeri ve lokalizasyonunu tespit etmede çok başarılıdır. Modern yöntemlere rağmen henüz etkili bir ilaç tedavisi geliştirilemeyen pankreas kanserine ancak cerrahi yöntemler ile müdahale edilebilmektedir. Cerrahide, tümörün olduğu yere yönelik pankreasın kısaltılıp çıkarılması, pankreasın baş kısmındaysa oldukça kompleks bir ameliyat olan whipple ameliyatına başvurulması söz konusudur. Ameliyatlarda hasta konforu ön planda Açık ve kapalı cerrahi pankreas tümörünün her türünde uygulanabilir. Gövde ve kuyruk tümörlerinde rutin olarak laparoskopik cerrahi yapılır. Pankreas başı tümörlerinde laparaskopik cerrahi için deneyim mutlaka gereklidir çünkü oldukça zor bir cerrahidir. Özellikle etrafta büyük damarların bulunması, tümörün bunlarla olan ilişkisi cerrahiyi zorlaştırır. Özellikle ilerleyen dönemlerde tümörün büyüyerek onikiparmak bağırsağını ve safra yollarını tıkamasıyla ortaya çıkacak sarılık, bulantı ve kusma şikayetlerinin giderilmesi adına ameliyatın önemi büyüktür. Her hastanın cerrahi şansı olabilir Pankreas başı, onikiparmak bağırsağı ve safra yollarının pankreas başına yakın bölümlerinde oluşan tümörleri ayırmak, bu üç organ birbirine yapışık olduğu için pek mümkün olmamaktadır. Söz konusu organlarda meydana gelen tümörlerde bölgeyi komple temizlemek için çok daha etkin olan “whipple yöntemi”ne başvurulmaktadır. Tümörü pankreasın içerisinde olan, yayılmamış durumda olan hastalar için uygundur. Ama günümüzde artık karaciğerin arkasındaki toplardamara atlamış tümörlerde de bu ameliyat yapılabilmektedir.

  • Türkiye’de Her Dört Erkekten Biri Obezite Hastası!

    Çağın vebası olarak adlandırılan obezite, yanlış beslenme alışkanlıkları, hareketsiz yaşam ve bilgi eksiklikleri nedeniyle gün geçtikçe artıyor. Obezite vücuttaki dengeleri altüst ederek pek çok ciddi hastalığa ve kansere neden oluyor. Yapılan araştırmalar, obezitenin görülme sıklığının son 10 yılda erkeklerde 2 kat arttığını ve Türk erkeklerinin dörtte birinin obezite sorunu ile karşı karşıya olduğunu gösteriyor. Obezite erkeklerde sperm kalitesini düşürüyor ve tedavi edilmediği takdirde kısırlığa bile neden olabiliyor. Obezite kanser, diyabet ve kalp hastalığı riskini artırıyor Obezite; besinlerle alınan enerjinin harcanan enerjiden fazla olması ve fazla enerjinin vücutta yağ olarak depolanması sonucu ortaya çıkan, yaşam kalitesini ve süresini olumsuz yönde etkileyen bir hastalıktır. Yetişkin erkeklerde vücut ağırlığının %15-18'i, kadınlarda ise %20-25'ini yağ dokusu oluşturur. Bu oranın erkeklerde %25, kadınlarda ise %30'un üstüne çıkması obeziteye neden olur. Yapılan araştırmalar, diyet ve egzersizle kilo verebilen kişi sayısının %3- %10’u geçmediğini göstermektedir. Geriye kalan %90, kanser, diyabet ve kalp hastalığı riski altındadır. Obezite gençlerin yaşamını da önemli ölçüde etkilemektedir. 20 yaşındaki bir gencin yaşam beklentisi, yaşıtlarına oranla 12 yıl azalmaktadır. Kısırlığa neden olabilir Yapılan çalışmalar, şişman erkeklerin obezite nedeniyle sperm kalitelerinin düştüğünü göstermektedir. Normalde erkeklerde yağ dokusundan ostrojen hormonu az miktarda salgılanmaktadır. Obez erkeklerde yağ dokusunda testesteronun östrojene dönüşmesi artar ve dolayısıyla testesteron azalır ve buna bağlı olarak da sperm kalitesi düşer. Fazla kilosu olan erkeklerde hormon düzensizlikleri ideal kiloya sahip olanlara göre daha yüksektir. Ayrıca obezite erkeklerde kolon ve prostat kanserleri görülme sıklığını artırmaktadır. 1 kilo vermek yılda 100 bin vakayı engelleyebilir Kanserlerin %7’sininin oluşumunda obezitenin doğrudan etkisi vardır. Pek çok kronik hastalığın en önemli nedeni olan aşırı kiloların kontrol altına alınması, yalnızca estetik değil sağlık açısından da büyük önem taşımaktadır. Eğer bir kişi vücut kitle indeksini %1 azaltırsa ya da yaklaşık olarak 1 kilo kaybederse, dünyadaki yıllık 100 bin kanser vakası engellenebilir. Obezite tüm dünyada olduğu gibi Türkiye'de de çok ciddi bir sağlık problemidir. Obezite bir estetik veya duruş problemi değil, hastalıktır. Yapılan araştırmalar 2030 yılında obezitenin yılda 500 bin kanser vakasına neden olacağını göstermektedir. Tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’nin de bu tablodan payını alması kaçınılmazdır. O nedenle hem kişisel hem de toplumsal olarak gerekli tedbirlerin vakit kaybedilmeden alınması gerekmektedir. Cerrahi tedavi hayat kurtarıyor Obezite cerrahisi kişinin sadece estetik görünümünü iyileştirmekle kalmayıp, yaşam kalitesini arttırır. İnsanların yaşamları boyunca kilo almaları, kanser konusunda her zaman risk oluşturmaktadır. Her 3 kişiden birinin yaşamını aşırı kilolu olarak sürdürdüğü ABD’de mide ve bağırsak kanserine yakalanan hastaların önemli bir bölümü obez bireylerdir. Kanser nasıl ciddiyetle ele alınan ve tedavi edilen bir hastalıksa, obezite de aynı şekilde tedavi edilmelidir. Tedavide en etkili ve kalıcı yöntem cerrahidir. Diyet ve egzersizle daha düşük oranda başarı sağlanırken, cerrahide bu oran çok daha yüksektir. Dolayısıyla obezite hastalarının kalp damar sistemi hastalıklarına yakalanmaması, psikolojik bozukluklar ve uyku apnesi gibi rahatsızlıklar oluşmaması için vakit kaybetmeden tedavi olması çok önemlidir. Obezite cerrahisinde yöntem kişiye özel olarak belirlenmektedir. Hastalar konforlu bir ameliyat sürecinin ardından kısa sürede iş ve sosyal yaşamlarına dönebilme ve uygun planlama ile ideal kilolarına kavuşabilmektedir.

  • Amniyosentez Tarihe Mi Karışıyor ?

    Değerli anne Adayları, Hamilelik süreci hayatınızdaki en özel, bir o kadar da sorumluluk gerektiren dönemlerin başında gelir.Bu sürece Kadın hastalıkları ve doğum uzmanınız ile birlikte mümkün olduğunca kolay ve anlaşılabilir geçirmeniz, sizlere büyük avantaj sağlayacaktır. Bu doğrultuda bebeğinizin Trizomi riskinin ne olduğu ve nasıl tespit edilebildiğini doktorunuzdan edineceğiniz bilgilere göre değerlendirebileceksiniz. NIFTY (Non- Invasive Fetal Trisomy) Test, yani girişimsel olmayan fetal trizomi testi bebeğinizin Trizomi 21, Trizomi 18 veya Trizomi 13 olup olmadığını, güncel yöntemlere göre daha net bir şekilde saptamaya olanak sağlar. Trizomi’nin ne olduğu ve nasıl tespit edilebildiği bilgisi verilecektir. Kişisel durumunuzla veya bu test ile ilgili aklınıza gelebilecek herhangi bir soruyu doktorunuzla paylaşmaktan çekinmeyiniz. Trizomi Nedir ve Nasıl Gelişir? Trizomi, normalde anneden bir, babadan da bir olmak üzere 2 adet gelen kromozom bilgisinin, hücrelerde 3.kez yer almasıdır. bu fazladan kromozom, yani DNA bilgisi hücresel seviyede çeşitli genlerin 2 kez değil, 3 kez ifade bulmasına ve böylece çeşitli maddelerin üretiminde anomaliler oluşmasına neden olur. Bu hücresel düzeydeki anomaliler bebeğin vücuduna yansıdığında karşımıza sendrom adı verilen beriltiler topluluğu çıkar. Trizomi 21 (Down Sendromu) Trizomi 21 en sık görülen kromozomal anomalidir. Canlı doğumların yaklaşık 1/800’ünde görülür. Genellikle kalıtsal olarak değil, hamilelikte kendiliğinden oluşan bir kromozom hastalığıdır ve bebekte 21. kromozomdan 3 tane olmasıyla karakterizedir. Anne yaşı ilerledikçe hastalığın görülme sıklığı artış göstermektedir. Trizomi 18 (Edwards Sendromu) Canlı doğumların yaklaşık 1/5000′ inde bulunur. Bu hastalık için de anne yaşnın ilerlemesiyle risk artışı söz konusudur. Bu bebeklerde doğuştan çok ciddi yapısal bozukluklar bulunur. Genellikle hamilelik sırasında ya da hayatın ilk haftalarında kaybedilirler. Trizomu 13 (Patau Sendromu) Canlı doğumların yaklaşık 1/10000′ inde bulunan bir kromozom anomalisidir. Anne yaşı artışıyla Trizomi 13 görülme sıklığı yükselir. Yeni doğan çocuklarda kafatası ve yüz bölgesi ayrıca; kalp, böbrek, mide anomalilerine ve/veya diğer fiziksel bağzı anomalilere raslanır. Bu tip hastalıklar hamilelik sırasında nasıl tespit edilebilir? Hamilelik döneminde hem girişimsel (invazif) hem de girişimsel olmayan (non-invazif) tarama test olanakları bulunmaktadır. Gebeliğin 11. ve 14. haftaları arasında yapılan ultrason muayeneleri girişimsel olmayan yöntemlerin başında gelir. Bu şekilde bebeğin ense kalınlığı ölçülebilmektedir. Anne kanıyla yapılan 2’li, 3’lü tarama testleride girişimsel olmayan diğer tekniklerdendir. Fakat bu teknikler her ne kadar riski belirli ölçüde tespit etse de, kesin bir tanı sağlamaz. NIFTY Kan Testi Nedir ve Nasıl Uygulanır? Yeni nesil teknolojilerin olanaklarıyla, girişimsel olmadan Trizomi tespitine imkan sunmaktadır. Gebelik sırasında bebeğin kanının, anne kanı ile karışması, bu testin gerçekleştirilmesindeki temeli oluşturmaktadır. Anne adayının vücuduna müdahale gerektiren invazif yönlerde ise amniyosentez, koryon vilus biyopsisi ve kordosentez gibi teknikler uygulanır. Bu tür yöntemler, anne karnındaki bebekten hüzre toplamaya yöneliktir. Bu girişimsel testler, şu an dünyada güvenilirlik yüzdesi en fazla olarak kabul edilmekle beraber, %0,2 ile %1 arasında girişim sonrası düşük riski taşımaktadır. Gebeliğin belli bir döneminden sonra anne kolundan alınan kanla, bebeğe ait DNA parçaçıkları ayrılabilmektedir. BU sayede bebeğin Trizomi 21-18 veya 13 olduğu kararına varılabilir. Testin Uygulanacağı En Doğru Zaman ? NIFTY Test’i yaptımak 8. haftadan itibaren teknik olarak mümkün olsa da, en doğru zamanın 10. gebelik haftasından sonra yapımasıdır. Ultrason ve kan tahlili sonucunda doktorunuzca, bebeğinizin Trizomi süphesi taşıdığı belirlendiyse veya risk grubunda olduğunuzdan ötürü endişeleriniz mevcut ise, bu testi yaptırabilirsiniz. NIFTY Test Nasıl Yapılır ? Doktorunuzdan edinmiş olduğunuz bilgi ve genetik danışmanlık sonrası, sizden doldurmanız istenilen “NIFTY Test Onay Formu” nu imzalayıp, kan verme işlemini gerçekleştirebilirsiniz. Sizden alınacak kan, özel tüpler vasıtasıyla BGI laboratuvarlar’ına gönderilir. Analiz yaklaşık olarak 10 ile 14 gün arasında sürmektedir. Analiz sonuçları, doktorlarınız vasıtasıyla size açıklanır. NIFTY Test, Sağlık Sigortası Tarafından Karşılanır mı? Hayır. Malesef hasta tarafından karşılanması gerekmektedir. Sonucun Negatif veya Pozitif Çıkması Ne Demektir ? Negatif test sonucu, bebeğin yaklaşık %99.9 oranında Trizomi olmadığını göstermekle beraber, pozitif test sonucuda bebeğinizin yaklaşık %99.9 oranında Trizomi taşıdığını göstermektedir.

  • Gebelikte İlaç Kullanımı Doğal Doğum Bilinci

    Gebelik Sürecinde Hangi İlaçları Kullanabilirim ? Şu anda gebeliğinizin belirli bir döneminden geçiyorsunuz. Belki ilk günlerdesiniz, belki yolu yarıladınız, belki de gebeliğin sonuna geldiniz. Bu süre içinde karşılaşacağınız konulardan veya sıkıntılardan birisi de gebelikte ilaç kullanımıdır. Gebelik süresince çok çeşitli şikayetleriniz olacak ve bunlar için gerektiğinde ilaç kullanmanız gerekebilecektir. Bazen de bir çok şikayetiniz için hiçbir ilaç kullanmamanızı tercih edeceğiz. Gebeliğin küçük sorunları dediğimiz bulantı kusma halsizlik bitkinlik, bel kasık ağrısı. Sık idrar yapma, idrarda yanma ve sızı, baş dönmesi, el ve kollarda uyuşukluk. Kol ve bacaklarda kramplar. Bu şikayetlerin çoğu gebelik boyunca karşınıza çıkacak. Her birisi için değişik önerilerimiz olacak bazı önlemler pek etkin olmasada bazıları iyi uygulandığı nispette sonuç verecektir. Gebelik süresince ve emzirme lohusalık periyodunda düzenli kullanmanız gereken ilaçlarınız: · Multivitamin ilaçları · Demir ilaçları · Kalsiyum ve diğer mineraller Gebelikte şikayetler olduğu zaman kullanmanız gereken ve şikayetlerin bitiminde kesmemiz gereken ilaçlar · Her türlü enfeksiyon durumu (İdrar yolları, solunum yolları vb enfeksiyonlar) Her türlü uygun görülen antibiyotik rahatça kullanılabilir · Mide ve barsak şikayetleri (Mide yanması, Reflü, kabızlık,gaz şikayetleri vb ) Diğer hastalıklar nedeni ile kullanılmakta olan ilaçlarınıza aynı şekilde devam etmenizi önereceğiz Alerjik astım ve solunum yolu hastalıkları için kullanılan ilaçlar Ventolin inhaler, Pulmicort vb Kalp ve yüksek tansiyon nedeni ile kullanılan ilaçlar Psikiatrik tedavi amacı ile verilen ilaçlar o Antidepresan ilaçlar: Remeron, Cipram, Cipraleks. Efexor vb o Sakinleştiriciler sedatifler ve trankilizan ilaçlar: Xanax, Diazem, Valium o Antipsikotik ve noroleptik ilaçlar: Norodol, Akineton vb Gebelik ve kozmetik ürünlerin kullanımı · Karın çatlakları ve meme başı çatlakları · Ciltte renk değişikliği ve tüylenme artışları · Saç boyası ve diğer ürünleri Multivitamin ilaçları , · Elevit pronatal tablet , · Megadyn pronatal tablet , · Materna tablet , · Folic Plus tablet · Sanatogen ,· One A Day Woman's ,· Centrum , · Natabec Demir ilaçları : 1. Ferrosanol duedonal 2. Gynoferrosanol 3. Gynoferon draje 4. Vi Fer kapsül 5. Ferplex fol tablet 6. Ferplex solusyon 7. Maltofer fol tablet 8. Maltofer solusyon 9. Gynotardyferon 10. Solgar gentle Iron Kalsiyum ve diğer mineraller : 1. Calciyum D Sandoz efervesan tablet 2. Calciyum Sandoz fort efervesan tablet 3. Cal D Vita efervesan tablet 4. Calcium D Redoksan 5. Nutrimed magnesium efervesan 6. Nutrimed zincefervesan 7. Magnesium Diasporal 8. Calcium Naturel Oyster Shell 9. Solgar Calcium Gebelikte kullanılan diğer ilaçlar : 1. Balık yağı Omega 3 doymamış yağ asitleri 2. Megafood balık yağı kapsül 3. Marincap kapsül 4. Ocean fish oil kapsül-likit Gebelikte şikayetler olduğu zaman kullanmanız gereken ve şikayetlerin bitiminde kesmemiz gereken ilaçlar : İdrar yollar enfeksiyonu Nedenleri : Gebelik sırasında idrar yolları enfeksiyonu en sık yaşanan sorunlardan birisidir. En önemli sebebi kadınlarda idrar yolu ürethranın boyunun çok kısa olması ve dış etkenler açık olmasıdır. Diğer en sık neden ise gebelikte vücuttaki tüm düz kasların gevşemesi ile ortaya çıkan sorunun burada da görülmesidir. İdrar yollarında idrar akımı yavaşladıkça ve idrar miktarı da az ise enfeksiyona zemin hazırlanır. YANLIŞ BİLİNENLER VE YANLIŞ UYGULAMALAR: İdrar akımı azaldıkça sık idrar hissi oluşur. Hastalar sık idrar hissinden kaçınmak için daha az su içer. Bu ise kısır döngüye yol açarak enfeksiyona davet çıkarmış olur ÖNERİLER: İdrar yolları içinde akım ne kadar artırılırsa enfeksiyondan o kadar kaçınılmış olur. Bol su ve sıvı gıda alımı yapılacak en iyi uygulamadır. Günde 2-2.5 lt su alınması ilk tavsiye olacaktır. Yaz döneminde aşırı sıcaklar nedeni ile kuruyan derelerde ve akarsu yataklarında nasıl tortular ve gelen tüm atıklar birikiyorsa , sıvı az alındığı zaman idrar yolarlıda aynı şekilde taşıdığı atıkları , mineralleri ve tortuları atamayacaktır. Biriken tortular ise idrar yollarında önce tahrişe yol açacak yani sık idrar sebebi olacaktır. Olay daha ileri aşamaya kadar giderse enfeksiyona neden olacaktır. ·Cefaks tb 500 mg sabah-akşam 1 tablet · Sefuroks tb 500 mg sabah-akşam 1 tablet · Duocid tb 375 mg sabah-akşam 1 tablet · Croxilex tb 1000 mg sabah -akşam 1 tablet · Amoklavin tb 1000 mg sabah -akşam 1 tablet · Purinol granul sabah-öğlen-akşam 1 ölçek · Spazmol draje sabah-öğlen-akşam 1 draje Solunum yolları enfeksiyonu grip nezle ve çeşitli boğaz enfeksiyonları : Cefaks tb 500 mg sabah-akşam 1 tablet Sefuroks tb 500 mg sabah-akşam 1 tablet Duocid tb 375 mg sabah-akşam 1 tablet Croxilex tb 1000 mg sabah -akşam 1 tablet Amoklavin tb 1000 mg sabah -akşam 1 tablet Antibiyotik dışı semptomatik şikayetlere yönelik olarak kullanılabilecek ilaçlar: Ateş düşürücü ağrı kesici ilaçlar · Parol tab 500 mg 4-6 kez · Minoset tab 500 mg 4-6 kez · Tylol tab 500 mg 4-6 kez · Vermidon , Geralgin, Panadon vb sadece parasetamol içeren ateş düşürücü ilaçlar Boğaz ağrısı vb şikayetler için Boğaz pastili ve gargara olarak kullanılabilecek ilaçlar · Strepsils tab 4-6 kez · Otacı pastil beyanbalı vb çeşitleri · Tantum verde gargara sprey çeşitleri · Bephantene pastil · Dequadin pastil Burun tıkanıklığı ve solunum zorluğu: · Sterimar burun spreyi (okyanus suyu) · Rhinomer burun spreyi(okyanus suyu) · Serum fizyolojik damla sprey Mide ve barsak şikayetleri (Mide yanması, Reflü, Kabızlık, Gaz şikayetleri vb ) Gebelik dışı dönemlerde kullandığınız mide barsak ile ilgili şikayetlerinize yönelik ilaçların büyük çoğunluğunu bu dönemde de gerekirse kullanabilirsiniz Gebelikte en sık yaşanan mide barsak sorunlarını gebelik aylarına göre ayırabiliriz İlk üç ay içinde yaşanan sorunlar ! Bulantı ve kusmalar: · Postadoksin tab günde 3-4 kez · Emedur tab günde 3-4 kez · Metpamid tab günde 3-4 kez · Rennie duo şurup veya tablet günde 4-6 kez 1-2 ölçek · Talcid surup veya tablet günde 4-6 kez 1-2 ölçek · Gaviscon şurup veya tablet İkinci ve üçüncü son üç aylık dönem Mide yanmaları göğüs yanmaları diye tarif edilen gastroözafajial reflü nedenleri : Gebelik haftalarının ilerlemesi ile artan progesteron hormonu vucuttaki tüm düz kaslarda olduğu gibi mide barsak sisteminde de gevşeme yapar. Sonuçta sindirim sisteminin en üst seviyesinde yemek borusu alt ucu ile mide arasındaki geçişi sağlayan bölgedeki kapak gevşer ve mide fazla gerildiğinde, mide içeriği asitli karışım yemek borusuna doğru kaçış yapar. Bu kaçış ise mide yanması olarak algılanır. ÇÖZÜM: Mide içeriğinin fazla olmamasını sağlamak. Az az ve sık sık yemek yemek gerekli. Yemek yedikten hemen sonra yatay duruma geçmek, yatmak bu kaçışı artırır. Yemeklerden hemen sonra yatmamak yardımcı olacaktır. Gece yatmadan önce yemekten kaçınmak yine yardımcı bir tedbirdir YANLIŞ BİLİNENLER: Bebeğin saçlarının çıkması ile mide yanması arasında bilinen bir bağlantı yoktur. ÖNERİLER: · Rennie duo şurup veya tablet günde 4-6 kez 1-2 ölçek · Talcid surup veya tablet günde 4-6 kez 1-2 ölçek · Gaviscon şurup veya tablet · Pantpas tab günde 1-2 kez · Meteospazmyl kapsül günde 4-6 kez yemeklerden önce Gebelik boyunca görülebilecek kabızlık ishal vb. barsak problemleri durumunda öneriler, Nedenleri : Gebelikte ortaya çıkan kabızlığın en önemli sebebi barsak hareketlerinin yavaşlamasıdır. Buna katkıda bulunan bazı sebepler ise beslenme alışkanlıkları ve kullanılan ilaçlardır. Alınan gıdaların konsantre rafine edilmiş ürünlerden olması posa miktarını azaltır. Gebelik takviyesi amacı ile verilen demir ilaçlarıda kabızlık için olumsuz etkiye sahiptir. ÇÖZÜM: Alınan gıdalardaki lifli ürün miktarını artırmak en basit öneridir. Meyve ve sebze ağırlıklı beslenmek tavsiye edilir. Meyva suyu yerine, portakal, elma, havuç gibi yiyecekleri olduğu şekliyle yemek daha çok lif ve selluloz alınmasına yardımcı olur. Yemeklerde karbonhidrat ve et ağırlıklı ürünler yerine zeytinyağlı sebze yemeklerini seçmek daha akıllıca olacaktır. Barsak alışkanlığı sağlamak amacı ile her sabah kahvaltı sonrası tuvalet alışkanlığı edinmek bir öneridir. ÖNERİLER: · Duphalac şurup ½-2 ölçek arasında alınabilir · Bekunis drj · Eucarbon tab · Libalaks lavman · İmportal solusyon Kas krampları ve kol bacak ağrıları ellerde uyuşmalar Gebelik sırasında kol ve bacaklarda uyuşmalar ve kramplar çok sık yaşanır. Gebelerin büyük bir kısmı bu değişiklikten çok şikayetçidir. Bu değişikliğin en önemli sebebi kan kalsiyum seviyesindeki değişikliklerdir. Sonuçta kas krampları olarak klinikte karşımıza çıkar. Ellerde uyuşmaların bir diğer sebebi ise el bileğinde sinir liflerinin sinir kılıfı içinde sıkışması ve sonuçta uyuşma, his kaybı , duyu değişikliği gibi bulguların ortaya çıkmasıdır. Carpal tünel sendromu olarak bilinir. Gebelik süreci veya sonrasında şikayetler çok fazla artarsa cerrahi müdahale gerekebilir. Çözüm: Kalsiyumdan zengin gıda alımı ilk seçenek olmalıdır. Günlük 1lt kadar süt ve süt ürünü eşdeğeri almak 1 gr kalsiyum alımını sağlayacaktır. Eğer Süt alımında sorun varsa bu durumu kalsiyum içeren ilaçlar ile takviye etmek mümkündür.

  • FSH HORMONU YÜKSEKLİĞİ

    Kadında FSH hormonu (Follicle Stimulating Hormone: Follikül Uyarıcı Hormon beyinde hipofizden salgılanır ve adından da anlaşıldığı gibi yumurtalıklardaki follikülleri uyarır, büyümesini sağlar. Yumurtalıklardaki folliküller yumurtayı taşıyan ufak keseciklerdir. FSH hormonu etkisiyle foliküller büyür ve adetin orta döneminde LH (Luteinizan Hormon) hormonun etkisiyle çatlama sonucunda yumurtlama (ovulasyon) gerçekleşir. FSH hormon ölçümü özellikle adet düzensizliği ve kısırlık (infertilite) problemi olan hastalarda önemlidir. Kanda FSH hormonu değeri adetin 3. günü (2-5 günler civarında) yapılır. Yaş ilerledikçe yumurtalık (over) rezervi azalır ve FSH hormonu yükselir. Özellikle 35 yaşından sonra FSH hormonunda yavaş yavaş yükselme izlenir ve 40 yaşından sonra bu yükselme daha da hızlanır. Yaş ilerlemesi dışında yumurtalıkların birinin veya bir kısmının ameliyatla alınması veya kist ameliyatında yumurtalığın hasar görmesi gibi durumlar da FSH'nın artmasına neden olur. Kullanılan ilaçlar veya korunma yöntemleri (doğum kontol hapları ve diğer yöntemler...) FSH'nın yükselmesine neden olmazlar.

  • GEBEKLİK VE SİTOMEGALOVİRUS ENFEKSİYONU

    Sitomegalovirüs enfeksiyonu oldukça sık görülen bir virüs enfeksiyonudur. Çoğu insan enfeksiyonu çocukluk döneminde hiç farkına varmadan geçirir. Ancak gebelik döneminde geçirilen enfeksiyon bebeğe bulaştığında gelişme geriliği, sağırlık, zeka geriliği, geç yürüme, geç öğrenme gibi durumlara yol açabilmektedir. Bu risk özellikle önceden enfeksiyonu geçirmemiş anne adaylarında daha yüksektir. Sitomegalovirüs enfeksiyonu nedir? Sitomegalovirüs enfeksiyonu, CMV (Cytomegalovirus) adı verilen virüsün enolduğu bir enfeksiyondur. Toplumda oldukça yaygındır ve en sık görülen yenidoğan enfeksiyonlarından biridir. Yeterli tanı yöntemleri kullanıldığında yenidoğanların yaklaşık %1'inde bu virüs saptanabilmektedir. Nasıl bulaşır? CMV insanlara damlacık yoluyla (ortak havanın solunmasıyla diğer insanlardan) bulaşabileceği gibi tükrük, idrar, dışkı, anne sütü, vajinal salgı, sperm (meni) gibi vücut sıvlarna temasla da bulaşabilmektedir. Diğer bulaşma yolları kan nakli ve cinsel ilişkidir. Klinik açıdan önemli olan bir diğer bulaşma yolu da gebelik esnasında anneden doğmamış bebeğine bulaşmadır. Enfeksiyon sıklıkla çocukluk çağında geçirilir ve enfeksiyonu henüz geçirmemiş olan erişkinlere de virüs okul gibi toplu yerlerde virüsü alan çocuklarından geçer. Bulaşma yollarının yaygınlığı nedeniyle toplumun en az %50'lik bir kesimi daha önceden bu enfeksiyonu geçirmiş olarak bulunur. Bu oran sosyoekonomik seviyesi düşük kesimde daha da yüksek olabilir (%80). Enfeksiyonla karşılaşmış olma olasılığı yaşla artar. Sitomegalovirüs enfeksiyonunun belirtileri nelerdir? CMV enfeksiyonlarının çoğu belirtisiz seyreder. Buna gebelikte geçirilen enfeksiyonlar da dahildir. Enfeksiyonu geçiren anne adaylarının ancak %15'inde ateş, boğaz ağrısı, lenfadenopati (lenf bezlerinin şişmesi), eklem ağrıları gibi özgün olmayan belirti ve bulgular gözlenir. Özellikle bağışıklık sistemi çeşitli nedenlerle baskılanmış kişilerde (AIDS hastaları, organ nakli nedeniyle bağışıklık sistemini baskılayıcı ilaç kullanmak zorunda olanlar gibi) enfeksiyonlar daha sık görülür ve daha ciddi belirtiler verir. İlk kez geçirilen CMV enfeksiyonu vücutta bağışıklık yanıtı oluşturur, ancak bu bağışıklık tam değildir. Birincil enfeksiyon adı verilen bu ilk enfeksiyondan sonra virüs vücuda yerleşir ve çeşitli zamanlarda tekrar tekrar enfeksiyona yol açabilir. Sonradan değişik zamanlarda oluşan enfeksiyonlara da tekrarlayıcı enfeksiyonlar adı verilir. Tekrarlayıcı enfeksiyonlar çok daha az sıklıkla ve daha hafif belirtilerle seyrederler. Gebelikte geçirilen enfeksiyonun önemi nedir? Gebelikte geçirilen enfeksiyon plasenta yoluyla bebeğe geçebilir. Bebeğe geçen enfeksiyon ise; İntrauterin gelişme geriliği (İUGG), Mikrosefali (başın ufak olması), İntrakranyal kalsifikasyon (beyindokusunda kireçlenme alanları), Koryoretinit (göz enfeksiyonu) Körlük, Zeka geriliği, Motor gelişim geriliği (geç yürüme gibi), İşitme kaybı, karaciğer ve dalakta büyüme, Sarılık, kansızlık gibi belirti ve bulgulara neden olabilir. Virüs enfeksiyonu etkisiyle oluşan bu durumların bir kısmı hemen doğum sonrasında barizken ; (sarılık, başın ufak olması, doğum tartısının düşük olması gibi), bazıları bebek büyüdükçe ortaya çıkabilir (sağırlık, geç yürüme, zeka geriliği gibi). Gebe kalmadan önce anne adaylarının büyük kısmı bu enfeksiyonu geçirmiştir. Buna bağlı olarak tam olmasa da kısmi bir bağışıklık oluştuğundan bu anne adaylarında; Tekrarlayıcı enfeksiyon meydana geldiğinde enfeksiyonun bebeğe bulaşma riski, bebeğe bulaştığında ise bebekte istenmeyen durumlar oluşturma riski oldukça düşüktür. Daha önceden hiçbir şekilde bu enfeksiyonu geçirmemiş anne adaylarında ise tablo değişir. Bu anne adaylarının %1-4'lük kısmında gebelik esnasında birincil enfeksiyon meydana gelir. Bu durumda vücutta hiç bağışıklık olmadığından enfeksiyonun bebeğe bulaşma riski yüksektir (%40 enfeksiyon bebeğe bulaşır). Ancak bebeğe bulaştığında bu mutlaka anormal bir duruma yol açacak anlamına gelmez. Bu anne adaylarının yaklaşık %90'lık kısmının bebeği doğumda normal bulunur. Bu normal bebeklerin az bir kısmında ileride bir zamanda enfeksiyon etkileri ortaya çıkabilir. Doğumda enfeksiyon belirtileri gözlenen %10'luk bebekte ise enfeksiyona bağlı sekel oluşma olasılığı daha yüksektir. Nasıl tanı konur? Kanda sitomegalovirüse özgü IgG antikorunda iki ayrı ölçümde dört kat artış, ya da alınan tek numunede IgM antikoru saptanması birincil enfeksiyon tanısı koydurur. Daha önceden IgG'si belirlenmiş olanlarda tek başına IgG yükselmesi (IgM yükselmemelidir) tekrarlayan enfeksiyon tanısı koydurur. Ancak CMV diğer virüslerle çapraz reaksiyon verebildiğinden hatalı sonuçlar da nispeten sıktır. Bazı durumlarda da ultrasonda İUGG (intrauterin gelişme geriliği), mikrosefali ve/veya beyin dokusunda kalsifikasyonlar (kireçlenmeler) saptanmasıyla bu enfeksiyondan şüphelenilir. Kanda antikor düzeyiyle ya da kordosentezle bebekten alınan kanda yapılan ileri incelemelerle tanı konur. Gebelikte korunmak için neler yapılabilir? Gebelikte her anne adayına virüse özgü IgM ve IgG taramasının gerekli olup olmadığı henüz kesinleşmiş değildir. Ancak gebeliğin planlandığı dönemde ya da gebeliğin erken dönemlerinde IgG antikoru bakılması fayda sağlayabilir. Sitomegalovirüs IgG'nin pozitif olarak belirlenmesi daha önceden enfeksiyon geçirildiğini ve bu nedenle gebelikte , tekrarlayıcı enfeksiyon geçirilse bile bunun bebeği etkileme olasılığının düşük olduğunu göstererek anne adayı için rahatlatıcı bir bilgi olabilir. Sitomegalovirüs henüz aşısı olmayan, bilinen etkili bir tedavisi olamayan bir virüstür. Bu yüzden genel hijyen kuralları ve cinsel yolla bulaşan hastalıklardan korunmak için alınan önlemler dışında anne ve baba adaylarının yapabileceği bir şey yoktur. Enfeksiyonu geçirmekte olan annelerin bebeklerine bulaştırmamak için bebeklerini emzirmemeleri son derece önemlidir.

  • OVULASYON (YUMURTLAMA) TESTİ

    YUMURTLAMA GÜNÜ BELİRLENMESİ İÇİN TESTLER Yumurtlama yani ovulasyon normalde her adet döneminin ortasında yumurtalıklardaki folikül denen keseciklerden yumurtanın salınmasıdır. Evde bayanların kendi kendine yapabildikleri ovulasyon testleri yumurtlama gününü belirleyerek bu güne yakın zamanda ilişkide bulunmak suretiyle hamilelik şansını arttırmak için kullanılır. Evde yapılan ovulasyon testlerinin hangi mekanizmayla çalıştığının anlaşılması için öncelikle yumurtlama nasıl olur ve adet döngüsü her ay nasıl gerçekleşir bunun bilinmesi gerekir. Ovulasyon (yumurtlama) ve adet döngüsü nasıl, ne zaman olur? Adet kanamasının başladığı gün bir adet döneminin (döngüsünün) başlangıcıdır ve toplam adet dönemi yaklaşık 1 ay sürer. Adet döneminden kasıt sadece kanamanın olduğu günler değil, bir adetin ilk gününden sonraki adetin ilk gününe kadar geçen ortalama 1 aylık dönemdir. Bu dönemin başlangıcında beyinde hipofizden salgılanan FSH hormonu artar ve yavaş yavaş yumurtanın büyümesini sağlar. Büyüyen yumurta folikülünden östrojen hormonu salgılanır ve bu hormon da FSH gibi giderek artar. Adet döneminin ortasına gelindiğinde (yani adet kanaması başladıktan 14 gün sonra) FSH ve östrojen hormonu en yüksek seviyelere çıkmış olur, bu sırada ayrıca hipofizden LH hormonu salgılanmasında ani bir artış olur. Bu ani LH hormonu artışı (LH piki) ovulasyonu yani yumurtlamayı sağlayan ana mekanizmadır. LH artışından 24-36 saat sonra ovulasyon olur. İdrarda yapılan ovulasyon testleri bu LH artışını saptar. Tükrükte yapılan testler de östrojenin artmasına dayanır. Ovulasyon gerçekleştikten sonra östrojen, FSH, LH hormonları azalır, progesteron hormonu artmaya başlar. Ovulasyondan sonra yumurtanın bulunduğu folikül korpus luteum'a dönüşür ve progesteron buradan salınır. Eğer gebelik oluşmazsa progesteronun daha sonra azalması yeni adet kanamasını başlatacaktır. Eğer hamilelik oluşursa progesteron gebeliğin rahim içerisinde devamını sağlayacaktır ve azalamadan salgılanmaya devam edecektir. İdrarda yapılan ovulasyon (yumurtlama) testi, (LH testi) İdrarda yapılan ovulasyon testi yukarıda anlatılan LH hormonu artışını saptar. LH hormonu kanda arttığında idrara da geçer. İdrardaki bu LH artışını yakalamak için yumurtlama gününe yakın günlerde her gün bu test yapılmalıdır. Bunun için adeti ayda bir düzenli olanlar adet kanaması başladıktan 12 gün sonra teste başlayarak 5 gün boyunca her gün test yapabilirler. Ancak adet dönemi uzunluğu farklı olan kadınlar için test başlama zamanı değişecektir. Örneğin adet dönemi uzunluğu yani bir adet kanamasının ilk gününden diğer adet kanamasının; ilk gününe kadar olan süre 35 gün olan kişiler teste adet kanamasının ilk gününden saymaya başlayarak 18. gün başlamalıdırlar, 5 gün test yapmalıdırlar. Çünkü bu kadınlarda yumurtlama daha geç başlayacaktır. Yumurtlama yaklaşık olarak adet kanaması başlamadan 14 gün önce gerçekleşir. Adetlerii çok düzensiz olan bayanlarda yumurtlama gününün tahmin edilmesi zordur, bu durumlarda teste ne zaman başlayacağınız konusunda doktorunuza danışmalısınız.

  • DOĞRU BESLENMEYE İLK ADIM !

    Yeni dünyaya gelen bir bebeğin ilk 6 ay sadece anne sütü ile beslenmesi hem barsak florasının sağlıklı oluşması, anne sütünün yalnız beslenme yönünden değil beraberinde barındırdığı birçok korunma faktörleri ile beraber güçlü bir zeminin oluşması için şarttır. Araştırmalar aslında ek gıdanın 17. haftanın altında başlanmaması, 26. haftanın da sonrasına bırakılmaması konusunda uzlaşmışlardır. Ancak bu her bebek için geçerli değildir; erken doğan bir bebeğin geri geldiği unutulmamalı, mama ile de besleniyorsa dikkatli olunması gerektiği bilinmelidir. Bazı belirteçler vardır ki bize aslında süt çocuğunun ek gıdaya hazır olduğunu gösterir. Bunlar neler mi? 1) Bebeğiniz sadece anne sütü ile besleniyor, hergün yeterli miktarda ve kıvamda dışkı yapıyorsa, 2) Kilo alımı ayda en az 500gr ile 1000gr arasında ise 3) Destekli sizinle beraber öğünlerde oturabiliyorsa 4) Siz yemek yerken sürekli ağzını açıp bekler hale geldiyse 5) Elini ağzına götürür hale getiriyorsa bebeğiniz ben ek gıdaya hazırım diyordur..... 6 Ayın altında kesinlikle hayvan ürünü başlamamalısınız; 5-6 ay arasında da unutmayın ki amacımız tanıştırmak, 3 gün kuralı ile başladığınız her türlü yeni gıdayı (3 gün üst üste, taze, pütürsüz az az, aldığı kadar ) vücudunda kızarıklık, aynı gün içinde veya sonrasında başlayan döküntü, kaşıntı bekleyerek kusma her zamankinden farklı kaka, popoda kızarıklık, en kötüsü kaka da kan görürseniz hemen başladığınız gıdayı kesmeli; çocuk hekiminize bildirmelisiniz... Aslında kimsenin çok öğretmediği kurallarımız var ; bir bebeği önce emzirip sofraya oturtur ya da bir şeyler yedirmeye çalışırsanız çocuğunuzun yemek yeme ihtimali düşük olur, bir de eğer siz işiniz olup çocuğunuzu bir an önce yedirme çabasında olursanız yine çocuk ne yapacağınızı anlamaz ve yemeği reddedebilir. KURALLAR 1) En az 2-3 saat aç oturtmalısınız 2) Mutlaka oturarak ( destekli şekilde baş mutlaka 60-90 derece yukarda olmalı ) 3) Mutlaka öğün saatinde 4) Siz de yemek yerken; ÖZENDİREREK 5) Taze pütürsüz, günlük ve en fazla bir çay bardağı kadar ASIL EN BÜYÜK KURAL MEVSİMİNDE HANGİ SEBZE VE MEYVE VARSA O VERİLMELİ BİR ÇOCUĞUN NE YİYECEĞİNE SİZ, NE KADAR YİYECEĞİNE KENDİ KARAR VERMELİ UNUTMAYIN ONLARIN DA BİR KARAKTERİ VE AĞIZ TADI VAR Giderek artan besin allerjileri nedeniyle ek gıdaya başlarken çocuğunuzun herhangi bir alerjisi olup olmadığını gözlemlemelisiniz. Bu konuda bilinçli olmak, neyi nasıl yapacağınızı bilmek çok önemli , bizlerden yardım almaktan çekinmeyin lütfen.

  • Bebeğim 6 Aylık Oldu, Ek Gıdaya Nasıl Geçmeliyim?

    Ek Gıdaya Ne Zaman Geçilir? Destekli oturmaya başladığında Siz yemek yerken ister hale geldiğinde Sadece anne sütü alıyorsa - sağlıklı ise Mevsiminde ne varsa sebze-meyve olarak o verilmeli! Ne yiyeceğine SİZ, ne kadar yiyeceğine BEBEĞİNİZ karar vermeli! KURALLARI 1) En az 2-3 saat aç olmalı 2) Oturarak yemeli (destekli) 3) Yiyecek taze, günlük ve pütürsüz olmalı 4) Bebeğinizi siz yemek yerken yani öğününde yediriniz 3 GÜN KURALI DİKKAT!!! Döküntü-kızarık Bekleyerek kusma İshal-Kabızlık Popoda kızarıklık Kakada kan belirtileri görüldüğü takdirde anne ek gıda olarak neye başladıysa hemen sonlandırmalı ve hekime başvurmalıdır. SEBZELER Patates Havuç ıspanak Yeşil Kabak Bal kabağı Kereviz Enginar Brokoli Pazı Pırasa Taze Fasulye Lahana Bezelye Mevsiminde ne var ise Haşlar su ile ezilip püre haline getirilir 1 çay kaşığı zeytinyağı ilave edilerek en fazla 1 çay bardağı olacak şekilde bebeğe verilebilir. Avokado haşlamadan direkt olgunlaşmış olarak içini 1 çay kaşığı zeytinyağı ile püre haline getirilerek verilebilir.

  • Perinatoloji (Riskli Gebelikler) :

    DOĞUM ÖNCESİ KANAMALAR İlk 20 haftada görülen düşük tehlikesine bağlı olan kanamalar dışında 20. haftadan sonra olan kanamalar tüm gebeliklerin %2 ile %5 i arasında görülür. Nedenleri Plasenta previa (bebeğin eşinin önde gelmesi) Doğum öncesi kanamalar arasında yaklaşık %30 oranında görülür. 24. gebelik haftasından önce görülen çoğu vakada bu durum 24 haftadan sonra düzelecektir. Bu nedenle tanı 24.haftadan sonra konur. Doğum öncesi kanamaların en önemli sebepleri arasında olan bu durumda genelde sezaryen ile (bebeğin eşinin rahim ağzına uzaklığı ve hem bebeğin hem de annenin durumları gözetilerek bazen normal doğum yaptırılabilir) doğum yaptırılır. Bu durumun yarattığı riskler arasında erken doğum, bebekte gelişme geriliği, ani bebek ölümü, bebeğin başı ile gelmemesi durumları sayılabilir. Bebeğin eşinin önde gelmesi kendisini çoğu zaman ağrısız vajinal kanama ile gösterir.Tanısı ultrasonografi ile konulur. Bu tanıyı almış anne adayı kanama açısından uyanık olmalı, doğuma yakın dönemde acil durumlar açısından eğer hastanede yatmıyorsa doğumun planlandığı hastaneye en geç 15-20 dakikalık mesafede ikamet etmeli, kan grubunu bilmeli ve acil durumlarda kan verebilecek yakınlarının bu duruma hazırlıklı olması gerekmektedir. Plasenta dekolmanı (bebeğin eşinin doğum olmadan önce yerinden ayrılması) Doğum öncesi kanamalar arasında yaklaşık %20 oranında görülür. Doğum öncesi görülebildiği gibi doğum sırasında da görülebilir. Gizli bir kanamadan aşikar kanamaya kadar kanama miktarı değişebilir. Kanamaya yoğun rahim kasılmaları (rahmin gevşeyememesi) ve ağrı eşlik etmesi uyarıcıdır.Tanıda ultrasonografi %100 bilgi vermese de yardımcı olabilir. Risk faktörleri arasında tansiyon yüksekliği, çok doğum yapmış olmak, sigara tüketimi, hipertansiyon, bebeğin suyunun fazla oluşu gibi nedenler sayılabilir. Doğum şeklinin nasıl olacağına annenin ve bebeğin iyilik durumuna göre karar verilir. Annenin ve bebeğin hayatlarının tehdit altında olduğu durumlarda sezaryen tercih edilir. Bu sık durumlar dışında; nişan gelmesi, rahim ağzı ve vajinanın enfeksiyonları, travma, genital bölge varisleri, genital kitleler, vasa previa (eşten bebeğe giden damarların rahim ağzının üzerinden geçmesi) doğum öncesi kanamaların diğer nedenleri arasında sayılabilir. Sonuç olarak nedeni ve miktarı ne olursa olsun doğum öncesi kanamalar mutlaka araştırılmalıdır. Anne adayı böyle bir durumda hemen hastaneye başvurmalıdır. Gebelik dokusunun vajinal yoldan atılması ve ağrılı kanama Kan kaybı bulgularının görüldüğü ağrılı kanamalar Kanama olmadan gebelik bulgularının kaybolması Gebeliklerin yaklaşık %20 sinde vajinal kanama vardır. Bu durum gebe ve eşin-de büyük bir huzursuzluğa sebep olur. Erken gebelikteki yoğun kanamalar asla göz ardı edilme¬meli, acilen araştırılmalıdır. Kanama miktarı hafiften çok yoğuna kadar değişiklik gösterir. Ağrısız kanamalar genellikle düşük tehdidi olarak kabul edilir. Klinik¬lerde görülen hastalar çoğunlukla ağrısız kanamaya sahip¬tirler. Bu hastaların çoğunda kanama rahim ağzındaki normal değişiklikle¬re bağlıdır. Ağrı, doku veya kan pıhtısının rahim ağzında açılma veya gerilmeye yol açması ile ortaya çıkar. Hastanın kanaması veya ağrısından sonra gebelik normal olarak devam edebilir, klinik olarak bir gebelik kaybı olabilir veya bu kayıp sessiz olabilir ancak rutin ultrasonografi taramasında tespit edilebilir. Kanaması olan gebeliklerin %12 sinin dü¬şük ile sonuçlandığı gösterilmiştir. Buna karşılık birçok gebelik tanınmadan önce kaybedilir. Risk Faktörleri En önemli risk faktörü fetustaki kromozomal anormalliklerdir, diğer risk faktörleri ileri anne yaşı, daha önce düşük yapmış olma, annenin geçirdiği enfeksiyonlar, ilaçlar ve çevresel etkenler, kronik hastalıklar, bağışıklık sistemi bozuklukları, rahim ve rahim ağzının yapısal anormallikleridir. Kendiliğinden düşükler beş grupta tanımlanır; Düşük Tehdidi (Abortus İmminens) Tanım olarak, rahim ağzı açıklığı olmaksızın kanamanın olmasıdır. Gebeliğin rahim içi yerleşimli olduğu ve sağlıklı büyüme ve gelişmesini sürdürdüğü, gebelik hormonu ( B-hCG) ve ultrason takipleri ile anlaşılabilir. Düşük tehdidi olgularına izlem şeklinde yaklaşılır. Düşük tehdidinde, fiziksel aktivitelerini kısıtlamaları, yatak istirahati, cinsel ilişkinin yasaklanması önerilir. Ayrıca düşük tehdidi sebebi olarak hormonal yetmezlik düşünülen olgularda progesteron hormonu içeren ilaçlar kullanılabilir. Tüm önlemlere rağmen düşük tehdidi, düşük ile sonlanabilir ve bu sonlanmanın en sık nedeni ise fetusun kromozomal bir anomaliye sahip olmasıdır. Düşük tehdidi yaşayan kan uyuşmazlığı olan kadınlara Anti-D immunglobin uygulanmalıdır. Şayet kanama hafif ve ağrı yoksa gebeliğin devam edeceği düşünülmelidir. Kanaması olan gebeliklerin %50’den fazlası devam eder. Kaçınılmaz Düşük (Abortus İncipiens) Kanama miktarı fazladır, rahim ağzında açılma ve karın/kasık ağrısı olabilir. Bazen rahim ağzında fetusa ait bölümler görülebilir. Eğer fetal kalp durduysa veya rahim ağzı açılmışsa tedavi kürtajdır. Kan uyuşmazlığı olanlarda Anti-D immunglobin uygulanmalıdır. Tam Olmayan Düşük (İnkomplet Abortus) Eğer fetus veya plasentanın tamamı veya bir parçası rahim içerisinde kaldıysa buna tam olmayan düşük denir. Bu durum genelde kendini kanamayla gösterir. Tam olmayan düşük tespit edildiğinde kürtaj yapılmalıdır, kan uyuşmazlığı varsa Anti-D immunglobin uygulanır. Küretaj sonrası antibiyotik tedavisi başlanır. Farkedilmeyen Düşük (Missed Abortus) Cansız gebelik materyalinin birkaç haftadan uzun süre rahim içinde kalmasıdır. Kendiliğinden atılmayla sonuçlanabileceği gibi tıbbi olarak müdahale de gerektirebilir. Boş Kese (Anembriyonik Gebelik) Yapılan ultrasonografide gebelik kesesi 20 mm ye ulaşmasına rağmen içinde canlı bir fetus görülmemesidir. Tedavi kürtajdır. Kan uyuşmazlığı olanlarda Anti-D immunglobin uygulanmalıdır.

  • Rahim Ağzı İltihabı (Servisit)

    Halk arasında rahim ağzında yara olarak bilinen “servisit” en sık karşılaşılan jinekolojik problemlerden birisidir. Genel anlamı ile servisit rahim ağzı dokusunun iltihabıdır. Sıklıkla bir enfeksiyona bağlıdır, ancak bazen irritasyon ya da travma sonrası da ortaya çıkabilir. Kadınların yarısından fazlası hayatının bir döneminde bu hastalığa yakalanır. Yaşı ne olursa olsun cinsel yönden aktif her kadın servisit için uygun bir adaydır. Kasık ağrısı ve vajinal akıntısı olan kadınların çoğunda başka bir hastalıkla bir arada ya da tek başına servisit bulunabilir. Belirtileri diğer pek çok hastalığa benzediği ve spesifik yakınmalar yaratmadığı için kişinin kendi kendine servisitten şüphelenmesi zordur. Genelde başka bir nedenden dolayı yapılan jinekolojik muayene ile fark edilir. Belirtileri: Servisitin ilk belirtisi adet kanamasının bitişini takip eden dönemde ortaya çıkan vajinal akıntıdır. Diğer belirtiler arasında KASIKLARDA AĞRI, anormal vajinal kanama, kaşınma, vajinada yanma, ilişki esnasında ağrı(disparüni) , ilişki sonrasında kanama, idrar yaparken yanma ve bel ağrısı bulunabilir. Hafif vakalarda herhangi bir bulgu olamayabilir ancak olay ilerledikçe kötü kokulu ve iltihabi bir akıntı ortaya çıkar. Rahim ağzı yaraları sonucunda oluşan;Uzamış ve tedavi edilmemiş bir servisit mukus (serviks salgısı) yapısını kötüleştirerek spermlerin servikal kanala girişini bozabilir ve bu şekilde kısırlığa yol açabilir. Dolayısıyla tecrübeli ellerde tedavisi ile kısırlık problemi olan bireylerde kendiliğinden gebelikler oluşabilir.Bu amaçla,Kısırlık tedavisinin ilk aşaması serviks ve vajendeki enfeksiyonların düzgün şekilde giderilmesidir. Çünkü kısırlık nedenlerinden birisi de servikal faktör denilen rahim ağzı problemleridir. Servisiti olan kadın gebe kalırsa da düşük ve erken doğum riskleri vardır. Ayrıca bu tür annelerden doğan bebeklerde doğum sonrası akciğer ve göz enfeksiyonları da normalden daha fazla görülür. Tanı: Yalnızca bir jinekolojik mauyene bile önemli derecede fikir vericidir. Servikste en sık karşılaşılan problemler; Servisit ve Servikal “ektropion” denilen iç epitelin dışa taşınması durumlarıdır. Servisit, yani serviksin iltihabı, vücudun normal çalışan savunma mekanizmalarının bir sonucu gelişir. Herhangi bir dokuda yaralanma, irritasyon ya da enfeksiyon olduğunda beyaz kan hücreleri yani akyuvarlar o bölgeye göç ederler ve bu bölgedeki kan akımı artar. Bu olay serviskte olduğunda, normalde açık pembe olan serviks kızarır ve şişer. Bu durum muayenede yara şeklinde görülebilir. Servisit tanısı genelde jinekolojik muayene ile konsa da tanıdan emin olmak ve kesin tanı koyabilmek için bazı ek tetkikler gerekebilir. Serviksteki lezyonları tanımak çok önemlidir. Nitekim bazan serviks kanserleri de özellikle erken evrede servikal yaralar ile karıştırılabilmektedir. Servisit Tanısında Kullanılan Testler : Smear: Servikal enfeksiyonu ve erken dönem serviks kanserinin taramasında kullanılır. Smear her kadının yılda bir defa yaptırması gerek son derece basit ancak bir o kadar da önemli bir testtir. Muayene sırasında, rahim ağzı salgısından ince bir fırça ile sürüntünün alınıp bir cam üzerine yayılarak patolojik incelemenin yapılması işlemlerini içerir. Ağrısız ve basit bir işlemdir. Biopsi :Eğer rahim ağzı ileri derecede anormal görünüyor ise lokal anestezi altında şüpheli alanlardan serviks biopsisi (parça alımı) yapılabilir. Eğer tek bir alan belirlenemiyorsa saat 3,6,9 ve 12 hizalarından biopsi alınır ve patolojik incelemeye gönderilir. Kolposkopi :Rahim ağzının ve vajenin ışık altında büyütece benzer bir optik alet yardımı ile incelenmesidir. Şüpheli alanları daha kolay ortaya çıkarmak için kolposkopi öncesi rahim ağzı bir takım kimyasal maddeler ile silinir ve daha sonra boyanır. Dokunun boya tutmadaki farklılıklarına göre biopsi alınacak yer tespit edilir. Kolposkopi ile rahim ağzındaki kılcal damarların yapıları da değerlendirilir ve anormal damarlanma olup olmadığı saptanır. Bu damarlanma değişiklikleri servisit ile kötü huylu hastalıkların ayrımında önemlidir. Servisit Nedenleri : Servisitin başarılı şekilde tedavi edilebilmesi altta yatan nedeninin tanımlanması ile ilgilidir. Eğer buna neden basit bir irritan (tahriş edici) madde ise bu maddenin kullanılmaması sorunu çözecektir. Altta yatan sebep bir enfeksiyon ise uygun şekilde antibiyotik tedavisi servisit problemini de çözecektir. Servisite neden olan en önemli üç mikroorganizma klamidya, gonore ve trikomonasdır. Bunun dışında bazı allerjik maddeler de bu duruma yol açabilir. Servisit Tedavisi : Eğer servisit durumu uzamış veya altta yatan etkenin tedavisine rağmen tabloda gerileme yoksa bu bölgedeki anormal hücreleri tahrip etmek için bazı küçük cerrahi girişimler yapılabilir. En sık kullanılan koterizasyon (yakma), krioterapi (dondurma) ve lazer tedavileridir. Her üç metotta da amaç aynıdır: iltihabi dokunun öldürülmesidir.Bir doku yakarakda dondurularak da yok edilebilinir… Koterizasyon : Koterizasyon ısı yardımı ile tahrip etmektir. Halk arasında bu işleme “yara yakma” adı verilir. Kronik servisitteki en eski ve en klasik yöntemdir. Kalem şeklinde bir probun ucundan elektrik akımı geçirilerek ısı elde edilir. Bir kaç dakika süren işlem esnasında çok hafif ağrı olabilir. Nadiren tecrübeli ellerde yapılmaz ise koter sonrası oluşan nedbe dokusu rahim ağzı kanalında tıkanmalara yol açabilir. İşlem sonrası 3-4 hafta ilişkiden sakınılmalı *Akıntının bol olacağı ve et suyu gibi olacağı konusunda hasta bilgilendirilmeli *2 adet sonrası kontrole çağrılarak iyileşme oranı belirlenmeli ve inatçı bölgelerde işlem tekrarlanmalıdır. Kriyoterapi: (dondurma) : Azot gazı ile ve bir prob yardımıyla bölgenin dondurulmasıdır. Bu işlemde çok tecrübeye gerek yoktur, çünkü dokuya tutunduğunda – 180 derecelik bir soğukluk oluşturur,insan vücudunun ısısı olan artı 37 derece de hesaba katılırsa 217 derecelik bir farkla dokuya tutunur. Bu probun orada kısa süre tutulması iyileşmenin yetersiz olması ile , çok tutulması ise çok derin bir alanın tahrip edilmesiyle sonuçlanır ve ileri derecede akıntıya yol açar. Bu nedenle ister yakma ister dondurma işlemi el yatkınlığı iyi olan hekimlerce yapılmalı ve önemsenmelidir.

  • Google Places
  • Instagram
  • Facebook
  • LinkedIn

©2022 DrSistem

bottom of page