Arama Sonuçları
Boş arama ile 1063 sonuç bulundu
- EPİDURAL ANESTEZİLİ NORMAL DOĞUM (AĞRISIZ DOĞUM)
Doğum belki de yaşam boyu görülebilecek en ağrılı durumlardan birisidir. Doğum sancısı annenin gereksiz yere acı çekmesine ve fizyolojik stres oluşturmasının yanında annenin yorgun düşmesine de neden olur. O yüzden son yıllarda doğum ve çıkım için belden uyuşturmalı ağrı kesici tekniklerinin kullanımı çok yaygınlaşmıştır. AĞRISIZ DOĞUM NE ZAMAN UYGULANIR ? Rahim kasılmaları düzenli hale geldikten (Doğum ağrıları oturduktan) sonra rahim ağzı yaklaşık % 60-70 incelip, açıklığı 4cm’e ulaşınca yani sancılar anneyi ciddi olarak rahatsız etmeğe başlayınca uygulanır. Daha önce uygulanması, kasılmaları etkileyip doğumu geciktirir. Geç kalındığında ise hem anne gereksiz ağrı çekmiş olur hem de ağrılar daha sık geleceğinden anne adayı işlem süresince hareketsiz kalamaz ve epidural uygulanması zorlaşabilir. AĞRISIZ DOĞUM NASIL YAPILIR? Bel bölgesindeki duramater zarı etrafına (Epidural alana) ağrı kesici ilaçların enjeksiyonu ile gerçekleştirilir. Anne adayı baskıyı, dokunmayı hisseder, hatta kalkıp yürüyebilir ama ağrıyı hissetmez. Normal doğum için gerekli olan doğum sancısı, kasılmalar vardır ama rahatsız etmez. İşlem 3 aşamada gerçekleşir: 1. aşamada annenin sırtında uygulama yapılacak bölge, antiseptik bir sıvı(Baticon) ile silinir ve steril örtüyle örtülür. Bu enfeksiyonu önlemek içindir. 2.aşamada cilt ve cilt altı çok ince bir iğne ile uyuşturulur. 3.aşamada ise epidural sahaya ucu künt bir iğne (tohy iğnesi) yardımıyla kateter yerleştirilir ve ilaç verilir. Özellikle bu aşamada annenin birkaç dakika kıpırdamadan durması çok önemlidir. Kateter yumuşak bir maddeden yapılmış, incecik bir sondacıktır. İlk yapılan ilacın etkisi geçince ilave ilaç yapılabilmesi için yerleştirilir. Kateterin dışarıda kalan kısmı alerji yapmayan özel flasterle omuza kadar yapıştırılır. Buradan ihtiyaç duyuldukça ara ara ilaç verilebildiği gibi önceden programlanmış otomatik pompalarla sürekli belirli doz ilaç ta verilebilir. Anne adayı ihtiyaç hissettiğinde bu pompaya bağlı bir düğmeye basarak kendiye ek doz yapabilir. Buna Hasta Kontrollü Analjezi (PCA) denir. Bu kateter, doğumdan sonra annenin ağrısı kalmayınca hiç can yanmadan kolayca çıkarılır. Epidural anestezinin normal doğumda uygulanmasındaki amaç sadece ağrıyı gidermek olduğundan, epidural aralığa sezaryen ameliyatlarına göre daha az dozlarda lokalanestezikile birlikte güçlü ağrı kesiciler de verilir. Bu sayede motor kayıp olmayacağından anne adayı ağrı duymadığı halde dokunmaları hissedebilir ve bacaklarını oynatabilir. Lokal anesteziğin miktarı çok düşük tutularak anne adayının normal doğum eylemi sırasında yürüyebilmesi dahi sağlanabilir.
- TANISAL VE OPERATİF HİSTEROSKOPİ NEDİR?
Tanısal histeroskopi polip, myom, yapışıklık, septum gibi patolojilerin izlenerek tanı koyulması amacı ile uygulanan bir yöntemdir. Bu yöntem soğuk ışık kaynağına sahip optik bir aletle rahim içinin sıvı doldurulmasının ardından, rahmin içi tabakasına kadar incelenerek gözlenmesine ve küçük aletler yardımı ile rahim içi operasyonların yapılmasına olanak sunmaktadır. Tekrarlayan düşüklerde, anormal adet kanamalarında ve rahim içi tüm patolojilerin tespitinde ve tedavisinde histeroskopi yöntemi kullanılmaktadır. Bu yöntemin iki türü bulunmaktadır. Bu iki tür Tanısal (Diagnostik) Histeroskopi ve Operatif (Cerrahi) Histeroskopi olarak adlandırılmaktadır. Bu aşamada da Tanısal ve Operatif Histeroskopi Nedir sorusuna yanıt vererek yöntemlerin detaylarını aktarmak gerekmektedir. Tanısal (Diagnostik) Histeroskopi Nedir? Tanısal histeroskopi yani en çok bilinen adı ile “Ofis Histeroskopi” rahmin içinin incelenmesi amacı ile yapılmaktadır. Muayene esnasında uygulanabilir olması nedeni ile daha çok ofis histereskopisi olarak adlandırılmaktadır. Tanısal histeroskopi, laparoskopi yönteminde olduğu gibi teleskop adı verilen ışıklı optik bir sistem aracılığı ile yapılmaktadır. Ancak bu sistemin çapı oldukça incedir. Tanısal amaç altında kullanılan sistemlerin çapı ortalama 5 mm olmaktadır. Rahim ağzına genişletme yani dilatasyon yapılmadan girişim yapılmaktadır. Bu işlem jinekolojik muayene pozisyonunda gerçekleştirilmektedir. Tanısal ve Operatif Histeroskopi Nedir ? Tanısal histeroskopide rahim ağzından bazı özel sıvılar içeri verilmektedir. Böylece işlem esnasında rahim duvarlarının birbirinden ayrılması sağlanmaktadır. Sıvı dolumu sonrasında genişleyen rahim içerisindeki yapılar histeroskopi yöntemi ile direkt olarak görüntülenebilmektedir. Böylece rahim içi tüm patolojiler rahatlıkla değerlendirilebilmektedir. Tanısal histeroskopi genellikle anesteziye ihtiyaç duyulmadan yapılmaktadır. Lokal anesteziye ve yatış işlemine gerek duyulmadan yapılan bu yöntem belli bir dönemde yapılmaktadırlar. Özellikle rahim içerisinin daha net ve kolay bir şekilde değerlendirilebilmesi için genellikle adet kanamasının bittiği birkaç gün sonrasında yapılmaktadır. Bu süre içerisinde hem yapısal hem de işlevsel olarak tüm rahim detaylı bir şekilde incelenmeye elverişli olmaktadır. Diagnostik yani ofis histeroskopi aracılığı ile rahim içerisindeki tüm miyom, polip, adezyon gibi tüm rahim içi patolojiler direkt olarak tespit edilebilmektedir. Histeroskopi sonrasında tanı koyularak gereklilik halinde tedavi için uygun yöntem ve hazırlıklar başlatılmaktadır. Operatif (Cerrahi) Histeroskopi Nedir? Tanısal histeroskopi esnasında tanısı koyulan pek çok anormallikler “Operatif (Cerrahi) Histeroskopi” ile yani adından da anlaşılacağı üzere cerrahi olarak tedavi edilebilmektedir. Özellikle rahim içerisindeki polip (büyüme gösteren parçalar), septum (rahmin bölünmesine neden olan parça), adezyon (yapışıklık) ve rahim içi miyomlar bu yöntem aracılığı ile cerrahi operasyonla tedavi edilebilmektedir. Tanısal ve Operatif Histeroskopi Nedir ? Konusunun detaylı bir şekilde açıklanarak ifade edildiği bu noktada, histeroskopide kullanılan histeroskopun içindeki kanalları aracılığı ile operasyonda kullanılacak aletlerin rahim içerisinde geçişinin sağlandığını söyleyebiliriz. Histeroskop içerisindeki bu kanallar arasından işlem esnasında kullanılacak cerrahi gereçler rahatlıkla geçmektedir. Bu sistemde dizayn edilen teknik sonrasında cerrahi girişim başlatılmaktadır Cerrahi yani operatif histeroskopi esnasında yapışıklıklar, rahim içerisinde görülebilen miyomlar ve polipler tedavi edilmektedir. Doğumsal anormallik varsa ya da rahmi tamamen ya da kısmen ikiye bölen bir septum mevcutsa histeroskopi yöntemi ile düzeltilmektedir. Bu girişim sonrasında da rahim duvarlarının birbirine yapışmasını önlemek amacı ile rahim içerisine özel adezyon önleyici jel uygulanmaktadır. Tüm girişimin bitmesinin ardından bazı hormon ilaçları ve antibiyotikler kullanılmakta ve enfeksiyon riski en aza indirilmektedir. Ayrıca hormonal ilaçlar ile rahim içi zarının daha hızlı bir şekilde iyileşmesi sağlanabilmektedir. Tanısal ve Operatif Histeroskopi Riskleri Nelerdir? Tanısal histeroskopinin komplikasyon oranı oldukça düşüştür. Bu oran operatif histeroskopide de aynıdır. Ancak bu iki yöntemde de rahmin delinmesi en çok görülen komplikasyondur. Oluşan delikler ise genellikle cerrahi bir girişime ihtiyaç duyulmadan kendi kendine iyileşme göstermektedir. Diğer gelişen komplikasyonlar ise işlemin en başında kullanılan ve rahmin genişlemesini sağlamak için rahim içerisine enjekte edilen sıvılardan kaynaklıdır. Bu sıvılar hastalarda alerjik reaksiyonlara yol açabilmektedir. Vücut ısısının düşmesi, kanda pıhtılaşma sorunları, solunum güçlükleri ve akciğerde sıvı birikimi gibi yan etkileri bulunan bu ilaçlara bağlı olarak gelişen komplikasyonlar tanısal ve operatif histeroskopide nadir de olsa karşılaşılan tablolardır. Operatif histeroskopi işlemi esnasında rahmin delinmesi haricinde karın içi organlarda yaralanmalar ya da kanamalar meydana gelebilmektedir. Bu durum her iki histeroskopi yöntemi için de oldukça riskli bir durumdur. Ancak cerrahi işlemler nedeni ile operatif yöntemde daha sık karşılaşılmaktadır. Ciddi ve hayati önem taşıyan bu komplikasyonlar delinme riskinden daha düşük oranlarda görülmektedir. Yani bu işlemde batın içi organ yaralanmaları, enfeksiyonlar ve kanama gibi komplikasyonların görülme sıklığının nadir olduğunu söyleyebiliriz.
- TÜP BEBEK TEDAVİSİNE HAZIRLIK SÜRECİNDE DİKKAT EDİLMESİ GEREKENLER
Tüp bebek yöntemi, doğal yollarla hamile kalamayan kadınların gebe kalabilmesi için uygulanan bir tedavi şeklidir. İlk olarak 1978 yılında İngiltere’de uygulanmaya başlanmıştır. Tüp bebek yönteminde erkeğin sperm hücresi ile kadının yumurta hücresinin alınarak laboratuvar ortamında birleştirilmesi ve belirli sıcaklıkta döllendirilmesi disiplinine dayanmaktadır. Birleşme sonucu oluşan embriyo ince bir katater yardımıyla rahim içine yerleştirilmektedir. Tedavinin başarılı olabilmesi için, tüp bebek tedavisine hazırlık sürecinde çiftlerin özen göstermesi gereken birtakım noktalar bulunmaktadır. Tüp bebek tedavisi öncesinde yaşam tarzına dikkat edilmesi tedavinin başarı oranını önemli derecede arttırmaktadır. Tüp bebek tedavisinin başarısını etkileyecek faktörler aşağıdaki şekilde sıralanabilmektedir; Sigara ve Alkol Tüp bebek tedavisine karar veren anne ve baba adayları sigara ve alkolden kesin olarak uzak durmalıdır. Sigara, kadınlarda yumurta kalitesini ve rahim duvarının sağlığını etkilemektedir. Erkeklerde ise sperm kalitesini bozmaktadır. Araştırmalara göre sigara içen bireylerde tüp bebek tedavisi başarı oranı önemli derecede düşük olmaktadır. Pasif içicilik durumunda da aynı olumsuzluklar söz konusudur. Tüp bebek tedavisine hazırlık sürecinde tedaviye başlamadan 3 ay önce sigara ve alkol bırakılmış olmalıdır. Sıcak Ortamlarda Bulunmamak Hamam, kaplıca ve sauna gibi sıcak ortamlar erkeklerde sperm kalitesini kadınlarda da yumurta kalitesini düşürür. Tüp bebek tedavisinden en az 3 ay önce böyle ortamlarda bulunulmaması önerilmektedir. Kilo Kontrolü - Obezite Tedavi gerektiren aşırı şişmanlık yani obezite tüm vücut fonksiyonlarını olumsuz etkilediği gibi kadınlarda, yumurtlama düzeni de, obeziteden olumsuz yönde etkilenmektedir. Aşırı şişman kadınlarda adet dönemleri düzensiz, yumurta sayısı ve kalitesi de düşüktür. Obezite kadının vücudundaki testosteron hormon seviyesinde artışa neden olarak kadınlık fonksiyonlarında gerilemeye neden olur. Anne adayları tüp bebek tedavisine başlamadan önce ideal kilolarında olmalılar. Araştırmalara göre obez bireylerde tüp bebek tedavisinin başarı oranı anlamlı derecede düşüktür. Gebelik elde edilse bile düşük riski yüksektir. Obez bayanların tüp bebek tedavisine başlamaları, yumurta sayısının ve kalitesinin arttırılması için ilaç yüklemesi yapılmasına neden olacaktır. Tüm bunlara rağmen obez kadınlarda tüp bebek tedavisine başlanmışsa foliküller yetersiz, yumurta gelişimi de zayıftır. Anne adayları tüp bebek tedavisi hazırlık sürecinde diyetisyen kontrolünde kilo vermelidir. Obezite erkekler için de tüp bebek tedavisinin başarısını etkileyen önemli bir etmendir. Bu problem; erkeklerde kısırlık ve düşük sperm kalitesine neden olmaktadır. Obez erkeklerdeki sperm sayısı ideal kilodaki erkeklere göre %20 daha az olduğu gözlemlenmektedir. Tüp Bebek Tedavisinde Beslenmenin Önemi Tüp bebek tedavisine karar veren çiftlerin bilinçli ve disiplinli olarak beslenmelerini de düzenlemeleri gerekmektedir. • E vitamini içeren; buğdaygiller, soya ürünleri, baklagiller, brokoli gibi yiyecekler tüketilmelidir. • A vitamini içeren; kara lahana, karnabahar gibi sebzeler tüketilmelidir. • C ve D vitamin içeriğine sahip olan süt ve süt ürünlerine, portakal suyu gibi besinler tüketilmelidir. • Kalsiyum, demir ve çinko içerikli yiyecekler tüketilmelidir. • Yiyeceklerden Omega 3 ve Omega 6 almaya özen gösterilmelidir. • Her gebe kadın için geçerli olan folik asit vitaminin gebelikten önce alınmaya başlanması çok önemlidir. Bu vitamin yeşil yapraklı sebzelerden, öğütülmeyen tahıllardan, soya gibi besinlerden alınabileceği gibi gerektiğinde hap şeklinde de alınabilmektedir. Tüp Bebek Tedavisi Öncesi Hazırlık Sürecinde Baba Adayının Uyması Gereken Davranışlar Tüp bebek tedavisi öncesi erkeğin sperm kalitesi için bazı konulara dikkat etmesi gerekmektedir; • Başka bir rahatsızlıktan dolayı tedavi görülüyor ve ilaç kullanılıyorsa mutlaka doktora bilgi verilmelidir. • Uygulamadan önceki son 3 ay içinde sigara ve alkol kesinlikle kullanılmamalıdır. • Ağır spor yapılıyorsa tüp bebek tedavisi öncesi hazırlık döneminde (son 3 ay) bırakılmalıdır. • Hamam, kaplıca gibi sıcak ortamlardan kaçınmalıdır. Sıcak, sperm kalitesini etkilemektedir. • Ateşli hastalıklar sperm kalitesini düşürerek tedavi başarısını etkiler. Tedaviye başlamadan önceki 2 ay içinde ateşli hastalık geçirildiyse doktorun bilgilendirilmesi gerekmektedir. • Bol ve rahat iç çamaşırları tercih edilmelidir. Sıkı çamaşırlar giyilmemelidir. • Genital bölgede herhangi bir hastalık söz konusu ise doktor mutlaka bilgilendirilmelidir. • Tedavi öncesinde son üç gün, uygulaman sonra da en az 10 gün kesinlikle cinsel ilişkiye girilmemelidir. Tüp Bebek Tedavisi Öncesi Anne Adaylarının Uyması Gereken Davranışlar • Başka bir rahatsızlıktan dolayı tedavi görülüyor ve ilaç kullanılıyorsa doktor mutlaka bilgilendirilmelidir. • Geçirilmiş ya da hala devam eden genital rahatsızlıklar hakkında doktor bilgilendirilmelidir. Bu tüp bebek tedavisine hazırlık sürecinde önemli bir konudur. • Özellikle karın bölgesi ile ilgili düzenli egzersiz yapılıyorsa tüp bebek tedavisine başlamadan 3 ay önce bırakılmalıdır. • Tüp bebek tedavisine başlamadan önce son üç ay önce sigara ve alkol kullanılmamalıdır. • Tedaviden önceki üç ay içerisinde hamam, sauna, kaplıca gibi sıcak ortamlarda bulunulmamalıdır. • Asitli içecekler içilmemelidir. • Tedavi boyunca doktor gerek görmediği sürece hiçbir ilaç alınmamalıdır. • Tedaviden önce kilo vermek için diyet yapılıyorsa tedavi sürecinde bırakılmalıdır. • Anne adayları tedavi öncesinde beslenmelerine özen göstermeliler. Bol miktarda sebze ve meyve tüketilmelidir. Kavrulmamış ceviz, badem, fındık gibi besinler sık olarak tüketilmelidir. Hazırlık aşamasında fiziksel sağlık kadar psikolojik destek de önemlidir ve göz ardı edilmemelidir. Aynı zamanda tüp bebek tedavisi sürecini yürütecek olan doktorun uzmanlık alanı ve tecrübesi de mutlaka sorgulanmalıdır.
- VAJİNA GENİŞLEMESİ NEDENLERİ NELERDİR?
Vajinal genişlemeye neden olan en belirgin neden doğumlardır. Vajinal genişlik ortalama olarak 2 cm civarındadır. Bu genişlik doğum esnasında 15 cm’ye kadar ulaşmaktadır. Vajina etrafındaki tüm kas dokularının bu genişleme sonrasında deforme olup yırtıldığını söylemek mümkündür. Bu nedenle Vajina Genişlemesi Nedenleri Nelerdir soru başlığı altında ilk olarak normal doğumların olduğunu açıklayabiliriz. Normal doğum esnasında kas dokusunda meydana gelen yırtıklar sonrasında vajina eski yapısına ve sıkılığına dönmemekte ve eski darlığına ulaşamamaktadır. Bununla birlikte cinsel ilişki sayısının artmasına bağlı olarak da vajinal genişlemeler olur. Ancak bu durum çok olmasa da vajinal genişlemeye bir miktar etki etmektedir. Doğum esnasında bebeğin vajina kanalından çıkışı esnasında doğumun daha kolay gerçekleştirilebilmesi için ve makata doğru uzanım gösteren yırtıkların oluşmaması için epizyotomi adı verilen kesiler yapılmaktadır. Bebeğin çıkışının ardından bu kesi dikilerek kapatılmaktadır. Bu dikişin düzgün atılmaması halinde enfeksiyonlar ya da iyileşme sürecinde sorunlar görülebilmektedir. Bu durumlarda da vajinada genişlemeler izlenmektedir. Genişlemeye etki eden bir diğer neden ise; yaştır. Yaşın ilerlemesi ile tüm vücut dokusunda gevşemeler görülmektedir. Bununla birlikte vajina etrafındaki kas dokularında ve bağ dokularında da gevşeme ile birlikte esnemeler ortaya çıkabilmektedir. Kasların ve bağ dokularının esnekliği ardından vajinada genişlemeler görülmektedir. Bazı kadınlarda kollajen doku farklılıkları olabilmektedir. Bu farklılıklardan dolaylı dokuları çok esnektir. Bu nedenle bu tip kişilerde vajinal genişlemeler daha sık rastlanmaktadır. Ayrıca daha erken yaşlarda büyük bir soruna neden olan bu genişlemeler 20’li yaşlarda vajina genişlemesi için tedaviye başvurulmasına yol açmaktadır. Vajinal genişlemeler sonucunda bir takım cinsel sorunlar yaşanması ile bu problem pek çok kadın için rahatsız edici ve bir tabloya neden olmaktadır. Vajina Genişlemesi Nedenleri Nelerdir ? Hem estetik hem de fonksiyonel bozulmaların eşlik ettiği bu problemler ise vajinal daraltma ameliyatları ile giderilmektedir. Vajina Genişlemesine Neden Olan Risk Faktörleri : Vajina Genişlemesi Nedenleri Nelerdir konu başlığında yukarıda belirtilen unsurların dışında bir takım risk faktörleri bulunmaktadır. Özellikle menopoz bu vajina genişlemesinde önemli bir risk faktörüdür. Doğurgan dönem içerisinde aktif olarak salgılanan östrojen hormonu pelvik yapılarındaki kas ve bağ dokularının güçlü olmasına yardımcı olmaktadır. Ancak menopoz dönemi sonrasında östrojen seviyesinin düşmesine bağlı olarak bu pelvik bölgesindeki güç kaybedilmektedir. Buna bağlı olarak da vajinal bölgedeki kas ve bağ dokularında gevşemelere eşlik eden vajina genişlemesi görülmektedir. Bilindiği gibi uterus yani rahim vajinın üst kısmında yer alan destek yapı içerisindedir. Histerektomi işlemi de uterusun ameliyatla çıkarılıp alınmasını ifade etmektedir. Rahmin alındığı durumlarda vajinanın üst bölümü vajinal açıklığa düşebilmektedir. Bu durumda da vajinal kubbe sarkması ortaya çıkmakta ve genişlemeye yol açmaktadır. Yukarıda belirtilmekte olan tüm nedenler ve risk faktörleri ele alındığında vajinal genişlemeye neden olan unsurları özetle sıralamak mümkündür. Doğum Yaş Menopoz Irk Obezite Dokuların ve kasların deformasyonları Sinirlerdeki ve dokulardaki işlev bozuklukları Geçirilmiş pelvik cerrahiler Tüm bu risk faktörleri ve nedenler dışında adet dönemleri içerisinde de vajina genişlemesi görülmektedir. Adet dönemi içerisinde vajina içerisinden kan akışının sağlanabilmesi için 1 – 2 cm çapında genişlemeler olmaktadır. Ancak bu genişlemeler adet kanamasının sonlanmasının ardından daralmakta ve vajina eski darlığına geri dönmektedir. Ancak Vajina Genişlemesi Nedenleri Nelerdir konu başlığında yanlış bilgilerin de düzeltilmesi gerekmektedir. Pek çok kimse tarafından cinsel ilişki esnasında ya da cinsel ilişki sayısına bağlı olarak vajinada genişlemeler olduğu düşünülmektedir. Bu durum vajinanın genişlemesine çok ufak bir etkide bulunmaktadır. Yani vajina elastik bir yapıya sahip olması nedeni ile hem ilişki esnasında hem de doğum esnasında esneyebilen bir yapıya sahiptir. Bu nedenle uyarılma ve cinsel ilişki sırasında vajinadaki değişiklikler tamamen normal olarak algılanmalıdır. Yani doğum esnasında 15 cm çapa kadar genişlemeye elverişli olan vajinanın cinsel birliktelikler sonrasında ya da sayısına bağlı olarak bir rahatsız eden ve deformasyonlara yol açan bir genişleme göstermeyeceğini söyleyebiliriz. Bu noktada da vajina genişlemesi olduğunu düşünen hastaların muhakkak kapsamlı bir fizik muayene olması önerilmektedir. Hastanın öyküsü ve fizik muayenesi eşliğinde vajina daraltma teşhisi konulmaktadır. Genişleme teşhisinin koyulmasının ardından uygulanacak tedavi yöntemi ise genişlemenin ya da sarkmanın türüne göre değişiklik göstermektedir. Bu durum için hekim vajinanın her bir alanını detaylı bir şekilde inceleyerek bir takım testler sonucunda uygulayacağı yöntemi belirlemektedir.
- Kanseri Haber Veren 7 Belirtiye Dikkat
“Kanser”, belirtileri hakkında bilinçli olunması ve erken dönemde teşhis edilebilmesi sayesinde günümüzde artık tedavi edilebilen bir hastalık… Kanserden korunmak ve sağlıklı bir yaşam sürmek ise vücutta meydana gelebilecek küçük değişiklikleri önemsemekle mümkün… Karında şişlik 2 haftadan uzun sürüyorsa… Sürekli devam eden, karında 2 hafta veya daha uzun süren şişlik ciddiye alınmalıdır. Karında şişlik veya genişleme, yumurtalık kanserinin erken ve bazen de tek belirtisi olabilir. Karında şişlik, hem erkek hem de kadınlarda sık görülen yaşam kaybı riski yüksek olan kolorektal yani kolon ve rektum kanserlerinin belirtisi de olabilir. Az miktar yemek sonrası sindirim zorluğu varsa… Az miktarda yenen bir yemek sonrası bile tokluk hissetmek yumurtalık, pankreas veya mide kanseri belirtisi olabilir. Pankreas kanseri, en zor tedavi edilen ve mümkün olan en erken evrede tespit edilmesi gereken bir türdür. Hem erkek hem de kadınlarda görülen pankreas kanserinin diğer sık rastlanan belirtileri; iştah kaybı, istem dışı kilo kaybı, sarı renk gözler ve/veya cilt (sarılık) ve solgun, iri, kaygan ve yüzen dışkıdır. Sık idrara çıkılıyor ve dışkılama alışkanlıkları değişiyorsa… Sık idrara çıkma veya sık idrara çıkma isteği olmasına rağmen idrara çıkamama, mesane kanserinin sinsi belirtilerindendir. Daha çok ileri yaştaki erkekleri etkileyen bu hastalıkta, kırmızımsı sarı veya koyu kırmızı idrar görülür. Sık idrara çıkma isteği, yumurtalık kanserinin de göze çarpan belirtilerinden biridir. Dışkılama alışkanlıklarında birkaç günden uzun süren değişiklik (ishal, kabızlık v.s.) veya dışkılama hissi, dışkılama sonrası rahatlayamama gibi belirtiler de kolorektal kanserlerin göstergesi olabilir. Memede ele gelen kitle ve değişiklikler görülüyorsa… Memede kitle, meme kanserinin en sık rastlanan belirtilerinden biri olmasına rağmen daha göze çarpan belirtileri de mevcuttur. Memenin tümü veya bir kısmında şişlik, memenin derisinde kızarıklık veya renk değişikliği, nadir görülen ancak oldukça agresif olan ve yaşam kaybı riski taşıyan inflamatuvar (iltihaplı) meme kanseri belirtileri olabilir. Bu belirtiler sadece kadınlar için değil, erkekler içinde meme kanserinde dikkat edilmesi gereken belirtilerdir. İstem dışı kilo kaybediliyorsa… Kilo kaybı istem dışında gerçekleşirse, kanserin habercisi olabilir. Açıklanamayan kilo kaybı; mide, pankreas, akciğer ve zaman zamanda böbrek kanserlerinde sıkça rastlanan bir belirtidir. İstem dışı kilo kaybı, kişinin iştahı yerinde olmasına ve iyi beslenmesine rağmen kilo kaybı yaşamasıdır. Buna ek olarak, bazı kişilerde mide bulantısı, kusma ve halsizlik belirtileri de görülebilir. Ses kısıklığı uzun sürüyorsa… Ses kısıklığı; soğuk algınlığı, alerji veya basit bir ses rahatsızlığı olarak değerlendirilebilir. Ancak devam eden ses kısıklığına dikkat edilmesi gerekir. Sigara kullanan kişilerin, devam eden ses kısıklığında doktora başvurması olası gırtlak veya akciğer kanserinin daha erken teşhis edilmesine ve daha etkin bir tedaviye imkan sağlar. Ayrıca, ses kısıklığı özofajeal, mide veya tiroit kanseri belirtisi olarak da görülebilir. Tırnakların üzerinde çizgilenmeler varsa… Ayak veya el tırnaklarınızda görülen koyu renk çizgiler, endişelenecek bir durum olduğu anlamına gelmeyebileceği gibi en fazla yaşam kaybı riski taşıyan kanser türlerinden biri olan cilt kanserinin (melanom) belirtisi de olabilir. Bu belirtilerin göz ardı edilmemesi gerekir. Bunun yanı sıra kronik yaralar, deri tüberkülozu, yara izleri, bazı kanserojen madde içeren kimyasallar ve risk taşıyan benlerin (rengi ve şekli değişik, büyük benler) cilt kanserinde etken rol oynayabileceği unutulmamalıdır.
- Tedavi Olmuş Kanser Neden Tekrarlar?
Tam cevap alınmış kanser tedavilerinden sonra yaşanılan en büyük sorunlardan biri kanserin uzun yıllar sonra tekrarlama (nüks) etme riskidir. Peki kanserin uzun yıllar sonra tekrardan ortaya çıkmasına neden olan faktör nedir? Tümör uykusu kanser hücrelerinin uzun süre boyunca teşhis edilmeyecek halde "uykuda" kalmasıdır. Bu tip hücreler standart tedavileri atlatıp uzun yıllar sonra tekrardan bölünmeye başlayarak kanserin nüksetmesine (tekrarlamasına) neden olur. Tümör uykusunun sıklıkla gözlendiği kanser türleri; -meme kanseri, -prostat kanseri, -deri kanseri (malign melanom) ve -B hücre lenfomadır. Uyuyan kanser hücrelerinin temel 4 özelliği vardır: 1. Düşük bir hızda büyüme, 2. Standart kanser tedavilerine direnç, 3. Bağışıklık sistemini atlatma ve 4. Kendini yenileme Hücre büyümesinin kontrolü gelişmiş bir yönetici tarafından yapılır. Ortam şartları uygun olana kadar çoğalmazlar. 3 çeşit tümör uykusu mekanizması vardır: 1) Hücresel uyku: Hücreler sürekli G0 kontrol noktasında tutulur. Bu sebeple bölünmezler ve çoğalmazlar. 2) Anjiyogenik uyku: Kanser hücreleri çok hızlı büyüdüklerinden dolayı bir süre sonra besin sağlamak için damar oluşturmaya ihtiyaç duyarlar. Ancak bazı hücreler yeteri kadar damar oluşturamaz. Büyüme hızları durur, ölen hücreler ile büyüyen hücre sayısında sürekli bir denge meydana gelir. Bu dengeye anjiyogenik uyku adı verilir. 3) İmmunojenik uyku: Bağışıklık sistemimiz tümörlere 3 şekilde yaklaşır. Eliminasyon (yok etme), Equilibrium (denge) ve kaçış bölümleridir. Bazı tümör hücreleri bağışıklık sistemimize "dost" görünmeyi öğrenmekte ve adapte olmaktadır. Bu sayede yıllarca uykuda kalmaktadır. Standart kanser tedavileri ve çevresel faktörler bu hücrelerin uyanmalarına ve agresif bir şekilde bölünmelerine neden olabilir. Tümör hücrelerinin neden ve nasıl uykuya daldığı henüz cevaplanamamıştır. Yapılan son araştırmalar epigenetik (genetik ve çevre ilişkisi) faktörlerin etkili olduğunu göstermektedir. Bu hücrelerin aynı tip hücreler olması kanser kök hücrelere karşı geliştirilmiş hedeflenmiş tedavilerin tümör uykusuna karşı da başarı sağlayabilir. Bir diğer sorun ise başarılı bir kanser tedavisi uygulanmış hastaların tümünde halen uyuyan kanser hücrelerinin olup olmadığıdır. Son yıllarda kanser araştırmalarında tümör uykusuna karşı nasıl bir strateji geliştirilmesi gerektiği tartışılmaktadır. Temelde iki seçenek vardır; 1. Uyuyan kanser hücrelerini uyandıran tedaviler geliştirmek mi yoksa 2. Tümörün uykuda kalmasını sağlayan tedaviler mi? Son yapılan klinik araştırmalarda tümörü uykudan uyandıran tedavilerin kanser hücresinin daha agresif bir şekilde bölünmeye başlamasına neden olduğu ve çoklu ilaç dirençliliğine sahip kanser hücrelerinin gelişmeye başladığı gözlemlenmiştir. Bu sebeple genel kabul gören görüş tümörün uykuda kalmasını sağlayacak tedaviler geliştirmektir. Epigenetik faktörleri hedef alan ilaçlar bu amaçla umut vaat etmektedir. Sağlıklı ve mutlu kalın...
- MİGRENDE BOTOX UYGULAMASI
Kronik migrende botox tedavisinde, toplam 7 ayrı bölgeye ve 31 noktaya toksin enjeksiyonu yapılır. Ağrının daha yoğun olduğu bölgelere daha fazla enjeksiyon yapılabilir. Tetikleyici bölge genellikle sağ ya da sol alın, şakak ya da ensedir. Bu tedavi 3 ayda bir uygulanır. 3-5 kür arası değişen kürlerde uygulanır. Migrende botox tedavisi sonrası hastaların %70'inde %50 oranında azalma olmuştur. Ayrıca bu hastalarda aynı zamanda yaşam kalitesi ve baş ağrısına bağlı engellilik miktarında önemli iyileşmeler gözlenmektedir. Botox tedavisi sonucunda hastaların canlılığında, psikolojik durumunda ve genel yaşam belirgin düzelmeler ortaya çıkmaktadır. Botox enjeksiyonu ne kadar süre sonra etkisini gösterir? Enjeksiyon yapıldıktan 2 ila 7 gün sonra etki görülmeye başlar. Enjeksiyondan bir ay sonra Hasta tekrar muayene edilir. Botox enjeksiyonunun en sık görülen yan etkileri nelerdir? Botox enjeksiyonlarının belirgin yan etkisi azdır. Ancak, enjeksiyon bölgesinde nadiren şişlik, kızarıklık ve hassasiyet ,yüzde ve başta ağrı, kaşlarda düşme (pitozis), grip benzeri şikayetler, iğne bölgesinde hematom, kızarma, ağız kuruluğu, kas zayıflığı gibi geçici yan etkiler gözlenebilir. Botox uygulamasının ardından ilk 4 saat spor yapmak, masaj, enjeksiyon bölgelerini ovuşturmak, oynamak, başı öne eğmek ,uygulama arkasından hemen yatmaktan ve sıcak banyo yapmaktan kaçınılmalıdır. Senelerdir çektiğiniz baş ağrılarınız bir türlü geçmiyorsa Botox enjeksiyonu sizin için bir seçenek olabilir. Botoksun migren üzerine etkisi yakın zamana kadar bilinmiyordu. Migren hastası olup da, yüz bölgesindeki kırışıklıkların düzeltilmesi için botoks enjeksiyonu uygulanan hastalarda botoks enjeksiyonu uygulamasının ardından migren ataklarının düzeldiğinin fark edilmesi ile bu tedavi tesadüfen keşfedilmiş oldu. Migren ağrılarının büyük bir kısmının altta yatan nedeni baş bölgesindeki kasların gerginliğidir. Migrende ağrı ataklarına neden olan kasların gerginliği ortadan kaldırılırsa yani kaslar gevşetilirse, migren ağrılarına neden olan faktör de ortadan kaldırılmış olur. Migren tedavisinde birçok ağrı dindirici ilaç kullanılıyor. Ancak botoksun en büyük avantajı, botoks ağrıyı dindirmiyor, ağrının ortaya çıkmasını engelliyor. Migren hastalarının % 80-90´ı botokstan yarar görüyor. Botoksun migren tedavisindeki etkisi yaklaşık 4 ay sürüyor. Yani bir botoks uygulamasından sonra 7-10 gün içinde etkisi başlıyor ve 4 ay boyunca ağrısız bir dönem yaşıyorsunuz. Etkisi 4. ayın sonunda geçmeye başladığında tekrar yeni bir uygulama yapılması gerekiyor. Botoks injeksiyonu uygulaması nasıl yapılıyor? Botoks bir ilaç injeksiyonu şeklinde uygulanır. Ağrılı bir işlem değildir. Çok ince uçlu bir iğneyle injeksiyon yapılır. İnjeksiyon yapıldığı anda iğne batmasına bağlı olarak hafif bir acı hissedebilirsiniz, tek hissedeceğiniz acı sadece bundan ibarettir. Botoks, migren tedavisi uygulanacaksa, gerginliğe neden olan kasların içine, kırışıklıkların düzeltilmesi isteniyorsa kırışıklığa neden olan kasların içine, terleme tedavisi uygulanacaksa, terleme şikayeti olan bölgede derinin altına yapılması gerekir. Toplamda 5-10 dakikalık bir işlem. Botoksun etki süresi ne kadardır? Botoksun etkisi enjeksiyon uygulamasından 1 hafta sonra yeterli seviyeye gelir, etki her geçen gün giderek artar ve 1 ay sonunda yerleşik bir hal alır. 2-3 ay kadar bu seviyede kalır ve sonra yavaş yavaş azalmaya başlar, 5-6 ay sonra etkisi tamamen kaybolur. Tekrar eden enjeksiyonlarda etki süresi daha uzun olur. Botoksun etkisi geçtiğinde hiçbir sakıncası olmaksızın tekrar tekrar uygulanabilir.
- Ayak bileği ve ayak tabanındaki ağrıya dikkat!
Ayak bileği ve ayak tabanında ağrı yapan sebeplerden biri olan tarsal tunel sendromu nadir görülen tuzak nöropati olarak biliniyor olsa da nöroloji polikliniğimizde sık olarak rastladığımız tuzak nöropatilerden biridir. Ayak bileğinin iç kısmından başlayıp tüm ayak tabanına kadar yayılabilen ağrı, uyuşma ve güç kaybı ile karakterize tuzak bir nöropatidir. Bacaktan gelip ayak parmaklarına giden posterior tibial adı verilen sinirin ayak bileği iç kısmında bulunan tarsal tünel dediğimiz kanaldan geçerken sıkışması sonucu oluşmaktadır. Tarsal tünel sendromu nedenleri Ayak bileğinin travmaları, bilekte oluşan kist, damar anomalileri, tümörler, enfeksiyonlar tarsal tünel sendromuna neden olabilmektedir. Ancak polikliniğimizde sıklıkla çok ayakta kalan, uygun ve rahat ayakkabı giymeyen kilolu kadınlarda daha sıklıkla karşılaşmaktayız. Sinir ayak bileğine sürekli ve aşırı yük binmesi ve kilo alımıyla da daralan tarsal tünelde kolayca sıkışmaktadır. Ağrı ayak tabanına vurduğu gibi daha yukarı bacaklara da vurmaktadır. Çoğu hastada ağrının geniş bir alana yayılması nedeniyle kişi ağrının başladığı odak noktasını fark edememektedir. Bu nedenle topuk dikeni, romatizmal hastalıklar, siyatalji gibi diğer ağrı nedenlleri ile karışmakta ve doğru tanı konması zorlaşmaktadır. Hastalığın kesin tanısı ayak bileğinin MR incelemesi ve EMG tetkiki ile konmaktadır. Tarsal Tunel Sendromunda Tedavi Altta yatan enfeksiyon, ödem, kist, tümör gibi bir neden var ise bu sebeplerin ortadan kaldırılması sağlanmalıdır. Öncelikle tarsal tünel sendromuna neden olan durumun ortadan kaldırılması gerekir. Kilo vermek, çok ayakta kalmamak, uygun ve rahat ayakkabı kullanmak gibi. Mutlaka bir nöroloji uzmanına danışarak analjezik ve anti-enflamauar ilaçlar, nöropatik ağrıda kullanılabilir. Bu önlemler ile yeterli yanıt alınamayan hastalar da bir nörolog kontrolünde bu bölgeye lokal olarak kortizon enjeksiyonu uygulanabilmektedir. Tüm bu tedavilere rağmen yanıt alınamıyor ise tedavi cerrahidir.
- ESANSİYONEL TREMOR (ELLERDE TİTREME)
TREMOR (TİTREME) Tremor: Türkçe karşılığı titremedir. Kasların kısa süreli kasılması ile ortaya çıkan bir hareket bozukluğudur. Türkiye'de ve tüm dünyada sık olarak görülmektedir. Her tremor (titreme) bir hastalık belirtisi değildir. Fizyolojik tremorlar yani beyinde bir patolojiye bağlı olmayan tremorlar da vardır ve 40 yaş üzerinde oldukça da sık (%4) görülürler. En sık rastlanan hareket bozukluklarından biridir. Esansiyonel tremor; Benign (iyi huylu), ailevi ya da kalıtsal tremor olarakda bilinir. En sık rastlanan hareket bozuklukları arasındadır. Erişkin yaşlarda başlar yaşlanmayla ilerler. Postural ve kinetik tremor şeklindedir. Yani belli pozisyonda (eller öne uzatıldığında) yada hareket sırasında (bardak, kaşık tutarken ya da yazı yazarken) ortaya çıkarlar.Eller ve kollar tamamen serbest olduğunda örneğin kucakta istirahat halinde durur. En çok ellerde görülür. Sonra baş-boyun,bacaklar, ses (seste titreme -larinx) ve gövdede ortaya çıkar. Geneliikle başlangıçta hastanın günlük işlerini etkilemezler. Ancak ileri dönemlerde daha çok hiper adrenerjik durumlarda (heyecan-stres) hayat kalitesini ciddi şekilde etlileyen bir duruma gelebilir. Tiremesi olan kişilerin stes,uykusuzkuk ve aşırı kafein tüketimi durumlarında titremeleri artmaktadır.Hastada başka nörolojik bir belirti yoktur. Görüntüleme yöntemleri ve kan tahlilerinde herhangibir patoloji yoktur. Titreme bazen tiroid fonksiyon bozukluklarında ortaya çıkabilr. Bu tip titremeler genellikle herediter yani genetiktir. Esansiyonel tremoru parkinson hastalığı tremorundan ayırt etmek gerekir. Esansiyonel tremorun görülme sıklığı parkinson hastalığından 10 kat daha sıktır.Parkinson tremoru statik tremordur.Esansiyonel tremorun tersine istirahat halinde, eller rahat pozisyonda duruken ortaya çıkar, hareketle azalır. Parkinson hastalığında esansiyonel tremoru olan hastalarda görülmeyen diğer nörolojik bulgular vardır. Bunlar hareketlerde yavaşlama, küçük adımlarla yürüme, baş ve gövde öne eğik vaziyette yürüme, yüzde mimiklerde azalma, rijidite dediğimiz kaslarda sertlik gibi bulgulardır. Esansiyonel tremor kadar sık olmasada karıştırılmaması gereken tremorlardan biri de serebellar (beyincik lezyonlarında) tremordur.esansiyonel tremor gibi kinetik(hareketle ortaya çıkan)bir tremordur. Esansiynel treora göre daha şiddetlidir.Eller hedefe yaklaştıkça tremor artar. Bardak ağıza yaklaştıkça artar tam suyu içecek iken dökülmeye başlar. Ayrca cerebellar patolojisi olan hastalarda esansiyonel tremorda görülmeyen yürürken ve otururken dengesizlik gibi başka muayene bulgularda bulunabilir. ET yaşam sürenizi kısaltmaz. Titreme zamanla artabilir ancak değişim genellikle yavaş ve yıllar içinde meydana gelir. Sonuç olarak bazı hastalarda yazı yazma, yemek yeme ve içme aktivitesi sırasında güçlük, hatta sosyal açıdan utanma gibi durumlar bir miktar yeti yitimine neden olabilir. Hafif düzeyde titremeyi tedavi etmeye gerek yoktur ve erken tedavi hastalığın doğal seyrini durdurmaz ya da yavaşlatmaz. Esansiyonel tremorun tedavisi; titremeler hastanın yaşam kalitesini düşürüyorsa, günlük aktiviteleri yerine getirmekte güçlük çekmeye başlandığında ilaç tedavisine başlanır. Propranolol en çok kullanılan ilaçlardan biridir. Ancak hastanın tansiyon ve nabzının düşük olmamasına dikkat edilmelidir. Diğer bir ilaç primidon; anti epileptik bir ilaçtır. Çok düşük dozlarla başlayıp artırmak gerekir. Benzodiazepin, gabapetin, topiramat gibi iaçlar da kullanılmaktadır. Ayrıca etkilenen kas gruplarına botilinum toksini enjeksiyonu uygulanabilmektedir. Özellikle baş-boyun titremelerinde daha etkili olduğu gözlemlenmiştir. İlaç tedavisi ile sonuç alınamayn ve şiddetli tremoru olan hastalarda cerrahi tedavi yöntemleri vardır.Bunlar: • Talamatomi; beyinin talamus bölgesinde hasar oluşturularak yapılan bir beyin ameliyatıdır. • Derin beyin stimülasyonu (DBS); bir diğer talamus cerrahisi olup elektrod olarak adlandırılan bir tel talamus bölgesine yerleştirilir ve göğüs üzerinde cilt altına yerleştirilen pil benzeri bir cihaza bağlanır.
- EPİLEPSİ (SARA HASTALIĞI)
Epilepsi altta yatan bir sürece bağlı olarak tekrarlayan nöbetleri içeren bir klinik tablodur. Epilepsi nöbetleri beyindeki sinir hücrelerinin birden anormal ve yoğun deşarjları sonucu ortaya çıkmaktadır. Klinik tablo çok çeşitli olabilmektedir. Beyinde hangi bölgede sinirlerin deşarj olduğuna ve tüm beyine yayılıp yayılmadığına göre değişmektedir. Halk arasında sara nöbeti denilen klasik tipte (jeneralize tonik-klonik tipte nöbet) ellerde kollarda kasılma, ağızdan köpük gelme şeklinde bayılmalar şeklinde olabileceği gibi sadece birkaç saniye süren gözlerde dalma atakları (absans tipi epilepsi) şeklinde de epilepsi nöbetleri görülebilmektedir. Nöbetler şuur değişikliği ile birlikte olabileceği gibi şuur değişikliği olmadan da görülebilmektedir. Toplumda görülme sıklığı bin kişide 5 ile 10 kişi arasındadır. Epilepsi tipleri nelerdir? Epilepsi nöbetleri parsiyel (kısmi) ya da jeneralize (yaygın) olmak üzere iki tipte görülmektedir. Parsiyel (kısmi) nöbetlerde nöbet aktivitesi beynin belli bir yerinde sınırlı kalmakta beynin diğer bölgelerine yayılmamaktadır. Jeneralize (yaygın) tip epilepside ise beyinin yaygın olarak diğer bölgeleride eş zamanlı olarak etkilenmektedir. Parsiyel (kısmi) nöbetlerde genellikle altta yatan beynin yapısal bir bozukluğu söz konusudur. 1-Parsiyel (kısmi) nöbetler Parsiyel (kısmi) nöbetler basit parsiyel epilepsi ve kompleks parsiyel epilepsi olmak üzere iki gruba ayrılır. Basit parsiyel nöbette şuur bozukluğu olmaz iken kompleks parsiyel nöbette şuurda bozulma olmaktadır. Parsiyel (kısmi) nöbetlerde görülen belirtiler beynin hangi bölgesi etkilenmiş ise beynin bu bölgesi hangi görevi üstleniyorsa ona ait bulgular ortaya çıkmaktadır. Basit parsiyel nöbetlerde şuur bozukluğu olmadan motor, duyusal, otonomik yada psişik şikayetler ortaya çıkmaktadır. Fokal motor nöbetlerde şuur tamamen normal iken bir kol yada bacakta kasılma-titreme şeklinde yada baş ve boynun bir tarafa istemsiz olarak dönmesi şeklinde yada tüm vücutta kasılma-dönme ve konuşma bozukluğu tarzında nöbetler olabilmektedir. Duyusal nöbetlerde yine vücudun bir bögesinde tek kol, bacak yada bir yüz yarısında uyuşma, karıncalanma, ağrı yada yanma şeinde nöbetler görülebilmektedir. Otonomik belirtilerin olduğu nöbetlerde yüzde kızarma, tansiyonda düşme yada yükselme, terleme, solma, göz bebeğinde büyüme yada küçülme şeklinde olabilmektedir. Psikojenik belirtiler ile birlikte olan nöbetlerde deja vu (O anı daha önceden yaşamış gib hissetme), jamais vu (O anda çok yabancı bir yerde gibi hissetme), korku ve sinirlilik atakları şeklinde görülebilmektedir. Kompleks parsiyel epilepsi (psikomotor epilepsi) Genellikle midede garip bir his şeklinde başlayıp sonra hareketsiz kalarak sabit bir noktaya bakma, ağzını şapırdatma,yalanma,eller ve parmaklarıyla bir şey ile oynuyormuş gibi anlamsuz hareketler görülmektedir. O anda etrafında bulunan kişiler hastanın uyanık olduğunu aznnederek soru sorduklarında hasta cevap veremez. Bu nöbetler genellikle 1-2 dakikayı geçmemektedir. 2-jeneralize (yaygın) nöbetler: Jeneralize nöbetler absans, jeneralize myoklonik, jeneralize tonik, jeneralize tonik-klonik tiplerde olabilmektedir. Absans tipi nöbetler genellikle çocuklarda görülmekte olup 5-10 sn süren dalma atakları şeklindedir. Çocuk gözünü bir yere dikerek 5-10 sn bu şekilde dalıp kalmaktadır. Jeneralize myoklonik nöbetlerde tek ya da iki kolda ani sıçrama hareketi şeklinde nöbetler olabilmektedir. Bu sırada hasta elindeki eşyaları düşürebilir, fırlatabilir. Jeneralize toik-klonik tipte nöbetler jeneralize nöbetlerin en sık görülenidir. Halk arasında sara nöbeti olarak bilinen tiptir. Hasta da ellerde, kollarda, tüm vücudunda kasılma-titreme şeklinde bayılmalar söz konusudur. Ağzında köpük gelme, dilini ısırma, idrar kaçırma görülebilmektedir. Bazen de nöbetler parsiyel (kısmi) başlayıp jeneralize olabilmektedir. Epilepside tanı nasıl konulur? Epilepsi tanısında nöbetin görülmesi büyük önem kazanmaktadır. Bu nedenle epilepsi hastalarının nöbetinin kayıt edilmesi tanıda çok yardımcı olmaktadır. Epileopsiye neden olan beyine ait bir yapısal lezyon olup olmadığını görmek amacıyla beyin MR çelilmektedir. Epilepsi tanısını koymak ya da tanıyı deteklemek ve epilepsinin türünü tayin etmek amacıyla EEG tetkiki önemlidir.Epilepsisi olan erişkin hastaların uyanıklık EEG'sinde %50 oranında epileptiform aktivite gmrğlmektedir. Uyku sırasında çekilen EEG' de bu oran %80'lere çıkmaktadır. Epilepsisi olmayan hastalarında %2-3 'ünde EEG'de epileptiform aktivite görlebilmektedir. Bu nedenle epilepsi nöbetinin görülmesi büyük önem kazanmaktadır. PET (positron emisyon tomografi) bazı merkezlerde kranial MR ve EEG'nin bilgi vermediği durumlarda bazı hastalarda bölgesel kan akımı hakkında bilgi vermesi nedeniyle kullanılabilmektedir. Epilepside tedavi nedir? İlk kez nöbet geçiren hastalarda geçirilen atağın epilepsi nöbeti olup olmadığının tespiti zor olabilmektedir. Senkop, ritm bozukluğu, hipotansiyon gibi kardiyak yada hipogliisemi, karaciğer yetmezliği gibi metabolik yada yüksek ateş gibi enfeksiyon kaynaklı olmadığından emin olunmalıdır. Epilepsi nöbeti olduğundan emin olundu ise bu nöbeti uyaran uykusuzluk, ağır egzersiz, sıcak yada soğuk suya girme, nöbet öncesi seksüel faaliyet gibi faktörlerin olup olmadığı ilaç tedavisine başlayıp başlamama konusunda yol gösterici olacaktır. Epilepsi atağının altında yatan bir neden bulundu ise öncelikle bu nedene yönelik tedavi yapılması gerekmektedir. Örneğin beyin tümörü saptanan hastada tedavi cerrahi olabilmektedir. Epilepsi tedavisinde kullanılan bir çok antiepileptik ilaç bulunmaktadır. Hangi antiepileptik ilacın kullanılacağı nöbetin tipine, hastanın yaşı, cinsiyeti ve mevcut diğer hastalıklarına göre değişmektedir.
- Koltukaltından Kapalı Mitral Kapak Ameliyatı
Mitral kapak, kalbin sol kulakçığı ile sol karıncığı arasında yer alır ve kanın geriye kaçmasını engeller. Mitral kapağın açıklığı 4-6 cm2 dir. İki yaprakçık ve bu yaprakçıklardan uzanan 50 adet ipliksi dokuların sol karıncığa tutunmasını ve kapağın açılıp kapanmasını sağlayan 3 adet kastan oluşur. Bu oluşumların birinde herhangi bir nedenle meydana gelen hasar kapakta darlık ve/veya yetmezlik yapar. Buna mitral kapak hastalığı denir. Sinsi seyreder ve yıllar içinde kalp yetmezliği, akciğer damarlarında hipertansiyon, vücutta su toplanması(ödem) yapar. Kalp kapaklarında darlık veya yetersizlik çok yavaş ilerleyerek kalbin işlevini bozabilir.Kalbimiz vücudumuza yeterli kanı pompalamak için çalışırken, üstüne kapak yetersizliklerinde gönderdiği kanın geri gelmesi, darlıklarda kan gönderirken önünde engel -darlık olması nedeniyle, daha çok çalışma ihtiyacı duyar. Aort ve mitral kapak yetersizliklerinde sol kalp odacık çapları genişler, gecikmiş olgularda geri dönüşümsüz kardiyomyopati ve pulmoner hipertansiyon gelişebilir. Genç yaşlarda göğsünü açtırmak istemeyen hastalar yıllar hatta bazen aylar içinde ameliyat şansını kaybedebilir veya riskini arttırabilir. Koltuk altından veya meme altından yapılan bu ameliyatlarda ameliyat yerini hastanın kendi dahi göremeyebilir. Bir ay zarfında girişim yeri belli belirsiz hale gelir. Özellikle gençlerde, bayanlarda tercih nedenidir. Göğüs kemiğinin baştan sona kesildiği açık kalp ameliyatlarında kemiğin kaynamasına kadar cinsel ilişki yasaklanır. Hasta göğsüne darbe gelmesinden kendini korumak zorundadır, kollarına yüklenemez. Koltukaltından yapılan girişimlerde hasta, kısa sürede normal performansına döner. Göğsünü gizlemek zorunda kalmaz, yazın denize, havuza girebilir, çevresindeki kişiler ameliyat olduğunu kolay kolay anlayamaz. Açılan yerin küçük olması ve hiçbir kemik kesisi olmaması nedeniyle enfeksiyon riski daha düşüktür. Obez hastalarda operasyon sonrası gelişebilecek, göğüs ön kemiğinin iyi kaynamaması, solunumla öksürmekle oynaması (sternum dehisensi ) riskini sıfıra indirir. İleride gerekli olabilecek ikinci operasyonlar için, reoperasyon riskini de azaltır. Artık kalp ameliyatından değil, geç kalmaktan korkmak en doğrusudur, unutmamak gerekir ki tedavisiz geçen her gün kalbi yetersizliğe sokabilir. Kontrol muayene ve tetkiklerimizi zamanında yaptırmak, ameliyat önerildiğinde kaçmamak kalbimizi kurtarabilir. Bu ameliyatları, minimal invazif cerrahi konusunda yıllarca çalışmış, operasyon sonuçları iyi olan, deneyimli cerrahlara olmakta fayda var. Koltuk altı kesinin avantajları; - Daha az kanama ve enfeksiyon riski mevcuttur. - İyileşme süresi kısa ve iyileşme süreci hızlıdır. - Estetik ve psikolojik yönden hasta daha sağlıklı bir süreç geçirir. - İş gücü kaybı azdır. - Göğüs kemiği kesilmez ve hasta 2 ay sırt üstü yatmak zorunda kalmaz.
- Minimal İnvaziv Koltuk Altı Kalp Ameliyatı
Minimal İnvaziv kalp ameliyatları ile olabildiğince hastaya bir takım navigasyonlarla az müdahale edilerek yapılan cerrahilerdir. Biz çocuk kalp damar cerrahisinde kalbi delik olan çocuklarda bir takım kalp hastalıkları olan çocuklarda minimal invaziv kalp cerrahisini uygulamaktayız. Çocuklarda daha çok yaptığımız işlemler önden yaptığımız kesilerle olmaktadır. Bu tip kalbi delik olan çocuklarda ASD, VSD AVSD, aort kapak ve mitral kapak hastalıkları gibi bir takım kapak hastalığı ile olan çocuklarda önden stenetomi dediğimiz insüzyon yerine daha ufak sağ koltuk alştından 3,4,5 cm lik insüzyonlarla görünmeyecek şekilde açık kalp ameliyatı olarak çocuğa müdahale etmekteyiz. Bu yaptığımız işlem şuanda güncel olan en minimal invaziv işlemdir. Robotik cerrahi de yapılabilir ancak robotik cerrahi çocuklarda kilo olarak mümkün değildir. Robotik cerrahi 40-50 kilo üstü kişilere uygulanabilmektedir.Bu da çocuk grubunu aşmaktadır. Minimal invaziv çocuk kalp ameliyatlarını 7 kilo üstü çocuklarda uygulayabilmekteyiz.
















