top of page

Arama Sonuçları

Boş arama ile 1063 sonuç bulundu

  • EMPATİK STRES

    Üzüm üzüme baka baka kararır. Bana arkadaşını söyle sana kim olduğunu söyleyeyim. Körle yatan şaşı kalkar. Eminim aklınıza daha nice benzer söylemler gelmiştir. Bunların doğru olduğunu az çok hepimiz hayatımızda tecrübe etmişizdir. Peki ama bunun mekanizması ne, neden böyle oluyor? Empati, yani kendimizi karşımızdakinin yerine koyma, hiçbir zaman olumsuzluk çağrıştırmaz ve herkes tarafından tavsiye edilir. Empatinin zararsız olduğu ve insani olduğu mesajı o kadar vurgulandı ki insanlar hiç farkında olmadan empatiden zarar görmeye başladılar. Bu zarardan korunmak adına ustaca kaçış teknikleri geliştirmeye başladılar. Örneklerle açıklamak çok daha kolay: - Valla ben artık haberlere bakmıyorum, bakınca içim kararıyor inan. - Pikniğe gidelim mi? Ahmet gelmesin ama adama kanım hiç ısınmadı, adam çok karamsar. - Abi dilenciler bizden zengin, acımayın şunlara hiçbir şey vermeyin. İnsanlar olumsuz haberlerden, kişilerden, acınacak haldeki insanlardan uzak durmak için ellerinden geleni yapmaya başladılar. Bunun başlıca nedeni karşı koyamadıkları acıma hissi ve bu hissin uyandırdığı kötü duygular yani stres. Bu savaşın kaybedilmesinde en çok emeği geçen kim sorusuna gelelim. AYNA NÖRONLAR. Ayna nöronlar, birey bir hareket yaptığında veya aynı hareketi yapan birini izlediğinde harekete geçen sinir hücreleri diyebiliriz. Yani trafik kazasında ölen annesinin başında ağlayan çocuk haberinin bizleri bu kadar çok üzmesinin başlıca nedeni de ayna nöronlar. Sadece duyguları konuşmak yanlış olur çünkü ayna nöronların diğer bir işlevi de taklit etmek. Yeni iş ortamınız çok mu gergin? Sizin de mizacınızda değişimler yakın demektir. Dostunuz çok mu karamsar? Geçirdiğiniz vakte bağlı olarak sizin de karamsar olmaya başlamanız an meselesi. Karamsar ya da öfkeli biri olmayı istemeyebilirsiniz ama bu hiç önemli değil çünkü beynin yasaları farklı işler.( Ayna nöronlar hakkında geniş bilgi için tıkla mailto:https://indigodergisi.com/2013/01/empati-ve-ayna-noronlar/ ) Beyin derki: - Süreklilik varsa ( ayni iş yeri/ aynı arkadaş) - Yoğunluk fazlaysa ( her kes öfkeli/ hep aynı arkadaşla gezme) - Yeterli zaman verildiyse ( en az altı ay) DEĞİŞİRİM. Kimi insanlarda bu değişim ( ister duygu ister davranış düzeyinde) bazen günlük hayatı etkileyecek veya onlara farklı bir kimlik kazandıracak kadar yoğun oluyor. Pek duyulan bir kavram olmadığını biliyorum, EMPATLAR. Karşınızdakinin yalan söylediğini hemen anlar mısınız? Hiç tanımadığınız insanlar bile size dertlerini anlatır mı? Hayal kurmayı çok sever misiniz? Bu ve benzeri 30’a yakın empat özelliğini merak eden okurlar bu adrese bakabilir. https://empathayat.wordpress.com/2014/01/29/birempatin30hasleti/ Öneriler: (Çözüm adına beynin yasalarından faydalanalım.) 1- Sürekliliğe karşı koyun. Bir ömür aynı işyerinde kalmayın. 2- Yoğunluktan uzak durun. Çok karamsar tiplerden uzak durun. 3- Kendinize zaman tanıyın. Değişim zaman ister. 4- Canınızı sıkan bir olay veya duygudan hemen sonra keyif aldığınız bir şey yapın. Hiç istemeseniz de yapın. Ayna nöronlarının özellikle komedi filmleri ile arası iyidir. #ayna nöronlar#empatik stres#klinik psikolog#savaş mahmutoğlu

  • Psikolojik Mide Bulantısı

    Oturmuş vahşi doğada hayatta kalma ile ilgili belgeselimi güzel güzel izliyordum. Hayatta kalma uzmanımız zor şartlar altında yiyecek bulmayı anlatıyor, bir yandan anlatıyor bir yandan da fil dışkısını eşeliyordu. Neymiş efendim, filler yedikleri besinin yarısını sindiriyormuş, pisliklerinde sindirilmemiş bir sürü meyve bulunabilirmiş ( hala eşeliyor). Fil dışkısının içinden çıkardığı birkaç meyve çekirdeğini yıkadıktan sonra kırıp içlerini yedi. Bildiğiniz klasik belgesel işte, ta ki uzmanımız şu cümleyi kurana kadar: ‘’ Gayet faydalı bir besin tabi psikolojik mide bulantısı sonucu kusmazsanız!’’ ve ampul yanar! Kusmanın bir sürü nedeni var hem de bir sürü. Ben burada psikolojik kaynaklı olanları ifade etmeye çalışacağımm. Önce eskilere çok eskilere gidelim.Evrimcilere kusma bir reflekstir ve zararlı besinlerin vücuttan hızlıca atılmasını sağlar ki iğrenme duygusu bu zararlı besinlere karşı geliştirilmiş bir davranıştır derler. Haklılar mı haksızlar mı bilmem ama bildiğim bir şey varsa beyinde bulunan Medulla Oblangata’nın bu işte epey rol oynadığıdır. Kusma, beynin ‘medulla oblongata’ bölümünün arka kısmında bulunan ‘kusma merkezi’ tarafından düzenlenir. Bu merkez, beynin duygusal, görsel ve işitsel bölgelerinden, iç kulak ve sindirim sisteminden gelen uyarıları alır ve bunlara kusma/bulantı şeklinde cevap verir. Örneklerle açıklamak daha kolay olacak. Kusma merkezi beynin duygusal uyarıları sonucu harekete geçebilir: Sevgilisinden ayrılan kızımız ağzına bir lokma yemek koyunca hemen kusuyor.Sınava giren gencimiz stresten (duygusal uyarım) dolayı midesi bulanıyor. Görsel/Kokusal uyarıcılar:Bir insan cesedi görmek.Bozulmuş yemek/et görmek ve koklamak. İşitsel uyarıcılar: İltifatlar karşısında midede kelebeklerin uçuşması Tehditler karşısında sindirim sorunları yaşanması. İç kulak uyarılarına bağlı bulantı dengeyle ilgili. Örneğin çok dönünce başın dönmesi ve midenin bulanması. Sindirim sistemi uyarıları ise medulla oblangatayı genelde zehirli gıdalarla ilgili uyarır. Elimden geldiğince ayrı ayrı vermeye çalıştım örnekleri ama çoğu kez hepsi el ele verir öyle bulandırırlar midemizi. Bir insan cesedi gördüğümüzde hem koklamış hem görmüş hem de duygusal olarak uyarılmışız demektir.Çoğu kez doğal olarak kabul edebileceğimiz bu durum bazen zorlayıcı olabiliyor. Örneğin: sınavlara hazırlanırken, sevgiliden ayrılmışken, hayatta kalmak için idrarımızı içmemiz, fare yememiz, fil dışkısından çekirdek ayıklamamız gerekirken. Abarttığımı düşünenlere Suriye ve Yemen de açlıktan ölen insanları hatırlatmam yeterli olacaktır galiba. Çoğu ölmeden önce yukarıda saydığım şeyleri denemişlerdir. Allah hiç kimseyi böyle zor durumlara düşürmesin. Bu zor durumlar bir yana her şeyden tiksinen midesi hemen bulanan ve kusan insanlarda var. Bu arkadaşlarımız nasıl bu kadar hassas olabiliyor? Medulla oblangatanın çok çalışması mı desem çalıştırılması mı desem bilemedim. Gözlemlerim çok çalıştırıldığını fısıldıyor bana. İnce bir hanım efendi, beyefendi olabilmek için bol bol tiksinmekten gerektiğini düşünen arkadaşlar maalesef medulla oblangatalarını istemeden geliştiriyor gibiler. Ben bu yemeği hayatta yiyimem ıyyy, bu elbise iğrenç, adamın tipi mide bulandırıcı … ifadelerini çokça kullanan gençlerin stres( ayrılık, sınav vb.) karşısında epey mide sorunları yaşayacaklarını tahmin edebiliyorum. Çözüm: medulla oblangatamızı terbiye edeceğiz. Beğenmediğimiz bir yiyeceği yiyen insanları izlemek ve onların çok sağlıklı olduğunu ( yerken de gayet mutlular) gözlemlemek tiksinmeye ciddi bir darbe vuruyor.Ondan sonra ufak ufak yeme denemeleri yapıp bu duygumuzu daha kontrol edilebilir bir seviyeye getirmemiz gerekiyor. Bence en önemlisi de konu gözetmeksizin ( yiyecek, giyim ,hal ve hareket, renk vb.) duygularımızı ifade ederken iğrenç , mide bulandırıcı, tiksinç… gibi ifadeleri kullanmamak. Bunun yerine tadını beğenmedim, rengini sevmedim çok kapalı, tadı çok ekşi deyin. Bu tarz ifadeler psikolojik stresleri artık mide ağrısı/bulantısı yerine kendimizi konuşarak ifade etmemize ve daha sağlıklı bir bedene sahip olmamıza yardımcı olacaktır diye düşünüyorum. #mide bulantısı#klinik psikolog#savaş mahmutoğlu

  • Lohusalık Depresyonu

    📍Yaşama sevincinin kaybolması 📍Bebeğe bağlanma sorunu 📍Tuzağa düşürülmüşlük hissi 📍Suçluluk 📍Yalnızlık 📍Kaygı 📍Ağlama hissi 📍Yorgunluk 📍Umutsuzluk gibi belirtilerin bir veya birkaçı sürekli ve yoğunlaşarak seyrediyorsa, anne mutlaka psikolojik destek almalıdır. . "Her yıl mayıs ayında @uykusuzanneler kulübünun belirlediği zamanda çeşitli etkinlik, seminer ve paylaşımlarla gündemde olmasını hedeflediğimiz Lohusa Depresyonu Farkındalık Haftası’nda amaç, öncelikle annenin, sonra aile ve yakın çevresinin sonra da toplumun farkındalığını sağlamak; annenin yalnız olmadığını hissettirmektir. Gönüllü destek grupları oluşturmak, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın konuya dikkatini çekerek hastaneler ve aile sağlığı merkezlerinde konuyla ilgili bilinçlendirme ve destek çalışmaları yapılması hedeflenmektedir." #lohusalık#depresyon#psikolog#klinikpsikolog#aydınterapi#nilaykonduzkutbay

  • Çocuğunuzun Duygularına Ortak Olun

    Nasıl bir ailede yetişmiş olursanız olun, çocuğunuzu hangi şartlarda büyütüyor olursanız olun, duygusal açıdan güçlü çocuklar yetiştirmeniz mümkün. "Empati kurarak konuşabilme becerisi kendiliğinden oluşmaz. Bu beceri ana dilimizin bir parçası değildir. Pek çoğumuz duygularımız inkar edilerek büyüdük. Duygularımızı kabullenmemiz ve akıcı bir şekilde ifade edebilmemiz için bunun metodunu iyi öğrenip, pratik yapmak gerekir." Bu dört ipucu, çocuklarınızın duygularını daha iyi anlamanıza yardım edecek.

  • Üniversite Sınavı Zeka Testi Değildir!

    Gençler merakla, heyecanla tercih sonuçlarını bekliyor. Kimi hedeflerine ulaştı, kimi istediği puanı alamasa da başka bölümleri tercih etti, kimi de tercih yapmayıp bir yıl daha sınava hazırlanmayı göze aldı. Bu meraklı ve heyecanlı bekleyiş dönemi gençler için çok stres verici. Tabii ki anne babaların bu dönemde yapmaları gereken şey, çocuklarına destek olmak, değerli ve önemli olduklarını hissettirmek… Bazı çocuklar suçluluk, başarısızlık, yetersizlik duyguları yaşıyorlar. Çünkü bu sınavlar zekâ değerlendirmesi gibi görülüyor. Sınavı kazanamayanlar haliyle kendilerini aptal gibi hissediyor Üniversite sınavı asla bir zekâ testi değildir. Okuduğunu çabuk anlayan, ezber gücü yüksek, saatlerce ders çalışmaktan yorulmayan, ilkokuldan itibaren akademik başarısı yüksek olup iyi bir temele sahip olan çocukların bu tür sınavlarda avantajlı olduğu inkâr edilemez. Ancak üstün zekâlı bireylerin büyük kısmının üniversiteyi bitiremediği ya da üniversiteye hiç gidemediği gerçeğini de göz ardı etmemek gerekir Dolayısıyla yeteri kadar ders çalışıp soru çözen, kendine ulaşılabilir hedefler koyan, motivasyonunu yüksek tutan, kaygısını yönetip zamanı iyi kullanan her birey bu sınavı kazanabilir kAYNAK: Aydın Paragraf

  • Az çoktur!

    Sevgili anneler babalar, hepimiz bir oyuncak mağazasına girdiğimizde kendimizi kaybedebiliyoruz; çocuğumuzun çok eğlenecegini düşünüp yüksek fiyatlı pek çok oyuncak alabiliyoruz. Veya bir çocukta görüp çok sevdiği bir oyuncağı da, mahrum kalmasın diye hemen çocuğumuza almak isteyebiliyoruz. Böyle anlarda kendimizi frenlememiz gerekiyor, çünkü "çok" oyuncağın çocuğa hiçbir faydası yok. Zihinsel ve fiziksel gelişimini desteklemek için, lego, yapboz, tak çıkar, muzik aletleri, oyuncak bebek, evcilik, top, kukla vs oyuncaklarından minimal düzeyde alınması yeterli. Çok oyuncak dikkati dağıtır ve hayal gücünün gelişmesine engel olur.

  • Ergenlik Döneminin Tribal Enfeksiyonları

    Ergenlik dönemi, biyolojik, psikolojik, zihinsel ve sosyal açıdan bir gelişme ve olgunlaşmanın yer aldığı çocukluktan erişkinliğe geçiş dönemidir. Ergenlik insanoğlunun 2. Patlama dönemidir. Boy atmasıyla, cinsel hormonların vücuda pompalanmasıyla adeta motor takılmış gibidirler. Çocuklar sadece büyürler, Ergenler ise; hem büyürler hem değişirler. Ergenlik; ikinci doğum olarak da adlandırılır. Ergenleri daha iyi anlayabilmek, tanıyabilmek ve onlara yardımcı olabilmek için o dönemin özelliklerini bilmemiz lazım. Ergenlerin en büyük problemi, kendisinin kim olduğunu tanımamasıdır. Kimlik çatışması yaşamasıdır. Beden olarak kimdir? Ruh olarak kimdir? Ergen bunları tanımlamaya çalışırken o kadar zorlanır ve acı çeker ki etrafındaki kişiler de onu anlamaz ise eylem vurmalar başlar. (yeme bozukluğu, karşı gelme bozukluğu, öfke patlamaları, cinsel eyleme vurmalar, alkol, uyuşturucu v.s) Ergen dışarıdan, (çevreden) ve içeriden gelen uyarıcılarla yeni bir değişime uğradığını fark eder. Ergenin bu dönemi sancılıdır. Bir insanın ruhunu alıp başka bir bedene, cesede koyduklarında ne hissederse ergen de aynı şeyleri hisseder. Aynaya bakar kendisini tanıyamaz. Kendisinin ruhsal tasarımı halen çocuktur. Çevresindeki insanlar kazık kadar boyun oldu, eşek kadar adam oldun, halen oyun oynuyorsun demeleri onu şaşırtır. Bu durum onun için çok acıdır. Kız çocuklarının göğüslerine kitap bastırıp okula gitmelerinin nedeni de budur aslında. Biz büyümedik, biz çocuğuz diyorlar aslında. Erkek çocuklarının sesleri kalınlaştığında utanma duygusu bununla ilişkilidir. Bir sabah kalkıyor delikanlı o ses ve beden sanki onun değil gibi algılar. Bunların yanında Cinsel arzular da duymaya başlar. Bunları bastırmak zordur. Makine buna hazırlıklı değildir. Bu hazır olmamanın yanında insanlar sizden roller beklerler, Kazık kadar adam oldun, kocaman kız oldun… Adam olma rolü beklerler. İşte burada bocalama ve çalkantılar başlar. Bu bir geçiş dönemidir. Ergen yeni gelişen beden tasarımını, ruhsal tasarımını zamanla içselleştirir. Ergenler sürekli aynaya bakarlar. Neden bakarlar? Bedenlerine alışmaya çalışırlar. Bu benim yüzüm, bu benim sakalım, bu benim göğsüm, bu benim vücudum diyerek yeni bedenlerine alışmaya, adapte olmaya çalışırlar. Anne- babalar bu durumda, aynanın önünde kazık gibi dikilme diye kızarlar. Ergenler amaç edinmeye çalışırlar. Bir gün gelir ben futbolcu olacağım der ertesi gün doktor olacağım der başka zaman müzisyen olmanın kendisine daha uygun olacağını söyler. Sürekli arayış içindedir. Bu normaldir. Ergenin herhangi bir şeyle ilgilenmesinin desteklenmesi gerekir. kesinlikle ilgilendiği şeyle ilgilenmeyin. Önemli olan bir şeyle ilgilenmiş olmasıdır. İlgilendiği şeyin içeriğiyle ilgilenmemek en iyisidir. Vay efendim doktorluk dururken sen neden garson olacağım diyorsuna girmeyin. Bu dönemin geçici olduğunu bilin. Amaç edinmelerinin desteklenmesi gerekir. amaçları ne olursa olsun bir müddet sonra zaten vazgeçecekler. Yeni bir role dönecekler. Her gün yeni bir rolle karşınıza çıkacaklar zaten. Neden olmasın diyerek ergenle mantıklı ve makul bir şekilde konuşmak en iyisidir. Rasyonaliteye çekmek ama amaç edinmenin önüne geçmemek en güzelidir. Amaç edindiği şey üzerine harekete geçiyor mu? Önemli olan konu amaca yönelip yönelmediğidir. Burada önemli olan şey , ergen zararlı ve kötü bir şey yapmıyorsa destekleyin, takibini mutlaka yapın. O merakının ve ilgisinin kalıcı olmadığını bilin. Ergenler ayrışmak ve bireyleşmek isterler. (İsyan etme de diyebiliriz. ) Ne demek ayrışma ve bireyleşme? Diye soracak olursanız açayım biraz; Ergen bir şemsiyenin altında yaşar. O şemsiye aile şemsiyesidir. Anne- baba şemsiyesidir. Ergen içinden gelen bir dürtüyle o şemsiyenin dışına çıkmak ister. Fakat; o şemsiyeyi tutan el onu oradan çıkartmak istemez. Ayrılabilmesinin ilk şartı olarak o şemsiyeye isyan etmeyle süreç başlar. Bağımsızlık ve özerklik ilanı gibi bir durum aslında yaşanılan şey. Ergen önce hayır der, isyan eder, mantığı yoktur, mantık aramayın zaten. Ergenler daha sonra mantığını kurgularlar. Yani mantığa oturtmaya çalışırlar. Siz ergene kravat bağla dersiniz o, tam tersini yapar, düğmelerini açar, pantolonunu dışarı çıkartır. Otorite ne isterse tam zıttını yapmaktan adeta keyif alır. Şu bir gerçektir ki; dünyada büyük projeler üreten insanların tamamı aykırı insanlardır. Siyasal tarihimize baktığımızda da ne kadar tutuklanmış adam varsa hepsi devleti yönetmiştir, ya da yönettiğini görürsünüz. Ergenlik döneminin bir özelliği de dost edinme, kankalık kurmak istemesidir. Kankalık; birisine sır verebilmek ve onun da sırrını taşıyabilmek demektir. Ergenin kankalık ilişkisinin desteklenmesi çok önemlidir. Sağlıklı ve dengeli ilişkiler geliştirebilmesi için buna ihtiyacı vardır. Ergenin kimliğinin oluşabilmesi için cinsel kimliğinin de onaylanması gerekir. karşı cins tarafından beğenildiğine ve sevildiğine inanması önemlidir. Karşı cins tarafından beğenildiğini hissederse kendisini kız veya erkek gibi hisseder. Ergen hiç önemsenmiyor, fark edilmiyor, takdir görmüyorsa, desteklenmiyorsa inatlaşır. Otoritenin (Anne, baba, öğretmen v.s) beklentilerinin tersini yapmaya başlar. Ters kimlik geliştirir. Ters hareket hemen fark edilir. Ahmet normal şartlarda fark edilmiyorsa, ne zaman Mehmet’i dövdüğünde fark ediliyorsa bu davranışını devam ettirir. Ergenlerde sık görülen kişilik örüntülerinden de bahsetmek istiyorum: Borderline dediğimiz sınırda kişilik örüntüsü: Öbürü ile sürekli bağlantıda kalmak ister. Hayatında mutlaka iletişim içerisinde olacağı birileri olmalıdır. Yoksa ölür, yapamaz yani. Sevdiği kişi ile ilişki içerisinde olmadığı müddetçe kendisini yok olmuş, aşağılanmış ve değersiz hisseder. Birisini kaybederse (ilişkisi biterse) mutlaka yerine birisini koymak zorundadır. Sürekli iletişimde kalmak ister, mesaj çeker, telefon eder. yalnız başına kalamazlar. Sürekli birisine(birilerine) yapışır ve boğar. Yapıştığı kişi olur da bunu terk ederse kıyamet kopar. Bir dakika önce aşkından şiirler yazan kişi, bir dakika sonra telefonuna cevap vermeyip meşgul tuşuna basarsa ölümcül nefret duyar. Histrionik kişilik örüntüsü: Oyuncu demek. Sahnede yaşıyormuş gibi yaşarlar. Sürekli ilgi isterler. Sınıfta çok soru sorarak ilgi merkezi olmak isterler. İlgi merkezi olmazlarsa çatlarlar. Bayılırlar. Otobüste çok konuşurlar. Kahkahalarla yüksek sesle konuşurlar. Flört etmeyi severler. İlişkilerinde sadık kalamazlar. Çok ilgiye ihtiyaçları vardır. Cinselliği araç olarak kullanırlar. Duyguları çok sık değişir. (gülerken ağlar, ağlarken güler) çok kıyafet denerler. Normal kıyafetle göremezsiniz. Sahneye çıkacakmış gibi giyinirler. Ders dinlemez, kim benimle ilgileniyor aklı ondadır. Yapmacık davranırlar. Yakınlık yetmez, içine sokası gelir. Terapiye Kıskançlık sorunuyla gelirler. Alımlı, çalımlı ve bakımlıdırlar. Antisosyal kişilik örüntüsü: Rahat suç işlerler. Toplum kurallarına uymazlar. Utanma arlanma yoktur. Çok kolay yalan söylerler. İdealleri yoktur. Anlık davranırlar. Etik sınırları yoktur. Ben yaptım oldu derler. Emanete hıyanet ederler. Sadece kendi çıkarlarını düşünürler. Vicdan azabı duymazlar. Her zaman izah ederler. (Sor niye yaptım? Şener şen filmindeki gibi davranırlar. ) Şizoid kişilik örüntüsü: Duygusal yakın olmak istemezler. (kimseye karşı) ailenin parçası gibi hissetmezler. Yakın ilişkiye girmekten zevk almazlar. Ayrıntıyla çok meşgul olurlar. Bilgisayarla çok meşgul olurlar. Arkadaşları yok denecek kadar azdır, ya da hiç yoktur. övgüyü de eleştiriyi de tınlamazlar. Duygusal olarak soğuk ve ilgisiz görünürler. Bunun dinamik yapısında; Duygusal olarak çocukla duygusal ilişkiye giremeyen anne vardır. (sevmeyen, ilgilenmeyen anne) Duygusal olarak boğan ebeveyn tutumları. (muck muck çok uyarana dayanamıyor bundan dolayı dükkanı kapatabiliyorlar.) Saatlerce otururlar, sıkılmazlar, daralmazlar. Toparlayacak olursam kısaca; Ergenlik dediğimiz şey ilk 0-6 yaşın tekrarıdır aslında. İlk 6 yaşta 3 dönem vardır 1,5 yaşa kadar oral dönem, 3 yaşa kadar anal dönem 3-6 arası fallik dönemdir. Ergenlikte bunun aynısıdır. Ergenliğin başları oral dönem gibidir çocukta bir değişiklik olur haz odaklı olur gezeyim yiyeyim içeyim oyun oynayayım haz veren ne varsa onu yapar. Ergenliğin 2. dönemi anal dönemdir. 8. sınıf- lise 1 dönemidir. Bu dönemde çocuk otorite ile savaşa başlar. Öğretmeni ya da anne- babası şunu yap der, yapmıyorum der. Ya bu çocuk geçen sene iyiydi ne oldu böyle diye düşünülür. Anne babaya, her şeye itiraz eder. Anal dönemde otorite ne diyorsa hep tersini yap demektir. Anne der, oğlum şuraya otur öbür tarafa oturur. Odanı topla, bunun anlamı şudur odanı toplama. Anne baba ne diyorsa tersini yapar. Sigara zararlı demek onun için günde 1 paketten az içmem demektir. Ergenliğin son bölümü lise 2-3-4 civarıdır. O yaşlarda fallik dönem oluyor. O yaştaki çocuğunda derdi karşı cins beni beğensin. Otorite ile savaş devam eder ama azalır. Anne baba sakinse, duygu regülasyonları iyiyse otorite ile savaş ortalama 1-2 yıl sürer anne baba da savaşıyorsa 40 yaşına da gelse çatışma devam eder. Ergen çocuğunuzla çok fırtınalı hayat yaşıyorsanız, duygularınızı regüle etmekte zorlanıyorsanız bir uzmandan yardım alınız…

  • Söylenmeyeni Duymak, Görebilmek İçin Bakmak

    İletişimin tanımına baktığımızda; Bilgi üretme, aktarma ve anlamlandırma süreci olarak tanımlanır. Anlamları eşit kılma sanatıdır. (Konuşulan ile anlaşılanın aynı olmasıdır denilir.) İletişim, Bir canın diğerine ulaşmasıdır. Ya da Kalbin diğer kalbe dokunmasıdır aslında. Eğer konuşulanlar dudaktan öteye geçmiyorsa kalbe dokunmuyorsa iletişimden bahsedemeyiz. İletişim; iki kişinin birbirini fark etmesiyle başlar. Fark edildiğini hisseden kişi ben varım doğalım, seviliyorum, değerliyim, güvenebilirim mesajını alır. Çocuğu adam yerine koyan toplum değiliz. Ama adam olmalarını istiyoruz. Adam yerine koymadığınız kişinin adam olması mümkün değildir. Sadece çocuklar değil aslında; toplumda, insanlar da diğer insanları adam yerine koyarken ya da fark ederken belli kıstasları vardır, Güçlü değilseniz (mevki makamınız yoksa) güçsüz görünen birisiyseniz, kısacası paranız ya da makamınız yoksa, arkanız kuvvetli değilse adam yerine konulmuyorsunuz, fark edilmiyorsunuz… Fark edilmediğini hisseden kişi ben yokum, ben doğal değilim, sevilmiyorum, değerli değilim, güvenemem mesajını alır. Bu da tüm patolojilerin, ruh sağlığı sorunlarının kökenini oluşturur. İLETİŞİM ENGELLERİ (İLETİŞİM KAZALARI) Emir verme ve tehdit etme : Ne diyorsam onu yap soru sorma. Eğer dediğimi yapmazsan kafanı kırarım, seni anandan doğduğuna pişman ederim cümleleri. Öğüt verme, çözüm sunma: Git başkalarıyla arkadaş ol, onunla arkadaş olma türünden ifadeler. (Çözüm sunmak değil, çözüm üretmesine yardımcı olmak lazım.) Yargılama, eleştirme, suçlama: Sen zaten hep böylesin. Sen adam değilsin, adam olmazsın … Etiketlenen çocukla iletişim kurmak zordur. Çocuk nasıl tanımlanıyorsa nasıl görünüyorsa bir müddet sonra çocuk o istikamette davranışlar geliştirir. Ad takma, gülünç duruma düşürme: Geri zekalı, yaramaz, tembel, pasaklı, sümüklü v.b (toplum içinde bu yapılıyorsa daha tehlikelidir.) Konuyu değiştirme, oyalama, işi alaya alma: Başka şeylerden konuşalım, Ahmet nasıl oldu gibi. Sorgulamak: Eve neden geç geldin? Nerede kaldın? Saatin kaç olduğunu bilmiyor musun? Tarzındaki iletişim biçimi. Suçlanan kişi savunmaya geçer. Bu da iletişimi bozar. BAŞARILI BİR İLETİŞİMİN TEMEL KOŞULLARI: Karşımızdaki kişiye saygı duymak: Bireyin varlığını kabul etmek, önemli ve değerli olduğunu hissettirmek. Her insanda “kabul görme, beğenilme, önemsenme güdüsü, ihtiyacı” vardır. İyi iletişimciler, insanlardaki bu güdüyü harekete geçirenlerdir. Sevildiğini hissetmek kabul görme isteği birinci dereceden ihtiyaçtır. İnsanları fark edilmekten, önemsenmekten daha fazla hiçbir şey motive edemez. (Her insan özeldir sevilmeye layıktır.) sen varsın, teksin, özelsin, anlamlısın mesajı verilmelidir.) Evliliklerde ve tüm ilişkilerde de her fert önce birey olacak, kişilik sahibi, karakter sahibi olacak ki bütün anlamlı olsun. 1 (Birin) değeri olmadan birlerden oluşan bütünün değeri yoktur. (Bütünü oluşturan birin değeri yoksa, bütün değerini bulamaz.) (Zengin, fakir, kör, topal v.s) herkes kabul edilmek, sevildiğini hissetmek, ister. TÜM İNSANLARIN ONURLARI EŞİTTİR. Herkesle konuşacak bir şeyler bulabilmeliyiz. Kibirlenmeden, böbürlenmeden, topluma ve insanlara fildişi kulelerinden bakmadan konuşabilmektir. Köylü Ahmet amca ile bağ bahçe muhabbeti, otomotivci ile otomobil muhabbeti.(v.s) insanların kalbine girmenin en kestirme yolu insanları alakadar eden konular üzerinde konuşmaktır. Yapılan işi takdir etmek. (Çöpçü de genel müdür de iltifat bekler. Onaylanmak ister. (ev de ev hanımları, okulda öğrenci de aynı şeyi bekler.) İnsanlara daha fazla teşekkür daha fazla iltifat edebilnmek iletişimi güçlendirir. Marifet iltifada tabidir. ( Bilim ve sanat iltifat görmediği ülkeyi terk eder der İbni sina) İnsan insanın kurdudur felsefesinin ya da büyük balık küçük balığı yer anlayışının topluma egemen olduğu, paranın, mevki ve makamın (koltuğun) pirim yaptığı bir toplumda, gücün kadar saygınlığın olduğu bir toplumda bu değerleri hayata geçirebilmek büyük erdemdir. Evde Çocuğun odasına girmeden önce kapısını vurup izin istemek gerekir. Bu çocuğa değer verdiğimizi, önemsediğimizi gösterir. Empati yapmak: Dış dünyayı, karşımızdaki kişinin penceresinden görmeye çalışmaktır. Kendimizi bir an için karşımızdaki kişinin yerine koyarak, onun nasıl bir ruhsal durum içinde olduğunu anlamaya çalışmaktır. Empati halden anlamak demektir aslında. Empatide bu durumda ben olsaydım ne hissederdim, ne düşünürdüm, ne yapardım sorularına cevap aranır. Empatinin 3 boyutu vardır. iletişim kurduğumuz kişinin hangi duygular içinde olduğunu anlamaya çalışmak DUYGU BOYUTU iletişim kurduğumuz kişinin hangi düşüncede olduğunu anlamaya çalışmak DÜŞÜNCE BOYUTU iletişim kurduğumuz kişinin içinde yaşadığı sosyal ve ekonomik ortamı anlamak KÜLTÜR BOYUTU Empati içgörü, farkındalık kazandırır. Çocuk ailenin tepkisine göre şekil alır. Çocuk bakkaldan izinsiz bir şey aldığında anne babanın ilk tepkisi çok önemli. Çocuğun elinden tutup paranın ödenmesi lazım. (sen bakkalcı olsaydın ne hissederdin diye sorun) Küçük kıvılcımlardan yangın doğar. Çocuklarla drama çalışmaları empati duygusunu geliştirir. 3.Sen dili yerine ben dilini kullanmak: Karşımızdaki insan yanlış davranışta bulunduğu zaman sen diliyle verdiğimiz tepkilerdir. “ Sen adam olmazsın sen şöylesin sen böylesinle başlayan cümleler.” Sen dili yargılamayı ifade eder. Yargılanan kişi savunmaya çekilir. Bu da iletişimi bozar. Beni niye beklettin yerine Bekletilmek hoşuma gitmiyor ya da bekletme davranışını sevmiyorum, gibi ben dili kullanılmalıdır. Sen mesajını alan kişi: Kişi değerlendirildiği için kendisini suçlu, değersiz ve aşağılanmış hisseder. Benlik saygısı azalır. Karşımızdaki kişide direnç (tepki) oluşturur. Karşımızdaki kişi sevilmediğini düşünür. Karşımızdaki kişide ben kötüyüm mesajı oluşturur. Davranıştan çok, kişiliğe yönelik olduğu için can sıkıcıdır. Ben diliyle iletişim kurduğumuzda; kabul edilmeyen, istenilmeyen davranışlar karşısında bizde oluşan duygu ve düşüncelerin ifade edilmesidir. Ben iletisinde 3 unsur olmalıdır. kabul edilmeyen davranışın tanımı. Kabul edilmeyen davranışın bizde yaşattığı duygu. Kabul edilemeyen davranışın bizim üzerimizdeki somut etkisi. Yanlış olan davranıştır, insan değil. Oyuncuya değil, topa vurun. Ben dilinde eleştirilen kişi değil, beğenilmeyen davranıştır. Sağır mısın kes şu televizyonun sesini (sen dili.) Yavrum televizyonun sesini bu kadar açtığında başım ağrımaya başlıyor ve başım ağrıyınca da öfkeleniyorum. Televizyonun sesini biraz kısar mısın (Ben dili) Çok kabasın yerine konuşurken sözümün kesilmesi beni rahatsız ediyor ve öfkeleniyorum gibi. 4. Etkin(aktif) dinleme: Konuştuğumuz kişinin söylemek istediğiyle, bizim anladığımızın aynı olup olmadığını denetlemeye denir. Konuşmacının söylediklerini kendi kelimelerimizle açarak tekrar etmektir. (feedback geri bildirim) Etkin dinlemenin faydaları: Birey kendisine değer ve önem verildiğini kabul edildiğini, sevildiğini düşünür. Birey, duygularını ifade etme olanağı bulduğundan “ anlaşıldım “ duygusunu yaşar ve rahatlar. Bireyde hem benlik saygısının artmasına hem de kendisini dinleyen kişiye yakınlık duymasına neden olur. Etkin dinleme, empatiyi gerektirir. 5.NİTELİKLİ BERABERLİK: Çocukla ya da aile fertleriyle geçirilen zamanın kalitesidir. Kaliteli birlikteliktir. Çocuğa top almakla, top oynamak arasındaki farkı anlayabilmektir. Çocuklarımızı, aile fertlerimizi nesne olarak değil, özne olarak görmemiz lazım. Ailedeki kişiler maalesef beraber değil, yan yana yaşıyorlar. Beraber oldukları zaman dilimlerinde bile ellerden telefon düşmemektedir. Aile bağlarını güçlendirmek lazım onun için de en az bir öğün yemeği tüm aile fertleri beraber yemelidir. Yemek esnasında mümkün olduğu kadar tv izlenmemeli tv kapalı olmalıdır. Şunu unutmayalım ; Çocuğumuza ve aile fertlerimize verebileceğimiz en güzel hediye ZAMANDIR 6. Tatlı dil: Öğrenilmesi gereken ilk dil tatlı dildir. Bir damla bal, bir varil ziftin çekemeyeceği sinekleri toplar. (Lincoln) Her söz çocukta iz bırakır. Sözlerimize dikkat edelim. Her söz çocuğun kişiliğine konulan bir tuğladır. Aç bırakma hırsız, çok söyleme arsız edersin der atalarımız. Şunu da unutmayalım; İltifat ederken ve fırça atarken ölçü ve denge çocuğa karakter kazandırır. İLETİŞİMDE 3 ÖNEMLİ GÜÇ: KELİMELER % 10 SÖYLEYİŞ BİÇİMİ SES TONU: % 30 BEDEN DİLİ: % 60 BEDEN DİLİ: İletişimde, sözlerin haricinde tüm vücudu kullanmaya beden dili denir. Her şeyimizin bir mesaj değeri var. (yüzümüz alasını söyler.) Düşünceler sözlü iletişimle Duygular sözsüz iletişimle (Beden diliyle) en rahat ifade edilirler. İnsanların birbirlerine bakışlarından, durdukları mesafeden iletişime açık olup olmadıklarını beden dilinden anlarız. İlk izlenim, ilk intiba ilk 3 dakikada oluşur. Ve bir daha kolay kolay değişmez. Beden dili iletişimin iskeletidir. ( Göz kontağı, yüz ifadesi, postür, yöneliş) Göz kontağı: insanların yüzüne bakanlar, bakmayanlardan daha çok hoşa giderler daha çok kabul görürler. İnsanlarla onları rahatsız etmeyecek ölçüde ancak mümkün olduğu kadar çok göz kontağı kurmak lazım. Gözler ruhun aynasıdır. Çocuk, size bakıncaya kadar, yapmasını istediğiniz şeyi söylemeyin. (göz teması) Yüz ifadesi: sıcak ve dostça tebessüm etmek lazım. Donuk ve ifadesiz gözükmekten kaçınmak lazım. Tebessüm etmesini bilmeyen esnaf dükkan açmasın (çin atasözü) Gülümsemeye en çok muhtaç olan kimse, başkalarına verecek tebessümü olmayan kimsedir. Postür: ( Beden duruşu) Vücudun dik, kendinden emin ve dinamik olması Ayaktaysak dik durmak oturuyorken sandalye ya da koltuğu tam doldurmak. Yakınlık: İnsanlara, daima onları rahatsız etmeyecek şekilde,en yakın mesafede durmaya gayret edin. Yöneliş: cephemizin konuştuğumuz insana dönük olması. Grup içinde mümkün olduğu kadar çok kişiye merkezimizi ( gövdemizi) açık tutmak lazım. Bedensel temas: el sıkışma, sarılma, kucaklama, öpme gibi fiziksel temastır. Dokunmanın gücünden yararlanmak lazım. Dokunmak insanları rahatlatır. Bugün çocuk kendiliğinden gelip boynunuza sarıldığında ilgilenmezseniz, yarın arkasından koşarsınız ama yetişemezsiniz. Psikosomatik hastaların yaşam öyküleri incelendiğinde (tansiyon, şeker, migren v.s) yeteri kadar bedensel temasta bulunmadıkları, sevilmedikleri, öpülüp kucaklanmadıkları bilinmektedir. Bedensel temasın Yerinde kullanılmaması ve aşırı kullanılması iletişimi zorlaştırabilir. Dış görünüş: kendimize gösterdiğiniz özen, kendimize verdiğimiz değerin ifadesidir. İnsanlar kıyafetleriyle karşılanır fikirleriyle uğurlanırlar. Gerçeğinden hareket edecek olursak ye kürküm ye felsefesi halen toplumumuzda geçerlidir. İsmiyle Hitap etmek: Konuştuğumuz kişinin adını kullanmak iletişimde çok önemlidir. (Bir insana ismiyle hitap etmek o kişiye en büyük iltifattır.) Son olarak; Sevdiklerinize seni seviyorum demeyi karacaahmete bırakmayın diyorum.

  • Travmatik Stres

    Travma; zihnimizin kaldıramayacağı düşünsel, duygusal ve davranışsal bir yükle karşı karşıya kalma durumuna travma denir. Psikolojik travmalar; insan zihninin anlayamadığı, algılayamadığı, kaldıramadığı, eritemediği bir ham armut gibi boğazına durduğu veya midesine taş gibi oturan yapılara denir. Onu hatırladıkça, o yaşantı uyarıldıkça, tetiklendikçe o günün duygusuna girer ve ondan çıkamaz. Bu nedenle travmalar, tedavi edilmezse kalıcı olabilmekte ve insan hayatını zora sokabilmektedir. Yaşamak için 3 sistemimiz var: 1.Savaşmak 2. Kaçmak 3. Ölü taklidi yapmak. (Don kal) İnsanlarda merkezi bir sistem vardır. Bu merkezi sistem haz duyumu ile acı duyumunu ayıran 3 sistemden oluşur. Bütün hayvanlarda, hatta bitkilerde de bu sistem var diyebiliriz. Bitkilerde kendi canlılıklarını devam ettirebilmek için tehlikeler karşısında büzüşürler. Sempatik ve parasempatik dediğimiz bu sistem bütün canlılarda bulunan nörobiyolojik bir yolaktır. Parasempatik sistem; güvenli bağlanma stilinin oluşturduğu, kişinin kendisini güvende hissettiğinde, rahat ve dingin hissettğinde beyinde aktive olan sinir sistemidir. Bu sisteme dışarıdan bir tehdit ve tehlike algılandığında, öldürülme, yok edilme gibi durumlarda sempatik sinir sistemimiz aktive olur. Sempatik sistem aktive olduğunda canlılar ya savaşacaktır ya da tehlike varsa kaçacaktır. Sempatik sistemin savaş ve kaç yolu bizim sıkıntı, acı yaşadığımız yerdir. Canlı kalabilmemiz için bu gereklidir. Onun dışında hayat parasempatiktir. Sempatik sistem aktive olduğunda , savaş ve kaç yolundan birisini tercih ederiz. Sempatik sistem acı verici bir sistemdir. Tehlikedeyken, açken, öldürülecekken aktif olan sistemdir. Kısaca söylemek gerekirse bir yerde korku ve endişe varsa, sempatik sistem aktive olmuş demektir. Kaçacak kadar vaktiniz yoksa, saldıracak kadar da gücünüz yoksa ölü taklidi yaparsınız. Donup kalırsınız. Ceylan, Arslanla karşılaşır. Arslan yakalar, ceylan o anda ölü taklidi yapar. Doğada bir canlı, hareketsiz kaldığı zaman özellikle yırtıcı hayvanlarda doğa karışır ve ayırt edemezler. Donup kaldığınızda hareketsiz nesne haline dönüşüyorsunuz ve size saldıracak olan saldırgan sizi tanımlayamıyor. İnsanlarda 4. aydan itibaren parasempatik ve sempatik sistem netleşmeye başlar. Karnı doymuşsa, altı kuruysa parasempatik sistem aktifleşir. Beyin çok basit bir sistemle çalışıyor. Beyin bir amibin, bir böceğin sistemiyle çalışıyor. Bir haz prensibi var, bir de acı prensibi var. Haz ve acı prensibi insanoğlunun, bütün canlıların hayatta kalması için temel prensiplerdendir. İnsanın isteklerinden birincisi yaşamda kalmak, ikincisi neslini devam ettirmektir. Kara böceğe de baksan, insana, köpeğe, file de baksan haz varsa yemek varsa, keyif varsa oraya gider. Acı sıkıntı, elem, keder varsa oradan kaçar. Haz nerede var? Yemekte var, sekste var. Yemek neyi verir? Sizin canlılığınızın devamını, hayatta kalmanızı sağlar. Bütün canlılarda keyif motoru takılmıştır. Bu ikisini yaparken keyif alıyorsunuz. Eğer bir insan huzurlu, rahat, dingin, kebap bir haldeyse, çayını yudumluyorsa bu insanda parasempatik sistem hakimdir. Rahatlık hali, huzur hali, dinginlik hali parasempatik sistemin hakimiyetidir. Ne zaman orada anksiyete, kaygı başlar ve kişi kendisini tehlikede ya da kaygılı hissederse sempatik sistem aktive olur. Sempatik sistemde savaş ve kaç taktiği vardır. Savaş ve kaç işe yaramadığı sistemde; parasempatik ve sempatik sistemlerin ikisinin birden aktive olduğu zaman dissosiasyon (dağılma, çökme) mekanizması devreye girer. Yani hem frene hem de gaza aynı anda basılması gibidir. Bazı insanlar ilk çocukluk yıllarından getirdikleri travmalarla, bazen de yakın zamandaki travmalarla hayatlarına devam ederler. Durduk yerde neden kendilerini kötü hissettiklerini anlamaya çalışırlar, çok yoğun boşluk, yalnızlık, terk edilmişlik duygularını yaşarlar, öfke patlamaları yaşarlar, her şeye ani ve fevri tepki verdiklerini söylerler. Yaşamış oldukları travmaların psikolojilerine zarar verdiklerini göremeyebiliyorlar. İlk çocukluk yılları travmalarını daha iyi anlayabilmek için bedenin kayıt tuttuğunu, bedenin hafıza kayıtları olduğunu da bilmemiz gerekir. Beden hafızası; anne ile çocuk arasındaki bağlanma ilişkilerinde yoksunluğa maruz kaldığında, anne terk ettiğinde, anneyi göremediğinde, v.s beden fizyolojik tepkiler verir. Bağırsaklar hareketlenir, terleme meydana gelir, yüz kızarır parasempatik ve sempatik sistem dediğimiz sistem bütün bedendeki organlarımız harekete geçirir. Eğer travmatik bir bebeklik ve çocukluk döneminiz varsa anneniz ikide bir sizi terk ettiyse, ihtiyaçlarınızı anlamakta (acıktığınızı, uyuma isteğinizi, vs ) sıkıntı yaşıyorsa beden bunları travma olarak algılar. Terleme ve çarpıntı ile ilgili beden hafızası kayıtları ortaya çıkar. Beklenmedik bir şekilde ani olarak çağrıldığında, güvenilmeyen bir ortama gittiğinde beden hafıza kayıtları ortaya çıkar. Neden terlediğini bilmez, neden bağırsaklarının tepki verdiğini bilmez neden ellerinin titrediğini bilmez çünkü beden hafıza kayıtları aktifleşir. Travma beyni, kişiliği değiştirir. Her türlü psikopatolojiyi kolaylaştırır. Travmalar, kendisini Semptomlarla ifade eder. (panik atak, okb, gece korkusu, fobiler v.b) Travma yaşayan çocuklar, çok çabuk unuturlar. Öğrenme güçlüğü, algılama sorunları var şeklinde terapiye getirilirler. Bu yüzden çocuklarda dikkat eksikliği hiperaktivite tanısı konulmadan önce mutlaka travma araştırılması gerekir. Travmatik çocuk konuşamaz. (Duygusal, fiziksel şiddet gördüğünden dolayı, bazen de kekemelik şeklinde karşımıza çıkar.) Travmatik çocuklar, boşluğa bakar gibi bakar. Duygu vermezler. Güvensiz bağlanma stili de çocuklar için travmadır. Güvensiz bağlanan çocuklar boğucu davranırlar. Yapışkan çocuklardır. Yarım kalmış anne ilişkisi vardır. Çocuk ağladığında, annesinin kendisine bakmasından haz alır. Oto boka ağlar. Eylemin belirleyicisi olmak bu çocuklara haz veriyor. Travmatik stres yaşayan insanlar alarm halindedirler. Dikkatlerinde sorun olur. Çevreden her an tehlike gelir endişesiye sürekli tetiktedirler. Küçük uyaranlara fazla reaksiyon gösterirler. Yanıt vermek yerine tepki verirler. Rutinleri değiştiğinde sıkıntıya girerler, huysuzlanırlar, kaygılanırlar, öfkelenirler. Ego kapasiteleri ve tolerans seviyeleri çok düşüktür. Belirsizliğe tahammülleri çok zayıftır. (hırçınlaşır, kavga çıkartırlar.) Duygular onları rahatsız eder. (Baba geç geleceğini söylediğinde, alkolik geleceğini, şiddet olacağını hisseder.) Travmatik stres kortizolu bozar, Bağışıklık sistemini bozar, insanın genetiğini de bozuyor. Psikosomatik rahatsızlıkların (tansiyon, şeker, migren v.s) en büyük sebebinin stres olduğu bilinmektedir. Travma ve stres insanın yaşam kalitesini ve insanın hem kendisiyle hem de diğer insanlarla iletişimini, etkileşimini ciddi anlamda bozar. Hem kendinize hem de sevdiklerinize zarar vermemek için bir terapiden geçmeniz gerekebilir. Travmalarda EMDR çok etkili ve faydalı bir terapi tekniğidir. Çok kısa bir zaman diliminde çok yol alınabilmektedir. Yeterki kendinize, terapistinize ve EMDR tekniğine güvenin. #Drsistem#Klinik psikolog#Erol Akdağ#psikoloji#psikolog#danışman#sosyal#aksiyete#travma#stres

  • DEPRESYON

    Kişinin yaşamış olduğu depresif duygdurumudur. Bazen hepimiz kendimizi kötü hisseder ve depresif bir duygu durumuna bürünebiliriz. Fakat her yaşamış olduğumuz depresiflik depresyonda olduğumuzu göstermez. Üstelik depresyonun çok çeşitli olduğunu söylemekte yarar var. En sık karşılaşılan depresyon türleri arasında majör depresyon ve distimi yer almaktadır. Majör Depresyon Biraz önce bahsettiğim üzere majör depresyon depresyonun bir alt çeşididir ve depresyonun içlerinde en ağır olanıdır. Genellikle aile öyküsünde majör depresyon bulunan bireylerde görülme sıklığı daha fazla olmakla birlikte, aile öyküsünde hiç majör depresyon olmayan bireylerinde yaşayabileceği bir durumdur. Kişi genellikle eskiden zevk alarak yapığı hobilerinden zevk almamaya, uyku ve yemek ile ilgili sıkıntılar yaşamaya başlar. Herkes zaman zaman bu şekilde hissedebilir ama majör depresyonda bu tür ilgilerin nerdeyse tamamen kaybolması ve yaklaşık 2 haftadır yaşanıyor olması durumu vardır. Ayrıca bunlara ölüm ve intihar düşünceleri de eşlik etmektedir. Distimi (Kronik Depresyon) Distimi genel olarak majör depresyonun belirtileri ile aynı olsa da, kronik depresyon en az 2 yıl sürmektedir ve majör depresyona oranla belirtiler daha az yoğunluk göstermektedir. Genel olarak Depresyon Belirtileri Nelerdir? Sürekli bir depresif duygudurumu içerisindeyseniz. Fiziksel işlevselliğinizde bir yavaşlama oluyorsa. Örneğin konuşurken eskisinden daha yavaş konuşuyor olmak, konuşsanız dahi sık sık duraklama ve nasıl ifade edeceğini bilememe veya oturduğunuz yerden uzun süre kalkamamak gibi durumlar. En belirgin özelliği olumsuz düşüncelere sahip olmak. Yaşadığınız olumsuz şeyleri kendine yakıştırmak ve bu duruma eş değer olan kötü şeyleri hak ettiğinizi düşünmek gibi suçluluk duyguları eşlik edebilir. Uyuyamıyor veya uykunuz çok sık bölünüyorsa, Geleceğe yönelik mutlu olamayacağınızı düşünmek ve işlerin iyiye döneceğine dair umutlarınızın olmaması. İştahınızın artması veya azalması. Karar vermenin sizin açınızdan çok zor hale gelmesi. Eski hayat enerjiniz azalması. Yukarıdaki belirtiler ara ara herkesin yaşamış olduğu bir takım yaşantısal deneyimler olmakla birlikte, bunlardan bir kaçını, uzun bir süredir yaşıyorsanız kesin bir tanı ve çözüm için mutlaka bir uzmandan yardım almak gerekir.

  • PSİKOLOJİYE DAİR

    Davranış Bozuklukları Davranış bozuklukları, çocuğun, normalde yaptıklarından farklı olarak nitelendirebileceğimiz davranış farklılığıdır. Bu farklılık genellikle çocuğun olumsuz yönde yaptığı davranışlardır. Kimi zaman aileyi veya çevreyi rahatsız edecek boyutta olabildiği gibi yaşına uygun toplumsal normları ihlal ettiği davranışlardır. Fakat her farklı davranış 'davranış bozukluğu' sayılmaz. Bir davranışın davranış bozukluğu sayılabilmesi için bazı ölçütlere ihtiyacımız vardır. Bu ölçütleri şu şekilde sıralamak mümkün: Yaşa uygunluğu: Her yaşın gerektirdiği bazı özellikler vardır. Ve önemli olan yapılan olumsuz davranışın o yaşa uygun olup olmadığının belirlenmesi. Örneğin 4 yaşındaki bir çocuk mülkiyet kavramı gelişmediği için kendisine ait olmayan bir eşyayı alabilir ve saklayabilir, bu durum normal olarak kabul edilirken ergenlik döneminde olan bir ergenin bu davranışı yapması normal olmayan davranış olarak kabul edilir. Yoğunluğu: Yapılan davranışın yoğunluk derecesinin artmasıdır. Sürekliliği: Çocuğun yaptığı davranışın uzun bir süre devam ediyor olmasıdır. Cinsel rol beklentileri: Bazı davranışların kız ve erkek rol beklentilerine uymaması durumudur. Çocuklarda çok sık görülen davranış bozuklukları nelerdir? Çocuklarda sıklıkla görülen davranış bozuklukları Saldırganlık İnatçılık Yalan söyleme Tırnak Yeme Alt Islatma Çalma Küfür Neler Yapılabilir ? En önemlisi anne babanın çocuğa rol model olması gerekmektedir. Çocuğunun şiddet uygulamamasını, küfür etmemesini isteyen bir ebeveyninde çocuğunun yanında bu davranışlarına dikkat etmesi gerekmektedir. Veya kitap okumasını isteyen bir ebeveyn hiç kitap okumuyorsa veya çocuğunun telefonla oynamasını istemeyen bir ebeveyn akşam işten eve geldiğinde/ tüm gün evde çocuğunun gözlemleyebileceği ortamlarda sürekli telefonu ile uğraşıyorsa çocuğunda kitap okumasını veya telefonla ilgilenmemesini bekleyemeyiz. Özellikle bu tür durumlar ailelerin çocukları ile doğru iletişim kurmaları (doğru iletişim: çocuğu anlayarak neden bu davranışı yaptığını anlamaya çalışarak, kızmadan, yargılamadan ve herhangi bir ceza uygulamadan) gerekmektedir. Olumsuz bir ruh haline büründüğünde çocuğun bu olumsuzluğunu aktarabileceği başka bir ortam sağlanmalıdır. Örneğin çocuğun bir hiperaktivitesi varsa bunu çeşitli spor dalları ile enerjisinin aktarabileceği daha sağlıklı ortamlar yaratılabilir. Koşma, yüzme vb.. Ölçütler dikkate alındığı zaman çocuğunuzda davranış bozukluğu olduğunu düşünüyorsanız ve özellikle bu durum 6 ay süreden fazladır devam ediyorsa profesyonel bir destek almanızda fayda olabilir.

  • O Kişi Sizsiniz!

    Yaşadığımız her ikilemin sonucunda mutlaka bir yolu tercih ederiz. Ancak bazen aklımız gitmediğimiz yolda kalır. Oysa ki seçtiğiniz yönün bir önemi yok, hangi yolu seçerseniz seçin yürüdüğünüz yoldaki o kişi sizsiniz, başka biri değil. Önemli olan bunun farkında olarak yürümeye devam etmek ve seçtiğiniz yolda elinizden gelenin en iyisini yapmak. Ancak bu şekilde önünüze bakıp engellere takılmadan yolunuza devam edebilirsiniz. Hep önünüze bakmanız dileğiyle..

  • Google Places
  • Instagram
  • Facebook
  • LinkedIn

©2022 DrSistem

bottom of page