top of page

Arama Sonuçları

Boş arama ile 1063 sonuç bulundu

  • Çocuğuma Nasıl Sınır Koyabilirim?

    Çocuklar büyürken sınırlara ihtiyaç duyarlar, bir yandan da bu sınırları test ederler. Sınırlar çocukların sağlıklı ve güvende gelişebilmesi için gereklidir. Peki sınır koyma derken neyi kastediyoruz? Sınırlar, çocuğun istenmeyen davranışlarının oluşmaması için ailenin koyduğu kurallardır. Bu kurallar çocuğun güvenliğini tehlikeye sokacak durumlarla da ilişkili olabilir ya da çocuğun başkasına zarar verici davranışlarına da yönelik olabilir. Sınırlar istenmeyen davranışların azalmasını sağlayan eğitici bir yöntemdir. Çocuklar sınırlar sayesinde neyin doğru neyin yanlış olduğunu öğrenir ve böylece toplumsal kurallara uymaları kolaylaşır. Sınır koyarken nelere dikkat etmek gerekir? Kuralların çocuğun yaşına, gelişimine uygun olması, anlaşılır olması önemlidir. Sınır koyarken çocuğun keşfetme, araştırma , öğrenme güdüsünün kitlenmemesi de önemlidir. Ebeveynin kararlı, tutarlı, net olması gerekir. Çocuğunuza söz verdiyeseniz yapın, bir şey için hayır dediyseniz o şey hayır olarak kalsın, önce hayır deyip sonra yapacaksanız baştan hayır demeyin. Anne ve baba olarak ortak konuşun, ebeveynlerin tutarlı olması kadar sınırların da tutarlı olması önemlidir. Bugün bir kural koyduysanız o kuralın yarın da geçerli olması gerekir. Kuralın uygulanması keyfi olmamalıdır. Problemli davranışların listesini yapın, hepsinin ayna anda düzelmesini beklemeyin. Öncelikle bir kaç olumsuz davranış ile ilgili kuralınızı koyun, kural sayınız ne kadar az olursa çocuğun bu kurala uyması da o kadar kolay olur. Çocuğun sınırları öğrenebilmesi için davranışının sonucunu görmesi gerekir. İstenen davranışın sonucunda ebeveyn “ aferin”, “odanı toplaman beni mutlu etti” gibi çocuğu motive edecek olumlu geri bildirim veriyorsa istenen davranışların sıklığı artar. Olumsuz davranışın sonucunda da çocuğun zevk aldığı aktiviteden mahrum bırakmak gerekir. Bunun etkili olabilmesi için davranışın hemen sonrasında olması gerekir. Bu çocuğu eleştirmek, tehdit etmek ya da şiddet uygulamak şeklinde olmamalıdır. Sınırlar sadece çocuklar için değil erişkinler için de gereklidir. Ebeveyninin trafikte kurallara uymadığını gören bir çocuğun kurallara uymasını beklemek de güçtür. Ebeveyn olarak bizler kurallara uyalım çocuklarımızın da kurallara uymasını kolaylaştıralım. #çocuğa sınır koyma#Çocuk ve ergen psikiyatri#Duygu Murat

  • Tik Bozukluğu

    Tikler; ani başlayan, ritmik olmayan istemsiz hareket(motor tik) ya da seslerdir(vokal tik) .Tikler genellikle çocukluk döneminde başlar. Çoğunlukta 7-12 yaşları arasında artış gösterir. Büyük bir kısmı ergenlik döneminden sonra düzelir. Genetik ve çevresel faktörler tik gelişimde etkilidir. Tikler göz kırpma, burun oynatma gibi hareketler(motor tik) şeklinde olabileceği gibi burun çekme, boğaz temizleme şeklinde (vokal tikler) de olabilir. Tikler yer değiştirebilir. Başlangıçta göz kırpma tiki varken bir süre sonra bu tik kaybolup burun oynatma, omuz silkme gibi tikleri olabilir. Tiklerin şiddetinde artışlar, azalmalar olabilir, hatta kimi zaman tiklerin tamamen geçtiği dönemler olabilir. Uzun süre ekrana maruz kalmak, stres ve kaygılı durumlar , aşırı heyecan, enfeksiyonlar ve yorgunluk tikleri arttırabilir. Çocuğun kendini rahat hissettiği durumlarda (tatiller, spor yaparken, müzik aleti çalarken) tikler azalır ya da geçer. Uykuda tikler oluşmaz. Tiklerin öncesinde özellikle 10 yaşının üzerindeki çocuklar tik gelmeden önce kaşıntı, huzursuzluk gibi duyusal hisler tarifleyebilir. Tiklerin olacağını bu hisleri olan çocuklar fark edebilir. Tikler kısmen çocuk tarafından kontrol edilebilir. Okulda tiklerini bastıran çocuğun eve gelince tiklerinde artış görülebilir. Tikler çoğunlukla ani başlangıçlı olduğu için aileler endişelenebilir. Tikler kısmen bastırılabilse bile çocuğun bilerek ve isteyerek yaptığı hareketler değildir. Çocuk tikleri yapamaması için uyarılmamalıdır. Sürekli tikleri nedeni ile çocuğu uyarmak çocuğun gerginliğini ve tiklerini arttırabilir. Tikleri tetikleyen faktörleri belirlemek, eşlik edebilecek Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu,Obsesif Kompulsif Bozukluk, Kaygı Bozukluğu ve Depresyon gibi durumları da değerlendirmek gerekir. Basit tiklerde tiklerin seyri ve gidişatı hakkında aileyi bilgilendirmek, psikoeğitim ve davranışçı yöntemler çoğunlukla yeterlidir. Ancak tiklerin şiddeti yoğunsa çocuğun duygu durumunu, ders başarısını, arkadaş ve aile ilişkilerini olumsuz etkiliyorsa ilaç tedavisi gerekebilir. #tik bozukluğu#Çocuk ve erden psikiyatri#Duygu Murat

  • Çocuklarla Coronavirüs Nasıl Konuşulmalı?

    Koronavirüs kısa sürede tüm dünyayı etkisi altına alan bir salgın haline geldi. Koronavirüs ile ilgili haberlerin artmasıyla çocukların salgınla ilgili endişeleri ve soruları da arttı. Çocukların koronavirüsle ilgili sorularına cevap vermek, endişelerini azaltmak ve korunma için önerilerde bulunmamız kaçınılmaz oldu. Yetişkinler olarak dikkat etmemiz gerekenler; 1- Çocuğun her konuda size soru sorabileceği açık ve destekleyici bir yaklaşım sergileyin. Bu yaklaşım çocuğun koronavirus hakkındaki endişe, korku ve sorularını sizinle rahatça paylaşmasını sağlayacaktır. Çocuk konu hakkında konuşmaya hazır değilse zorlamayın. 2- Sorularını dürüstçe cevaplayın. Çocuklar genellikle geçiştirdiğinizi, gerçeği ifade etmediğinizi hisseder ya da sonunda öğrenirler. Bu durum gelecekte çocuğun size ve sizin verdiğiniz güvencelere olan güvenini olumsuz etkiler. 3- Çocuklara yaşı, dil ve gelişim düzeyine uygun açıklama yapın. Açıklama yaparken anlayabilecekleri kelime ve kavramları kullanın. 4- Çocuğun endişelerini hafifletmek için hastalığın gribe, ishale ve kusmaya benzediği söylenebilir. 5- Gerekli önlemleri aldıktan sonra iyimser olmak, çocukları gereksiz yere endişelendirmekten, strese sokmaktan daha iyidir. 6- Çocuklara günlük hayatlarında uygulayabilecekleri pratik tavsiyeler (el yıkamaya özen göstermek gibi) vererek hem salgından korunmasına hem de kontrolün kendisinde olduğunu hissettirebilirsiniz. 7- Çocukların doğru ve güncel bilgilere ulaşmalarına yardımcı olun. Dünya Sağlık Örgütü ve Sağlık Bakanlığımızın paylaşımlarından yararlanabilirsiniz. 8- Çocuklar yaptığınız açıklama ve bilgilendirmeyi anlamakta, kabul etmekte zorlandığı için ya da güvende hissetmek-rahatlamak için sizden defalarca tekrarlamanızı isteyebilir. Tekrar tekrar konuşmaktan kaçınmayın. 9- Çocuğun düşünce, duygu ve tepkilerini önemseyin ve anlamaya çalışın. 10- Çocuklara karşı güven verici olun ancak gerçekçi olmayan vaatlerde bulunmayın. Türkiye’de görülmez gibi. Çocukların kendilerini evde ve okulda güvende hissetmelerini sağlamak iyi olacaktır. Evde ve okulda önlem alındıysa bunları çocuğa ifade etmek yararlı olacaktır. Sağlık Bakanlığının ve belediyenin yaptığı önleme çalışmaları hakkında çocuğa bilgilendirme yapılabilir. 11- Çocuklara koronavirüse yakalanan insanlara yardımcı olacak çok sayıda insanın ve kurumun olduğu bilgisi verilebilir. 12- Çocuklar anne-baba ve öğretmenlerinin konuyla ilgili konuşmalarını dinler ve koronavirüs haberlerine verdikleri tepkileri gözlemlerler. Çocukların kaygı ve endişelerini arttırıcı yorumlardan kaçının. 13- Çocukları hastalıkla ilgili rahatsız edici ve kafa karıştırıcı video ve haberlerden uzak tutun. 14- Koronavirüs salgını ile ilgili yoğun kaygı yaşayan, kaygıya bağlı günlük işlevleri olumsuz etkilenen, uyku bozukluğu, hastalık-ölümle ilgili korkular, aile üyelerinden ayrılmakta güçlük ve okula gitmek istememe belirtileri görülen çocuklar için ruhsal destek alın. 15- Yetişkinler olarak çocukların stresli olay ve deneyimlerle başa çıkmalarına yardımcı olabilir ve kalıcı duygusal sorun yaşama riskini azaltabiliriz. #koronavirüs#çocuk#psikiyatri#Ali Korkmaz

  • Karşıt Olma Karşı Gelme Bozukluğu (KOKB, İnatlaşma Bozukluğu)

    En uyumlu çocuklar bile zaman zaman büyüklerleriyle tartışabilir, onlara karşılık verebilir, söz dinlemeyebilir, meydan okuyabilir. Bu durumlar özellikle çocuk yorgun, aç, stresli veya üzgün olduğunda yaşanır. Çocukların 2-3 yaş ve erken ergenlik döneminde de karşıt olma ve karşı gelme davranışı sergilemeleri normal kabul edilir. Bu davranışlar sık ve tutarlı bir şekilde görülüyorsa, çocuğun sosyal, aile ve akademik hayatını olumsuz etkiliyorsa KOKGB yönünden ciddiye almak gerekir. Çocuklarda KOKGB olduğunu düşündüren belirtiler; - Sık öfke nöbetleri - Alınganlık - Kolay sinirlenme - Yetişkinlerle sık tartışma - Kuralları sorgulama ve uymama - Bilerek başkalarını kızdırma - Kendi hataları için başkalarını suçlama - Üzüldüğünde kaba ve nefret dolu konuşma - Düşmanlık - Kin gütme ve intikam arayışı KOKGB belirtileri genellikle okul öncesi yıllarda başlar. Bazı çocuklarda belirtiler ilk başta sadece evde görülebilir, ancak zamanla okul ve arkadaş gibi diğer ortamlarda da gözlenmeye başlar. Okul çağındaki çocuklarda ve ergenlerde görülme oranı yaklaşık %3’tür. KOKGB'nin nedenleri tam olarak bilinmiyor. KOKGB’nin görülmesinde biyolojik, psikolojik, sosyal ve çevresel faktörlerin etkili olduğu söylenebilir. KOKGB için risk faktörleri; - Genetik - Çocuğun mizacı - Çocuğun beyin yapısındaki farklılıklar - Ailenin yetersiz ilgilenmesi ve gözetmesi - Hatalı yetiştirme ve disiplin tutumları - Aile içi sorunlar - Çocuğun ihmali ve istismarı - Ailede ruhsal bozukluk ya da bağımlılık olması - Karşıt olma ve karşı gelmenin desteklendiği/pekiştirildiği bir çevrede büyümektir. KOKGB semptomları olan çocuk ve ergenlerin ayrıntılı bir psikiyatrik muayenesinin yapılması gerekir. KOKGB’ye sıklıkla dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu (DEHB), öğrenme bozukluğu, depresyon, bipolar bozukluk ve anksiyete/kaygı bozuklukları eşlik eder. Bu açıdan muayene sırasında eşlik eden ruhsal bozuklukların tanınması, gözden kaçırılmaması tedavinin başarıya ulaşması için çok önemlidir. Eşlik eden ruhsal bozuklukları tedavi etmeden KOKGB’yi iyileştirmek güç olabilir. KOKGB tedavisinde; - Aile ve çocuğa bozukluk hakkında bilgi verme - Hatalı anne-baba tutumlarını değiştirme - Ebeveynlik becerilerini artırma - Aile içi iletişim ve anlayışı arttırma - Çocuğa öfke kontrol becerisi kazandırma - Çocuğun sosyal becerisini arttırma - Çocuğa duygu yönetim becerisi kazandırma - Gerekirse KOKGB ve eşlik eden ruhsal bozukluk belirtilerini kontrol altına almak için ilaç tedavisi uygulanır. KOKGB’nin tedavi edilmemesi durumunda; - Otorite figürleriyle ilişkilerinde sorun yaşama - Arkadaş ilişkisi kuramama ve sürdürememe - Okul ve işte başarısızlık - Dürtü kontrol sorunları - Davranım bozukluğu - Madde kullanımı - İntihar riski artar. KOKGB’in erken tanı ve tedavisi çoğun ruhsal durumunun kötüleşmesini önler, sosyal ilişkilerinin düzelmesini ve özgüvenini geri kazanmasını sağlar. #karşıt olma#karşı gelme#psikiyatri#Ali Korkmaz

  • Çocuk ve Ergenlerde Depresyon

    Depresyon; mutsuzluk, ilgi kaybı, günlük etkinliklerden keyif almama, huzursuzluk, konsantrasyon eksikliği, enerji kaybı, iştah ve uyku bozukluklarının görüldüğü ruhsal bir bozukluktur. Çocuk ve ergenlerde depresyon görülme oranı maalesef gittikçe artıyor. İyi haber ise çocuk ve ergenlerde görülen depresyonun tedavi edilebilir olmasıdır. Erken tanı ve tedavi ile aile, okul ve sosyal ortamlardaki olumsuz etki azaltılmakta, madde kullanımının, intiharın, dirençli depresyon gelişiminin önüne geçilmektedir. Çocuğum Depresyonda Mı? Çocuk ve ergenlerde görülebilen başlıca depresyon belirtileri; - Huzursuzluk - Günlük etkinliklere ve geçmişte zevk aldığı faaliyetlere karşı ilgisinin kaybolması - Arkadaşlarından ve aileden uzaklaşma (sosyal içe çekilme) - Uyku sorunları (uykuya dalamama, uykuda bölünme, yorgun uyanma, çok uyuma) - İştah ve/veya kilo değişiklikleri - Okuldan kaçma, ders başarısında düşme - Nedeni bulunamayan bedensel şikayetler (baş-karın ağrısı vb.) - Kolay, açıklanamayan ağlamalar - Bitkin, yorgun hissetme - Sevilmeme-değer verilmeme-yanlış anlaşıldığı-suçluluk düşünceleri - Odaklanma güçlüğü - Tekrarlayan ölüm düşünceleri, intihar girişimleridir. Depresyon tanısı için yukarıdaki belirtilerin tümünün çocukta görülmesi şart değildir. Belirtilerin görünümü çocuğun yaşına, gelişim düzeyine göre değişebilir. Belirtilerin 2 haftalık süre boyunca bulunması, çocuğun günlük yaşamını olumsuz etkilemesi gerekir. Çocuklar Neden Depresyona Girer? Depresyonun ortaya çıkma nedeni tam olarak bilinmemekle birlikte, genetik yatkınlığın ve çevresel faktörlerin rol oynadığı söylenebilir. Depresyonun ortaya çıkmasında etkili olan faktörler; - Ailesel yatkınlık (aile üyelerinde depresyon, intihar öküsünün olması) - Çocukluk çağı travmaları - Olumsuz aile ortamı (boşanma, anne-babada madde-alkol kullanımı, ihmal) - Aileyle olumsuz-çatışmalı ilişkiler - Okul başarısızlığı - Çocuğun kişilik özellikleri (kaygılı, utangaç olma vb.) - Bedensel hastalığın olması - Kız cinsiyette olmak - İlaç kullanımı (steroid, isotretinoin vb.) Çocukta Depresyon Tanısı Nasıl Konur? Depresyon olduğunu gösteren bir test ya da tetkik yoktur. Çocuk ve ergen psikiyatristi uzmanına başvurduğunuzda; - çocukla ve sizinle görüşme yapılarak depresif belirtiler, ortaya çıkaran olası nedenler, belirtilerin günlük yaşama etkisi hakkında bilgi alınır, - depresif belirtilere neden olabilecek ya da taklit edebilecek bedensel hastalıklar (tiroid hastalıkları, ilaç kullanımı vb) dışlanır, - Size, çocuğunuza ve gerekirse öğretmenlerine depresyonun şiddetini tespit etmek ve tedavi yanıtını değerlendirmek için ölçekler doldurtulur. Çocuk ve ergen psikiyatristiniz tarafından çocukla, sizinle ve gerekirse diğer ilgili kişilerle yapılan psikiyatrik muayenede elde edilen bilgilere göre tanı konur. Çocuklarda Depresyona Başka Bozukluklar Eşlik Eder Mi? Depresyona sıklıkla başka ruhsal bozukluklar da eşlik eder. Depresyona en sık eşlik eden bozukluklar; kaygı bozukluğu, dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu, davranım bozukluğu, karşıt olma karşıt gelme bozukluğu ve madde bağımlılığıdır. Çocuklarda Depresyon Nasıl Tedavi Edilir? Tedavide amaç sadece depresyon atağını tedavi etmek olmamalıdır. Tedavi sonrasında iyilik halinin sürdürülmesi ve yeni depresyon ataklarının yaşanmasının önüne geçmeye yönelik de olmalıdır. Tedavide uygulanacak yöntem ve yaklaşımlar belirtilerin şiddetine, çocuğun yaşı-gelişim düzeyine, ailenin sosyoekonomik durumuna, ek hastalığın olup olmadığına göre değişiklik gösterebilir. Çocuk ve ergenlerin depresyon tedavisinde; - Hastaya ve aileye depresyon ve tedavisi hakkında ayrıntılı bilgi verilir - Aile tedavi sürecine dahil edilir - Çocuk ve ailenin iletişimi desteklenir ve güçlendirilir - Çocuk ve ailedeki tutum ve yaklaşım hataları ortadan kaldırılır - Okul ve rehberlik servisi ile işbirliği yapılır - Yaşam tarzı değişiklikleri (beslenme, uyku, egzersizle ilgili) yapılır - Destek psikoterapisi (sorun çözme, problemlerle baş etme, sosyal becerilerini geliştirme) uygulanır - Yapılandırılmış Psikoterapi (Bilişsel Davranışçı Terapi, Kişiler Arası Terapi vb) uygulanır - İlaç tedavisi (gerekirse) - Yatarak tedavi (intihar düşünceleri/girişimi, kendine zarar verme vb. riskler varsa) Çocuğunuzda depresyon belirtilerini fark ederseniz, çocuğunuzla belirtiler hakkında konuşmaya çalışın, yargılayıcı-eleştirel tutumdan kaçının, destekleyici olun. Erken tanımak ve müdahalede bulunmak çocuğunuzun depresyona bağlı ailesel, akademik, sosyal kayıp yaşamasını engeller ya da en aza indirir. #depresyon#psikiyatri#Ali Korkmaz

  • Konuşma Gecikmesi ve Otizm

    Konuşma gecikmesi çocukların yaşından beklenen sözel ifade becerisini gösterememesi olarak tanımlanabilir. Hiç konuşamama, yaşından beklenenden az sayıda kelime kullanma veya cümle kuramama şeklinde görülebilir. Konuşma gecikmesini fark edebilmek için çocuklardaki konuşma gelişim basamaklarını bilmek gereklidir. Normal konuşma gelişimi çocuklar arasında farklılıklar gösterse de belli bir sırayı izler. Bebeklerde 2. aydan sonra başlayan agulama, 4-6. aylar arası “ba”ba” gibi hecelerden oluşan babıldama ile devam eder. Anlamlı olarak söylenen ilk kelimler genellikle 1. yaşta başlar ve 18 aya kadar kelime sayısı giderek artış gösterir. Çocuklar 2 yaşında basit iki kelimelik cümleler kurmaya başlar ve 50 kelime kullanabilir. 2-2,5 yaşları arasında iki üç kelimelik cümleler kurabilir. 3 yaşına geldiğinde üç beş kelimelik cümleler kurabilir ve konuşması büyük oranda başkaları tarafından anlaşılır. Konuşma gecikmesi ile ilgili “4 yaşa kadar beklenmesi gerektiği”, “erkek çocuklarında normal olduğu” gibi yanlış inanışlar söz konusudur. Bu inanışlar nedeniyle uzmanlara başvuru yapılmamakta ve önemli bazı bozuklukların anlaşılması gecikebilmektedir. Bilinenlerin aksine konuşma gecikmesi mutlaka uzman tarafından değerlendirilmesi gereken önemli bir durumdur. Konuşma gecikmesinin çok farklı nedenleri olabilir. En sık görülen neden gelişimsel konuşma gecikmesidir. Ancak konuşma gecikmesi olan çocuklarda dikkat edilmesi gereken durumlardan biri “Otizm” belirtilerinin olup olmadığıdır. Otizm konuşma gecikmesinin önemli nedenlerinden biridir. Otizm sosyal etkileşimde kısıtlılık, iletişim becerilerinde yetersizlik ve tekrarlayıcı hareketlerle kendisini gösteren bir bozukluktur. Konuşma gecikmesi olan çocuklarda aşağıda sıralanan belirtiler varsa otizmden şüphelenmeli ve hemen bir çocuk psikiyatrisi uzmanına başvurmalısınız; Göz teması yoksa veya kısıtlıysa Çocuğunuz gülümsemeye yanıt vermiyorsa Onunla konuştuğunuzda yüzünüze bakmıyorsa veya bunu nadiren yapıyorsa Adını çağırdığınızda adına bakmıyorsa Çocuğunuz işaret ettiğiniz yere bakmıyorsa İlgilendiği şeyi işaret ederek veya size göstererek paylaşmıyorsa Sizinle veya diğer çocuklarla oynamak yerine kendi başına zaman geçirmeyi tercih ediyorsa Sizin davranışlarınızı taklit etmiyorsa İşaret ettiğiniz nesnelere bakmıyorsa Sallanma, kendi etrafında dönme şeklinde hareketleri varsa Otizmin erken fark edilmesi ve tedaviye erken başlanması tedavi şansını arttırmaktadır. Konuşma gecikmesi olan çocuklar için “Büyüyünce konuşur” dememeli ve mutlaka bir uzmana başvurulmalıdır. #konuşma gecikmesi#çocuk ve ergen psikiyatristi#mehmet çolak

  • Çocuklarda Bilgisayar ve İnternet Bağımlılığı

    Bilgisayar ve internet hayatımızın ayrılmaz bir parçası haline geldi. Bilgisayarlar, tabletler ve akıllı telefonlar ile her an her yerde internete ulaşmak mümkün. İnternet bilgiye ulaşımı ve iletişimi çok daha kolay hale getirdi. Alışverişten eğlenceye bir çok amaçla kullanılabiliyor. Sosyalleşmek için kullanılan en önemli araçlardan biri haline geldi. Bilgisayar ve internet kullanımı, getirdiği kolaylıklar ve sunduğu olanaklar ile birlikte uygun kullanılmadığında sorunlar yaratabilmektedir. İnternetin aşırı ve kontrolsüz kullanımı çocuk ve gençlerin okul başarışını, arkadaş ve aile ilişkilerini olumsuz şekilde etkileyebilmekte ve bir bağımlılığa dönüşebilmektedir. Uzun süre ekran karşısında zaman geçirmek çocuklarda dikkat ve konsantrasyon güçlüklerini arttırabilmektedir. Okulda ve ders çalışırken sürekli takip ettikleri oyun veya siteleri düşünmeye başlamakta ve ders başarıları düşmektedir. Edindikleri sanal arkadaşlar, gerçek arkadaşlıklar kurma ihtiyaçlarını azaltmakta ve sosyalleşmeleri olumsuz etkilenmektedir. Çocuk ve gençlerin özdenetimleri henüz gelişme döneminde olduğundan bilgisayar kullanımı konusunda kendilerine sınır koymakta zorlanır ve bilgisayarda çok fazla zaman geçirebilirler. Bu durumda çocuğun yaşına uygun şekilde süre sınırlaması getirmek anne babalara düşer. Eğer çocuğunuz interneti aşırı ve uzun süre kullanıyor ve kullanma isteğinin önüne geçemiyorsa, internette olmadığı zamanlarda kendisini boşlukta hissediyor ve internetten ayrı kaldığı zamanlarda sinirlilik ve saldırganlık oluyorsa, internet kullanımından dolayı okul yaşantısı, ders başarısı ve arkadaş ilişkileri bozulduysa internet bağımlılığından söz edilebilir. Çocuğunuzun aşırı şekilde internet kullandığını yada internet bağımlılığı olabileceğini düşünüyorsanız neler yapabilirsiniz? Çocuğunuzla ilişkinizi geliştirin ve onunla daha fazla zaman geçirin. Sağlıklı bir ilişki kurmak ve kaliteli zaman geçirmek alabileceğiniz en iyi önlemlerden birisidir. Çocuğunuza örnek olun. Ekran karşısında çok zaman geçiriyorsanız, verdiğiniz nasihatler etkili olmayabilir. İlgi duyabileceği sosyal ve sportif etkinliklere yönlendirin. Bu şekilde boş zamanlarını daha sağlıklı şekilde değerlendirmesini sağlamış olursunuz. Çocuğunuzun bilgisayarda geçirdiği süreyi izlemeniz önemlidir. Bilgisayarın çocuğun odasında değil oturma odası gibi evin ortak kullanım alanında olması bunu daha kolay yapabilmenizi sağlayacaktır. Bilgisayar kullanımına mutlaka sınırlama getirin, süreleri belirlerken çocuk ve gençlerin görüşüne başvurmak ve kararları birlikte almak çocuğunuzun uyumunu arttıracaktır. Belirlediğiniz sürelere uyum konusunda sorunlar yaşıyorsanız, süre veya içerik kısıtlama ile ilgili programlardan faydalanabilirsiniz.

  • Okul Fobisi

    OKUL REDDİ (OKUL KORKUSU) Çocuklarda kuvvetli bir endişe nedeniyle okula gitmek istememe ve gitmeme durumu; okul fobisi ya da okul reddi olarak adlandırılmaktadır. Okul fobisi; okulların açılma dönemi veya okul saatleri yaklaştığında; sıkıntı artışı, ağlama, sinirlilik, uykusuzluk, baş ağrısı, karın ağrısı, mide bulantısı, iştahsızlık gibi yakınmalar ile kendini gösterir. Bu çocuklar genellikle evde rahat ve huzurluyken okulda aşırı kaygılı ve huzursuzdur. Okul fobisi okul hayatının herhangi bir döneminde ortaya çıkabilir. Ancak belli yaş dönemlerinde ve geçiş noktalarında görülme sıklığı artar. Okula başlama yaşları olan 5-6 yaşlarında ve 11-12 yaşlarında daha sık görülmektedir. Okulun ilk günlerinde görülen bu korkunun kaynağı genelde ayrılma kaygısıdır. Anne babadan ayrılma konusunda kaygı duyan çocuk, okula gittiği zaman anne babasına bir şey olacağından,onların başına bir şey geleceğinden korkar ve onları bir daha göremeyeceğini düşünür. Bununla birlikte kaza,hastalık veya sağlık sorunları nedeniyle okula gidememe, çocuğa yakın aile üyelerinden birini hastalığı veya kaybı,anne baba arasındaki çatışmalar,kardeş doğumu, okulda öğretmen tarafından fiziksel veya duygusal örselenme, arkadaşları tarafından örselenme,çocuğun kapasitesinden yüksek beklentiler nedeniyle başarısızlık hissi yaşaması, okul değişikliği gibi yaşantılar okul reddini tetikleyebilir. Okul Fobisi Olan Çocukların Ailelerine Öneriler: Okullar açılmadan önce, okul tanıtılmalı, öğretmen ve okul arkadaşlarıyla tanışması sağlanmalıdır. Çocuğun, ilk günlerde önce bir saat, sonra yarım gün, daha sonra tam gün okulda anne baba olmadan kalması sağlanmalı, çocuk aşamalı şekilde anne baba olmadan okulda bırakılarak korkusunun azalmasına yardımcı olunmalıdır. Çocuğun yaşadığı kaygı konusunda çocukla konuşulmalıdır. Kaygıları ile başa çıkma konusunda destek olunmalıdır. Okula başlayan tüm çocukların kaygı yaşayabileceği ve bu kaygısının okula devam ettikçe azalacağı vurgulanmalıdır. Okula düzenli devam etmesi konusunda kararlı davranılmalıdır. İsteksiz davransa da okula gitmesini sağlanmalı ve eve gitme konusunda ısrarı olsa okulda kalmasını sağlanmalıdır. Çocuğun yaşadığı kaygılar şiddetliyse, aile ve öğretmenlerin çabasına rağmen okul reddi devam ediyorsa geç kalınmadan çocuk psikiyatrisine başvurulmalıdır. #okul fobisi#çocuk ve ergen psikiyatri#mehmet çolak

  • Panik Atak

    Ani, nedensiz ve şiddetli bir kaygı durumudur. Birden fazla fiziksel belirti aniden ortaya çıkıp dakikalar içinde en üst seviyeye ulaşır, giderek azalarak yarım saat içinde sonlanır. Bazen panik ataklar arka arkaya olduğu için daha uzun sürüyormuş hissi verir. Panik atak terimi psikiyatride bir hastalığı değil, psikiyatrik bir belirtiyi tanımlar. Panik atakları, Panik Bozukluk dışında başta anksiyete bozuklukları olmak üzere hemen her psikiyatrik hastalığın belirtisi olabilir. Örneğin uçak fobisi olan kişi uçağa bindiğinde ya da sosyal kaygısı olan bir kişi kalabalık bir ortama girdiğinde panik atağı geçirebilir. Panik atak belirtileri oluşturan tıbbi bir durum, ilaç ya da madde kullanımı olabileceği için belirtilere yönelik tetkikler yapıldıktan sonra tanı konabilir. Panik Atak Belirtileri: Çarpıntı: Kalp ritmi artsın ya da artmasın kalp atımının hissedilmesi, Tansiyon yüksekliği Göğüste baskı ya da ağrı, Nefes darlığı, Boğazda düğümlenme hissi, boğulacak gibi olma, Baş dönmesi ya da dengesizlik, Göz kararması, Ateş basması ya da üşüme-ürperme, Terleme, ağız kuruluğu, Titreme, Mide krampları, bulantı, kusma ya da ishal Gerçeklik algısında değişiklikler Bu bedensel belirtilerin bazılarının olması yeterlidir ancak bedensel belirtilere korku ya da endişe eşlik eder. Kişi o anda ölüyor ya da aklını kaçırıyor olduğunu, kontrolünü kaybedeceğini düşünür, bulunduğu ortamdan kaçmak isteği duyar. Panik atağı genellikle kendiliğinden biter. Hemen herkesin yaşayabileceği bir huzursuzluk, kalp atışları hissetme, fenalaşma hissi ciddi bir hastalığın (kalp krizi ya da felç gibi) gerçekleşeceği şeklinde yanlış yorumlanmasıyla panik atağına dönüşebilir. Panik Bozukluk Panik Bozuklukta ataklar beklenmedik ve sebepsiz bir şekilde başlar ve tekrarlayıcı nitelik gösterir. İlk ataktan sonra ya da atakların sıklaşmasıyla birlikte kişide yeni bir panik atağı geçireceğine ilişkin korku gelişir. Sürekli atağın tekrarlayacağına dair düşünceler ve beklenti günlük işlerine odaklanmasını engeller, dikkatini bedeninden gelebilecek atak belirtilerine vermeye başlar. Sürekli olarak tetikte bekleme, tansiyon ve nabız ölçme gibi davranışlar gelişir. Sıkıntıyı yeniden yaşamamak için panik atağının olduğu koşullardan, panik atağı geçirirse yardım alamayacağı yerlerden kaçınma ve güvenlik arayışı başlar. Bazı kişiler kalabalık ya da açık alanda olmaktan kaçarken, bazıları her an bir kalp krizi geçirebileceği endişesiyle yardım alabilecekleri bir yerde olmayı tercih eder, yanlarında ilaç ya da su gibi güvenlik nesneleri taşırlar. Hastalık kişinin yaşam şeklini tümden değiştirmesine neden olabilir. Kişiler güvenli bir bölge arayışına girer, eve ya da bazı kişilere bağımlı hale gelebilirler. Dışarıya tek başına çıkmamak, toplu taşıma araçlarına binmemek, arabayla tünele girmemek gibi davranışlar agorafobi olarak adlandırılır. Bazı kişilerde panik atakları kaybolsa bile agorafobi devam edebilir. Panik ataklar ilaç tedavisi ve psikoterapi ile kolaylıkla kontrol altına alınabilir. İyileşmenin kalıcı olması, yinelemeyi azaltmak, kişinin yaşamını yeniden düzenlemesine yardımcı olmak ve yaşam kalitesini arttırmak için psikoterapi gereklidir.

  • Psikotik Bozukluklar

    Kişinin gerçeği değerlendirme yeteneğini bozan hastalıklardır. Bazı psikotik bozukluklar kısa süreli ve geçicidir. Tıbbi hastalıklar, ilaçlar ya da uyuşturucu maddelerin neden olduğu psikozlar sebep ortadan kalktıktan sonra düzelir. Uzun süreli psikozlar; Şizofreni ve ona benzer kronik hastalıklardır. Psikotik hastalıklarda başkalarının duymadığı sesler duyma, başkalarının görmediği şeyler görme (halüsinasyon), gerçek dışı inanışlar (sanrı), garip ve uygunsuz konuşma ve davranışlar tipiktir. Şizofreni Şizofreni; düşünce, duygu ve davranışları etkileyen bir beyin hastalığıdır. Hipertansiyon ya da şeker hastalığı gibi diğer süreğen hastalıklarda olduğu gibi alevlenme ve yatışma dönemleri vardır ve ilaç tedavisi ile hastalık belirtileri düzeltilebilir. Önyargıların aksine şizofreni hastaları diğer insanlardan daha tehlikeli ya da saldırgan değildir. Şizofreni belirtileri başka Psikotik Bozukluklarda da görülebilir. Şizofreni Kimlerde Görülür? Şizofreni her 100 kişiden birinde görülen bir hastalıktır. Nedenleri Nelerdir? Tüm hastalar için geçerli olan tek bir neden yoktur. Şizofrenin ortaya çıkmasında rol oynayan başlıca etkenler şunlardır. Genetik faktörler Beyindeki hücrelerarası iletimi sağlayan kimyasal maddelerde düzensizlik Çevresel faktörler: bebeğin oksijensiz kalmasına yol açan zor doğum ya da gebelik enfeksiyonlarının şizofreni gelişmesinde rolü vardır. Boşanma, askerlik ya da iş kaybı gibi stresler şizofreninin oluşmasına neden olmaz ancak hastalık belirtileri bu stres etkenlerinden sonra ortaya çıkabilir ya da kötüleşebilir. Hastalığın Belirtileri ve Süreci Şizofreni belirtileri kişiden kişiye değişir. Belirtilerden bazılarının belli bir süre boyunca devam etmesi durumunda şizofreni tanısı konur. Hastalık genellikle gençlik döneminde toplumdan geri çekilme, okul başarısında düşme, dalgınlık gibi sinsi belirtilerle başlar, stresli bir dönemde akut psikoz patlak verir. Ülkemizde bu stresli dönem üniversiteye başlama, evlilik ya da askerlik dönemine denk gelir. Hastalığın akut döneminden önce görülen öncü belirtiler şunlardır: 1. İsteksizlik, ilgi kaybı 2.Aileden ve arkadaşlardan uzaklaşma 3.Dinle ilgili konularda abartılmış düşünce ve davranışlar 4. Uyku düzeninin bozulması (artma / azalma) 5.Çökkünlük 6.İştah azalması 7. Alınganlık 8. Çabuk sinirlenme 9. Küçük şeylere öfkelenme 10. Başkalarına ya da kendine zarar verme düşüncesi 11. Kendine bakımda azalma 12. Alkol tüketmeye başlama 13.Cinsel konularla fazla meşgul olmaya başlama 14. Sık sık tartışmalara girişme Hastalığın alevlenme döneminde pozitif ve negatif belirtiler ortaya çıkar. Pozitif belirtiler; Halüsinasyonlar, sanrılar, konuşma ve davranışlarda garipliklere pozitif belirtiler denir. Sık görülen sanrı tipleri şunlardır: Kötülük görme: takip edildiği, kendisine komplo kurulduğu, öldürüleceği ya da iftira atılacağı şeklinde inanışlar Referans: Televizyon, radyo ya da sosyal medyada kendisiyle ilgili gizli mesajların verildiğine inanma, toplum içinde konuşulanlardan kendi üzerine anlamlar yükleme, Büyüklük: Peygamber, siyasetçi gibi önemli biri olduğuna yönelik inanışlar Erotomanik: Genellikle üstün veya ünlü birinin kendisine aşık olduğuna inanma Jaluzik: Bir gerekçe olmaksızın eşinin kendisini aldattığına yönelik inanışlar Bizar: Uzaylılar tarafından kaçırılma, düşüncelerinin kontrol edilmesi gibi olması mümkün olmayan inanışlar Tarikatlar, ufo veya büyüye inananlar gibi toplumdaki farklı inanışlar ve sapmalar sanrı olarak nitelendirilemez. Bunun ayrımını ancak bir psikiyatri uzmanı yapmalıdır. Negatif Belirtiler: · Heyecan duyamama, normal faaliyetlerden (arkadaşlarla buluşmak gibi) eskisi kadar zevk almama · Boş ve düz bir yüz ifadesi, monoton ses veya daha az canlı yüz hareketleri dolayısıyla duygularını gösterememe, · Enerji eksikliği – vaktinin çoğunu oturarak ve uyuyarak geçirmek · Hayattan zevk almamak, hevesin azalması · Başka kişilerle ilişki kurmakla ilgilenmeme veya kuramama · Arkadaş edinememe, arkadaşlıkları sürdürememe veya arkadaş edinmeyi önemsememe · Sosyal yalıtım - günün çoğunu yalnız veya sadece yakın aile üyeleri ile geçirme · Konuşmakta zorlanma ya da konuşamama · Düşünceleri toparlayamama · Düşünmede yavaşlık · Anlama zorluğu · Dikkatini toplayamama · Bellek zayıflığı · Düşünceleri ifade etmekte zorluk Alevlenme dönemindeki belirtiler ilaçla tedavi edildikten sonra, hastalık döneminde dış dünyadan kendini soyutlamış olan kişinin tekrar toplumsal becerilerini kazanabilmesi ve eski hayatına geri dönebilmesi için, Toplum Ruh Sağlığı Merkezlerindeki eğitim ve topluma kazandırıcı terapilerle tedavisinin desteklenmesi gereklidir. Şizofreni hastalarının akut dönemde hastalığın farkında olmaları mümkün değildir, bu nedenle ancak yakınlarının desteğiyle yardım alabilirler. Hastaların çoğunda ilk alevlenme döneminden sonra tekrar belirtiler ortaya çıkar yani hastalık nüks eder. Bu nedenle rahatsız edici belirtiler geçse dahi doktorun önerdiği ilaç tedavisinin devamı gerekmektedir. Doktor takibi ve koruyucu ilaç tedavileri sürdüğü sürece nüksler önlenebilir. Daha az sayıda hastada belirtiler bir daha tekrarlamayabilir. Bazı hastalarda ise belirtilerin bir kısmı yaşam boyunca sürebilir. Yani hastalık süreci kişiden kişiye büyük farklılıklar gösterir. Bu süreçte ilaç tedavisine erken başlamanın ve düzenli olarak sürdürmenin önemi büyüktür. Şizofreninin Tedavisi Tedavinin amaçları: 1. Alevlenme belirtilerini yatıştırmak 2. Nüksleri önlemek 3. Alevlenme yatıştıktan sonra kaybedilen becerileri yeniden kazandırarak hastanın eski yaşamına geri dönmesini sağlamak 4. Hastanın sorunlarla başa çıkma yeteneğini arttırmak Bu amaçlara hem ilaç tedavisini hem de psikoterapiyi beraber kullanarak ulaşabiliriz. Antipsikotik İlaçların Yan Etkileri · Hareket bozuklukları: sıklıkla eski (tipik antipsikotikler) ilaçlarda görülen titreme, boyunda kasılma, gözlerin yukarıya kayması, hareketlerde yavaşlama ya da yerinde duramama gibi hareket bozuklukları ilaç başlandıktan sonra kısa sürede ortaya çıkabilen etkilerdir ve kolaylıkla düzeltilebilir. Tipik ilaçların yüksek doz ve uzun süreli kullanımından sonra genellikle ileri yaşlarda ağız ve dilde daha sık görülen istemsiz hareketler ortaya çıkabilir. · Uyku hali ya da sersemlik · Ağız kuruluğu, kabızlık, baş dönmesi, bulanık görme · İştah artışı ve kilo alma · Cinsel yan etkiler, adet düzensizliği ya da memeden süt gelmesi · Nöbet geçirme, beyaz kan hücrelerinde düşme (klozapin için) · Nadiren görülen ancak en ciddi yan etki kas katılığına eşlik eden ateş yükselmesidir ve vakit kaybetmeden acil servise başvurmayı gerektirir. Yan etkilerle karşılaşıldığında en kısa sürede doktorunuza danışmanız uygun olur.

  • Psikodrama

    İnsan sosyal bir varlıktır. Doğduğumuz andan itibaren önce çekirdek ailemizdeki bireylerle, büyüdükçe diğer insanlarla ilişki içinde yaşarız. Bu ilişkiler ağında sürekli bir değişim ve şekillenme olur. Psikodrama bireyi tek başına değil, ilişkileriyle bir bütün olarak inceler. Hayatımdaki insanlarla nasıl ilişki kuruyorum? İsteklerim, beklentilerim, hayallerim nelerdir? Bunları gerçekleştirebilir miyim? Bu duruma nasıl geldik? Böyle davranmasına ne yol açıyor? Kendimi nasıl daha iyi ifade edebilirim? sorularının yanıtını psikodrama sahnesinde keşfedebilirsiniz. Psikodramada kişinin sorun yaşadığı durumlar sahnede canlandırılır. Rol değişimleri ile o anda durumun içinde olan herkes açısından bu sorunun nasıl göründüğünü, ne hissettirdiğini anlayabilmek mümkün olur. Diğerine empati yapabilmenin en iyi yolu onunla rol değişimi yaparak içinde bulunduğu durumu deneyimlemektir. Bu rol değişimi gerçek hayatta mümkün değilken psikodrama sahnesinin özgürlüğü içinde yapabiliriz. Aynı olaya şahit olan herkes sözle anlatırken farklı yerlere vurgu yapıp farklı yorumlayabilirler. Dinleyenler gerçekte olan biteni değil sadece anlatanın yorumunu bilecektir. Bu nedenle sorunlar üzerine konuşmak ve başkasının tavsiyelerini almak genellikle çözüm getirmez. Oysa bu anlar psikodrama sahnesine konulduğunda ne eksiği ne fazlası kalır, her şey somut olarak görülebilir. O durumu yaşayanın da farklı bakış açısından değerlendirip, yeni seçenekleri deneyebileceği bir ortam yaratılır. İnsanın kendi çabasıyla ulaştığı çözümü günlük hayatına taşıyıp uygulaması, başkasının tavsiyesini uygulamaktan daha kolay ve gerçeğe daha yakındır. Kişilerarası iletişimin %90’ı bedenle olur. Psikodrama sahnesinde kişi bedeniyle de karşı tarafa nasıl mesajlar verdiğini görebilir ve değiştirebilir. Psikolojik denen ağrılarınıza, çarpıntınıza ya da sindirim sorunlarımıza anlam veremiyor musunuz? Duygularımız biz daha farkında olmadan bedenimizde ifade bulur. Psikodrama bedenle çalışarak kişinin iç dünyasını anlamasına, ihtiyaçlarını farketmesine yardımcı olur. Bedenin de değişime katılması iyileşmeyi kolaylaştırır.

  • Depresyon Nedir?

    Depresyon, derin üzüntünün, bazen de üzüntü ile birlikte bunaltının olduğu, konuşmayı, davranışları, düşünceyi ve bedensel işlevleri etkileyen bir hastalıktır. Beynimizin bazı bölgelerinde yer alan, nörotransmitter olarak isimlendirdiğimiz duygularımızı, davranışlarımızı, düşüncelerimizi düzenleyen beyin kimyasallarındaki düzensizliklerin depresyonun nedeni olduğu bilinmektedir. Dünya Sağlık Örgütü’nün 2000 yılı verilerine göre depresyonun yeti yitimine neden olan hastalıklar arasında dördüncü sırada olduğu bulunmuş, 2020 yılında ikinci sırada olacağı varsayılmıştır. Kadınların yaşamları boyunca depresyon geçirme olasılığı %20-26 iken, erkeklerde bu oran %8-12 olarak bulunmuştur. Ortalama başlangıç yaşı 27-30 olan depresyon, kadınlarda daha erken yaşlarda görülmekle birlikte, her yaşta görülebilmektedir. Depresyon döneminde en sık gözlenen bulgular şunlardır; -Eskiden yaptığı ve keyif aldığı şeylerden eskisi kadar keyif alamama, genel bir ilgisizlik ve isteksizlik -Üzüntülü, elemli, bunaltılı bir ruh hali -Enerji azalması ve kolay yorulma -Değersizlik, yetersizlik ya da suçluluğa ilişkin düşünceler -Dikkat, konsantrasyon ve bellek sorunları -Uykuda azalma ya da artış şeklinde uyku düzensizlikleri -İştahta azalma ya da artış şeklinde iştah düzensizlikleri -Hareketlerde yavaşlama ya da artan gerginlik ve öfke hali -İntihar düşünceleri Depresyonun tanısı, kişinin kendisi ile yapılan psikiyatrik muayenenin yanı sıra ailesi, yakınları ile yapılan görüşmelerle konulmaktadır. Depresyon kendi başına ortaya çıkabileceği gibi, başka ruhsal bozukluklara (manik-depresif hastalık, kaygı bozukluğu, yas süreci, psikotik bozukluklar, gebelik ve lohusalık dönemi gibi) bağlı olarak da görülebilir. Bunların yanında genel tıbbi durumla ilişkili durumlarda (diyabet, inme, kanser, koroner arter hastalıkları, parkinson, fibromiyalji gibi) ve kullanılan ilaçlara (steroidler, astım ilaçları, kanser ilaçları, antiinflamatuvarlar, akne ilaçları gibi) bağlı da görülebilmektedir. Tanısal değerlendirme aşamasında tüm bu faktörlerin değerlendirildiği bilgilerin alınması ve gereken tetkik ve incelemelerin yapılması son derece önemlidir. Depresyon doğru ve etkili tedavi edildiğinde, yaşama bağlılığın tekrar kazanıldığı, yaşam kalitesinin oldukça yükseltilebildiği, bozulan işlevselliğin düzeldiği bir hastalıktır. Depresyonun tedavisi, Psikiyatri uzmanları tarafından kişinin durumuna ve kişi için depresyona neden olan faktörler göz önüne alınarak her birey için en uygun tedavi yöntemi ile yapılabilir. Hafif düzeydeki depresif bozukluklarda psikoterapiler ve psikososyal tedavi yöntemleri etkili iken, orta düzey ve ağır düzeydeki depresif durumlarda psikoterapiler ve psikososyal tedavi yaklaşımlarının yanı sıra farmakolojik ve somatik tedavi yöntemlerinin etkililiği tüm dünyada bilimsel olarak kanıtlanmıştır. Depresyon ve tedavisi ile ilgili olarak kulaktan dolma bilgilerle ya da “kendim üstesinden gelmeliyim” “doktor beni anlamaz ki” gibi düşüncelerle etkin bir terapi ve tedaviyi ötelemek, depresyondaki bir birey için sadece zaman ve işlevsellik kaybının sürmesi anlamına gelmektedir. Bu nedenle bireyin depresyonun en doğru ve etkili tedavisi için bir psikiyatri uzmanına başvurması ve hekimle işbirliği içinde tedaviyi sürdürmesi düzelmek adına en doğru adımı olacaktır. ASV Yaşam Hastanesi Psikiyatri Uzmanı Kadir Demirci

  • Google Places
  • Instagram
  • Facebook
  • LinkedIn

©2022 DrSistem

bottom of page